Bingöl Çobanları Şiirin İçerik Yönüyle İncelenmesi, Teması ve Konusu

Bingöl Çobanları
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum, 
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum. 
Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların, 
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların 
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, 
Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi 
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla. 
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni, 
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini, 
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek; 
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek 
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı, 
Her adım uyandırır acı bir hatırayı. 
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda, 
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam, 
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda, 
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam, 
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla, 
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla, 
- Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al 
Diye hıçkırır kaval: 
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun, 
Daima eğeceksin başkalarına boyun; 
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı, 
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı, 
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an, 
Mademki kara bahtın adını koydu çoban! 
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden, 
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden 
Anlattı, uzun uzun. 
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun 
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla, 
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla 
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına, 
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına 
Kemalettin Kamu


Kemalettin Kamu’nun on altı yaşına kadar Bayburt, Erzurum ve çevresindeki dağlarda, yaylalarda çocukluk ve geçliğini yaşadığını, doğayla iç içe olduğunu biliyoruz. Bingöl yaylalarında tanıdığı çobanın da “daha deniz görmemiş bir çoban çocuğu” olması, bu çoban çocuğuyla aralarında bir sıcak sevginin doğması, şairin çocukluk ve ilk gençlik yılarında aldığı duyguların, tabiat sevgisinin doğal sonucudur. Çobanın soyu bu dağların aşinasıdır. “Ebenced”(nine-dede olarak) buraların bekçileri gibidirler. Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların onları sürü peşinde görmediği gün yoktur. Onlar testilerini her gün aynı pınardan doldurmakta ve her gün çıngıraklarıyla kırlara açılmaktadırlar. Bingöl yaylalarında tanıdığı çobanın yaşamıyla şairin ilk geçlik çağında yaşadıkları bir birlik, bir bütünlük arz etmektedir. Burada, bu topraklarda öteden beri yaşayan bu insanların duruşu ve yaşam biçimi görülmektedir.

 Bingöl çobanlarına eğitim verilmemiştir;  okuma yazma bilmezler. Zaman mefhumu doğanın değişimleriyle belirlenmektedir. Karların yağması, ekinlerin yeşermesi, ağaçların çiçek açması veya meyve vermesi, hasat mevsimi veya koyunların kuzulaması onlar için birer zaman dilimidir. Yeni kuzuların doğması Bingöl Çobanları için, bir yılın daha geçtiğinin, yeni bir yılın geldiğinin işaretidir.
                Arzu, istek onlar için yıldızlar kakar uzaktır; akıllarından bile geçmez. Önlerinde bir sürü, yanlarında bir köpek aynı daüssılayı, aynı yerleri dolaşıp durmaktadırlar. Bu yörenin her karış toprağında yaşanmış olayları, acı bir hatıraları vardır:
                Mesela, anası bir yaz gecesi doğurmuş onu, orada bir yerde. Babası son sözlerini oradaki bir çamlıkta söylemiştir. “Suna”sının başka köye gelin gittiği akşam “kuzu”sunu karşıki bayırda kurda kaptırmıştır. Belki duygularını sadece içinde yaşatmış, Suna’sına hiç açılamadan, başka köyün kurdu Suna’sını (kapmış) gelin alıp götürmüştür.

                 Cumhuriyetin ilk yıllarında insanımızın bu denli geri kalmışlığı, belki bir nebze mazur gösterilebilir; görülebilir. Ama dünyanın aya, aydan daha ilerisine gittiği, bir kısım insanımızın bilgisayar tuşuna basınca dünyanın öbür ucundaki bilgiye ulaştığı günümüzde, başka bir vatandaşımızın cehaletten kaynaklanan töre cinayetine maruz kalması, elli yaşındaki bir kadınımın Türkçe kendini ifade edememesi, Türkçeyi bir cümle bile konuşamaması nasıl bir gerekçe ile mazur gösterilebilir? Milletimin bu kadar derdi varken, politikacıların iktidar hırsı için, kişisel çıkarları için, her gün televizyonlarda kavga ederek boy göstermelerini acaba alkışlayan var mı?

    Her attığı adımda acı bir hatırayı uyandıran tabiatla haşir neşir olarak, çoban, bir günü daha bitirir. “Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla, çoban hicranlarını basar bağrına yayla.”
Karanlığın çökmesiyle çobanın da içine hüzün çöker…
            Artık onun kavalı, alacakaranlık içinde etrafa nağmeler yayarken, kendisine de:
            “Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al, koyun olmasan bile bir çoban parçasısın;  daima başkalarına boyun eğeceksin. Mademki kara bahtın adını çoban koydu; o halde hülyana ne şehir, ne de çarşı karışmasın. Sen her akşam batan güneşe karşı uçan kuşları düşün, geçen kervanları an.” Demektedir.
             İçinde yaşamış olduğu çevre ve hayat tarzı, Bingöl çobanının hayata bakış biçimini belirlemektedir. Yukarda, çobanla çevresi arasında kurulmuş olan çeşitli bağlar ortaya konulmuştur. Günlük hayatları gibi duygularını da doğa belirlemektedir. Acımasız doğa ve sosyal şartlar çobanda aşağılık duygusu meydana getirmektedir. Onun için şehir ve çarşıyı hayaline bile sokmak istemiyor.
            Kavalın, çobana bu seslenişinden sonra çoban, şaire nasıl yaşadığını, ne içtiğini, ne yediğini, çıngırak seslerinin dağlara neler dediğini uzun uzun anlatır…
            K.Kamu şiirde buraya kadar kendisini hiç ortaya koymaz. Hep çobanı, çobanın yaşadığı ortamı, onun sosyal yapısını, duygu ve düşüncelerini, acı ve kederlerini çobana anlattırır; kendisi bir şey söylemez.
            Merhum hocam, Prof. Dr. Mehmet Kaplan “Şiir tahlilleri 2” adlı kitabında:
           “Kemalettin Kamu, –Bingöl Çobanları-nda Anadolu insanını, kendi yaşayışı içinde ele alıyor. O bir yolcu veya yabancı değil, bu toprakların yerlisidir. Soyu -bu dağların eskiden beri aşinası- dır. Şair, eserin kahramanı olan çobanı, seyirci ve yabancı bir davranışa tekabül eden realist ve objektif bir manzum hikâye tarzında değil bizzat konuşturmak suretiyle tanıtıyor. Kemalettin Kamu adeta kendini silerek, çobanı hâkim kılıyor.” Demektedir.

  Kemalettin Kamu Şehrin uğultusundan usanmıştır. Kendini dinlemeyi ve çocukluk yıllarında yaşadığı dağları özlemektedir. Şehir uğultusundan usanmış ruhların nadir duyabileceği taze bir heyecanla, bu zavallı çobanla karışmaktadır ve Bingöl çobanlarına gönlünü yayla yapmıştır, Bingöl çobanları orada gezinsin diye… Onları hep içinde yaşatmak istemektedir. Şair, şiirin bu son bölümünde kendisini ortaya çıkarıp konuşuyor. Amacı burada kendini öne çıkarmak değil, çobanla bütünleştiğini, ruh bütünlüğünde birlik meydana getirdiklerini ortaya koymaktır. Bu konu için Mehmet Kaplan: “Şiirin ancak son kısmında şair konuşuyor. Fakat bundan maksadı da kendi şahsiyetini belirtmek değil, çobanla ruhi kaynaşmasını anlatmaktır.” Diyor.
               Bingöl çobanının arkasında, kendisini çobanla birleştiren, kendi duygularını ona yükleyerek bize aktaran şair vardır. Burada konuşan gerçekte çoban değil, şairin kendisidir.
Çoban konuşsaydı şiirin nazım birimi ve dili halk edebiyatına uygun bir koşma olurdu. Halk üslubunu hatırlatan “ebenced” kelimesinin dışında şiirde, başka bir söz veya deyimle karşılaşmıyoruz. Bu da Kemalettin Kamu’nun çobandan ziyade kendisini çoban yerin koyduğunu ve duygularını onun aracılığıyla bize aktardığını göstermektedir.


Kaynak;   VARAN HABER - MEHMET GÖKÇEN

Load disqus comments

0 Yorumlarınız