Lube Ayar Kimdir?

2006 Yılında Türk Gazeteciler Derneği tarafından yılın gazetecisi ve Metin Göktepe ödüllerini aldı. Firar kitabının yazarı. 2004 yılında Kelebek Operasyonu adı verilen soruşturma sırasında elde edilen bilgileri iddianamenin hazırlanmasından sonra toplumla paylaştı. Sporun kirli dünyasını, suç örgütleriyle olan ilişkileri ortaya çıkartan yazıları büyük yankı yarattı. Dönemin yöneticileri gereken ilgiyi göstermeseler de kamuoyu rahatsızlığını gösterdi. 3 Temmuz’da başlayan soruşturma sonrasında, servis gazeteciliğine, hukuka aykırı yöntemlerin genişlemesine karşı çıktı. Susturulamadı ancak fikrini yeterli şekilde ifade etmesi sistematik saldırılar, bilinçli kişisel tahkirler ile engellenmeye çalışıldı. Papazınçayırı, onun sesini, sansürsüz, kesintisiz, Rasim Ozan tipi müdahaleler olmadan yayınlama gereğini duydu. O da sohbet teklifimizi kabul etti. Yoğurtçu Parkı'nda buluştuk.
LUBE AYAR: ‘MEDYA, AZİZ YILDIRIM SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA BOĞAZINA KADAR GÜNAHIN İÇİNDE’ 
04.07.2010 08:43

MEDYATAVA RÖPORTAJ-Milliyet gazetesinde muhabir olarak çalıştığı dönemde ödüllü haberlere imza atan, farklı gazetelerde çalışsa da son olarak yine Milliyet’e ama bu sefer editör olarak dönen Lube Ayar, Sayım Çınar’a konuştu.
Milliyet gazetesinden ayrıldıktan sonra diğer gazetelerde uzun soluklu çalışamadın ve tekrar Milliyet’e döndün. Bu gelgit durumlar hayatını ne kadar değiştirdi?
Benim gazeteci olmamın nedeni Milliyet. Her akşam babamın kolunun altında girerdi evimize. Üniversitedeyken herkese “Milliyet’te çalışacağım” derdim, gülerlerdi. “Nasıl bu kadar emin konuşabilirsin” derlerdi. Başka bir gazeteyi bu kadar sevmem imkansız. Hiçbir şey adımın Milliyet’le anılması kadar gurur veremez bana. Bu gelgitlerden de şikayetçi değilim. Gitmek zamanı geldiyse gitmeli insan. Ama artık kendimi imha etmekten sıkıldım. Bu binaya dördüncü kez girdiysem, bunun altında ilahi bir mesaj vardır artık. Hatta belki de sevdiğim kadar seviliyorumdur burada, kim bilir?

Yaptığınız özel haberle 2006’da Metin Göktepe Haber Ödülü ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin verdiği ‘Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülü’nü almıştınız. Türkiye’deki faili meçhul cinayetler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ne düşündüğümüzün bir önemi yok. Önemli olan ne yaptığımız. Ben üzerime düşeni yaptığımı, kısacık meslek hayatımda boyumu aşan işler başardığımı düşünüyorum. Ama ‘faili meçhul’ sözünü her duyduğumda aklıma emekli tuğgeneral Veli Küçük geliyor. Çünkü Küçük, bir Ergenekon duruşmasında, “Benim bölgemde faili meçhul cinayet olmaz” dedi. Bu çok anlamlı bir cümle. Bu cinayetlerin ‘faili’ halk için meçhul! Devlet için ‘meçhul’ bir durum olduğunu sanmıyorum.

Türkiye’de medyanın ne kadar özgür olduğunu düşünüyorsunuz?
Türkiye’de bir gazeteci; bir milletvekili, bir işadamı, bir işçi, bir kadın, bir futbolcu kadar özgür! Medyayı esaretle suçlayanlar, önce kendi özgürlüklerine not vermeyi denesin.

Yakın zamanda Aziz Yıldırım’la bir söyleşi gerçekleştirdiniz. Sizce Aziz Yıldırım nasıl bir kulüp başkanı?
Yıllar önce antu.com’a ilk üye olduğumda “Aziz Yıldırım tasını tarağını toplasın, gitsin” yazmıştım ve herkes bana hakaret etmişti. Öyle dedim çünkü Hıncal Uluç gibi önemli olduğunu sandığım yazarlar, Yıldırım’ın mafyavari bir işadamı olduğunu, Rüştü’yü onun dövdürdüğünü yazdı yıllarca. Kulübe kazandırdığı şeyleri gördüğüm halde, sırf bu imajı yüzünden istemiyordum onu. Ama 2005’te yazdığım bir dava dosyası mahcup etti beni. Yıldırım’ın, Rüştü’yü dövdürmediğini hatta gazeteciler tarafından asıl failin yıllarca gizlendiğini; onun mafyayı kulüpten uzak tutmak için nasıl çaba harcadığını, bedel ödediğini ama sesini çıkarmadığını gözlerimle gördüm. Medya, Aziz Yıldırım söz konusu olduğunda boğazına kadar günahın içinde. Bunu bir Fenerbahçeli olarak değil, o dosyayı okumuş ama hepsini yazamamış bir gazeteci olarak söylüyorum.
Tanıştığım Aziz Yıldırım ise, kulübünü evladından ayırmayan bir Fenerbahçeli. Hayatını, Fenerbahçe’nin başarısına ve Fenerbahçelilerin mutluluğuna adamış bir başkan. Büyük hedefler kovalayan çoğu lider gibi otoriter, sert ve yalnız. Beni en çok onun yalnızlığı üzüyor.

Gazete Habertürk'ten Fatih Altaylı'ya sansasyonel bir SMS mesajı* atarak ayrıldınız. Neden böyle bir hareket yapma ihtiyacı duymuştunuz?
Kırıldım çünkü. Hem ben hem hayallerim... Keşke, her şey konuştuğumuz gibi olsaydı, olmadı. Ama Fatih Bey’e sevgim, saygım devam ediyor. Çünkü o, ekip arkadaşlarıyla perdelerin ardından konuşmuyor. Gördüğüm en sıcak, en samimi yayın yönetmeniydi. Çok mutlu ve başarılı olmasını gönülden istiyorum.

Bu SMS olayına yönelik nasıl eleştiriler yapıldı? Polemiklerden kendinizi nasıl korudunuz?
En büyük eleştiriyi kendim yaptım, kimsenin ne söylediğiyle de ilgilenmedim. Zaten ne dersem diyeyim, herkes yine inanmak istediğine inanır. İnsanları bir şeye ikna etmek için zaman harcayamam. Ama güzel olan şu; Habertürk tecrübesinden büyük dersler çıkardığımı düşünüyorum. SMS, büyütülecek bir şey değildi. Bana göre espriydi ama karşı taraf öyle algılamadı demek ki. Her şey gibi bu da geçti gitti.

Habertürk’ten sonra Milliyet Cadde’ye geçtiniz. Cadde, size uygun bir yer mi? Burada kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Konumum açık, editörüm burada. Gazetecilikte on yılı geride bıraktım. Hiçbir zaman geleceğime dair hayal kurma, kendime pozisyon belirleme lüksüm olmadı. Çok çalışmaktan başka kozum da yoktu. Bana verilen iş ne olursa olsun, en iyisini yapmaya çalıştım, yaptım da. Habertürk’ten ayrıldıktan sonra muhabirliğe veda etmeye kararlıydım. Yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmaya gücüm kalmamıştı. O günlerde Çınar Oskay’dan teklif geldi. Başlangıçta ailem, arkadaşlarım, herkes yadırgadı, ben de dahil. Ama o his hala duruyor; Cadde, yeni bir yol önümde. Ve bu yolu çok seviyorum. Evet, iyi bir muhabirdim fakat burada başka bir şey öğreniyorum; o da yayıncılık. Çınar Oskay, birlikte çalıştığım en yorucu, en mükemmeliyetçi yayın yönetmeni. Onun tutkusundan, geniş ufkundan çok şey öğreniyorum. İyi ki buradayım.

Hayatını yazıyla eşdeğer kılmış gazetecilere kimleri örnek verebilirsiniz? Kimleri dikkatli bir şekilde okuyorsunuz?
Örnek verebileceğim gazetecilerin hepsi toprak oldu. Zaten birini örnek alarak yapılacak bir iş değil bu. Gazetecilikte ancak çok isteyenler ve çok çalışanlar tutunabilir. Kimleri okuduğuma gelince… Hiçbir yazısını kaçırmadığım birçok yazar var. Çetin Altan, Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal, Mehmet Y. Yılmaz, Ahmet Hakan, Fatih Altaylı, Ece Temelkuran, Serdar Turgut, Ahmet Kekeç, Fehmi Koru, Ahmet Altan’ı mutlaka okurum. Ama en çok Yıldırım Türker’i severim.

Çalıştığınız medya kuruluşları içinde en çok nerede huzurlu oldunuz? Huzur sözcüğü sizde neler çağrıştırıyor?
‘Huzur’ sözcüğü, sadece ailemi, yeğenlerimi çağrıştırıyor. İşyerinde huzur aramıyorum artık. İçiniz rahat değilse, New York Times’a gitseniz kaç yazar! Huzurun, insanın içinde olduğunu anlamam on yılımı aldı. Yine de en çok Milliyet’te mutlu oldum, işime odaklandım. O ödülleri bu çatının altındayken kazanmamın nedeni de bu sanırım.

Her dönemin iktidarıyla bir şekilde yakınlaşan gazetecilere neler söylemek istersiniz? İdeolojik olarak değişebilen gazetecilerin çok farklı değişimlerini de görebiliyoruz. Sağ gösterip sol vuran gazetecilere neler söylemek istersiniz?
“İyi ki varsınız” demek isterim. Çünkü ‘kötü’ yoksa ‘iyi’ de yoktur!

Ülkede sizce bir siyasi istikrar ortamı kurulabildi mi yoksa sadece böyle bir görüntü mü oluşturulmaya çalışılıyor? Önümüzdeki genel seçimlerde nasıl bir değişim olabilir?
Bir ülkenin bu kadar paranoyak olması normal mi? Türkiye, 70 milyonluk bir akıl hastanesine döndü. Kurumların birbirine, halkın hiçbirine güveni yok. Terörün şiddeti ve yönü, geleceğimizi olduğu gibi genel seçimleri de etkileyebilir.

Medyamızda çok fazla stres altında çalışan gazeteci arkadaşlarımız var. Bazı gazetecilerin özel hayatlarından var olmasını neye bağlayabiliriz?
Medyada özel ilişkileriyle var olan veya büyüyen insanların sayısı, diğer sektörlerden daha çok değil. Birkaç yıl öncesine kadar ilişkileri sayesinde bu işten geçinen kadın gazetecilere özellikle çok kızıyordum. Ama öyle ahlaksızlıklara tanık oldum ki, bunlara artık gülüp geçiyorum. Bence aslolan meslek etiğine uygun davranmak. Gerisi herkesin kendi bileceği iş! Hem kalemini, ruhunu satmış ne kadar gazeteci olursa olsun; işçilere de ihtiyaç var. Genç gazetecilerin ve ailelerinin gözü korkmasın. Bu işte çok çalışan, helalinden de yolunu bulur.

Türk basınında aydın ruhlu gazetecilerin azlığını neye bağlayabiliriz? Gazeteci, işlerini layıkıyla yapan insandır. Longtable, Sunset gazeteciliğine nasıl bakıyorsunuz?
Gazeteciler, dediğiniz gibi işini layıkıyla yapsaydı, ülkemiz hala ‘gelişmekte olan’ sıfatıyla anılmazdı. Aydın gazetecilerin, siyasetçilerin ve sporcuların az olmasının nedeni aynı; aydın vatandaşımız az. Toplam kalite yükselmedikçe bu böyle sürüp gidecek.
Sunset gazeteciliğini sizden duydum! Ama ben gazetecinin görev alanı ne olursa olsun -siyaset, sanat, yargı, magazin veya spor- araştırmacı ruhun korunması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden ‘soruşturmacı gazeteci’ kavramını hiçbir zaman sevmedim. Siyaset ve yargı ciddi; magazin ve spor gayri ciddi değildir. Altına imzamızı attığımız her haberi, aynı ciddiyetle araştırmak zorundayız. Bu bir lüks değil, sorumluluk.

Muhabirliğin geleceğini nasıl görüyorsun?
Özel haberin de, güzel haberin de pek anlamı kalmadı. 10 yıldır adliyede bir kez bile yüzünü görmediğim kişiler, ortalıkta ‘Ergenekon uzmanı’ diye dolaşıyor. Savcılar, kendilerine biat etmeyen, hoşlanmadıkları muhabirlerin telefonunu dinletiyor. 30 muhabir aynı anda savcıdan brifing alıyor, hep birlikte haber yazıp, gazeteye gönderiyor. Türkiye, Ergenekon’u böyle izliyor işte. Bu şartlarda halkın, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenme şansı var mı? Muhabirler arasında rekabeti yeniden canlandırmak şart. Yoksa ajans haberlerinden başka bir şey göremeyeceğiz yakında.

(*) Lube Ayar, geçtiğimiz yılın Ağustos ayında çalıştığı Habertürk gazetesinin genel yayın yönetmeni Fatih Altay'lı ile görüşmek istemiş, ancak bir türlü randevu alamayınca Altaylı'nın telefonuna "Sizinle görüşmek için Berlusconi ile mi yatmam gerekiyor:)" diye mesaj atmıştı.

SAYIM ÇINAR

Load disqus comments

0 Yorumlarınız