1- Coğrafi keşiflerle ticaret yolları yön değiştirince Osmanlı toprağından geçen ipek ve baharat yolu eski önemini kaybetti. Bu durum refahını bu ticaret yollarına borçlu olan Anadolu şehir hayatının sönmesine neden oldu ve ticaret hayatını olumsuz etkiledi.
2- Yeni keşiflerle sınırsız hammadde kaynaklarına ve maden bolluğuna kavuşan Avrupa’da altın ve gümüş bolluğunun getirdiği talep artışı Osmanlı ülkesindeki hammadde ve buğdayın bu kıtaya akmasına yol açtı. Bu durum Osmanlı el sanatlarını hammadde darlığına soktu, yiyecek sıkıntısı oldu. Değerli maden sıkıntısına düşen Osmanlı Devleti para birimi olan Akçenin ayarını düşürmek zorunda kaldı. 100 dirhemden 269 Akçe kesen Osmanlı 3. Murad devrinde 100 dirhemden 950 Akçe kesmek zorunda kaldı.
3- Ekonomideki en yıkıcı etkiyi kapitülasyonlar yapmıştır. Devletin güçlü olduğu dönem siyasi kazanç sağlamak için sadece Fransa’ya verilen bu imtiyazlar daha sonra yükümlülük şekline dönüşünce devletin istismarı için vesile oldu.
4- 1838 Balta limanı Antlaşması ile yabancıların ticaret kısıtlaması kaldırıldı. Gümrük duvarını kaldıran bu antlaşma ucuz Avrupa mallarını Osmanlı pazarlarına doldurdu.
5- Avrupa’nın mali sermayesi 1854 de ilk borç antlaşması ile girdi. Alınan borçlar yatırım olarak değerlendirilmedi. Savaşlara ve gösterişe harcanınca devlet faizlerini bile ödeyemez oldu. Sonuçta alacaklı devletler 1881 de Duyun-u Umumiye kurarak Osmanlı Devletinin bütün gelir kaynaklarına el koydular.
6- Ekonomik dengelerin bozulması yönetimde, devlet kurumlarında sosyokültürel yapıda da etkili olmuş gerileme süreci başlamıştı. Mutlakiyet nedeniyle padişahların kişilikleri bu süreçte önemli unsur olmuştur. Yönetimdeki otorite boşluğu, kadınların,ulema ve saray ağalarının ön plana çıkmasına, taht kavgalarına sebebiyet vermiştir.
7- Merkezden ayrılmak istemeyen veliahtlar merkeziyetçi yönetimi üç kıtaya yayılan imparatorlukta yönetim aksaklıklarına neden oldu. Yer yer çıkan celalı isyanları bu bozulan gidişin ilk ayak sesleri olmuşsa da merkezde kimse bunu fark edecek durumda değildi.
8- Önceleri büyümek sonraları sınırları korumak için yapılan savaşlar büyük kayıpları da beraberinde getirmiştir. Bol ganimetle dönülmeyen savaşlar ekonomiyi iyice bozduğu gibi çalışacak nüfusun savaşta erimesi, insan gücü potansiyelinin savaşlarda kaybedilmesi, üretici yaş grubunun tükenmesine neden olmuştur.
9- Tımar sisteminin bozulması hem ekonominin hem de ordunun gücünü zayıflatmış, ateşli silahlar sipahilerin önemini azaltmış, maaşlı askerler hazineye yük getirmiştir.
10- Milliyetçilik hareketleri Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıklar üzerinde olumsuz etki yapmış, Sirp Yunan isyanları devleti uzun süre yormuştur.
11- Avrupa’nın Osmanlı Devletinin çeşitli yerlerinde açtıkları okullar bilim adamı yetiştirmekten ziyade kültürlerini yaymak ve yerleştirmek için kullanmaları devletin yetişmiş insan gücü potansiyelini iyi kullanamamasına neden olmuştur.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN ÇÖKÜŞ SEBEPLERİ
Şüphesiz yakın tarihimiz açısından daha çok incelenmeye muhtaçtır. Çünkü Osmanlının çöküşü, sonuçları itibariyle sadece Türkiye Cumhuriyeti için değil bütün dünya tarihi için önemli bir olaydır. Türk hâkimiyet anlayışından meşruiyetini alan taht mücadeleleri Osmanlı tarihi içinde de sık sık görülmektedir. Yükseliş dönemine kadar Osmanlıda cereyan eden taht kavgaları umumiyetle daha güçlü ve liyakatli olan hanedan üyelerinin tahta geçmesini sağladığından, sonuçları devletin büyüyüp genişlemesine katkıda bulunmuştur. Buna rağmen Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesiyle başlayan ve tarihimizde “Fetret Devri (1402-1413)” olarak adlandırılan kardeş kavgaları, şüphesiz Osmanlı fetihlerinin gecikmesine sebep olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, kardeş kavgalarının önünü almak için ünlü kanunnamesinde “nizâm-ı âlem için kardeş katli”nin vacip olduğunu bildirmesi, meselenin ne kadar ciddî olduğunun bir işaretidir. Devletin bekası ve nizâm-ı âlem için kardeşin dahi gözden çıkarılması, aslında tenkit edilecek değil, takdir edilecek bir özveri örneğidir. Buna rağmen Cem Sultan ve Yavuz örneklerinde görüldüğü gibi taht mücadeleleri devam etmiştir. Yine bu mücadeleyi önlemek maksadıyla I.Ahmet, “ekber ve erşef evlât”, yani büyük ve olgun oğulun padişah olması usulünü getirmiştir. Fakat bu usul de istenen neticeyi vermeyecektir. Özellikle gerileme dönemindeki taht mücadelelerine hanedan dışında, yeniçerilerin ve devşirme asıllı vezir ve paşaların da karışması devlet otoritesini ve nizamı daha da bozmuştur.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN ÇÖKÜŞ SEBEPLERİ
Şüphesiz yakın tarihimiz açısından daha çok incelenmeye muhtaçtır. Çünkü Osmanlının çöküşü, sonuçları itibariyle sadece Türkiye Cumhuriyeti için değil bütün dünya tarihi için önemli bir olaydır. Türk hâkimiyet anlayışından meşruiyetini alan taht mücadeleleri Osmanlı tarihi içinde de sık sık görülmektedir. Yükseliş dönemine kadar Osmanlıda cereyan eden taht kavgaları umumiyetle daha güçlü ve liyakatli olan hanedan üyelerinin tahta geçmesini sağladığından, sonuçları devletin büyüyüp genişlemesine katkıda bulunmuştur. Buna rağmen Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesiyle başlayan ve tarihimizde “Fetret Devri (1402-1413)” olarak adlandırılan kardeş kavgaları, şüphesiz Osmanlı fetihlerinin gecikmesine sebep olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, kardeş kavgalarının önünü almak için ünlü kanunnamesinde “nizâm-ı âlem için kardeş katli”nin vacip olduğunu bildirmesi, meselenin ne kadar ciddî olduğunun bir işaretidir. Devletin bekası ve nizâm-ı âlem için kardeşin dahi gözden çıkarılması, aslında tenkit edilecek değil, takdir edilecek bir özveri örneğidir. Buna rağmen Cem Sultan ve Yavuz örneklerinde görüldüğü gibi taht mücadeleleri devam etmiştir. Yine bu mücadeleyi önlemek maksadıyla I.Ahmet, “ekber ve erşef evlât”, yani büyük ve olgun oğulun padişah olması usulünü getirmiştir. Fakat bu usul de istenen neticeyi vermeyecektir. Özellikle gerileme dönemindeki taht mücadelelerine hanedan dışında, yeniçerilerin ve devşirme asıllı vezir ve paşaların da karışması devlet otoritesini ve nizamı daha da bozmuştur.
Yeniçeri Ocağı, saray ve haremin nüfuz mücadelesine girmesi kimi zaman çocuk yaşta, ehliyetsiz şehzadelerin kukla sultan olmasıyla kimi zaman, dirayetli ve cesur sultanların katliyle neticelenmiştir.
Türk devletlerinde alplik (gazi-erenlik), bilgelik ve erdem hükümdarların en büyük özelliklerindendir. Türk hükümdarı cihan hâkimiyetini tesis için bizzat fetihlere iştirak eder ve hatta ordunun en ön safında savaşır. Çünkü o her açıdan milletinin lideridir. Nitekim Alparsan Malazgirt’te kefenliğini giyerek ön safta savaşmıştır. Kuruluş ve yükseliş döneminde Osmanlı padişahları bizzat seferlere katılmıştır. Kanuni’nin 46 yıllık hâkimiyet döneminde, ömrünün çoğunu at üstünde seferlerde geçirdiği bilinmektedir. Kanuni’nin ölümünden sonra bu gelenek yavaş yavaş terk edilmeye başlamış, IV. Murat gibi istisnalar hariç, padişahlar seferlere çıkmadığı gibi, devlet işlerinin görüldüğü divana da pek katılmamışlardır.
Padişahların halktan kopması, sefere ve divana çıkmaması, devlet idaresinde vezirlerin ağırlığının artmasına sebep olmuştur. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarından itibaren güç ve nüfuzunu müspet yönde kullanan vezirler Osmanlı Devleti’nin sınırlarını muhafaza etmesini sağlayabilmişlerdir. Bu daimî olmayan başarılar, padişahlardan ziyade vezirlere mâl edilmiştir. Sokullu devri veya Köprülüler devri buna örnektir. Vezirlerin gücünün artması aralarında, taht mücadelesine benzer bir mücadelenin başlamasına da sebep olmuştur. Nüfuzunu kötüye kullanan bazı devşirme asıllı vezirler, ihanete varan uygulamalara girmiş, Rüstem Paşa gibi vezirler rüşvet ile iş görür olmuşlardır.
Padişahların halktan kopması, sefere ve divana çıkmaması, devlet idaresinde vezirlerin ağırlığının artmasına sebep olmuştur. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarından itibaren güç ve nüfuzunu müspet yönde kullanan vezirler Osmanlı Devleti’nin sınırlarını muhafaza etmesini sağlayabilmişlerdir. Bu daimî olmayan başarılar, padişahlardan ziyade vezirlere mâl edilmiştir. Sokullu devri veya Köprülüler devri buna örnektir. Vezirlerin gücünün artması aralarında, taht mücadelesine benzer bir mücadelenin başlamasına da sebep olmuştur. Nüfuzunu kötüye kullanan bazı devşirme asıllı vezirler, ihanete varan uygulamalara girmiş, Rüstem Paşa gibi vezirler rüşvet ile iş görür olmuşlardır.
Osmanlı padişahlarının kısmen de olsa terk ettiği otorite ve yetkilerini üstlenen merkezî bürokrasinin rüşvet, suiistimal ve adam kayırma gibi, bugün de yabancısı olmadığımız unsurlarla bozulması, devletin gerileme dönemine girmesine yol açacaktır. XVIII. yüzyıldan itibaren geleneksel bir askerî ve idarî eğitimden gelen “ehl-i seyf”ten atanan vezirlerin yerini, “ehl-i kalem”e bırakması, yani malî ve idarî bürokrasinin yürütme (sadaret) görevini üstlenmesi beklenenin aksine bozulmayı durduramamıştır. Koyu bürokrasi, XVIII. yüzyılda gerçekleştirilmeye çalışılan askeri, idarî ve malî düzenlemelerden arzu edilen neticeyi alamadığı gibi, çöküşü de hızlandıran bir unsur hâline gelmiştir.
0 Yorumlarınız