Ünite
5 – Temel Sektörde Gelişmeler II: Sanayi Sektörü
Türkiye’de
Sanayi Sektörünün Gelişimi
Dar
anlamda sanayi, üretim faktörlerinden
emek ve sermayeyi kullanarak hammadde ve yarı mamul
maddeleri
işleyerek mamul madde haline getiren tüm üretim faaliyetlerini
kapsamaktadır. Sanayi bu açıdan bir
bakıma
imalatçılıktır.
Geniş
anlamda tanımlamak gerekirse sanayi,
turizm sanayisinde olduğu gibi müteşebbisin kurduğu, mal ve
hizmet
üreten ve gelir getiren faktörlerin bileşimidir.
Türkiye’de
sanayi sektörü, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından:
Madencilik
İmalat
sanayi
o
Tüketim malları
o
Ara malları
o
Yatırım malları
Enerji
(elektrik, gaz ve su) olarak
sınıflandırılmıştır.
Türkiye
ekonomisinde başlıca imalat
sanayi dalları arasında gıda, dokuma,
deri, giyim, kimya, ilaç, kauçuk ve
plastik,
bilgisayar, elektronik ve optik ürünler, elektrikli teçhizat,
otomotiv, kok ve petrol ürünleri, maden,
orman,
makine, madeni eşya, taşa ve toprağa dayalı sanayi dalları
sayılabilir.
Günümüz
dünyasında gelişmiş ülkelerin, aynı zamanda sanayileşmiş
ülkeler olmaları, ekonomik
gelişme ile
sanayileşme
arasında çok yakın bir ilişkinin
olduğunu ortaya koymaktadır. Ülkelerin sanayileşme seviyesi ile
gelişmişlik
seviyesi aynı anlama gelir. Gelişmiş ekonomi bir anlamda
sanayileşmiş ekonomi
demektir.
Osmanlı
Devleti’nde Sanayi Sektörünün Gelişimi
Osmanlı
devletinin ekonomisi tarıma dayalı olduğundan sanayi sektörü
ikinci planda kalmış ve sanayileşme
çabaları
olumlu sonuç vermemiştir. İngiltere
de 18. yüzyıl ortalarında buharın makineye
uygulanması
sonucu başlayan sanayileşme çabalarından
Osmanlı devleti haberdar olmamıştır. Bu durum
sanayileşme
sürecinin ülkeye gelmesini engellemiş, böylece ekonomide makineye
dayalı sanayileşme
kurulamamış,
geleneksel sisteme dayanan yerli sanayi de gerilemiştir.
İkinci
Meşrutiyet’in 1908’de ilan edilmesiyle sanayileşme olmadan
ülkenin kalkınamayacağını ileri süren devlet
adamlarının
sayısı artmaya başlamıştır. Gelişen milliyetçilik akımları,
ekonomi alanında da kendini hissettirmiş
ve
Osmanlı sanayisinin teşvik edilmesinin gerekliliği üzerinde
durulmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın
çıktığı
yıla (1914) kadar olan dönem bazı yazarlarca milli
iktisat dönemi ortak tanımlanmaktadır.
İkinci
Abdülhamit’in iktidarda olduğu dönemde İttihat ve Terakki
çevreleri, yöneticilerin sermayeyi
gözetecekleri
yerde kişilerin mal varlığına göz diktiklerini öne
sürmüşlerdir. 1908 devrimi sonucunda iktidara
gelen
İttihatçıların liberal Maliye
Bakanı Mehmet Cavit Bey, Osmanlı
topraklarında sermaye birikiminin sınırlı
ve
dağınık olduğunu belirtmiştir.
Aralık
1913 tarihinde
İttihat ve Terakki Hükümeti sanayileşmeyi teşvik etmek amacıyla
Teşvik-i Sanayi Kanunu
Muvakkatını
(Geçici Sanayi Yasasını) yürürlüğe
koymuştur. Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamına giren
kuruluşların
sayım sonuçları 1917
yılında yayınlanmıştır. Buna göre
Osmanlı sanayisi tüketim malları ara mal ve
üretmekte
ancak yatırım malları üreten bir sanayi yapısına sahip
değildir. 1915 sayımına göre ise Osmanlı
sanayisinde
sermayedar ve işçi dağılımı aşağıdaki tabloda
gösterilmiştir.
Sermayedar
İşçi
Türkler
%15 %15
Rumlar
%50 %60
Ermeniler
%20 %18
Yahudiler
%95 %10
2
Cumhuriyetin
İlk Yıllarında Sanayileşmeye Yönelik Politikalar
Osmanlı’dan
devralınan az sayıda sanayi kuruluşunun, yüksek düzeydeki
rekabetten korunması ve sanayi
sektörünün
gelişebilmesi için, 1923
İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresi’ne katılan
sanayiciler:
Gümrük
tarifeleri arttırılarak sanayin dış rekabetten korunmasını
Teşvik-i
Sanayi Kanunu’nun yeniden düzenlenerek yürürlüğe konulmasını
Sanayi
bankasının kurulmasını
Makine
araç ve gereç ithaline vergi bağışıklığı sağlanmasını da
talep etmişlerdir.
Bu
isteklerin büyük çoğunluğu Kongre’de karar altına alınmış
ve Hükümet istenilenleri zaman içinde yerine
getirmiştir.
9 Nisan 1924 tarihinde
çıkarılan bir yasa ile ihracata dönük
sanayilerin kullandıkları ithal
hammaddeleri
gümrük vergisinden muaf
tutulmuş, 1924
yılında Türkiye İş Bankası, 1925
yılında Sanayi ve
Maadin
Bankası kurulmuş, 1929
yılında da etkili bir gümrük korumacılığı başlatılmıştır.
Hükümet,
yerli sanayicilerin üretimini iç vergilerden muaf tutarak, prim
ödeyerek, ucuz kredi sağlayarak, ithal
malları
üzerine tüketim vergisi koyarak korumuş ve Ekim 1929 tarihinde de
spesifik tarifeler
uygulayarak etkili
bir
koruma sağlamıştır. İthalattan alınan tüm vergilerin oranı
Ekim 1929’da %26 iken, bu oran bir yıl sonra
%38’e
yükseltilmiştir.
Yeni
spesifik tarifede bütün tarım makine, araç ve gereçleri bu
sektörde makineleşmeyi teşvik etmek için
gümrükten
muaf tutulmuştur. Ayrıca, ulaştırma araçlarıyla, ülkede
üretilmeyen sınai hammaddelerdeki
spesifik
vergi oranları düşürülmüş, buna karşılık tekstil, gıda,
deri çimento, ağaç ürünleri, nihai tüketim malları
ile
yeni gelişmekte olan yerli sanayilere rakip ithal malları
üzerindeki nominal vergi oranları yükseltilmiştir.
Cumhuriyet’in
ilk yıllarında izlenen temel ekonomi politikası ilke
olarak özel girişim
eliyle serbest piyasa
şartlarında
sanayileşmeyi esas almaktadır. Devlet,
özel girişimi desteklemiş, fakat özel sektörün yetersiz
kaldığı,
kârlı bulmadığı alanlarda ekonomiye müdahale ederek yatırım
yapmıştır. Bunun tipik örneği, 5 Nisan
1925
tarihinde çıkarılan 601 sayılı Yasa ile şeker sanayisine
yatırım yapacak özel girişimcilere önemli
ayrıcalıklar
sağlanmasıdır.
Hükümet,
1927 yılında
eski 1913 tarihli yasayı gözden geçirip genişleterek 15 yıl için
Teşvik-i Sanayi
Kanunu’nu
yeniden yürürlüğe koymuştur.
1932
yılında İnhisarlar Umum
Müdürlüğü isimli devlet tekeli
kuruluncaya kadar Türkiye’de tütün, ispirtolu
içkiler,
tuz, barut ve patlayıcı maddelere ilişkin tekeller ayrı
kuruluşlarca yürütülmüştür.
Tütün, ispirto ve ispirtolu içkiler ile
tuz 1932’de
Barut ve patlayıcı maddeler 1934’de
Bira 1939’da
Çay ve kahve 1942’de
Kibrit 1946’de devlet tekeli altına
alınmıştır.
17
Şubat 1925 tarihinde
tarımda Aşar Vergisi
Birinci İktisat Kongresi’nin önerileri
doğrultusunda kaldırılınca,
devlet
önemli bir gelir kaybına uğramıştır. Çünkü
1924 yılındaki devlet gelirlerinin %25’ini
aşar vergisi
sağlamakta
idi. Yeni tekellerin oluşturulmasıyla
devletin elinde önemli miktarda sermaye toplanmış ve bu
kaynaklar,
1933’ten sonra kamu tarafından sınai yatırımların
finansmanında kullanılmıştır.
1927
yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa sanayi sayımı
yapılmıştır. Sayım, 1913-1915 Osmanlı
sanayi
sayımlarından
farklı olarak tüm ülkeyi kapsamıştır. 1927 sanayi sayımında,
Türkiye’de 65.245 işyeri
belirlenmiştir.
Yerli
sanayin ülke ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalması ve
izlenen teşvik politikalarına rağmen istenilen
başarıya
ulaşılamaması sonucunda izlenen temel politikalar 1930’lu
yılların ortalarından sonra değiştirilmiş ve
ithal
ikameci ve korumacı politikalara ağırlık verilmeye başlanmıştır.
1928 yılında,
Tarım ve Ticaret
Bakanlıklarının
birleştirilmesiyle İktisat Vekâleti kurulmuştur.
Devletçi
Sanayileşme Yılları
Cumhuriyetin
kurulmasından sonra geçen ilk 10 yılda, özel girişime dayanan
liberal bir ekonomi politikası
izlenmiş,
özel sektör korunarak teşvik edilmiş ve sanayileşmede bu kesime
öncelik verilmiştir. Kamu kesimi
kurumsal
ve yasal düzenlemeleri yapmış, demir yolu gibi önemli alt yapı
projelerinin gerçekleştirilmesini
sağlamıştır.
Fakat o günkü ekonomik şartlar, sermaye yetersizliği, girişimci
azlığı, nitelikli işgücü eksikliği, dış
rekabet
gibi sebeplerle özel sektör eliyle sanayileşmede başarıya
ulaşılamamış ve sektördeki büyüme, diğer
sektörlerin
gerisinde kalmıştır. Devletçilik
politikası, sanayileşmeyi hızlandırmak için bir alternatif
olarak
doğmuş
ve devlet öncülüğünde planlı sanayileşme hedef alınmıştır.
3
Bu
ilke Osmanlılar zamanında da uygulanmış ve özellikle II.
Meşrutiyet’ten (1908) ten sonra devlet birçok
sanayi
işletmesi kurarak işletmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nde
devletçilik ilkesini İsmet
İnönü mutedil devletçilik
ilkesi
olarak açıklamıştır. Bu
ilke 5 Şubat 1937 de Anayasaya konmuştur.
Bu ilkeye göre memleketin tüm
ihtiyaçlarını
karşılama görevi özel sektörle devlet arasında paylaşılmalıdır.
Devletçilik politikasını izlemeye
yönlendiren
o günkü toplumsal ihtiyaçların dışında bazı dış faktörler
de vardır. Bunlardan en önemlisi SSCB nin,
Dünya
Ekonomik krizini fazla hissetmemesi ve bu krizi batılı ülkelerden
rahat atlatmasıdır. Devletçilik İlkesi o
dönemde
kapitalist sisteme alternatif olmuştur. Ayrıca ABD de çıkan yasa
ile ilk defa kapitalist ülkelerde bölge
planlaması
uygulaması da önemli bir gelişmedir. Türkiye’de uygulanan
sanayi planları SSCB deki sanayi
planlarından
farklı olarak doktriner
değil; pragmatiktik.
Türkiye’deki devletçilik ilkesi
kapitalizm ve
sosyalizm
arasında ve bunlara alternatif bir sisteme dönüşmemiş, yeni
ekonomik kalkınma yaklaşımı niteliğini
taşımıştır.
1927 de Teşvik-i Sanayi Kanunu başlayarak 1933 teki (ilk sanayi
planı) politikanın da etkisiyle 1942
ye
kadar özel sektör bu yasayla korunmuştur.
Devletçilik:
kamunun piyasaya mal ve hizmet üretmek
için işletmecilik yapmasıyla kısıtlanmış, hiçbir zaman bir
devlet
müdahaleciliğine dönmemiştir. Devletçilik Türkiye’de yoğun
olarak sanayi sektöründe uygulanmıştır.
I.Beş
Yıllık Sanayi Planı(1934-1938) kamu
yatırımlarının tümünü kapsayan bir plandır.
BBYSP
amacı: ithal edilmekte olan tüketim malları üretiminde belli
artışlar sağlamaktır. Planın temel
özelliği
ithal
ikamesini amaçlamasıdır. Plan döneminde 20 kadar fabrika
kurulmuştur. Etibank ve Sümerbank bunların
en
önemlileridir.
II.
Beş Yıllık Sanayi Planı (1938-1942),ilk
plana göre daha geniş tutulmuş. Uygulamaya
geçirilemeyen
İBYSP’nin
amacı, daha çok hammaddesi içeride bulunan hafif sanayi dallarında
ithal ikamesine gitmektir.
İBYSP’de
öncekinin (BBYSP’nin) aksine, ara ve yatırım mallarını
kapsayan ağır sanayiye ağırlık verilmiş, maden
ve
hammaddelerin işlenerek ihracı amaçlanmış, madencilik sanayi,
elektrik enerjisi üretimi ve liman yapımı
gibi
yatırımlara öncelik tanınmıştır. Bu niteliğiyle Plan, ithal
ikameci bir sanayileşmeden daha ileri gitmeyi de
hedeflemiştir.
Fakat II.Dünya Savaşı bu sanayileşme planını büyük ölçüde
durdurmuş,bir çok fabrika daha
sonraki
yıllar faaliyete geçebilmiştir.Bu dönemde ilki 1940
da uygulanan Milli
Korunma Kanunu(iş saatlerinin
uzatılması,özel
işletmelere geçici olarak el konulması,ihracata asgari ;ithalata
azami sınırlar konulması,temel
ihtiyaç
maddelerinin vesikayla dağıtılması),12 Kasım 1942
Varlık Vergisi ve 1942-1946
Toprak Mahsulleri
Vergisi
uygulamaya konuldu. Cumhuriyet’in ilk on
yılı içinde sanayi sektörünün Gayri Safi Ulusal Gelir (GSUG)
içindeki
payı %10’lar seviyesinde seyretmiştir.1929’dan sonra sanayi
sektörünün GSUG ve sektör gelirlerinin
büyümesinde
düşme olmuştur. Bunun sebebi Dünyadaki ekonomik kriz dolayısıyla
ortaya çıkan fiyat düşüşleri
ve
tarımsal üretimde kötü hava şartları etkili olmuştur.
Liberal
Döneme Geçiş
II.
Dünya Savaşı yıllarında alınan vergiler iktidara karşı
hoşnutsuzluğu arttırmıştır.21 Temmuz 1946 tarihindeki
seçimlerin
sonucunda Türkiye çok partili sisteme yasal olarak
geçmiştir.1950-1960 dönemi alt yapı yatırımcılığı
dönemi
olarak bilinir. Önemli
karayolları, su, liman, enerji projeleri bu dönemde
gerçekleştirilmiştir. İthal
ikamesi
yerine; ihracatı teşvik, sanayi yerine tarım ve kamu kesimi yerine
özel kesimi tercih eden liberal
dönem
1958 İstikrar Kararlarının yürürlüğe girmesine kadar devam
etmiştir. Ayrıca bu döneme kadar toplam
yatırımların
%21 i sanayi sektörüne yapılmıştır. Devletin ekonomideki payı
küçültülmesi ilkesine rağmen;
DDYİ,
PTT, Denizcilik Bankası, DMO (Devlet Malzeme Ofisi)KİT haline
dönüştürülmüş; EBK, SEKA, T.Demir
Çelik
İşletmeleri ve T.C. Turizm Bankası kurularak KİT ler daha da
genişletilmiştir. Sanayi sektörü bu
döneme
kadar
iç talebin de canlı olması sebebiyle hızla büyümüş, 1952-1957
döneminde sanayinin ortalama büyüme
hızı
%12,5 gibi rekor bir seviyeye ulaşmıştır. 1953 yılında ise
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir defa daha
ulaşılamayan
%19,2 lik büyüme hızına ulaşmıştır. Özellikle, ara malları
ve tüketim malları alt dallarında
yoğunlaşma
olmuştur. Özel kesim yatırımları, şeker, çimento, pamuklu ve
yünlü dokuma sanayilerinde ağırlık
kazanmış
ve bu dallarda aşırı kapasite yaratılmıştır.
Planlı
Dönem:1963-1977
1950
lerin ikinci yarısı Türkiye dağınık bir şantiye şekline
dönüşmüştür.27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra
ekonominin
bir plana bağlanması fikri genel kabul görünce, planlama bir
kurum olarak 1961 Anayasa’sına
girmiştir.1961
de DPT kurulmuş, 1963 de ise Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
BBYKP uygulamasına geçilmiştir.
Türkiye’de
1963 yılından sonra uygulanan beş yıllık kalkınma planı
dönemlerinde sanayiye dayalı büyüme
temel
amaçlardan biri olmuştur.
4
1980
yılına kadar ithal ikamesi, 1980 sonrasında ise ihracata dönük
sanayileşme politikası izlenmiştir.
Türkiye
de sanayi politikası, dış ticaret, yatırım, enerji, teknoloji,
kalite iyileştirme, çevre, işgücü, KBİ ve rekabet
gibi
politikalarla doğrudan ilgilidir.
Birinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda BBYKP (1963-1967):
Daha çok sosyal içerikli olduğu için kırsal kesimin
kalkınmasına
yer verilmiştir.
İkinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda İBYKP (1968-1972) :İlk
plana göre sanayileşme daha ön plandadır. İki
planında
ortak noktası ithal ikameci sanayileşme modelinin benimsenmesidir.
Üçüncü
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ÜBYKP (1973-1975):Ara
ve tarım mallarında ithal ikamesini kamu
sektörü
sağlamış, özel sektör ÜBYKP dayanıklı tüketim malları
üretiminde yoğunlaşmıştır.
Bu
plan sanayileşme için çok önemlidir. Bu kalkınma planında AET
ile ilişkilerdeki gelişmeler, Türk sanayinin
12
ve 22 yıllık sürelerde AET ye entegre olmasının hedeflenmesi
yeni stratejilere yönlenmeyi gerektirmiştir.
Amaç,
sadece kalkınma değil, aynı zamanda Batıyı da
yakalamaktır.(örnek ülke İtalya olarak alınmıştır).
Dördüncü
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda DBYKP
(1975-1980)
sınaî mal ihracatına önem verilmiş, fakat bu
gelişme
sanayileşmede strateji değişikliğine yol açmamıştır.
1980
yılına kadar ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğü olan
sanayi dallarına önem verilmemiş,
özellikle
dayanıklı
tüketim malları sanayinde büyük ölçüde ithal ikamesi
gerçekleştirilmiştir. Bunda, iç
pazarın,
optimal ölçekte tesislerin kurulup işletilmesine imkân vermesinin
büyük etkisi vardır. 1970’li yıllarda iç
pazarın
dış rekabete karşı korunması sonucunda özellikle montaj sanayi
dalında etkinlikten uzak, iç piyasada
tekel
yaratan bir sanayi yapısı meydana gelmiştir. 1980’e kadar
izlenen ithal ikameci içe dönük sanayileşme
modeli,
özellikle dönemin son yıllarında dışa bağımlılığı
artırmış ve ekonomide döviz ihtiyacının yükselmesine
yol
açmıştır. Bu gelişme, Türkiye’de ekonomik bunalımın ortaya
çıkmasında önemli bir faktör olmuş ve 24 Ocak
1980
İstikrar Kararlarının alınmasına yol açmıştır.
İlk
üç planda sanayi sektörünün GSUG içindeki payı hızla
artmıştır.1963 te pay %17,1 iken;1967 de %20,7; 1968
de
%21,5 iken 1972 de %22; 1973 de %23,4 iken 1977 de %24,8 olmuştur.
1963-1978
döneminde sanayi sektöründe yaratılan gelirin %85 i imalat
sanayinde olup bu alt sektörde
çalışanlar,
sanayi sektöründe istihdam edilenlerin yaklaşık %90 ı kadardır.
1980
Sonrası Dönem
Türkiye
Cumhuriyeti’nde 1980 yılına kadar geçen sürede (57 yıl)
sanayileşme, ithal ikamesi
yönünde olmuştur.
Türk
sanayi, öncelikle iç talebi karşılamak ve daha önce ithal edilen
malları, ülke içinde üretip yurtiçinde
satmayı
amaçlamıştır. Bu yönde bir gelişmeyi, yeni kurulan sanayi
dallarının çok uzun sürelerle gümrük ve
diğer
eş etkili vergilerle korunması, sanayicinin iç piyasa için üretim
yapma rahatlığı, iç rekabetin bulunmaması
ile
tekel tipi üretimin vermiş olduğu rahatlık etkilemiştir.
Bunların
sonucunda dışa kapalı ve rekabetçi olmayan bir sınaî yapı
ortaya çıkmıştır. Bu yapının başlıca
özellikleri:
Ölçek
ekonomilerinden yararlanmayan küçük ölçekli işletme birimleri
Düşük kapasite
kullanımı, geri ve eskimiş teknoloji
Rekabet eksikliğinden
kaynaklanan düşük ve kalitesiz üretim
Yerli girdi payını
arttırmaya yönelik fakat aynı zamanda uzmanlaşmadan uzaklaşan
üretim
Pazarlarda tekelleşme
Aşırı korumanın
verdiği rahatlıktan kaynaklanan etkinlikten uzaklaşma
Bütün bunların
sonucunda yüksek maliyet ve dış pazarlardan soyutlanma şeklinde
sıralanabilir.
Türkiye
ekonomisi 1970’li yılların sonunda çok önemli bir ödeme
güçlüğü ve döviz darboğazıyla
karşılaşmıştır.
Bunun başlıca sebepleri arasında ekonominin dışa kapalı bir
yapıda olması ve dolayısıyla izlenen
ithal
ikameci sanayileşme politikasıdır. Türkiye’de
bilinçsiz bir şekilde izlenen ithal ikamesi politikası
sonucunda
negatif ithal
ikamesine yol açılmış ve
bir birimlik ithal ikamesi için daha fazla ithalat
yapılmıştır.
Böylece ithalata bağımlılık artmış ve üretimde kapasite
kullanımı %50 lerin altına düşmüştür. Bu
darboğazı
genişletmek amacıyla 24
Ocak 1980 de ekonomide
köklü dönüşümleri amaçlayan bir istikrar
programı
yürürlüğe girmiştir. İthal ikameci
sanayileşme stratejisinden vazgeçilerek, ihracata ağırlık ve
öncelik
veren
bir sanayileşme modeli benimsenmiştir. Yatırım ve ara malların
üretimine öncelik veren anlayış
bırakılmış,
sanayinin dışa açılmasına önem verilmiş önem verilmiş ve
ithalatta liberalizasyona gidilerek Türk
sanayi
terbiye edilmeye çalışılmıştır.
5
Özellikle
1984’ten sonra ithalatın libere edilmesi, kaçakçılık ve
karaborsayı büyük ölçüde engelleyerek haksız
rekabeti
ortadan kaldırmış, yabancı sermaye girişleri üzerinde olumlu
etki yaratmış ve sanayinin dinamik
karşılaştırmalı
üstünlükler teorisi içinde yeniden yapılanmasını sağlamıştı
24
Ocak 1980 de alınan kararlar:
Ñ
İthalatta sınırlamalar ve kotalar
uygulanacak
Ñ
İhracat ise sübvansiyon ve indirimlerle
desteklenecek
Ñ
Esnek döviz kuru politikası izlenecek.
Türkiye’nin
1980’li yıllarda yeni sanayi stratejisinin benimsenmesinde önemli
bir faktörde Avrupa Topluluğu
(AT)
ile gümrük birliğini gerçekleştirme konusundaki tercihidir.
İhracatı teşvik eden yeni politikalar sonucunda
sanayiciler,
iç piyasa yerine dış piyasalara yönelmeye başlamışlar ve iç
piyasanın darlığından kurtulmuşlardır.
Dışa
açılma Pazar genişlemesi imkânını
yaratmış, bu durum da iç pazarın yetersiz olduğu sanayi
dallarının
gelişmesini
teşvik etmiştir. Kapasite kullanım oranları artmış, tesislerin
ölçekleri genişlemiş ve yeni yatırımlara
gidilmiştir.
Böylece maliyetler aşağı çekilerek rekabet şansı artmıştır.
İhracat ile birlikte kalite yükselmiş,
ambalajlar
iyileşmiş, teknoloji gelişmiş, modern işletmecilik kuralları
uygulanmaya başlanmış, dış pazarlar
yakından
izlenir olmuş, uluslararası finansman kuruluşlarıyla ilişkiler
artmış, yeni pazarlama yöntem ve
teknikleri
ülkeye getirilmiş, yönetimde profesyonelleşme başlamış,
yabancı sermaye girişinin çoğalmasıyla yeni
ortaklıklar
yaratılmış ve yeni iş ilişkileri gelişmiştir. En
önemlisi ise Türkiye, kendisinin dışında başka bir dünya
olduğunun
farkına varmıştır. Bütün bunların
sonucunda sanayi ürünleri üretimi ve ihracatı hızla gelişmiş,
toplam
ulusal gelir içinde sanayi sektörünün payı artmıştır. 1963
yılında başlayan planlı ekonomi döneminde
Türkiye’de
dokuz adet beşer yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır.
Planlı dönemde hedeflerin
altında
performans
yakalanmıştır. Tarım sektörünün
doğa şartlarına olan bağımlılığının devam etmesi sebebiyle
sektörel
hedeflerde daha fazla sapma olmuştur. Bu dönemde sanayileşmede
başarılı olunmakla beraber,
1990’lı
yıllarda krizlerin de etkisiyle sanayileşme hamlesi yavaşlamıştır.
Dokuzuncu
Kalkınma Planı döneminde (2007-2013) yıllık ortalama %7
büyüyecek Türkiye ekonomisinde
üretimin
sektörel bileşiminde sanayi ve hizmetler sektörlerinin ön plana
çıkması hedeflenmiştir. Sanayi
sektörünün
üretim içindeki payının plan dönemi süresince artması ve dönem
sonunda %27,2 seviyesine
ulaşması,
sanayi sektörü artış hızının ekonomik büyümenin üzerinde
gerçekleşerek yıllık ortalama %7,8 olması
beklenmektedir.
Uluslararası
yatırım danışmanlık kuruluşu olan Goldman
Sachs’ın tahminlerine göre,
Türkiye’nin gelecek
yıllarda
büyüme trendleri aynı yönde olduğu taktirde 2050
yılında dünyanın 9’uncu büyük ekonomisi
olacağı
tahmini
gerçekçi değildir.
TÜSİAD’ın
hazırladığı Vizyon 2050 Raporu’na göre de
2050 yılında Türkiye
dünyanın en büyük ilk 10
ekonomisi
içinde yer almayacaktır.
J.
Fouré ve diğerleri tarafından yapılan bir çalışmada da
Türkiye 2050 yılında ilk
10 ülke arasında yer
almamaktadır.
2010, 2025 ve 2050 yıllarında dünya ekonomisi içindeki ilk 8 ülke
aşağıdaki şekilde
gösterilmiştir.
Sanayide
Yapısal Değişim
Türkiye’de
imalat sanayinde üretilen mallar,36
sanayi dalında
sınıflandırılmış ve tüketim, ara ve
yatırım
malları
üreten sanayi dalları içinde ele alınmıştır. Tüm dayanıklı
tüketim malı alt sektörleri, yatırım malı üreten
sektörlerdir.
AB
ile 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliğinin gerçekleştirilmesi
sonucunda Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile
topluluğun
yetki alanına giren ürünleri kapsayan serbest dolaşım
başlamıştır. AB ile Gümrük Birliği sonrasında
Ortak
Gümrük Tarifesi üstünde oranların uygulandığı kâğıt, deri
ve deri mamulleri, seramik, tarım alet ve
makineleri
ile otomotiv gibi bazı malların ithalatından alınan vergilerde 1
Ocak 2001 tarihinden itibaren %50 lik
son
indirim yapılmış ve OGT ye uyum sağlamıştır. Böylece sanayide
üçüncü ülkelerle rekabet artmıştır.
6
Kalkınma
planlarında sanayide yapısal değişim, sanayi üretimi içinde ara
ve yatırım mallarının payının
artmasına
bağlıdır. 1980 sonrasında izlenen politikalar ve plan hedefleri
çerçevesinde tüketim mallarının
payında
bir düşüş gözlenirken ara ve yatırım mallarının payında
artış olmuştur. Tüketim malları içinde ilk sırayı
%20
oranı ile gıda sanayi
almıştır. Ara mallarında petrol
%10’luk bir yer tutmuş, yatırım
malları içinde ise en
büyük
pay %15 le madeni eşya
sanayine aittir.
Dünyada
sanayi sektöründe uluslararası karşılaştırmalı üstünlükler
doğal kaynak zenginliğinden çok,sahip
olunan
teknoloji seviyesine bağlı
bir duruma gelmiştir. İmalat sanayinde, yüksek katma değerli mal
üretimini
artırarak
yapısal dönüşümün hızlandırılması temel amaçtır.
Sanayi
Sektörünün Katma Değer İçindeki Yeri
İmalat
Sanayi
Sanayi
sektörü, 2007 yılına
kadar hızla büyümüş, Küresel
Finansal Kriz’den olumsuz yönde etkilendiği için
sektörün
büyüme hızı 2008
yılında %1,1, 2009 yılında ise -%6,9 olmuştur.
2009 yılında yaşanan küresel krizin
ardından
imalat sanayisinde 2010 yılından sonra belirgin bir iyileşme
yaşanmıştır. Bu dönemde üretim,
istihdam,
kapasite kullanım oranları ve özellikle dış ticaret hacminde
önemli artışlar gerçekleşmiştir.
2010
yılında yurt içi talepte ve ihracatta gözlenen yükselmenin
etkisiyle imalat sanayi, sanayi sektörü içinde
en
hızlı büyüyen alt sektördür.
Türkiye’de
imalat sanayi son yıllarda hızlı büyüme göstermiş ve kapasite
kullanım oranları artmıştır. Tüm bu
olumlu
gelişmelere karşılık Türkiye’de
imalat sanayinin karşılaştığı önemli yapısal sorunlar:
Kredi maliyetlerindeki yükseklik
Düşük fiyatlı ithalattan kaynaklanan
haksız rekabet
Bürokratik işlemlerin fazlalığı
Kamu kaynaklı bazı girdilerin
fiyatlarının uluslararası fiyatlara göre yüksek oluşu
Teknoloji üretiminde yetersizlik
İleri teknoloji kullanımının hızlı
yaygınlaştırılamaması
Nitelikli işgücü eksikliği
Yüksek katma değerli ürünlerde sınırlı
üretim kabiliyeti
İşletmelerin üretim ve yönetim
yapılarında modernizasyon ihtiyacıdır.
Yapısal
sorunların çözümü sanayinin üretim ve istihdamdaki payını
artıracaktır. Diğer yandan uluslararası
piyasalarda
ülke ekonomisinin rekabet gücü artıracak ve bu durum ödemeler
dengesine olumlu yansıyacaktır.
Yapısal
sorunların çözümünde en önemli husus ülke ekonomisinin
istikrarlı bir şekilde büyümesi ve kalkınması
olacaktır.
Madencilik
Madencilik,
sektör içinde çok önemli bir yere sahip değildir.
2003 yılında sanayi sektörü katma
değeri içindeki
payı
%1,0 iken oran 2011’de %1,3 olmuştur. Bu alt sektörün büyüme
hızı da zaman içinde büyük dalgalanma
göstermiştir.
Madencilik sektörü üretim
endeksi 2011 yılında bir önceki yıla göre %2 oranında
artmıştır.
Sektör
üzerindeki etkisi 2008 yılının son çeyreğinden sonra hissedilen
küresel kriz, dünya ekonomisinde ham
petrol,
doğal gaz ve metalik maden fiyatlarında düşüşlere ve üretim
azalmalarına yol açmıştır. Türk
madenciliğine
de etki eden bu gelişmeler sonucunda 2008 yılı Kasım ayından
itibaren üretim ve ihracat
azalmış,
2010 ve 2011 yıllarında ise artmıştır.
Enerji
Türkiye
ekonomisinde elektrik, gaz, buhar ve sıcak su üretimi ve dağıtımını
kapsayan enerji alt sektörünün
GSYH
içindeki payı ortalama %2 civarındadır.
2003 yılında %1,9 olan pay, 2011’de %2,4’e çıkmıştır.
Enerji
girdilerinde
uluslararası enerji piyasalarındaki yüksek talep artışlarına
paralel olarak 2008 yılında yurtiçi
elektrik
ve doğalgaz fiyatlarında büyük artışlar meydana gelmiştir.
2008 yılının ikinci yarısından sonra krizin
etkisiyle
enerji fiyatları azalma eğilimine girmiştir. Türkiye’de
sanayide kullanılan enerji girdi fiyatlarının
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ortalamalarına göre
yüksek olması sektörün rekabet gücünü
olumsuz
etkilemektedir. OECD
ülkelerinde Japonya ve İtalya’dan sonra en pahalı sanayi
elektriğini Türkiye
kullanmaktadır.
Dünyada
nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşme, doğal kaynaklara ve
enerjiye olan talebi artırdığı için enerji
arz
güvenliği stratejik bir öneme sahiptir.
Bu bakımdan Türkiye, verimli ve
sürdürülebilir enerji üretimine
yönelmektedir.
Dünyadaki eğilimlere paralel olarak Türkiye’de de nihai enerji
tüketiminde elektrik enerjisinin
payı
giderek artmaktadır.
7
2011
yılında ortalama net elektrik tüketiminin:
%46’sı
Sanayide
%24’ü
Meskenlerde
%14’ü
Ticarethanelerde
%4’ü
Resmi kurumlarda
%12’i
Diğer kesimlerde tüketilmektedir.
Toplam
tüketimin %14’ünü kayıplar oluşturmaktadır.
2012 yılında elektrik santralleri toplam kurulu gücünün
%3,2
oranında artarak 53.420
MW’a ulaşacağı öngörülmektedir.
Elektrik
üretimindeki kaynak paylarının önemli ölçüde aynı kalması,
Doğal gaz yakıtlı
santrallerin %43,4
Hidrolik
santrallerin %24,4
Linyit yakıtlı
santrallerin %16,7
Rüzgâr ve
jeotermal elektrik üretimi toplam payının ise % 2,4’e
yükseleceği öngörülmektedir.
Sanayi
Sektöründe Sorunlar, Sanayileşme Politikaları ve Sanayi
Stratejisi
Sanayi
Sektöründe Sorunlar
Son
20 yılda dünyada sanayi sektöründe yapısal değişimler
yaşanmakta, gelişmiş ülkelerde imalat sanayi
teknolojisinde
hızlı gelişmeler görülmektedir. Gelişme yolunda olan ülkelerde
imalat sanayinin yapısı
hammadde
ve emeğe dayalı üretimden, teknoloji yoğun üretime
dönüşmektedir. Dolayısıyla,
ekonomilerin
karşılaştırmalı
üstünlüğünü yeni teknolojiler belirlemektedir.
Hızlı teknolojik gelişmenin yanında, dünya
ticaretinin
giderek serbestleşmesiyle beraber rekabet de hızla artmaktadır.
Gelişmiş ülkeler çeşitli araçlarla
kendi
sanayilerini destekleyerek yapısal uyum ve rekabet gücünün
sürdürülmesi yönünde politikalar
uygulamaktadır.
Bu gelişmeler, bilim ve
teknoloji politikalarını ön plana çıkarmakta ve AR-GE
çalışmalarına
daha
fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir.
Mikro
elektronik, ileri malzeme teknolojileri, moleküler biyoloji ve
biyo-teknoloji alanında yapılan araştırmalar,
ortaya
çıkan yenilikler ve bunların sanayi sektörüne aktarılması,
sanayileşmede yeni teknolojilerin bir girdi
olarak
üretim faktörleri arasında yer alması, esnek üretim
teknolojilerinin kullanılması, KOBİ’lerin gelişmesi ve
ekonomide
etkinlik sağlaması, sanayide yapısal bir değişim yaratmıştır.
Bu gelişmelerden Türk
sanayi sektörü
de
etkilenmektedir.
Türkiye’de
sanayinin %50’si Marmara, %20’si Ege Bölgesi’nde
yoğunlaşmıştır. Bu durum ülkede iç
göçlerin
doğmasına, iller ve bölgeler arasında gelir dağılımında
bozulmalara yol açmakta, doğal afetler
sırasında
büyük ölçüde etkilenme gibi sorunların yaşanmasına sebep
olmaktadır. Bu sorunların
giderilmesi
için sanayi yatırımlarının coğrafi dağılımının
değerlendirilerek sanayi planlarının yapılması,
geri
kalmış bölgelerde alt yapıların kamu tarafından karşılanması
gerekir.
Türkiye, insan gücü
kaynaklarını arttırırken, ileri teknoloji alanlarına yatırım
yaparak katma değeri
yüksek
ürünler üretimine önem vermek zorundadır.
Türk
sanayinin dünya ölçeğinde rekabetçi bir yapıya kavuşması için
AR-GE’ye daha fazla pay ayırması
gerekmektedir.
Bilgiye
dayalı bir ekonominin başarısını, yeni ve geliştirilmiş ürün
ya da üretim süreçleri gibi ticari formlara
dönüştürülebilen
teknolojik bilgi belirlemektedir. Teknolojik performansın en iyi
ölçütlerinden biri de
patentlerdir.
Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün (WIPO)
patent başvurularına ilişkin 2012
yılında yayınlanan
raporuna
göre, 2011 yılında toplam patent başvuru sayısı 181.900’e
ulaşmıştır.
En
çok patent başvurusu yapan ülkeler ABD
(48.596), Japonya
(38.888) ve Almanya’dır.
Türkiye’de
2011 yılında patent başvuru sayısı 541’dir. 2011
yılında patent başvurusu yapılan ürünlerin
başında
dijital iletişim teknolojileri (%7,1), elektrik ekipmanları (%6,9),
tıbbi teknolojiler (%6,6) ve bilgisayar
teknolojisi
(%6,4) gelmektedir.
2002
yılından sonra Türkiye’de özellikle dokuma, giyim, deri gibi
geleneksel sektörlerde üretim gerilemiştir.
Buna
karşılık AB ile gerçekleşen gümrük birliği sonrasında
üretimde orta ve yüksek teknolojili imalat sanayi
sektörlerinin
payı artmıştır. Otomotiv, makine, elektronik ve beyaz eşyadaki
yüksek ihracat artışları bu eğilimin
devam
etmesinde etkili olmuştur.
Türkiye’de dokuma,
hazır giyim, deri gibi geleneksel sektörler başta olmak üzere tüm
alanlarda yüksek
katma
değerli ürünlerin geliştirilmesini sağlamak üzere markalaşmanın
desteklenmesi faaliyetlerine ve
Turquality
sisteminin uygulanmasına önem
verilmelidir.
8
Katma değeri yüksek
tasarımlar yaratılmasına, uluslararası alanda Türk
tasarımlarının tercih edilir
konuma
getirilmesine yönelinmelidir. Bu çalışmaları yapmak üzere
2009/15355 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı
ile Türk Tasarım Danışma
Konseyi kurulmuştur.
TURQUALIT®:
Dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programıdır.
Türkiye’de rekabet
avantajını
elinde
bulundurduğu ve markalaşma potansiyeli olan ürün gruplarına
sahip firmaların, üretimlerinden
pazarlamalarına,
satışlarından satış sonrası hizmetlere kadar bütün süreçleri
kapsayacak şekilde yönetsel
bilgi
birikimi, kurumsallaşma ve gelişimlerini sağlayarak uluslararası
pazarlarda kendi markalarıyla küresel
bir
oyuncu olabilmeleri amacıyla oluşturulan bir destek platformudur.
Dünya
Rekabet Yıllığı 2011 raporuna göre, 2010-2011 döneminde
Türkiye’nin rekabet gücü artmıştır.
Dünya
Ekonomik
Forumu’nun hazırlamış olduğu Küresel
Rekabet Raporu’nda ise Türkiye
2010 yılında 61’inci sırada
(139
ülke arasında) iken, 2011 yılında 59’uncu sıraya (142 ülke
içinde) yükselmiştir.
Rapor’da
ilk sırada İsviçre,
ikinci sırada
Singapur, üçüncü
sırada İsveç yer
almaktadır.
Sanayileşme
Politikalarında Değişim
Türkiye
ekonomisinde gerek sanayi sektörü ve gerekse imalat sanayi, 1960’lı
yıllardan sonra önemli gelişim
göstermiş,
imalat sanayinin ulusal
gelir içindeki payı yükselmiştir. İmalat sanayi bu gelişim
sürecinde birincisi
1960’larda
ikincisi 1980’lerde olmak üzere iki önemli aşamadan geçmiştir.
1960’larda ithal ikameci ve devletin
aktif
rol aldığı politikalar sanayileşmeye katkıda bulunmuş, ancak bu
süreç 1970’lerde krize girmiştir.
24
Ocak 1980 Kararlarının temellerinden birini oluşturan ihracata
dayalı sanayileşme stratejisiyle birlikte
imalat
sanayi hızla gelişmiştir. Bu gelişim, 1990’lardaki makro
ekonomik istikrarsızlıklar sonucu yerini tekrar
duraklamaya
bırakmıştır.
Türkiye
Sanayi Stratejisi
Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı’nca hazırlanan, AB müzakere sürecindeki
işletmeler ve sanayi politikası müzakere
başlığının
kapanış kriterleri arasında yer alan Türkiye
Sanayi Stratejisi Belgesi ve Eylem
Planı 2011-2014,
Yüksek
Planlama Kurulu’nun 7 Aralık 2010 tarih ve 2010/38 sayılı
kararıyla onaylanmıştır.
Stratejinin
amaçları:
Türk sanayisinin rekabet
edilebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek dünya
ihracatından daha fazla
pay
alan
Ağırlıklı olarak yüksek katma değerli
ve ileri teknolojili ürünlerin üretildiği
Nitelikli işgücüne sahip ve aynı
zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısına dönüşümü
hızlandırmayı
amaçlamaktadır.
Strateji,
AB’deki sanayi politikası yaklaşımlarıyla uyumlu, Türk
sanayisinin güçlü ve zayıf yönleriyle sahip olduğu
fırsatlar
ve karşı karşıya kaldığı tehditler sonucu oluşturulan bir
politika çerçevesini içermektedir. Stratejinin
vizyonu,
orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü
olarak belirlenmiştir. Orta ve yüksek
teknolojili
sektörlerin üretim ve ihracat içindeki ağırlığının
artırılması ve düşük teknolojili sektörlerde katma
değeri
yüksek ürünlere geçilmesi stratejik hedeflerdir. Belge’nin
eylem planında yatay sanayi politikası alanları,
sektörel
sanayi politikası alanları ile uygulama, izleme ve koordinasyon
başlıkları altında hedefler açıklanmıştır.
Yatay
sanayi politikası alanları kapsamında yatırım ve iş ortamının
iyileştirilmesi alanında sanayi sektöründe
girişimciliğin
yaygınlaştırılmasına yönelik eğitimler verilmesi ve destekler
sağlanması öngörülmüştür.
9
0 Yorumlarınız