Azmi Hamzaoğlu Kimdir ?


En güzel yıllarımı Kabataş’ta geçirdim
Sinop Ayancık'ta 1956 yılında doğan Azmi Hamzaoğlu, ilk ve ortaokulu Ayancık'ta okuduktan sonra 1970 yılında yatılı olarak Kabataş Erkek Lisesi'ne gelir. Ortaokulu birincilikle bitiren Azmi Hamzaoğlu, 1973 yılında Kabataş'tan da birincilikle mezun olur. Üniversite sınavından yüksek bir puan alan ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nin şu anda bilgisayar mühendisliğine karşılık gelen bölümüne girmek isteyen Azmi Hamzaoğlu'na babası engel olur. Gerisini kendi ağzından dinliyoruz:

Babamla aramda ciddi bir sürtüşme oldu. Hiç istemeyerek Tıp Fakültesi'ni seçtim. İlk iki sene istemeyerek gittim. Nasıl olsa tekrar imtihana girer kazanırım, beni buradan alırlar diye düşünüyordum. Baktım ki sonuç öyle değil, babamın hiç öyle bir hoşgörüsü yok. O zaman bu işi iyi yapmalıyım dedim ve 3. sınıftan sonra ders çalışmaya başladım. 1973-1979 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi'nde okudum. 

1979 yılında doktor oldum. 1979 yılı Nisan ayı sonunda Tıp Fakültesi'ni bitirdim, Mayıs ayında İ.Ü.Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde asistanlığa başladım. 1979-1983 yılları arasında İ.Ü.Tıp Fakültesi'nde uzmanlık eğitimimi gördüm ve 1983 yılında Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı oldum. 1983-1985 yılları arasında eş durumundan İstinye Devlet Hastanesi'nde mecburi hizmetimi yaptım. İstinye Devlet Hastanesi'nde ortopedi kliniği yoktu, burada ortopedi kliniğini kurdum. 1985-1987 yılları arasında 16 ay askerlik yaptım. Askerlik sonunda tekrar İstanbul Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji bölümünde akademik kariyerime geri döndüm ve 1989 Ekim ayında doçent oldum. 1989 Aralık ayında ABD'ye çalışmaya gittim. Orada iki yıl Minnesota Omurga Cerrahisi Merkezi'nde çalıştım. Şu anda da dünyanın en iyileri arasında sayılan bir omurga cerrahisi merkezi idi. Türkiye'ye döndüm ve 1991 yılında ABD'ye kalıcı olarak dönmek istedim ama eşim ve ailem istemediği için dönemedim.
1991 yılında Japonya'ya, University of Hokkaido'ya çalışmaya gittim. Japonya'nın en iyi ortopedisti ile çalıştım. 1996 yılında profesör oldum. 1992 – 2003 yılları arasında Florance Nightingale Hastanesi'nde yarı zamanlı çalışmaya başladım. 2003 yılından beri aynı hastanede tam zamanlı olarak çalışıyorum. Burada hem ortopedi kliniğini, hem de Türkiye'deki ilk omurga cerrahisi merkezini kurduk. 1979 – 2003 yılları arasında toplam 24 yıl üniversitede görev yaptım. Zamanımın yetmediğine inandığım ve bilimsel açıdan da yararlı olacağını düşündüğüm için artık tek bir merkezde çalışmaya karar verdim. 2003 yılında hastanemizin üniversitesi olan Kadir Has Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nin Rektörü olarak göreve başladım. Şu an halen kürsü başkanıyım. Benimle beraber, 2 doçent, 1 ortopedi uzmanı, 1 beyin cerrahı, 3 asistan var. Ekipte benim dışımda toplam 11 kişi çalışıyor.
 
Babanızın zorlamasıyla tıp fakültesine başlamışsınız ama sonrasında bu kadar başarı gelmiş. Tıp sizin için uygun bir seçim miydi, sonradan böyle düşündünüz mü?
Çocukluğumda, gençliğimde aklımın ucundan geçmiyordu benim tıp. Başlangıçta bu işe hiç ısınmamıştım. Ama 3.sınıfta madem bu işi yapacaksam, iyi yapmam lazım dedim. Beraberinde sevgi geldi. Tıp Fakültesi'nin son yıllarında anladım ki geriye dönüş yok. 21-22 yaşından sonra yeniden üniversiteye girmek, başka bir bölüm seçmek kolay değildi. Okulda da çok iyi beraberliklerimiz olmuştu.
Kabataş Erkek Lisesi'nden de arkadaşlarımız vardı. Onlardan çok öğretim üyesi var şu anda. Kardiyoloji'de çok büyük bir isim Prof. Kamil Adalet, şu an Uludağ Üniversitesi Kardiyoloji bölümünde Prof. Ali Rıza Kazazoğlu, Dr. Sermet İşcan Ürolog, Taksim Hastanesi’nde Dr. Muzaffer Er ve İstanbul Tıp Fakültesi K.B.B. Kliniği'nde Cerrahi Klinik Şef Muavini Prof. Dr. Kemal Değer arkadaşımız var. İyi bir grubumuz vardı. Şu an Haseki Hastanesi Başhekimi ve Ortopedi Kliniği Şefi olan Op.Dr. Haldun Ertürk vardı. Şu anda Samatya Hastanesi Ortopedi Kliniği'nde olan Mahmut Karamehmetoğlu vardı. Kadın doğumda büyük bir isim Prof. Cihat Şen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde. Yaklaşık 10-15 kişilik aynı dönem Kabataş'lı olup, aynı dönem tıp fakülteli olan bir gruptuk.
 
Kabataş'taki yıllarınız nasıldı?
Kabataş Erkek Lisesi'ndeki yıllarım en güzel yıllarımdı. Birinci sıradadır benim için. Kabataş Erkek Lisesi'ndeki yıllar gençlikten erkekliğe geçtiğimiz bir dönem. Sosyal hayattaki her şeyi ağabeylerimizden öğreniyorduk. Türk gelenekleri çerçevesinde çok iyi ilişkilerimiz vardı. Çoğunlukla okuldaki yatılı öğrenciler Anadolu'dan olduğu için bir çok şehrin kültürünü birlikte yaşıyordunuz. Hiç bir çıkar ilişkisi olmadan, hiçbir menfaat ilişkisi olmadan çok iyi dostluklar vardı. Şu anda dahi hiç bir art niyet beslemeden herkes birbirinin yardımına koşuyor. 24 saatinizi birlikte geçiriyorsunuz. Hafta sonları da çok iyi bir sosyal hayatımız vardı. Okul çok disiplinliydi, öğretmenler o dönem Türkiye'de yetişmiş en iyi öğretmenlerdi. Her şeyi dolu dolu yaşıyorduk. Bir de okulun yerini düşünün, bir çok insanın hayatı boyunca öyle bir yerde yaşaması imkansız. Sabah kalkıyorsunuz denizi görüyorsunuz, akşam denizin kokusuyla uyuyorsunuz.
 
Kabataş Erkek Lisesi'ne gelme fikri nasıl oluştu?
Benim bulunduğum ilçede lise yoktu. Ya benim Sinop'a yatılı veya ev tutarak gitmem gerekiyordu, ya da o dönemde çevremizdeki ailelerin önerdiği Kabataş Erkek Lisesi, Haydarpaşa Lisesi, kızlar için Çamlıca Kız Lisesi veya İstanbul Kız Lisesi gibi sayılı okullardan birine gidebilecektim. Şimdiki gibi Robert Kolej, Alman Lisesi gibi okulları bilen ve çocuklarını yollayan yoktu. O okullar genellikle İstanbullular'ın tercih ettiği okullardı.
 
Hiç korkmadınız mı? Yabancı bir şehre, büyük bir şehre yatılı olarak geliyorsunuz?
Çekinmemek mümkün değil. Tamamen Anadolu'daki dar ve kapalı bir sosyal çevreden, Osmanlı kültürüyle yetişmiş, hiyerarşik düzeni korunan bir aileden, anne babanın gözetiminde olunmayan bir yere geliyorsunuz. O, bence insanın kendi ayakları üzerinde durması ve kendi kişiliğini bulması için bizim hayatımızdaki en önemli dönem. Çünkü her şeyi kendiniz yapmak zorundasınız, her şeyle kendi kendinize mücadele etmek zorundasınız. Ailenin bir tek sorumluluğu var. Sadece aileden aylık yeterli miktarda para geldikten sonra bizden keyifli kimse yoktu.
 
Güzel bir birliktelik olduğundan söz ettiniz. Arkadaşlarınızla ilişkileriniz devam ediyor mu?
On yıl öncesine kadar çok sık görüşürdük. Türkiye çok değişti, İstanbul değişti. İletişim, ulaşım değişti. Herkesin uğraşısı anormal arttı. O anormallik içinde de herkesin sorumlulukları arttı. Evlilik, çocuklar… Senede birkaç defa da olsa görüşmeye çalışıyorum. Giderek zorlaşıyor ama şimdi herkes tarafından 50'li yaşlara gelindiği için tekrar gündeme geldi bu buluşmalar. 35-50 yaşları arasında, herkes kendi ekonomik bağımsızlığı için uğraştı. Aile hayatı da dengeli bir hale geldikten sonra yeniden başlandı görüşmelere.
 
Çok değerli hocalardan eğitim aldınız, size yön verdiğini düşündüğünüz biri var mı içlerinde?
O dönemdeki en önemli hocalardan biri rahmetli Jet Nail vardı. Matematik'te inanılmaz bir beyindi. Şadi Bey vardı diğer bir matematik hocası. Kimya hocası Hayrünnisa Besen vardı. Prof. Ali Uras'ın kız kardeşi. Son derece kültürlü, son derece bilimsel, iyi bir kimya hocası. Hem çok iyi kimya öğretir, hem de hayatımızla, geleceğimizle ilgili çok önemli konuşmalar yapardı. Biyoloji hocası Zeliha Hanım vardı, iki elle resim yapardı. Selahattin Sel vardı. Bizim o dönemki hocalarımız Türkiye'nin konularında en iyi hocalarıydı, hepsi çok değerli hocalardı. Sınıfta dikkatsiz davranmak, hocaların dikkatini çekecek bir şey yapmak mümkün değildi. Çok iyi bir müdürümüz vardı, Adnan Dinçer. Efsanevi bir okul müdürü idi. Çok iyi bir fizik hocamız vardı, Vahit Bey. Hepsini saygı ve sevgiyle hatırlıyorum.
 
Türkiye'de verilen tıp eğitimi yeterli mi sizce? Daha iyisi için neler yapılabilir?
Tıp fakültelerinin sayılarının azaltılması lazım. Her yerde tıp fakültesi açmak ve tıp fakültesi öğrencisi yetiştirmek şu anda pratik değil. Hekim dağılımının planının 10 yıllık çıkarılması lazım. Ve öğrenci sayısının azaltılması, nitelikli hale getirilmesi gerekli. Belli ana üniversitelerin dışında söylüyorum, öğrenciler için gerekli zamanın sağlanması lazım. Ben İstanbul Tıp Fakültesi'nde okurken 175 öğrenciydik, şu an 400 civarında. Sayıyı artırmakla kaliteyi artıramıyorsunuz. Kaliteye yönelik çalışma yapmakla uğraşılmalı. Hekim, okuldan sonra kendi gayretiyle kendini yetiştirmeye çalışıyor. Ama okuldayken daha iyi yetiştirilse, sonra bu kadar zaman harcaması gerekmez. Sistemin kurulması gerekiyor.
 
Ortopediyi neden seçtiniz?
Tamamen bir çocukluk arkadaşımın rahatsızlığıyla oldu. Arkadaşımda kemik iltihabı vardı. Ben 3.sınıf öğrencisiyken İstanbul'a geldi tedavi için. Aynı evde kalmaya başladık tedavi süresinde. Ve ben O'nu ortopedi kliniğine götürdüm her gün pansuman için. Gidip gelirken bu fena bir dal değil diye düşünmeye başladım. 3., 4. sınıftayken orada gece nöbetlerinde çalışmaya başladım. Daha sonra ortopediyi çok sevdim, klinikteki insanların bana yaklaşımları etkili oldu, ikili ilişkilerden sonra da ortopedi ihtisası yapmaya karar verdim.
 
O döneme kadar hangi bölümleri düşünüyordunuz?
Kalp cerrahı olmaktı düşüncem. Ama hiç pişman değilim. Verdiğim en doğru karardı. Şu anda gelecek vaat eden, hekimlikte dünyada tercih edilen dalların başında geliyor. Ve ABD'de ihtisas yapmak için en zor olan dallardan biri. Çünkü mevcut sosyal hayat, teknoloji ve teknolojinin getirdiği imkanlardan yararlanarak yapılan sportif faaliyetler, motorlu araçlardaki teknolojinin çok ilerlemesi her türlü iş kazasını, trafik kazasını ön plana çıkarttı. Son 15 yıl içinde radyoloji ve anestezi ile birlikte çok gelişen bir bilim dalı oldu. Dünyadaki en popüler bilim dallarından biri.
 
Tıp alanını seçeceklere öneriyorsunuz o zaman?
Tabii ama çok zor bir dal. Ortopedi, kadın doğum, çocuk, kalp cerrahisi gibi branşlarda normal bir sosyal hayatınız, aile hayatınız olması mümkün değil. Eşiniz ve çocuklarınız, diğer branşlardaki insanların aile hayatına göre çok daha fazla özveride bulunuyor. Çok önemli ve iyi bir branş. Tekrar seçseydim yine aynı branşı seçerdim.
 
Çok yoğun olduğunuzu biliyoruz, günde kaç saat çalışıyorsunuz?
Haftada 6 gün çalışıyorum, cumartesi dahil. Haftada 4 gün ameliyat, cuma ve cumartesi hasta muayenesi yapıyorum. Acil ameliyatları cuma, cumartesi, gece ve gündüz her saatte alıyoruz. Haftada ortalama 15-20 ameliyat yapıyorum. Haftada 300 – 400 hasta görüyorum. Yani ayda 1.500 – 2.000 arası hasta görüyorum. Yıllık 1.000'e yakın ameliyat yapıyoruz. Senede 6 haftam yurtiçi, yurtdışı toplantılarda geçiyor. Günlük çalışma saatim her gün 7:00'de toplantıyla başlıyor, gece ortalama 11:00'e kadar sürüyor. Şu anda hastanenin bahçesine Türkiye'nin ilk Ortopedi ve Travmatoloji Hastanesi'nin Omurga Cerrahisi Merkezi'ni bina olarak yapacağız. Ve bu Türkiye'de ilk olacak. Hem yurtiçi hem yurtdışından bize eğitim için gelen çok insan var. Bence en önemli şey insanın bilgi birikimini ve tecrübesini geriden gelen insanlarla paylaşması ve ülkesini yurtdışında iyi bir şekilde temsil etmesidir.
 
Yurtdışında yıllarca çalıştınız, kıyaslarsanız Türkiye'nin dünya tıbbındaki yeri nedir?
Yurtdışı özellikle ABD, yıllar önce sistemlerini kurmuş ve branşlarını belli bir arşiv sisteminde oturtmuş. Çok ciddi bir bilgi birikimi var. Siz o 25-30 yıllık bilgi birikimini 1 sene içinde alıyorsunuz, sıfırdan başlamıyorsunuz. Ondan sonra onun üzerine yeni bilgiler ekliyorsunuz. Türkiye bunu 10 – 15 yıldır yapmaya başladı. Aramızdaki en büyük fark buydu. Ama şu an Türkiye tıpta ve bir çok branşta dünyada söz sahibi olmaya başladı. Bence bu çok önemli bir gelişme.
 
Türkiye'deki tıp gelişimini nasıl görüyorsunuz? Ne kadar yakınız onlara, ne kadar uzağız?
Hem çok uzak, hem çok yakın. Klinik uygulama bakımından, yani hasta muayenesi, hasta tedavisi, cerrahi tedavi ve uygulama teknikleri yönünden çok yakın, hatta bazı konularda ilerideyiz. Ama temel laboratuar araştırmaları yönünden çok geride. Daha yeni yeni temel araştırmalara ve laboratuarlara para yatırılmaya başlandı.
 
Birçok yeni özel hastanenin açıldığını görüyoruz, mevcut sistemdeki sorunlar mı yol açıyor buna? İnsanlar özel hastaneleri neden tercih ediyor?
Artık Türkiye'deki sağlık sistemi değişmeye başladı. Dünyadaki sisteme entegrasyon, yeni hükümetin yaptığı en doğru işlerin başında geliyor bence. Türkiye'de 5 ayrı hastane tipi vardı. Özel, Devlet, SSK, Üniversite ve Askeri hastanelerdi. Üniversiteler bir ülkenin beyni ve temeli, üniversite hastaneleri en fazla yatırım yapılması gereken, temel araştırmalar ve eğitim-öğretim için olan yerlerdir. Üniversite hastanelerinin asıl amacı hasta muayenesi, hasta tedavisi değil. Dünyada da bu böyle.
Hastaya hizmet yönünden Türkiye'de SSK ve Devlet hastanesi olmak üzere ciddi bir bölünmüşlük vardı. Yeni hükümetin çalışmalarıyla beraber genel sağlık politikası sistemi içinde toplanıp, her hastanın devlet hastanelerinden yararlanmasının yanı sıra özel hastanelerden de yararlanması sağlanmış oluyor.
Özel hastanelerin öne geçmesinin nedeni; artık insanlar için zamanın paradan daha önemli hale gelmesi. Burada hastaların devlet hastanesinden uzaklaştırılmasının iki ana nedeni var. Birinci neden, bu hastanelerde birikmelerin çok olması ve bürokratik engellerin çok olması.
İkinci neden, belli konularda çok özel dallarda çalışan hastanelerin kurulmuş olması. Bunlar üniversitelerden ayrılan çok değerli insanların kurmuş olduğu hastaneler. Zaman paradan daha önemli şu an. Herkes hizmeti en iyi, en kısa sürede veren yeri tercih etmeye başladı. Hizmete yönelik olaylarda özel hastaneler hastaya daha profesyonel davrandığı için özel hastaneler öne çıktı.

kabataslilar.org
Load disqus comments

0 Yorumlarınız