Bob Sinclar ft. Sophie Ellis Bextor & Gilbere Forte - Fuck With You [ Yeni Video Klip]



Take me away on a holiday sugar
We can be free, alone by the river
A glass of champagne in a candy rain
Dancing on a rainbow

And if you've got a baby
Just don't tell her that you're hanging with me
I'll be your baby from the movie screen

And if she calls you baby
Someone tell her she should worry
I've got a plan and yes I'm bound to win

Feel like Marilyn Monroe and
Darlin' I came here for you
And no, you're not allowed to go
Until I fuck with you

Feel like Marilyn Monroe and
Darlin' I came here for you
And no, you're not allowed to go
Until I fuck with you

Take me on a trip around the moon
I wanna fuck with you

Na na na na na na na na

Take what you want, baby be my big spender
Unleash a tightest night is nothing like tender
Gamble and win, play the cards rough
They control my sugar rush

And if you've got a baby
Just don't tell her that you're hanging with me
I'll be your baby from the movie screen

And if she calls you baby
Someone tell her she should worry
I've got a plan and yes I'm bound to win

Feel like Marilyn monroe and
Darlin' I came here for you
And no, you're not allowed to go
Until I fuck with you

Feel like Marilyn Monroe and
Darlin' I came here for you
And no, you're not allowed to go
Until I fuck with you

Take me on a trip around the moon
I wanna fuck with you
Yes

Ah,
Lets make arrange miss
I'm your fix when you're in madness
Call me crazy, awesome, baby
Imma take your love to the maximum steady

Such a wild boy, no need explaining
Love's worth money you ain't got to pay me
Look me in the eye cos you want me baby
Make you love me so much that you fucking hate me

Imma fuck you then fuck your friend
And fuck her cos I've fucked her twin
Livin' life so pure with an etch of sin
Clear, no need to fear

Moving so fast that its hard to steer
I hope we don't crash when we land in here
Being your best lover was the plan for years
Take it back to the town we'll be standing in here

I wanna fuck with you
I wanna fuck with you
I want I want I want
I wanna fuck with you-oh-hooo
Read more

Ayasofya Camine Neden Çevrildi ? Ayasofya'nın camiye çevrilişi

Müslümanların İstanbul’u fetih arzuları çok erken tarihlerde başlamış idi. Hicri 52, miladi 672 yılında Hz. Muhammed’in mihmandarı olan Ebu Eyyub el- Ensari ile ile başlayan fetih hareketi, ancak onuncusunda yani Fatih Sultan Mehmed’in Bizans’a giriştiği son hamle ile neticelenecek, İstanbul Müslüman ordularına, Osmanlı askerine kapılarını açacaktır. Bir kısım kaynaklar Emevilerle Abbasiler’in H.34/655-H.169/785 tarihleri arasında İstanbul’a beş sefer düzenledikleri, Osmanlıların ise, İstanbul’u yedi kere muhasara ettikleri ve yedincisinde fethettikleri kayıtlıdır. Fatih’in Ayasofya ile ilgili en eski vakfiyelerinden birinde “nice melikler bu işe el uzattılar. Her birinin zafere ulaşamadan geri döndükleri rivayet olunmaktadır. Kuvvet ve azamet sahibi eski sultanlar ve meliklerden 63 kişi bu beldeyi feth için çok miktarda asker topladılar. Muhkem ve büyük kuvvetlerle geldiler. Kuşatıp zorla ele geçirmek ve halkını esir etmek isteğiyle harb ettiler ise de ..verdikleri zayiatla birlikte geri çekildiler”. Kaydı ile bu konuya işaret edilir. Son Bizans imparatorunun (XI. Konstantinos) ne cesareti, ne de enerjisi devleti yıkılmaktan kurtaramayacaktı. Fatih Sultan Mehmet, babası II. Murad’ın vefatından sonra (Şubat 1451) Bizans’ın son saatleri de yaklaşmış idi. Zira Bizans’a ait olan İstanbul, Osmanlı arazisinin tam kalbinde yer alıyor, Osmanlıların Anadolu ve Avrupa’daki topraklarını birbirinden ayırıyordu. Bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve teşekkül etmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’na İstanbul ile sağlam bir devlet merkezi hediye etmek genç sultanın ilk hedefi idi. Tükenmez bir enerji ve büyük bir ihtiyat ve itina ile Bizans İmparatorluğu’nun başşehrinin fethi için hazırlandı. Boğaziçi’nde, şehrin hemen dibinde Rumeli Hisarı’nı inşa etti. O devirde Bizans mezhep kavgaları ile meşgul idi. İstanbul’un sukut edeceği bilindiği halde, mezhep ihtilafı sönmemişti. Bizans Tarihi yazarı Dukas, söz konusu mücadele hakkında şu çarpıcı beyanlarda bulunuyor; “Mezhep kavgaları da nihayet bulmadı. Salâhiyetli ruhanilerin bu hususta takındıkları tavır zikre değer. Mesela günahlarını itiraf için bunlara müracaat eden hristiyanları, daha evvel katolik papazlarından Hz. İsa’nın kanını ve cesedini temsil eden ekmek ve şarabı alıp almadıklarını, birleşme taraftarı bir papazın icra eylediği ruhani ayinde bulunup bulunmadıklarını soruyorlardı. Şayet böyle bir hal vaki olmuş ise, bu husustaki kilise kanunları şiddetli ve manevi cezası ağır idi. Adet olduğu üzere kilise kanunlarına uyarak mukaddes ekmek ve şarabı almağa hak kazanan kimse, birleşme taraftarı papazlara müracaat etmezse, onlar tarafından ağır manevi cezaya müstahak olurdu. Birleşme taraftarı papazlar Ortodoksluk taraftarı olan papazlar hakkında bunların papaz olmadıklarını, takdim ettikleri şeylerin sahih ve hakiki olmadıklarını söylüyorlardı. Ortodoks papazlar, bir cenazeye veya bir ölünün ruhunun istirahatı için yapılan ayine davet olunduğu zaman, bu merasimlerde birleşme taraftarı bir papaz görününce, Ortodoks papaz hemen ruhani elbisesini çıkarır ve yangından kaçar gibi oradan uzaklaşırdı. Büyük kilise (Ayasofya) şeytanların ilticagahı ve putperestlerin mabedi telakki ediliyordu. Nerede o mumlar, nerede o kandillerdeki yağlar ? Her şey zulmet içinde, hiç müteessir olmuyordu, mukaddes mâbed viran bir hal almıştı. Bu hal, şehir halkının dini hükümlere muhalefet ve tecavüzleri dolayısıyla, bir müddet sonra mâbedin düşeceği harap vaziyeti daha evvelden gösteriyordu. Genadios ise, hücresinde va’z ediyor ve birleşmeğe taraftar olanları tel’in ediyordu”. Dukas devamla diyor ki; Genadios her gün birleşme taraftarları aleyhine vaz etmekten ve yazılar yazmaktan geri kalmıyordu….Senatodan baş amiral büyük duka, Genadios ile hem fikirdi ve işbirliği yapıyorlardı. İstanbul’un aleyhine toplanmış olan sayısız Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka Latinler aleyhine şunları söylemeğe cesaret etti; İstanbul’un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten daha iyidir. Dukas’ın büyük duka dediği şahıs Bizans Devleti’nin en saygın kişilerinden Leon Notaras idi. Ayasofya’ya mağara ve rafizilerin mezbahı adı veriliyor, içinde kiliselerin birleşmesi taraftarları olanlar tarafından ruhani ayin icra olunduğundan kirlenmemek için Dukas’a göre hiçbir Bizanslı bu mâbede girmiyordu. Bizans, ahlaki bakımdan da tamamen çökmüştü. Bu durum karşısında İstanbul’un müdafaası doğudaki ticari menfaatlerini kaybetme korkusu içinde bulunan Latinlere bırakılmıştı. Tahta çıkınca ilk işinin İstanbul’un fethi olacağı şayiası daha şehzadeliği zamanından beri duyulan Fatih tahta çıkınca Bizanslılar derin bir teessüre kapılmışlar, son Bizans imparatoru Konstantinos Dragasis, hristiyanlık namına Papa Beşinci Nicolas (Nikola)’dan imdat dilemiş, hatta asırlardır birbirine düşman olan İstanbul ve Roma kiliselerinin birleştirilmesine bile razı olmuştur. Batılı kaynaklarda göre papa İstanbul’a yardım kuvvetleri yerine iki mezhebi birleştirecek bir kardinalden başka bir şey göndermemiş olmakla tenkit edilir. Aslen Selanikli veyahut Moralı bir Rum olduğu rivayet edilen kardinal İsidore (İzidor) büyük bir gemiye iki yüz İtalyan askeri doldurarak İstanbul’a gelmiş, 30 Zilkade 856 /12 Ocak 1452 (12 Aralık 1452 bk Ostrogorsky, s. 523) günü Ayasofya kilisesinde imparatorla devlet erkanı da hazır bulunduğu halde büyük bir ayin yaparak Rum patriği Grigorios Mammas’la beraber Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirildiğini ilan etmiştir. Mezheplerine vatanlarından çok fazla bağlı olan Bizanslılar imparatorun bu faaliyetini küfür saymışlar ve İstanbul sokaklarında Türk sarığı görmeyi kardinal şapkası görmeye tercih ettiklerini konuşmaya başlamışlardır. Bizans imparatoru Avrupa katolikliğine gösterdiği fedakarlığın karşılığını görememiş, hemen hiçbir yardım alamamış, netice itibariyle kendi tebaası arasına bir tefrika sokmuş ya da mevcut olan bir tefrikayı alevlendirmiştir. İmparator bu buhran içinde yapabildiği tek şey surları onarmak, Adaları tahkim etmek ve şehre erzak yığmak olmuştur. Dukas’ın anlattıklarına bakılırsa, İstanbul’un fethinin yaklaştığını ve şehrin düşeceğini anlayan yerli halk, bütün kadın ve erkekler, rahip ve rahibeler Büyük Kilise’ye yani Ayasofya’ya sığınmışlar, iltica etmişlerdi. Bunun sebebi şu idi; Çok seneden beri şehir halkına bazı yalancı falcılar istikbalde şehrin Türklere teslim olunacağını, bu Türklerin askeri kuvvetle şehre gireceklerini, Bizanslıları keseceklerini ve Türklerin bu yürüyüşlerinin büyük Konstantin’in sütununa (Çemberlitaş) kadar varacağını, ondan sonra gökten bir meleğin elinde kılıç olarak ineceğini ve bu melek, sütunun yanında bulunacak olan ismi meçhul sadedil ve fakir bir adama imparatorluğu ve kılıcı vererek ona; Bu kılıcı al ve Allah’ın kavminin intikamını al diyeceğini, o zaman Türklerin geri gideceklerini, Bizanslıların bunları takip ve telef edeceklerini, bunların şehirden, garptan ve şark yerlerinden İran hudutlarında bulunan bir yere kadar kovulacaklarını söylüyorlardı. Bazı kimseler yukarıda bahsedilenlere inanarak bunların vaki olacağı kanaatiyle koşuyorlar ve başkalarını da koşmağa teşvik ediyorlardı. Bunların kanaati böyleydi ve bugün vuku bulmakta olan hadiseler, esasen çok seneden beri kafalarında yer etmişti. Yani Stavros (Çemberlitaş) sütununu geçecek olursak, gelecek felaketi atlatırız diyorlardı. İşte bu sebepten halk Ayasofya’ya sığınıyordu. Bir saat içinde o muazzam mâbed tamamıyla erkek ve kadınlarla dolmuş idi. Mâbedin alt ve üst katları, avluları ve her bir yeri sayısız halk tarafından işgal edilmişti. Mâbed dolduktan sonra, içerdekiler kapıları kapadılar; kurtuluşlarını mâbedin kerametinden bekliyorlardı. İstanbul’un fethinden bir gün önce Ayasofya’da imparatorun, bütün devlet ve saray erkanının göz yaşlarıyla katıldığı büyük bir ayin yapılır. Bu Ayasofya’da yapılan son ayindir. Ayrıca sokaklardan papazların idare ettiği ayin alayları geçirilmiş, bütün halk bu alaylara katılmış, İstanbul’un içi “Kyrie eleison” yani Ya Rabbi bize merhamet et dualarıyla çınlamış, kadın ve çocukların vaveylaları içinde yoluna devam eden alay surlara kadar ilerleyerek Bizans’ın son tahkimatını takdis etmişlerdir. İmparator, Bizanslıları mukavemete teşvik eden son nutkunda Şarki Roma’nın uzun bir inhitat ahlaksızlığından sonra bu akıbete layık olduğunu belirten “eğer bu tavsiyelerime riayet edecek olursanız Allah’ın bize yolladığı haklı cezadan belki kurtuluruz” sözünü ifade etmiştir. Türkler İstanbul’u zaptettikleri zaman (29 mayıs 1453) müdafaasız halk kiliseye sığınmıştı. Halk şu inancı taşıyordu; Türkler Büyük Konstantin sütununun yanına kadar geldiklerinde gökte bir melek zuhur edecek ve bunu gören Türkler bir daha dönmemek üzere Asya’da ki vatanlarına (İran sınırı) çekileceklerdi. Fakat Türkler gelmişler mabedin kapılarını açarak içeri girmişler ve orada korkudan birbiri üstüne yığılmış olan erkek ve kadınları esir etmişlerdir. Burada cebren içeri girmek mecburiyetinde kalan Türk askerleri hiç kimsenin hayatına dokunmamış ve yalnız esir almakla yetinmişlerdir. Türk ordusu değil Ayasofya’ya sığınanları öldürmek, İstanbul’a girdiği vakit Fernand Grenard’ın ifadesiyle yalnız silahla mukavemet gösterenleri ve vaziyetleri şüpheli görülenleri öldürmüşler, mütebakisini esir etmişlerdir. Bizans Rumları katliama maruz kalmamıştır. Hayrullah Efendi tarihinde “şehir içine girildikten başka imparatorun ölümü haberi duyulunca asker ve halktan bir çoğu Venedik gemilerine binip kaçmak için Samatya, Ahırkapı ve Kadırga Limanı taraflarına koştuklarından diğer taraflarda az kimse kalmıştı. Bundan başka ahalinin çoğu kiliselere kapandığından çok can kaybı olmadığını, bir çoğunun da savaş esiri olarak sağ yakalandıklarından iki bin kişiden fazla insanın ölmediğini..” belirtir. Kapılarını kırıp Ayasofya’ya giren Fatih’in askerlerinin yaptıklarını abartılı bir şekilde anlatan Dukas, mâbedin içinde hiçbir şey bırakmadılar der. Daha sonra Hammer, Lamartine, Kont Segür, Dimitri Kantemir ve benzeri Avrupa tarihçileri ve yazarları da taassuba dayanan, gerçek dışı saldırılarda bulunmuşlar, okuyucularını yanıltmışlardır. Ayasofya da dahil sanat ve kültür eserlerini tahrip edenler Türkler değil, bir kısım batılı kaynakların da teslim ettiği gibi, Türklerden iki buçuk asır önce İstanbul’u Bizanslılardan zaptetmiş olan Avrupa Haçlılarıdır. Şurası unutulmamalıdır ki, Osmanlılar Ayasofya’nın çan kulesini bile yıkmamışlardır. 1847-1849 yılları arasında gerçekleşen tamirde İsviçreli mimarlar Bizans devri mozayiklerinin hâlâ çok iyi durumda olduğunu görmüşlerdi. Eğer Türkler tahripkar davransaydı mozayiklerden eser bile kalmazdı. Rus müelliflerinden Uspenski sanat ve kültür eserlerine karşı Müslüman Türklerin 1204 Haçlılarından bin kat insaflı ve insanca davranmış olduklarını söyler. Bir çok batılı tarihçi de Müslümanların Kudüs’e girdiklerinde orada ki Hristiyanlara, kendilerini İsa’nın askerleri sayan İstanbul’u talan eden bu adamlardan daha bir insanca davrandıklarını yazarlar. Ortaçağda yaşamış Fransız tarihçi Villehardouin 1204 Haçlı yağmasını “Dünya yaratıldı yaratılalı bir kentten bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır” diye anlatır. Zaten harap ve perişan bir halde olan İstanbul’u alan Fatih, derhal imar faaliyetlerine başlamıştır. Türk fethi Bizansı yıkmış ama İstanbul’u kurtarmıştır. Tarih-i Ebu’l-Feth yazarı Tursun Bey eserinde İstanbul daru’l-eman oldu, Fatih Ayasofya’ya geldiğinde “bu binay-ı hasînün tevabi ve levahıkın harab u yebab gördi” der ve Ayasofya’yı ve surları onardığını belirtir. Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde 1204 yılındaki Latin yağmasına değinirken barbarlarınkinden çok daha korkunç katliâma ve yağmaya giriştiklerini, yüzyıllardır biriktirilen defineler, hazineler yağmalandığını; kiliseler, manastırlar, evler, soyulup soğana çevrildiğini; Ayasofya’nın tamamen soyulup boşaltıldığını; kutsal vazolar içki kadehleri olarak kullanıldığını, mihrabı yaktıklarını, kilisede değer taşıyan ne varsa parça parça edip aralarında paylaştıklarını, aldıkları bu değerli eşyayı yüklemek için atlarını ve katırlarını kilisenin içine kadar getridiklerini, hayvanlar gibi davranıp bütün kadın ve kızların, rahibelerin ırzına geçtiklerini belirtir. Sadece Ayasofya’da bile her asırda bir Türk eseri buluyoruz. Her devirde camiiye bir Türk eseri katılmıştır. Müştemilatıyla binayı bu zaviyeden değerlendirdiğimizde Türk eserleri yarıdan fazlayı bulur. Süheyl Ünver, Ayasofya’nın pek çabuk olarak medresesi ile, türbeleri ile ve Mahmud I in kurduğu pek zarif kütüphanesi ile, mahfelleri ile, şadırvanıyla, sebiliyle, ilk mektebi ile muvakkıthanesi ile en mühim İslami sitelerimizden biri olmuştur der. Türklerin Ayasofya’ya girişlerine şahit olanlardan hiç biri sonraları çıkan rivayetlerde olduğu gibi, o vakit bir katl-i âmdan ve mabede karşı bir hürmetsizlik ve tecavüz yapıldığından bahsetmezler. Bu müfterilerden biri olan ve Ayasofya’nın minarelerinin yıktırılmasını, Rusların İstanbul’u alıp haçı dikmesini hararetle savunan muasır tarihçilerden Schlumberger hiçbir kaynak göstermeden Ayasofya içinde bile katliam olduğunu belirtir. Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde, öyle görünüyor ki büyük kilisede çok az kan döküldü. Türkler orada bulunanları tutuklayıp sonradan köle yapmakla yetindiler der. Yine aynı yazar Fatih’in akşam sivillerin tutuklanmasının durdurulmasını ve yağmalamaya son verilmesini emrettiğini, orduya mensup her kişiye, her askere kent halkını, kadınları ve çocukları öldürmeyi veya köle almayı da bunlara karşı kötü davranılmasını yasaklıyorum. Bu emre karşı gelen herkes öldürülecektir dediğini nakleder. Osmanlılar merhametli davranmayı kan dökmeye tercih etmişlerdir. Ayasofya sahasını hiçbir katl veya idam lekesi kirletmemiştir. Voltaire, İstanbul’un zabtı sırasında bazı tarihçiler tarafından Osmanlılar tarafından ahaliye karşı yapıldığı belirtilen saldırıları ve bu saldırılara karşı gösterildiği rivayet edilen salabet ve hoşgörüyü reddetmiştir. Lamartine bütün saldırıları ile beraber şu gerçeği aktarmadan geçememiştir. Ünlü tarihçi Phranzes’den naklen şöyle diyor; ...rahibelerin, annelerinden ayrı düşmüş çocukların, kendi çocuklarından ayrılmış annelerin feryat ve figanlarını merhamet gözüyle gören Osmanlılar bu hazin duruma üzülüyorlardı. Fatih, umumiyetle rivayet olunduğu gibi, at üzerinde değil, fakat yaya olarak kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır. Maalesef ünlü ressam Delacroix, Paris Louvre Müzesinde bulunan Fatih’in Ayasofya’ya girişini temsil eden tablosunda sultanı atıyla mabede girer gibi göstermiştir. Hata etmiştir. Fatih Ayasofya’ya girince secde-i şükrana kapanmış, iki rekat namaz kılmış, ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir. Fatih düzenlenen tören alayı ile şehre girince kuvvetli rivayete göre doğruca Ayasofya’ya gitmiştir. Tursun Bey, Ayasofya nam kiliseyi görmeye rağbet etti der. Müverrih Âlî, “Fatih’in hemen şehre girmesindeki isticali Ayasofya nam kenise-i azimeyi mâbed-i ehl-i İslam etmeğe mütehâlik” olduğunu söylüyor ve devamla mâbed-i kadime doğru yöneldiklerini belirtiyor. Osmanlı Türklerinde bir gelenek olarak devam eden, asırlardır tatbik edilen bir kural vardır. Bu kural bir memleket veya kale fethedildiği vakit ordu içeriye girip burçlara bayrak çekerken surların üstünde ezan sesleri yükselir ve şehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk Cuma namazı bu ilk camiide kılınırdı. Bu tarihi ve milli an’ane gereği Fatih vakit geçirmeden Ayasofya’yı camiiye tahvil etmek gayesiyle Ayasofya’ya yönelmiştir. Fatih buraya gelince atından inerek yaya olarak içeriye girmiştir. Burada belirtmek gerekir ki Fatih at üzerinde değil yaya olarak mâbede girmiştir. Fatih mâbedin azametini görünce hayran kalmıştır. O sırada bir Türk askerinin mabedin mermerlerinden birisini kırmakta olduğunu görünce Fatih, bu tahribatı neden yaptığını sormuş, o asker de din için yaptığını söylemiştir. Fatih bu askerin tahribatına mani olmuş, askeri yakın koruma dışarı çıkarmıştır. Fatih burada “servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir” der. Yanında bulunan bazı İtalyan ve Rumlar’ın rivayetine göre Fatih, mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben; “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz! Fevkâlâde olan bu kakmaları koparmayınız” demiştir. 1930’lı yıllarda Amerikan Bizans Ensititüsü namına Ayasofya mozayiklerini araştırmakla görevli Thomas Whittemore “bu mozayiklerin hiç birinde insan tarafından tahribat ika edildiğine ait bir iz görülmemiştir. Hatta binanın her tarafında yüzlerce haçlar hiç bozulmadan kalmış olup binanın uzun müddet Türkler tarafından muhafaza edildiğine şehadet etmektedir.” Ayasofya İstanbul’un fethinde usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Tursun Bey’in ifadesine göre kubbeye kadar çıkan Fatih Sultan Mehmet binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında meşhur Farsça beytini söylemiştir. Tursun Bey, Fatih Ayasofya’ya girdiğinde “vakta ki bu binay-ı hasisün tevabi ve levahikin harab u yebab gördü” der ve Sadî’nin şu meşhur Farsça beytini söylediğini rivayet eder;
Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût
Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb
Yani; Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor/ Baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor. Fatih Ayasofya’nın tahribini önlemiş, burada müezzinlerinden birine ezan okumasını emretmiş, müezzin ezan okuduktan sonra maiyeti ile beraber ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiştir. Bizans tarihçisi Dukas, Ayasofya’da ilk ezanın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu ızdırabı şöyle dile getirir:
“Adem-i meşruiyetin veledi, Deccal’ın mübeşşiri, mihraptaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet? Heyhat nedir bu dehşet veren acibe, eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havarilerin ve şehitlerin mübarek bakiyeleri medfun bulunan bu mukaddes mihrap üzerinde bir Türk, bu mihrabın üzerinde bir dinsiz? Ey güneş titre! Allah’ın kuzusu nerededir?
Bu mihrap üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Babanın oğlu nerede? Hakikaten fasit bir neticeye vardık, günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nispetle, hiç nazarı itibara alınmamıştır. Allah’ın hikmeti namına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bu gün barbarların ibadet yeri ve Muhammed’in evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenab-ı Hak verdiğin hüküm adildir!” Fethin üçüncü günü Cuma günü Fatih, Ayasofya’ya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbul’un fethinin manevi mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de bu nurani zat okumuştur. Hutbenin Fatih tarafından irad edildiği de yazılmaktadır. Diğer bir rivayette ise Fatih Ayasofya’nın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irad etmiştir. Fatih’in iradesiyle bu Cuma gününden evvel Ayasofya’daki tasvirlerle heykeller ve putlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrab yapıldığı ve minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustalar gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur. Bu arada üç gün zarfında bir de tahtadan minare yapılmıştır. Yapılan minber ve mihrap zamanımıza ulaşmamıştır. (Şimdiki mihrap ve minber daha sonra yapılmış olup Fatih’in yaptırdığı değildir. 16. yüzyılın izlerini taşır. II. Bayezid devrinde mihrab, III. Murad devrinde minber ilave edildiği bilinmektedir. Tahta minare ise II. Selim zamanında yapılan tamir sırasında kaldırılmıştır). Solakzâde tarihinde Cuma namazından önce mihrab, minber ve mahfil hazırlandığı, duvarlarda bulunan tasvirlerin kaldırıldığı, Cuma hutbesini Akşemseddin’in irad ettiği, imameti de yine bu zatın yaptığı belirtilir. Okunan bu hutbe Osmanlılar içinde okunan hutbelerin belki de en mukaddesi, en sevinçlisi, en büyük şan ve şerefe sahip olanı idi. Çünkü o güne kadar sekiz buçuk asırdan beri bütün müslümanların ulaşmayı şiddetle arzu ettikleri bir fethi Cenab-ı Hak tarafından Osmanlı padişahlarına ve onun tebasına verildiğini ilan etmekte idi. Fethin komutanı ve gazileri, sahabe-i kiramın bile şiddetle arzu ettikleri büyük bir saadete ve Hz. Peygamberin “ne güzel komutan ve ne güzel asker” övgüsüne mazhar olmuşlardı. İstanbul’un fethini müteakip şehirde bulunan yüzden fazla kilise ve manastır cami ve ibadethane haline getirilmiş, bir çoğu da medrese ve hangah yapılarak ehli tarikata barınak olmuştur.


Doç. Dr. Said Öztürk
Read more

Antik Dönemden Yaşanyan Önemli İnsanlar Kimlerdir ? Antik Dönemin Efsaneleri

nsanlık tarihinin en önemli evrelerinden biri olan Antik Çağ, geleceğimizi şekillendirmede katkısı olan pek çok insanın yetişmesine de zemin hazırlamıştır. Peki biz bu isimleri ne kadar tanıyoruz? Gelin beraberce geçmişe gidelim ve bu dönemde yetişmiş önemli insanların hayatlarına kısa bir bakış atalım.



AlexanderGreat1. Büyük İskender: M.Ö. 336 – 323 arasında Makedonya kralı olan Büyük İskender, dünyanın tanıdığı en iyi ordu liderlerinden biri olarak tanımlanabilir. İmparatorluğu Cebelitarık’tan Pencap’a kadar uzanıyordu ve Yunanca’nın kendi dünyasında lingua franca (ortak dil) olmasını sağladı. İskender’in ölümüyle yeni bir Yunan çağı başladı. Bu çağ, Yunan (ya da Makedon) liderlerin Yunan kültürünü İskender’in fethettiği bölgelere yaydığı Hellenistik dönemdir. İskender’in yardımcısı ve akrabası Ptolemaios, İskender’in bıraktığı Mısır fethini üstlendi ve dönemin önde gelen bilim adamlarıyla filozoflarını çeken kütüphanesiyle meşhur olan İskenderiye kentini yarattı.

Julius Caesar (13 Temmuz, M.Ö. 100 – 15 Mart M.S. 44): Julius Caesar tüm zamanların en önemli isimlerinden biri olarak sayılabilir. 39 yaşına gelene kadar Caesar (Sezar), dul kalmış, boşanmış, İspanya valisi (propraetor) olmuş, korsanlar tarafından kaçırılmış, orduları tarafından imparator ilan edilmiş, questor (devlet gelirlerini toplayan yüksek memur), aedile (bayındırlık memuru), konsül olmuş ve Pontifex Maximus (dini Pontifler Kurulu’nun en büyük rahibi) seçilmiştir. Üçler Erkini (Triumvirate) oluşturmuş, pek çok galibiyet yaşamış, yaşam boyu diktatör olmuş ve iç savaş başlatmıştır. Julius Caesar suikaste uğradığında ölümü tüm Roma’yı bir karmaşaya sürükledi. Yeni bir dönem başlatan İskender gibi, Roma Cumhuriyeti’nin son büyük lideri Julius Caesar da Roma İmparatorluğu’nun yaratılışını harekete geçirmiştir.

Kartacalı Hannibal (c. 247 – 183): Kartacalı Hannibal, antik dönemin en önemli askeri liderlerinden biridir. İspanya kabilelerini kontrolü altına aldı ve İkinci Pön Savaşları’nda Roma’ya saldırmaya hazırlandı. Mahareti ve cesaretiyle, insan gücü, nehirler ve savaş filleriyle beraber kış zamanı geçtiği Alpler de dâhil olmak üzere muazzam engellerle karşılaştı. Romalılar ondan son derece korkuyordu ve düşmanını dikkatlice inceleyen, etkin de bir casus sistemi oluşturan Hannibal’in becerileri yüzünden pek çok savaş kaybetti. Sonunda Hannibal kaybetti. Hem Kartacalı insanlar yüzünden hem de Romalılar’ın Hannibal’in taktiklerini onun üzerine çevirmeyi öğrenmesi yüzünden. Hannibal kendi hayatına son verebilmek için zehir yuttu.

Perikles (c. 495 – 429 M.Ö.): Perikles, Delian League’i Atina imparatorluğuna çevirerek Atina’yı zirveye çıkarmıştır ve bu yüzden de yaşadığı döneme Perikles Çağı denilmiştir. Fakirlere yardım etmiş, koloniler kurmuş, Atina’dan Pire’ye (Piraeus) kadar uzanan uzun duvarları dikmiş, Atina donanmasını geliştirmiş, Parthenon, Odeon, Propylaea ve Eleusis’deki tapınağı kurmuştur. Perikles ismi ayrıca Peloponez savaşı’yla da birlikte anılır. Savaş sırasında Attika insanlarına alandan ayrılmalarını ve duvarlarla korunmak için şehre gelmelerini söylemiştir. Ne yazık ki Perikles kalabalık bir yerde hastalıkların oluşturabileceği etkiyi öngörememiştir ve bu yüzden pek çok kişiyle beraber Perikles de savaşın başında salgın yüzünden ölmüştür.

Büyük Konstantin (c. 272 – 22 Mayıs 337): Büyük Konstantin, Milvia Köprüsü’ndeki savaşı kazanmasıyla ünlüdür. Böylece Roma İmparatorluğu’nu tek bir imparator altında toplamış (Konstantin olarak), Avrupa’da büyük savaşlar kazanmış, Hristiyanlık’ı yasal hâle getirmiş ve önceden Bizans olan Nova Roma kentinde yeni bir Roma başkenti yaratmış ve buraya daha sonra Konstantinopolis ismi verilmiştir. Bugünün İstanbul’u, 1453 sensinde Osmanlı Devleti’yle karşılaşana kadar hükmünü sürdüren Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur.

Ramses (1304 – 1237): Mısır 19. Hanedanlığı Yeni Krallık firavunu Ramses II (Usermaatre Setepenre) Büyük Ramses ve Yunanca’da da Ozaymandias olarak bilinir. Manetho’ya göre yaklaşık 66 sene boyunca hüküm sürmüştür. Bilinen ilk barış anlaşmasını Hititler’le imzaladığı sanılır ancak aynı zamanda büyük bir savaşçıdır da. Özellikle de Kadeş Savaşı’ndaki başarılarıyla. Nefertari de dâhil olmak üzere pek çok eşinden toplamda 100 kadar çocuğu olduğu söylenir. Ramses Mısır dinini, Akhenaten ve Amarna döneminden önceki hâline getirmiştir. Ramses onun onuruna pek çok anıt dikmiştir ve buna Abu Simbel’deki kompleksle cenaze evi tapınağı olan Ramesseum da dâhildir. Ramses, KV47 mezarında Krallar Vadisi’ne gömülmüştür. Vücudu şu an Kahire’dedir.

Hatşepsut: Hatşepsut, Yeni Krallık’ın 18.hanedanlığından uzun süre hüküm sürmüş bir naip ve Mısır’ın kadın firavunudur (r. 1479 -1458 M.Ö.). Hatşepsut, başarılı Mısır ordu ve eğitim girişimlerinin arkasındaki isimdir. Ticaretten gelen artı kazanç, yüksek kalibre mimarinin gelişmesini sağladı. Deir el-Bahri’de, Krallar Vadisi’nin girişine yakın bir yere bir ölüm kompleksi yaptırdı. Resmi portresinde Hatşepsut, takma sakal gibi krallık nişanını takmaktadır. Ölümünden sonra anıtlardaki resmini silmek için kasıtlı girişimlerde bulunulmuştur.

Justinian I(482/483 – 565): Roma imparatoru Justinian I, Roma İmparatorluğu’nu yeniden organize etmesi ve 534’te yasaları kodekslemesiyle (Kodeks Justinianus) bilinir. Kimileri Justinian’a ‘son Romalı’ der, bu yüzden de bu Bizans imparatoru, antik dönem için çok önemli bir isimdir. Justinian döneminde Aya Sofya (kilise olarak) yapılmıştır ve Bizans İmparatorluğu bir salgın sorunu yaşamaya başlamıştır.

Hammurabi (r. 1792-1750): Hammurabi, Hammurabi Kanunları’yla tanınan önemli bir Babil kralıydı. Kanunları genelde genç yasa kodları olarak tanımlanır ancak asıl fonksiyonu üzerine tartışmalar vardır. Hammurabi aynı zamanda kanallar ve kaleler yaptırarak devleti geliştirmiştir. Mezopotamya’yı birleştirmiş, Elam, Larsa, Eshnunna ve Mari’yi yenmiş, Babil’i önemli bir güç hâline getirmiştir. Hammurabi, yaklaşık 1500 sene süren Eski Babil Dönemi’ni başlatmıştır.

10. Musa: Musa İbraniler’in ilk liderlerindendir ve Yahudilik’teki büyük olasılıkla en önemli insandır. Mısır’da firavunun sarayında yetiştirilmiştir ancak daha sonra İbraniler’i Mısır’dan çıkarmıştır. Musa’nın, Allah’la konuştuğuna ve 10 Emir olarak bilinen, üzerinde yasalar yazılı olan tabletleri ondan aldığına inanılır. Musa’nın öyküsü Exodus (Hicret) kitabında anlatılır ancak arkeolojik olarak pek bir desteği bulunamamıştır.

11. İsa: İsa, Hristiyanlık dininin merkez ismidir. İnananlar için o mesih, tanrının ve Galileli bir Yahudi olarak yaşayan Bakire Meryem’in oğludur. Pontius Pilate hümkü altında çarmıha gerilmiş ve yeniden dirilmiştir. İnanmayanlar içinse İsa bir bilgelik kaynağıdır. Hristiyan olmayan bazı kimseler onun iyileştirme ve diğer mucizelere de imza attığına inanır. İlk başlarında yeni mesih dini gizem tarikatlarından biri olarak görülmüştür. Kimileriyse İsa’nın varlığından şüphe eder.

Buddha12. Siddhartha Gautama: Kendisi Hindistan’da yüzlerce takipçisi olmuş, ruhani aydınlanma öğretmenidir ve Budizm’i kurmuştur. Öğretileri sözlü olarak yüzyıllarca korunmuştur, daha sonra da palmiye yaprağından tomarlara geçirilmiştir. Siddhartha M.Ö. 538’de, Antik Nepal’deki Shakya’dan Kraliçe Maya ve Kral Suddhodana’ya doğmuş olabilir. M.Ö. üçüncü yüzyılda Budizm Çin’e yayılır.

Zerdüşt: Buddha gibi Zerdüşt’ün geleneksel tarihi de M.Ö. 6. yüzyıldır ancak İranlılar onun 10. ya da 11. yüzyılda yaşadığını düşünürler. Zerdüşt’ün hayatıyla ilgili bilgiler, Zerdüşt’ün kendi katkıları olan Gathas’ın da olduğu Avesta’dan gelir. Zerdüşt dünyayı doğru ve yalan arasında bir mücadele olarak görmüştür ve böylece kurduğu din olan Zerdüştüğü ikici bir din yapmıştır. Yaratılmamış yaratıcı tanrı Ahura Mazda ‘doğru’dur. Zerdüşt aynı zamanda özgür iradenin olduğunu öğretmiştir. Yunanlar onun bir büyücü ve astrolog olduğuna inanmışlardır.

Aziz Augustine (13 Kasım 354 – 28 Ağustos 430): Hristiyanlık tarihi için önemli bir isimdir. Alın yazısı ve ilk günah (Adem ve Havva’nın günahı) gibi konular hakında yazmıştır. Doktrinlerinden bazıları, Batı ve Doğu Hristiyanlığını ayırır. Augustine, Vandallar saldırısı sırasında Afrika’da yaşamıştır.

15. Sokrates: Perikles’in çağdaşı Atinalı Sokrates (c. 470 – 399 M.Ö.), Yunan felsefesinde önemli bir isimdir. Kendine ait Sokrates methodu (bilgicilik), Sokrates ironisi ve bilginin peşinde olmasıyla tanınır. En bilinen sözü “Bir şey biliyorsam o da hiçbir şey bilmediğimdir,” dir ve üzerine düşünülmemiş bir hayatın yaşamaya değmeyeceğini ifade eder. Ortaya çıkardığı düşünsel karmaşa yüzünden idama mahkum edilir ve bir bardak zehir içerek kendini öldürmesi istenir. En önemli öğrencilerinden biri Platon’dur.

16. Platon (428/7 – 347 M.Ö.): Tüm zamanların en önemli filozoflarından biridir. Bir aşk biçimi (Platonik) onun adını almıştır (kesinlikle sebeplidir ve uzun bir açıklaması vardır- belki bir başka haberde buna değinmeliyiz). Ünlü filozof sokrates’i, onun diyalogları sayesinde tanıyabiliriz. Felsefede idealizmin babası olarak bilinir. Düşünceleri elitisttir ve ideal yöneticiyi filozof kral olarak gösterir. Öğrenciler onu en çok Devlet kitabında geçen mağara öğretisiyle tanır.

17. Aristoteles (384 – 322 M.Ö.): En önemli Batı filozoflarından biridir ve Plato’nun öğrencisi, Büyük İskender’in öğretmenidir. Aristoteles’in felsefesi, mantık, bilim, metafizik, etik, politika ve dedüktif mantık sistemi, o günden beri beklenmedik bir önem kazanmıştır. Orta Çağ’da Kilise doktrinlerini açıklayabilmek için Aristoteles’i kullanmıştır.

İskenderiyeli Öklid (fl. 300 M.Ö.): Geometrinin (yani Öklid geometrisinin) babasıdır ve ‘Elementler’i hâlâ kullanılmaktadır.

19. Sicilyalı Arşimed (c.287 – c.212 M.Ö.): Yunanlı matematikçi, fizikçi, mühendis, kâşif ve astronomdur. Pi’nin tam değerini hesaplamıştır ve eski savaşlarla askeri tekniklerin gelişimindeki stratejik göreviyle tanınır. Arşimed, vatanını neredeyse tek başına korumuştur. İlk olarak düşmana taş fırlatan bir motor keşfetmiş, sonra da Roma gemilerini yakmak için cam kullanmıştır. Ölümünden sonra Romalılar onu onurla gömmüşlerdir.

20. Thales (c. 620 – c. 546 M.Ö.): İyonya kenti Milet’ten çıkma, Sokrates öncesi dönemden Yunanlı bir filozoftur. Bir güneş tutulmasını tahmin etmiştir ve yedi antik hakimden biri olarak görülür. Aristoteles Thales’i doğa felsefesinin kurucusu olarak görür. Bilimsel metodu, şeylerin neden değiştiğini açıklayacak teorileri geliştirmiş ve dünyanın altındaki temel maddenin ne olduğunu öne sürmüştür. Yunan astronomisi alanını başlatmıştır ve geometriyi Mısır’dan Yunanistan’a tanıtmıştır.

21. Heraklitos (fl. 69th Olympiad, 504-501 M.Ö.): Dünya düzeni için kozmos kelimesini kullanan ilk filozof olarak bilinir. Kozmosun tanrı ya da insan tarafından yaratılmadığını ve yaratılamayacağını söyler. Heraklitos’un Efes tahtından kardeşi için vazgeçtiği düşünülür. Ağlayan Filozof ve Müphem Heraklitos olarak bilinir. En meşhur önermesi de şudur: “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.” İnsan doğasını da felsefenin bir uğraşı hâline getirmiştir.

22. Parmenides (510 M.Ö.): İtalya’daki Elealı bir Yunan filozofudur. Boşluğun varlığı aksive savlar sunmuştur ve bu teorisi daha sonraki filozoflar tarafından kullanılmıştır. Değişim ve hareketin yalnızca aldatma olduğunu savunmuştur.

23. Empedokles (c. 495-435 M.Ö.): Empedokles filozof olduğu kadar şair, devlet adamı ve fizikçi olarak da bilinir. Empedokles insanların onu bir mucize insanı olarak görmelerini sağlamaya çalıştı. Felsefe anlamında diğer her şeyin kurucusu olan elementler olduğuna inanırdı ve bunlar hava, su, ateş, topraktır. Bunlar Hipokrat tıbbındaki dört salgıyla denk tutulan elementlerdir. Ruhun göçüne inanırdı ve tanrı olarak geri döneceğini düşünürdü. Bu yüzden Etna Dağı volkanına atlayarak öldü.

24. Hipokrat: M.Ö. 460 ile 377 arasında yaşamış tıp alanının babasıdır. Hipokrat daha önce ticaret eğitimi görmüş olabilir. Ondan önce sağlıkla ilgili olaylar ilahi müdahale olarak görülürdü. Hipokrat’sa diyet, temizlik ve uyku gibi basit tedaviler uyguladı. Doktorların ettiği Hipokrat yemininde adı geçen Hipokrat, bu Hipokrat’tır.

25. Herodot (484-425 M.Ö.): Bilinen ilk düzenli tarihçidir ve bu yüzden de tarihin babası adıyla anılır. Bilinen dünyanın hemen her yerine gitmiştir. Diğer ülkeler hakkında bir şeyler öğrenebilmek için yolculuğa çıkardı. Tarih kitapları seyahatname şeklinde okunur ve en eski olayların kaynaklarından yapıtlarında bahseder.

26. Cicero (3 Ocak, 106 – 7 Aralık 43 M.Ö.): Daha çok Romalı bir hatip olarak bilinir. Roma politik hiyerarşisinin en tepesine yükselmiş ve ‘ülkesinin babası’ ünvanını almıştır. Ancak ani bir düşüş yaşar ve Clodius Pulcher’la olan düşmanca ilişkileri yüzünden sürgüne gönderilir. Latin edebiyatında önemli bir isimdir ve Caesar, Pompey, Mark Anthony, Octavian gibi büyük isimlerle ilişki içinde olmuştur.

476px-Homer_British_Museum27. Homeros: Greko-Roman geleneğinde şairlerin babasıdır. Homeros’un ne zaman yaşadığı ya da gerçekten yaşayıp yaşamadığı bilinmiyor ancak Truva Savaşı hakkında İlyada ve Odise’yi biri yazmıştır ve bu kişiye insanlar Homeros der. Gerçek adı ne olursa olsun gerçekten de muhteşem bir epik şairdir. Homeros’un kör bir şair olduğu söylenir. Döneminden beri şiirleri pek çok amaçla okunur ve kullanılır. Tanrıları tanıtmak için dahi Homeros eserleri kullanılmıştır.

28. Ovid (M.Ö. 43 – M.S. 17): Yazıları Chaucer’ı, Shakespeare’i, Dante’yi ve Milton’ı etkileyen Romalı şair. Greko-Romen mitolojiyi algılayabilmek için Ovid’in Metamorfoz’unun okunması gerekir.

29. Eshilos (Aeschylus): İlk büyük trajik şairdir. Diyalog, karakteristik trajik botlar (cothurnus) ve maskeyi insanlara o tanıttı. Vahşi görüntülerin sahne dışında oynanması gibi başka gelenekler de yarattı. Sophocles ve Euripides de onun arkasından gelen iki önemli yazardır.

30. Nero: Nero, Julio-Claudia imparatorlarının (ilk beş imparatoru çıkartan Roma’nın en önemli ailesi) sonuncusudur. Roma yanarken durumu yalnızca izlemekle yetinmesiyle meşhurdur. Yangından sonra mahvolan bölgeyi kendi lüks sarayı için kullanır ve felaketi Hristiyanlar’a yükler.

CleopatraAntonyCoin31. Cleopatra (Ocak 69 – Ağustos 12, 30 M.Ö.): Hellenistik dönemde Mısır’da hüküm süren son firavundur. Ölümünden sonra Mısır’ı Roma kontrol altına alır. Cleopatra daha çok Caesar ve Mark anthony’le olan ilişkisiyle bilinir. Birinden bir, diğerinden üç çocuğu olur. Kocası Anthony intihar edince o da yılan ısırmasıyla intihar eder. Mark Antony ile kazanan Roma’ya karşı yapılan savaş sırasında nişanlanmıştır.

32. Spartakus (c. 109 M.Ö.-71 M.Ö.): Gladyatör okulunda eğitim görmüş ve kötü sonuçlanan bir köle isyanını yönetmiştir. Spartakus’un askeri dehası sayesinde adamları Clodius, sonrasında da Mummius tarafından yönetilen Roma güçlerini yendi ancak Crassus ve Pompey’e karşı duramadı. Spartakus’un hoşnutsuz gladyatörlerden oluşan ordusu ve köleleri yenildi. Cesetleri Appian Yolu boyunca çarmıhlar üzerine asıldı.

33. Hun İmparatoru Attila: M.S. 406’da doğmuş, 453’te ölmüştür. Romalılar tarafından tanrının cezası olarak adlandırılan Attila, Hunlar olarak bilinen grubun kralı ve generaliydi. Hunlar Romalılar’ın kalplerine korku salmıştı çünkü yollarına çıkan her şeyi yerle bir ediyorlardı, Doğu İmparatorluğu’nu istila etmiş, sonra da Ren Nehri’nden geçmiştir. Attila, Doğu Roma İmparatorluğu’nu 441’de başarılı bir biçimde istila etti. 451’de Romalılar ve Vizigotlar’a karşı bir yenilgi yaşadı fakat yeniden ilerlemeye başladı. Sonunda 452’de Roma’yı alacakken Papa onu caydırdı.
Read more

Leonardo Da Vinci Kimdir? Leonardo Da Vinci Hakkında Bilinmeyenler? Leonardo Da Vinci Sırrı

1. Leonardo, bir köylü olan Caterina ve avukat olan Ser Piero’nun aşk evliliğinden doğma çocuğuydu. Evde eğitim gördü ve Yunanca, Latince temel eğitimini almadı.

2. Lir çalgısını başarıyla çalabiliyordu. Milan sarayına ilk tanıtıldığında bir ressam ya da mucit değil, müzisyendi.

3. Leonardo, Floransa memurları tarafından kışkırtılan oğlancıları güçlükle dövmüştür.

4. 1 numaralı Mona Lisa teorisine göre modelin tebessümü gizlice hamile kaldığını ifade ediyor.

5. 2 numaralı Mona Lisa teorisine göre Leonardo resmini çizerken onu eğlendiren müzisyen ve hokkabazlar sahiden de çok başarılıydı. (Bir başka teoriye göre de Mona Lisa tablosu aslında Leonardo’nun kendini çizdiği bir tablo.)

6. Columbia Üniversitesi sanat tarihçisi James Beck, ‘Ay’ın yeşil peynirden yapılmadığından ne kadar eminsem, bu tablonun da gizli bir Leonardo olmadığından o kadar eminim,’ diyerek bu iddialara karşı çıkıyor.

7. Ancak tuhaf bir biçimde Leonardo geride kendine ait hiç resim bırakmamış.

8. Amsterdam Üniversitesi ve Illinois Üniversitesi araştırmacıları, Mona Lisa’nın mutluluk oranını hesaplamak için yüz tanımlama software’i kullandı. Buna göre Mona Lisa yüzde 83 mutlu, yüzde 9 nefret dolu, yüzde 6 korkulu ve yüzde 2 kızgın.

mona lisa

9. Bill Gates Codex Leicester’ı 1995 senesinde 30 milyon dolara satın aldı. Avrupa’da yer almayan bu tek el yazmasında da Vinci’nin hidrolik ve suyun hareketleri üzerine yaptığı çalışmalar yer alıyor.

10. Leonardo suda yüzen kar ayakkabıları, sualtı keşifleri için nefes alma aygıtı, can yeleği ve dalgıç çanı planları yapmıştır. Suyu sevdiği oldukça belli, değil mi?

11. Gökyüzünün neden mavi olduğunu açıklayan ilk kişi Leonardo’dur. (Sebep havanın ışığı dağıtma biçimi).

12. Yeni ay hâlindeki ayın neden güçlükle görülebilir olduğunu da o keşfetmiştir. Gece görülen kısmı yeryüzünden yansıyan ışıkla aydınlanmaktadır ve bu da burada dolunayın görünmesinden 50 kat daha parlaktır.

13. İki elini de kullanabilen ve paranoid disleksi olan Leonardobir eliyle geriye doğru yazarken diğer eliyle ileri doğru yazabiliyordu. Bu da başkalarının okumakta güçlük çektiği aynamsı bir görüntü yaratıyordu. Leonardo’nun amacı da bunların anlaşılamamasıydı.

14. Louvre Müzesi, Mona Lisa’nın yeni bir sergi kutusuna alınabilmesi için tam 5.5 milyon dolar ödedi. Sergi camekanı bir duvarın içinde yer alıyor.

15. Ağustos 2003’te da Vinci’nin Madonna of the Yarnwinder (İplik Eğiren Meryem) isimli 65 milyon dolarlık tablosu, İskoçya’daki Drumlanrig Kalesi’nden çalındı. Turist gibi rol yapan iki adam, daha sonra bir Volkswagen Golf’e binip kaçtı.

16. Leonardo zırhlı bir araba, tırpanlı bir savaş arabası, kazık aracı, dönen vinç, bir çıkrık, lagün tarağı ve bir de uçan gemi tasarlamıştır.

17. Aralık 2000’de gökyüzü dalgıcı Adrian Nicholas, Leonardo’nun tasarımlarından birinden yapılmış paraşütünü kullanarak Güney Afrika’ya indi.

18. Kadavraları parçaladıktan sonra Leonardo kasların yerine ipleri koyarak nasıl çalıştıklarını anlamaya çalışıyordu.

19. Kelime oyunlarını çok sevdiğinden Folio 44’te ve Codeks Arundel’de erkek üreme organına tekabül eden pek çok kelime bulunmaktadır.

20. Nehir erozyonu araştırmaları, yeryüzünün İncil’de ima edilenden daha yaşlı olduğuna ikna etti. Düşen deniz seviyesinin (yani Nuh tufanının değil) deniz fosillerini dağlarda bıraktığını öne sürdü.
Read more

Yürüyerek Zayıflanır Mı ?

Sağlığınız için günde 10000 adım atmak veya her gün 30 dakika egzersiz yapmak gerektiği artık en çok bilinen sağlık önerisidir. Sağlık söz konusu olduğunda günlük adım sayısını tamamlamak için en kolay yol yürüyüştür. Ancak günlük adım sayısını yakalamak çokta kolay bir iş değildir.Bunun için aşağıda bulunan önerileri izleyin.

Nelere ihtiyaç var?
Pedometre
Rahat ayakkabılar
- Gün boyunca adımlarınızı sizin yerinize sayması için bir pedometre takın.
- Evde, daha fazla kalori yakmak ve oturmaktan kurtulmak için çaba gösterin.
- Araba kullanıyorsanız gideceğiniz yerden daha uzağa park edin, toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız bir önceki durakta inmeyi deyebilirsiniz.
- Mağazalarda daha fazla yürüyerek vakit harcayın.
- Caddeleri boydan boya gezin
- Asansör yerine merdivenleri kullanın.
- İş yerindeyseniz karşı masadaki arkadaşınıza e-posta göndermek yerine masasına kadar gidip konuşmayı deneyin.
- Tabiî ki düzenli beslenmeyi ve günlük egzersizleriniz yapmayı unutmayın.
Read more

Yemek Yeme İsteğinden Kurtulma Yolları Nelerdir?

Şeker ve birçok işlenmiş gıdada bulunan yüksek mısır şurubu içeren maddeler obezite ve şeker hastalığı gibi önemli rahatsızlıklara neden olur. Bağışıklık sisteminiz bozulur ve tokluk hissinizde azalmalar hissedersiniz. Şeker çoğu zaman gereksiz kalori alımına neden olur. Ancak kan şekerindeki dengesizlikler nedeniyle tatlılardan vazgeçmek baya zordur. Çoğu insan ara sıra tatlı krizlerine girebilir. Ancak bu isteği azaltmanın yolları da vardır.

Yapay tatlandırıcı kullanmaktan kaçının. Tatlandırıcıları kullanmak gerçek şeker isteğini daha da arttırabilir. Diyet yapan insanlar şekeri hayatlarından tamamen çıkarmakta güçlük çekebilirler. Ancak düşük şeker oranı ihtiva eden besinleri kullanarak bu sorunu çözebilirsiniz. Tatlandırıcı olarak bal veya kahverengi şeker de kullanabilirsiniz.

Paketlenmiş ve işlenmiş gıdalardan tamamen uzak durun. Katlı maddesi içeren gıdalar yerine sizi gerçekten doyuracak olan katkısız gıdaları tercih edin. Örneğin yağlı hamburgerler yerine taze fasulye gibi sağlıklı ev yemeklerini tercih edebilirsiniz.

Bol bol meyve yiyin. Ne kadar doğal beslenirseniz vücudunuz o kadar daha sağlıklı olacaktır. Portakal, taze portakal suyu, elma bugünlerde çok iyi seçeneklerdir.

Egzersiz yapmak endorfin hormonunun salgılanmasını sağlayarak beyninizdeki şeker alma dürtüsünü kontrol etmenizi sağlar. Günde en az 30 dakika egzersiz yapmak sizi yeme krizlerinden uzaklaştırarak kilo vermenize katkı sağlayacaktır.

Öğün atlamayın. Düzenli yemek hormonlarınızı dengeler, sizi gereksiz yemek yemekten uzaklaştırır. Sebzeleri arttırın, yağ oranını azaltın. Baklagilleri tüketerek lif alırsanız tokluk hissini daha kuvvetli hissedersiniz.
Read more

Kalorisi az olan yiyecekler nelerdir ? Kalori yakan yiyecekler nelerdir?

Doğru besinleri seçtiğiniz takdirde zayıflama süreci oldukça tatmin edici sonuçlar vermekte. Size tatsız tuzsuz gelen diyet menünüzü şenlendirecek bu yiyeceklerin verdiği enerji ve vitaminlerden mutlaka faydalanmalısınız.

İstediğiniz forma kavuşup zayıflamak için sadece egzersiz planın işe yaramayacağını duymak sanırım içinizi rahatlatacaktır. Egzersiz tek başına yeterli değildir. Zayıflamak ve verdiğiniz kiloları tekrara almamak için düzgün bir yeme planı oluşturmanız gerekmekte. Vücudun ihtiyaç duyduğu antioksidanları ve metabolizmanızı hızlandırıp güçlendiren vitaminleri barındıran yiyeceklerden yemelisiniz.

Aşağıdaki yiyecekler, kalori yakmanıza yardım edip vücudunuzun ihtiyacı olan gerekli vitaminleri barındırmakta.
Tavuk (Göğüs eti)

Kırmızı ete tercih etmelisiniz. Mutlaka derisiz yemeniz gereken tavuk göğsü, vücudunuzun ihtiyacı olan proteini karşılamakta. Baharatlarla ve düşük kalorili diğer yiyeceklerle servis edin.
Balkabağı

Balkabakları B,C ve E vitaminleri açısından oldukça zengindirler. Doğal diüretik olan bu yiyeceği diyet planınıza koymanız, zayıflama sürecinize kesinlikle yardımcı olacaktır. Düşük kalorili bir yiyecek olan balkabağı, sağlıklı kilo vermek için birebir.
Ton Balığı

İçindeki omega 3 sayesinde mükemmel bir yağ yakıcı olan ton balığı, ayrıca içerdiği protein sayesinde hem günlük protein ihtiyacınızı karşılar hem de kas oluşumuna yardımcı olur. Ayrıca daha parlak ve güzel bir cilt için de gerekli. Günlük kalori miktarınızı hesaplayıp yemenizde fayda var. Light versiyonunu tercih etmeyi de sakın unutmayın.
Barbunya Fasulye

Salatanıza az bir miktar kattığınız barbunya fasulye, mükemmel bir anti oksidan görevi görecektir. Lif açısından da zengin olan bu yiyecekler sizi uzun süre tok tutacak ve atıştırma isteğinizi bastıracaktır.
Deniz Ürünleri

Doğal anti oksidan olmasının yanı sıra sihirli bir şekilde “Leptin” hormonunun salgılanmasını arttırır. (Leptin hormonu iştahı kapatan, yağları yakan hormondur.) Sadece balık değil, tüm deniz ürünleri için geçerlidir. Mümkün olduğunca öğünlerinize dahil etmeye gayret gösterin.
Read more

Ankara Neden Başkent Oldu ? Sebebi

Lozan Barış Antlaşması`nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül 1923`ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923`de İstanbul`un yabancı işgal kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. Yabancı işgal kuvvetlerinin İstanbul`dan ayrılması, gündeme hükümet merkezi sorununu getirdi. İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi olmakla beraber, Ankara`nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923`te on dört arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak TBMM`ne verdi. İsmet Paşa, Ankara`nın hükümet merkezi olması konusunu acil bir sorun olarak görmekte ve Lozan`dan itibaren zihnine yerleşmiş bulunduğunu ifade etmektedir. İsmet Paşa`ya göre, Ankara`nın başkent olması iç ve dış çeşitli sebeplere dayanmaktadır: "Lozan`da Batı dünyasının murahhasları, mütehassısları, diplomatları ile görüşüyorum. Bunlar İstanbul Hükümeti`ni İstanbul muhitini tanıyan insanlar ve yeni devletin o muhitin insanlarına göre kurulmasını arzu ediyorlar. Bunu her hallerinden anlıyorum. Bizim bakımımızdan meselenin daha ehemmiyetli ve değişik cepheleri var. Bir defa Boğazlar askeri bakımdan tamamıyla açık, tamamıyla emniyetsiz. Bu vaziyetteyiz. Lozan Antlaşması`yla elde edebildiğimiz neticeler ve tarihi şartlar bizi endişeye sevk ediyor. Ayrıca Anadolu`nun ortasında bulunarak ve bir Anadolu hükümeti olarak yeni devleti çalıştırmak istiyoruz".
İsmet Paşa`ya göre; Ankara`nın hükümet merkezi olması meselesinin, hilafetle bir ilgisi yoktur. Fakat, Ankara hükümet merkezi olunca, hilafet bir bakıma devletimizin dışına atılmış oluyor: "Gerçi biz hilafeti devamlı bir müessese olarak düşünmüyoruz, Fakat Ankara`nın hükümet merkezi olması ve hilafet merkezinin İstanbul`da bulunması, ondan kurtulmak için ayrıca bir temel vasıta olacaktır."


Teklif edilen Anayasa maddesi gayet kısadır: Türkiye Devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir." Ancak teklif edilen kanun maddesinin gerekçesi, Ankara`nın yeni Türkiye`nin merkezi olması gereğini açıklamaktadır. Gerekçe özetle, yeni Türkiye`nin varlığının, ülkenin kuvvet kaynaklarının gelişmesinin sağlanması, Anadolu`nun merkezinde başkent tesis etmek lüzumunu açıklıyor ve coğrafi ve stratejik durum, iç ve dış güvenlik de bunu gerekli görüyordu.


13 Ekim 1923`te TBMM`de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olmuş ve böylece devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son verildiği gibi, Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmıştır. Bu, aynı zamanda Milli Mücadele`nin başından beri uygulanan Ankara`nın İstanbul`a hakim olacağı esasının bir sonucu idi.


Konuyla ilgili NUTUK dan bir parça metin:
Efendiler, Lozan Antlaşması`nın eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolu uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye`nin toprak bütünlüğü fiilî olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti`nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye`nin başkenti Anadolu`da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu. Bu seçimde, coğrafî durum ve askerî strateji en büyük önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara bir son vermek şarttı. Gerçekten de, bilindiği üzere, başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul`un yeni milletvekillerinden bazıları, R e f e t P a ş a başta olmak üzere, İstanbul`un hükûmet merkezi olarak kalması gereğini bazı örneklere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara`nın gerek iklim, gerek ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tessisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; İstanbul`un "payitaht" olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim "başkent" deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki "payitaht"deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir. Bundan dolayı, bu konuda zaten kesinleşmiş bulunan kararımızı resmen ve kanunî yoldan ilân ettirerek,"payitaht" sözünün de yeni Türkiye Devleti`nde kullanılmasına gerek kalmadığını göstermek lâzım, geldi. Dışişleri bakanı İ s m e t P a ş a,9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik bir kanun tasarısını Meclis`e teklif etti. Altında daha on dört kadar zatın imzası bulunan bu kanun teklifi,13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur : "Türkiye Devleti`nin başkenti Ankara şehridir."

Başkent, Mustafa Kemal Atatürk tarafından İstanbul'dan Ankara'ya taşınmıştır. Sebebi ise İstanbul'un etrafının denizlerle çevrili olması ve sınıra fazla yakın olmasıdır. Ankara bu bakımlardan coğrafi olarak korunaklı ve ülkenin merkezine oldukça yakın bir yerdedir. O zamanlar küçük bir kasaba olduğundan dolayı, çağdaş mimari örneklerinin yapılabileceği bir yer olabilmesi de başkent olmasının bir diğer sebebidir.
Türkiye, çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntıları üzerinde, 1923 yılının 29 Ekim'inde kurulmuş bir cumhuriyettir. Cumhuriyet'in kurucuları, bu tarihe gelinceye kadar, dört yıl süre ile hem Osmanlı İmparatorluğu'nu işgal etmiş ülkelerle, hem de Osmanlı İmparatorluğu'nun köhnemiş yönetimi ile savaşmak zorunda kalmışlardı. İşte bu savaş Ankara'dan yönetildi ve Cumhuriyet Ankara'da ilan edildi.


Cumhuriyeti kuracak ve daha sonra Atatürk adını alacak olan Mustafa Kemal, dağılıp dökülen Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni bir devlet yaratmak üzere İstanbul'dan Samsun'a hareket ettiğinde, tarih 15 Mayıs 1919'dur. Tam o gün İzmir işgal edilecektir. Samsun'a vardığında ise tarih 19 Mayıs 1919 olmuştur. Ankara'nın daha doğusunda yer alan Erzurum ve Sivas kentlerinde toplanan kongrelerden sonra Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, mücadelenin nasıl yürütüleceği konusunda tam bir karara varamamıştır. Çünkü bütün koşullar onun aleyhinedir. Ülkenin aklı başında görülen bütün aydınlan mücadele etmeme yanlısıdırlar. Ama Ankara'nın, Seğmen adı verilen yiğitleri vardır. 27 Aralık 1919 günü Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Paşa'yı Dikmen sırtlarında Seğmenler karşılarlar. Seğmen alayına ve Ankaralılara Mustafa Kemal Paşa sorar: "Nasılsınız Ankaralılar?"
Yanıt, umulanın, beklenenin çok üstündedir; tüm karşılayıcılar birlikte haykırırlar: "Seni görmeye geldik, yolunda ölmeye geldik."


Mücadelenin kesin kararı orada, o an verilir. Ve Ankara'nın güzel yazgısı başlar. Ankara, Mustafa Kemal'i ve arkadaşlarını sımsıcak bir sevgiyle bağrına basar. Bu sevgi, maddi katkılarla da desteklenir. Kurtuluş Savaşı Ankara'dan yönlendirilir. 23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi her olayın odak noktası olur. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğindeki bu Meclis, Kurtuluş Savaşı'nı 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla tamamlar.
Bu başarı, esaret altında olan bütün insanlar için bir ümit işareti oluyor. Haberi bir gazetede okuyan Mahatma Gandi, "üzerinde düşünülmesi gerek" diyor ve J.Pandit Nehru'nun anlattığına göre bir ateş yakarak kutlama yapıyorlar. Yıllar sonra bile, farklı ulusların özgürlük savaşçılarının kurşunlanmış vücutlarının göğüslerinden Atatürk'ün resimleri çıkacaktır.
Ama garip bir durum vardır ortada. Türk Dışişleri Bakanlığı Ankara'da, ülkelerin temsilcileri İstanbul'dadır. Yeni devletin tüm etkinlikleri ve uluslararası ilişkileri Ankara'dan yönlendiriliyor. Elçiliklerin İstanbul'da olması hem bir boşluk yaratıyor, hem de yeni devletin kabullenmemesi gibi bir görünüm veriyor. İşte bu nedenlerle Türk Dışişleri Bakanlığı İstanbul'da bir büro açıyor. "Hariciye Vekaleti Dersaadet Murahhaslığı" adındaki bu büro, bakanlıkla yabancı temsilcilikler arasındaki ilişkiyi sağlayacaktır. Zaman, Lozan günleridir. Türk'ün askeri zaferini, siyasal zaferle güçlendirebilmesi için, İsmet Paşa'nın yedi düvelin bu zaferi içine sindiremeyen temsilcileriyle boğuştuğu günler... İşte o günlerde, hemen bütün ülkelerde Türkiye'nin başkentinin neresi olacağının belirsizliğinden doğan bir tedirginlik var. 1923'ün Şubat ayında İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser'i ilk kez bu sorunu dile getiriyor. Yüksek Komiser, olayların gelişmesinden ve bazı Türk yetkilileriyle yaptığı konuşmalardan edindiği izlenimleri Londra'ya rapor ederken "yeni yöneticilerin İstanbul'u başkent olarak bırakmaya hiç niyetli olmadıklarını ve başkenti Anadolu'ya, büyük olasılıkla da Ankara'ya taşıyacaklarından kaygı duyduğunu" belirtiyor. Komiserin anlattıklarına göre İstanbul Halifeliğin Merkezi olarak korunacaktır.


Bu rapor, bütün öteki ülkelerin tedirginliğini rahatsızlığa dönüştürmekte gecikmiyor. Bu rahatsızlık, kısa sürede "diplomatik bir saldırıyı başlatarak, Ankara'ya karşı ortak bir cephe oluşturma" noktasına ulaşıyor. Bu tepkinin nedeni çok basit: İçlerine sindirememiş olsalar bile, hiç değilse toprakları açısından büyük bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra, daralmış sınırlar içinde kurulan Türk Devleti'yle diplomatik ilişki kurmak kabullenecekleri bir şey değil. Böyle bir ilişkiyi kabullenmek, "bu küçük ve yoksul devleti fazla önemsemek, ona fazla değer vermek" olacaktır.
İngiltere'nin başını çektiği bu diplomatik saldırıya öteki ülkeler de katılmakta gecikmiyor. Ankara'nın başkent yapılmasını engellemek için akla gelen-gelmeyen bütün sorunlar bir tehdit şeklinde ortaya dökülüyor. Konu Lozan Konferansı'nda bile gündeme getiriliyor ve ünlü Lord Curzon, İsmet Paşa'ya, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türk Devleti'ne geçişte çok çeşitli sorunlarla uğraşmak ve bunlara çözüm bulmak zorunluluğu olduğunu anımsatarak, aba altından sopa gösteriyor. İsmet Paşa bu... Kök söktürme çabalarını kendi yöntemleriyle boşa çıkarıyor.


Tarih, 24 Temmuz 1923... Lozan Konferansı Türk Devleti'nin siyasal zaferi olarak sona eriyor. Tarih 6 Ekim 1923... Türk askerleri İstanbul'a giriyor ve İstanbul'un işgali sona eriyor. İşgal kuvvetleri, Dolmabahçe önündeki Türk bayrağını ve Türk askerlerini selamlayarak, çekilip gidiyorlar. Tarih 13 Ekim 1923... Malatya milletvekili İsmet Paşa ve 13 arkadaşının 9 Ekim'de sundukları tek maddelik yasa tasarısı kabul ediliyor: "Türkiye Devleti'nin makam idaresi (başkenti) Ankara şehridir."
Bağımsızlık savaşımının en büyük destekçisi, zafere kanını, canını, terimi, emeğini... sözün özü, tüm varlığını adamış, yoksul ve yoksun bir bozkır kasabası Ankara, Türk Devleti'nin başkentidir artık. Hemen hemen bütün ülkelerin direnişine, engellemesine, çıkardığı güçlüklere, savurduğu tehditlere, dayattığı koşullara karşın... Kimi devletler, başlattıkları elçi atama hazırlıklarını durduruyor; kimi ülkeler eninde sonunda başkentin yeniden İstanbul olacağı beklentisi içinde elçi atama işini savsaklıyor. Kimi ülkeler İstanbul'a bir elçi, Ankara'ya kıdemsiz bir diplomat atama konusunu, kimi ülkeler de başkentin Ankara olmasına karşın, elçisinin İstanbul'da oturacağı konusunu gündeme getiriyor. Fransa ve İtalya, Ankara'da elçilerinin yerleşebilecekleri binalar olmadığını ve önce bunun sağlanması gerektiğini söylüyorlar. İngiltere ise hepsini geride bırakarak" Türkiye'ye bir temsilci atamayacağı" tehdidini savuruyor. Hiçbir şey, Türk Devleti'nin yöneticilerini yollarından döndüremiyor. Yola çıkılmıştır ve yürünecektir. Hem de her şeye karşın.



Türkiye'nin başkenti Ankara'dır. Ve ne kadar direnirlerse dirensinler, bir süre sonra tüm ülkelerin temsilcileri Ankara'ya geleceklerdir. Geliyorlar ve Ankara'nın başkent oluşunu sorun yapmayarak başından beri burada oturanlara katılıyorlar. Bunlar 1921'den, 1923'ten ve 1924'ten beri Ankara'da yaşayan Afganistan, Sovyetler Birliği ve Polonya büyükelçileridir. Bu gelişlere Türk Hükümeti de "elçilik binalarını yapmaları için bedava arsalar vererek" katkıda bulunuyor. Büyükelçiler, hep Yenişehir-Çankaya arasındaki bağları, bahçeleri beğeniyor, istiyor ve alıyorlar. 1925'ten başlayarak 5-6 yıl boyunca bu alan bir "elçilikler şantiyesine" dönüyor.


Ankara'nın başkent olma savaşımı bundan sonra da çeşitli aşamalardan geçerek, Ocak 1930'da Ankara'nın zaferiyle sonuçlanacaktır.
Read more

Osmanlı'da Ünvanlar Nelerdir ? Osmanlı Devletinde Kullanılan Ünvanlar

ADLİ

: "Adil". II. Bayezid, III. Mehmed ve II. Mahmud'a verilmiştir.
AĞA

: "Komutan". Ordudaki kıdemli görevlilere, Yeniçeri ağası ve Kızlar ağası gibi saray korumalarına verilmiştir.
AHRETLİK

: "Manevi evlat". Dürrüşehvar'a verilmiştir.
AK BAŞLI

: "Ak başlıklı". Aktimur'a verilmiştir.
ALP

: "Kahraman asker". Daha çok ilk dönemde kullanılmakla beraber kabilevi yapılanma sona erdiği dönemde de kullanılmaya devam edilmiştir.
AMCAZADE

: Amca çocuğu.
ARSLAN

: "Arslan veya Arslan yürekli".
AVCI

: IV. Mehmed'e verilmiştir. Hayatındaki en önde gelen uğraşısı idi. Edirne civarında kendisini bu iptilaya kaptırmıştı.
BAHİR

: "Denizci"
BAHTİ

: "Talihli". I. Ahmed'e verilmiş ve onun tarafından şiirlerinde maslah olarak kullanılmıştır.
BAŞ

:"Lider", "Başkan". Baş-Çuhadar" veya "Kapıcı-başı" gibi genellikle diğer ünvanlarla beraber kullanılmıştır.
BEDROS

: "Kurnaz". Genel bir Ermeni adıdır ve güya II. Abdülhamid'in yüz hatları itibariyle Ermeniler'e benzediğini ima için ona verilmiştir. Wittlin'in anlattığı bir hikayeye göre, Abdülhamid'in babası I. Abdülmecid değil, Abdülhamid'in annesiyle gizli aşk hayatı yaşamayı başaran bir Ermeni'dir. Abdülhamid'in annesi Trimüjgan'ın muhtemelen Ermeni olması daha kolay anlaşılır bir açıklamadır.
BEY

: "Efendi", "Şehzade". Zamanla bu ünvan değerini kaybetti ve daha ziyade İngilizce'deki esquire gibi nezaket ünvanı haline geldi.
BEYCEĞİZ

: "Küçük Şehzade"
BEYLERBEYİ

: "Bölge Valisi". Büyük eyaletlerin idarecisine verilmiştir.
BEYZADE

: "Şehzade oğlu". Padişahların kızlarının oğullarına verilen ünvandır. İlk dönemlerdeki "Sultanzade" ünvanının yerini almıştır.
BIYIKLI

: "Sakallı"
BOŞNAK

: "Bosnalı"
CEDDÜ'L OSMAN

"Osmanlıların Babası".Süleyman Şah'a verilmiştir.
CEMCA

: "Cemşid gibi güçlü". Sultan için Doğu dillerinde kullanılan bir ünvan.
CİHANDAR

: "Dünyanın Efendisi". III. Selim'e verilmiştir.
CİVAN

: "Genç". 2138/ Mehmed'e verilmiştir.
ÇAKIRCI

: "Şahinci"
ÇAVUŞ

: "Rütbeli Er", "Haberci"
ÇELEBİ

: "Beyefendi". "Kibar Efendi", "Genç Efendi". II. Mehmed dönemine kadar padişah oğullarına verilen ünvandır. Ayrıca I. Mehmed'e de özellikle verilmiştir.
ÇELEBİ SULTAN

: "Kibar-Şehzade". 1594 yılına kadar sancak valisi olan padişah oğullarına verilmiş olan ünvandır.
ÇUHADAR

: "Kahya".
DAMAD-I ŞEHRİYARI

: "Padişah Damadı". Padişahların kızlarıyla evlenenlere verilen ünvandır. Ancak bu sadece babasının saltanatı döneminde evlenen kızların kocalarına uygulanmıştır. Ayrıca aynı isimlerdeki birkaç veziri seçmek için de bu ünvan kullanılmıştır.
DAYE

: "Süt Anne"
DEFTERDAR

: "Hazineci"
DELİ

: I. Mustafa ve İbrahim'e verilmiştir.
DİVİTDAR

"Yazma kutusunu taşıyan"
DOĞANCI

: "Doğan yakalayıcısı"
DÜZME(CE)

: "Sahte". Kendi adına çıkan isyan döneminde ve aslı konusundaki şüpheye ifade etmek üzere Mustafa'ya verilmiş ünvandır.
EBU'L FETH

: "Fethin babası". II. Mehmed'e verilmiştir.
EFENDİ

: I. Abdülmecid döneminden itibaren padişah oğullarına verilen ünvandır. Ayrıca tarikat üyeleri arasında da bir dereceyi gösteren tabirdir.
EĞRİ

: "Eğri-büğrü". Topal olan Cihangir'e verilmiştir.
EĞRİ FATİHİ

: III. Mehmed'e verilmiştir.
EMİR

: "İdareci", "Şehzade". Yarı bağımsız idareciler için kullanılmıştır. Ayrıca Selçıklulara bağımlı olduğu süre zarfında I. Osman için kullanılmıştır. 1402-1413 arasındaki Fetret Devri esnasında I. Bayezid'in oğullarından birinin açık şekilde üstün idareci olmadığını göstermek için yeniden kullanılmıştır.
EMİRÜ'L MÜ'MİNİN

: "Müslümanların İdarecisi". Halifeye verilen isimlerden biri olup I. Selim'in Mısır seferinden sonra Osmanlı padişahlarına da verilmiştir.
ENİŞTE

: "Kızkardeşin kocası"
Read more

Hızlı ve sağlıklı kilo vermenin en kısa yolu nedir? Kısa sürede kilo vermek

Güzel görünmek ve kendinizi harika hissetmeniz için doğru beslenmenin önemi inkar edilemez. Beslenmenizde dikkate almanız gereken hususlar ilk regl döneminde başlar, hamilelik, emzirme, menopoz ve osteoporoz dönemleriylez devam eder.

Şimdi, sağlıklı yaşamanın, zayıflamanın ve daha güzel görünmenin püf noktalarından bahsedelim:
Kalsiyum almayı önemseyin.

Kadınlar,erkeklere oranla daha fazla osteoroporoz riski taşıdıklarından sağlıklarını desteklemek için kalsiyum almaları çok önemlidir. Süt, peynir, yoğurt gibi ürünler kalsiyum bakımından zengin olmakla birlikte doymuş yağları da içermektedirler. Bu yüzden yağsız olan baklagiller,yeşil yapraklı sebzeler, fındık, fıstık, mercimek, fasulye, bezelye, brokoli , dereotu ve brüksel lahanası gibi sebzelerin seçilmesinde yarar vardır.
Kahvaltınızı aksatmayın.

Kahvaltı metabolizmayı hızlandırır ve atıştırmaları önler. Kahvaltınızı atlamamak ve güne iyi başlamak için hergün değişik ve sağlıklı menüler hazırlayabilirsiniz.
Öğünlerinizi atlamayın.

Öğünler arasını uzun tutmak yorgunluk ve açlığı artırır daha fazla kilo almamıza neden olur. Her 3-4 saatte bir şeyler yemek metabolizmayı canlı tutar ve aşırı yemeyi önler.
Kaslara dikkat.

Kas sağlığımızı korumak için D vitamini, kalsiyum ve mağnezyum açısından zengin besinlerle birlikte almakta yarar vardır.
Abur cuburları kesin.

Kilo almayı en çok artıran nedenlerin başında işlenmiş şekerli ve yağlı ara öğünlerdir. Bunun yerine doğal ve sağlıklı yağ içeren badem, fındık, ceviz ile şeker ihtiyacınızı karşılayacak kurutulmuş meyveleri elma, kayısı, erik seçebilirsiniz.
Bol lif içeren gıdalara yönelin.

Bulgur, tam buğday ekmek ve makarnalar, esmer pirinç, yulaf, tam tahıllı ekmekler ve muz gibi gıdalar serotonin (mutluluk hormonu) düzeyini artırır ve zengin lif içerikleriyle tokluk hissi verirler.
Sağlıklı yağları seçin.

Sağlıklı zayıflamanın en önemli besin kaynağı yağlardır. Kadınlık hormonu östrojenin yağ yapısında olduğunu da unutmayın. Zeytin ve zeytinyağı gibi doymamış yağlar, fındık, ceviz, badem ve balık gibi omega 3 yağ içeren gıdalar ile avokado da bulunan bitkisel yağlar sağlıklı yağlardır.
Yeterli miktarda demir alın.

Kansızlık özellikle regl dönemlerinde otaya çıkıyor ve demir eksikliğine neden oluyor. Bu dönemlerde baklagiller, yumurta sarısı, karaciğer, böbrek, balık, maydanoz, badem, fındık, ceviz , kuru üzüm ve diğer yeşil sebzeler yemekte fayda vardır.
Alkol ve kafeinden uzak durun.

Günde 2 kadehten fazla alkol alan kadınlarda osteoporoz riski yüksektir. Aşırı kafein tüketimi de kalsiyum kaybını artırıyor. Bu tür alışkanlardan ya vazgeçin ya da mümkün olduğunca sınırlamaya çalışın.
Bol bol su için.

Suyun sağlıklı yaşam için hayati derecede önemli bir besindir. Kilo vermeyi kolaylaştırarak zayıflamaya yardım eder. Su aynı zamanda güçlü bir detoks sağlayıcıdır. Sabah kalkar kalkmaz bir bardak ılık su ile güne başlarsanız gece boyunca üretilen toksit ve artık maddelerin vücuttan atılmasınını kolaylaştırırsınız.
Read more

Zaman Nedir ? Zaman Özellikleri ? Zaman Hakkında Bilmediklerimiz

1. “Zaman bir aldatmacadır. Öğle tatili de öyle,” diye dalga geçer ‘Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndeki Douglas Adams. Ancak bilim adamları buna gülmüyor. Bazı spekülatif fizik teorileri, zamanın daha temel –zamansız- bir gerçeklikten ortaya çıktığını iddia ediyor.

2. Tüm bu laflarınızı işe geç kaldığınızda patronunuza anlatmak için saklayın. Amerikalı çalışanlar yılda 38 saat mesailerini trafik yüzünden kaçırıyor.

3. Mart ayında saatleri neden ileri almanız gerektiğini biliyor musunuz? Gün ışığından tasarruf, Benjamin Franklin tarafından bir şaka olarak başlatıldı. Parlak yaz sabahlarında insanların daha erken kalkarak gün içinde daha çok çalışacaklarını ve mumlardan tasarruf edileceğini söyleyen Franklin’in bu önerisi 1917 senesinde İngiltere’de uygulamaya konuldu ve buradan da tüm dünyaya yayıldı.


4. Amerika’daki Enerji Bakanlığı, günışığından daha fazla faydalanılan dönemde elektrik taleplerinin 0.5 oranında düştüğünü ve yaklaşık 3 milyon fıçı yağa yakın bir elektriğin tasarruf edildiğini ifade ediyor.

5. Banka veznedarlarının değişimi, etrafta yürüyen yayalar ve konuşan postacılar göz önüne alınarak psikologlar Amerika’da en hızlı ilerleyen kentlerin Boston, Buffalo ve New York olduğuna karar verdi.

6. Hızı en düşük olanlar mı? Shreveport, Sacramento ve Los Angeles.

7. Bir saniye, günün 1/86,400’i olarak tanımlanıyordu ancak yeryüzünün dönümü tam olarak güvenilir değil. Güneş ve Ay’dan gelgitsel sürtünümler gezegenimizi yavaşlatıyor ve her yüzyıl günün uzunluğunu 3 milisaniye artırıyor.

8. Bu demek oluyor ki dinazorlar döneminde bir gün 23 saatti.

9. Hava da günleri değiştiriyor. El Nino’nun olduğu zamanlarda güçlü rüzgârlar yeryüzünün dönüşünü her 24 saatte bir milisaniyelik bir kırılmayla değiştirebilir.

10. Günümüz teknolojisi daha iyi bir yerde olabilirdi. 1972 senesinde 50 ülkeden fazla yerde atomik saatler zaman anlamında en son otorite olarak görülmüştü. Saatler o kadar net ve kesindi ki tek bir saniye kaybetmek için bile 31.7 milyon yıl gerekiyor.

11. Bu zamanı yeryüzünün azalan dönüşüyle senkronize tutmak için her birkaç yılda bir bir artan saniye eklenmek zorunda.

12. Dünyanın en doğru saati olan Colorado’daki Ulusal Standart ve Teknoloji Enstitüsü saati, cıvanın tek bir atomunun titreşimlerini dahi ölçebiliyor. 1 milyar yıl içinde bu saat tek bir saniye bile kaçırmaz.

13. 1800’lere dek her kasaba yerel güneş batışıyla senkronize edilen saatler ve kendi küçük zaman dilimine göre yaşıyordu.

14. Trenlerin ve dolayısıyla kalkış çizelgelerinin ortaya çıkmasıyla bu durum bir karmaşaya sebep oldu. Bir süre için saatlerin hem yerel saati hem de tren saatlerini söyleyebilmesi sağlandı.

15. 18 Kasım 1883’te Amerikan demiryolu şirketleri, standart zaman dilimlerinin adaptasyonunun gerçekleştirilmesini istedi.

16. Demiryolu zamanlarının farklı yerlerdeki saatleri senkronize etme gereğini ortaya çıkarması, Einstein’a zamanla mekanı birbirine bağlayan görelilik teorisini geliştirmesi konusunda ilham kaynağı olmuş olabilir.

17. Einstein yer çekiminin zamanın daha yavaş akmasına sebep olduğunu ortaya çıkardı. Dolayısıyla yeryüzünün çekiminin daha zayıf olduğu yerlere uçan uçak yolcuları, her uçuşlarında birkaç nanosaniye daha fazla yaşlanıyor.

18. Quantum teorisine göre var olabilecek en kısa dakika Planck anı olarak biliniyor ve bu zaman dilimi de 0.0000000000000000000000000000000000000000001 saniye.

19. Zaman hep bilinen bir şey değildi. Pek çok bilim adamı zamanın 13.7 milyar yıl önce Büyük Patlama’da evrendeki diğer her şeyle beraber yaratıldığına inanıyor.

20. Zamanın bir sonu olabilir. Üç İspanyol bilim adamı, genişleyen kozmosun gözlemlenen hızının, zamanın yavaşlamasından kaynaklanan bir yanılgıyla ortaya çıktığını farz ediyor. Hesaplamalarına göre zaman nihayetinde durabilir. Yine hesaplarına göre o an, her şey bir duraklama hâline gelecek.
Read more

13. Cuma Nedir? 13. Cuma Neden Uğursuz Sayılır? 13. Cuma Özellikleri Nedir?

“13.Cuma Sağlığınız İçin Zararlı Mı?” başlıklı 1993’te yapılmış bir tıp araştırmasının özetinde; 13.Cuma’yı çevreleyen sağlık, davranış ve batıl inançlar arasındaki bağlantıların gözden geçirildiğinden bahsediliyor. Araştırmayı yapan kişi 6.Cuma ve 13. Cuma günlerinde gerçekleşen kazaların listesini birkaç sene boyunca tutmuş. Elde edilen sonuçlara göre insanlar 13.Cuma’da araçlarıyla dışarı çıkmayı tercih etmezken hastanelerde araba kazaları yüzünden bulunan insan sayısı, diğer Cuma günlerinde olan kazalara göre çok daha fazla. Böylece çıkartılan sonuç da şu: “13.Cuma kimileri için uğursuzdur. Araba kazalarından hastaneye gitme olasılığı %52’lere kadar çıkabiliyor. O gün evden çıkmamak tavsiye ediliyor.” Paraskevidekatriafobi hastaları (13.Cuma’dan ciddi anlamda korkan insanlar), çoktan heyecanlı bir biçimde bunun sebebini bekliyorlardır. Öyleyse hemen konuya girelim.



En Yaygın Batıl İnanç

Hristiyan inanışına göre haftanın altıncı günü olan Cuma ve 13 sayısı, eski zamanlardan kaldığı söylenilen bir üne sahiptir. Bazı kaynaklara göre Amerika’daki en yaygın inanış 13.Cuma inanışı. Bazı insanlar o gün işe gitmezken bazıları restoranlarda yemek yemiyor, bir çoğu da böyle bir günde evlenmek istemiyor. Bu batıl inanışın ne kadar eski olduğunu söylemek mümkün değil çünkü kökeni konusunda ancak tahminlerle bulunulabilir.

Efsaneye göre 13 kişi yemek yemek için aynı sofraya oturursa içlerinden biri bir sene içinde ölür. Pek çok kentte 13.Cadde ya da 13.Bulvar gibi yerler yoktur. Çoğu binanın 13.katı olmaz. İsminize 13 mektup gelmişse şeytanın şansı sizin olur. Bir cadılar toplantısında 13 cadı olur.

İnsanların 13 sayısını talihsizlikle neden ve nasıl bağdaştırdıkları tam olarak bilinemese de bu batıl inanışın oldukça eski olduğu söyleniyor. Fakat bu konuyla ilgili pek çok teori var. Örneğin bunlardan birinde 13 korkusunun sayı sayma becerisinin başlangıcıyla ilgili olduğu söylenir. İlkel insanlar 10 parmakları ve iki elleri olduğundan 12’ye kadar sayabiliyor ve 13 ile gerisinden, gizeminden korkuyorlardı. Tabii bu teorinin eksik bir tarafı da var: İlkel insanların ayak parmakları yok muydu?



Ölüm ve Yaşam

Eski medeniyetler 13 korkuları konusunda hemfikir değillerdi. Çinliler ve eski Mısırlılar (bir dönem için) bu sayıyı şanslı kabul ediyorlardı. Eski Mısırlılar’a göre hayat, belli evreler aşılarak kendini gösteren ruhsal bir çıkıştır. Bu evrelerin on ikisi bu hayattadır ve on üçüncüsü, sonsuz olduğuna inanılan öbür hayattadır. Bu yüzden 13 sayısı yok oluş anlamından ziyade muhteşem bir dönüşüm olarak görülen ölümü sembolize eder. Mısır medeniyeti kaybolmuş olmasına rağmen 13 sembolizmi devam etti ve bazı aşınmalara uğrayarak günümüze bir uğursuzluk belirtisi olarak geldi.



Lanet

Bazı kaynaklar, batı medeniyetinin ilk günlerinde patriarkal dinlerin kurucuları tarafından, kadınsallığı temsil ettiği için 13’ün kasten yerildiğini söyler. 13, tarih öncesi tanrıçalara tapan kültürlerde kutsal sayılır, çünkü bir sene içindeki aylık döngülere tekabül eder (13×28=364). Güneş takvimi ay takvimini ezince mükemmel sayı 13 değil 12 olur. Böylece 13 bir lanet olarak görülmeye başlanır. Diğer yandan 13 ile ilgili ilk tabulardan birinin de Doğu’da Hindular’da çıktığı söylenir. Bu inanışa göre 13 kişinin herhangi bir sebeple bir araya gelip bir şey yapması şanssızlık getirir. Tuhaf bir biçimde aynı batıl inanç eski Vikingler’de de vardır. Efsanesiyse şöyle anlatılır:

“On iki tanrı, Valhalla’da bir şölene davet edilmişti. Kötü tanrı Loki, Fesatlık Tanrısı, konuk listesinde yoktu fakat partiye yine de geldi. Böylece katılımcı sayısı 13’e çıkmış oldu. Karakterine sadık olan Loki, kör Kış Tanrısı Hod’u ayartarak cehennemi uyandırdı ve tanrıların favorisi olan Balder’e saldırdı. Hod, Loki’nin verdiği ökseotundan mızrağı aldı ve itaatkâr bir biçimde Balder’e vurarak onu anında öldürdü. Tüm Valhalla yasa boğuldu. Çoğunluk öykünün ana fikrinin davetsiz misafirlere karşı dikkatli olun mesajı olduğunu düşünse de Norse mitolojisine göre yemek partilerinde 13 kişi olmasının uğursuzluk getirdiğine inanılmaya başlandı.” Sanki buna destek çıkmak istercesine İncil’de de Son Akşam Yemeği’nde 13 kişinin olduğu söylenir. Ayrıca İsa’nın mitleştirilmiş çarmıha gerilişi de Cuma günü olmuştur.

Bir inanışa göre Cuma günü yatak takımlarını değiştirmek, kötü rüyalar görmenize sebep olur. Cuma günü bir yolculuğa çıkmayın, yoksa başınıza bir kaza gelir. Tırnaklarınızı Cuma günü keserseniz bu size acı getirir. Cuma günü yola çıkan gemiler kötü şanslı olur. Yüz sene önce İngiliz hükümeti, deniziciler arasındaki yaygın batıl inançları kırmak için ‘H.M.S. Friday’ isimli özel bir gemi ayarladı. Gemiyle ilgili her şey, yola çıkışından mürettebatının seçilişine kadar, Cuma günü yapıldı. İsmi Jim Friday (Cuma) olan biri de kaptan olarak seçildi. Fakat insanları yüreklendirmek için yapılan bu çalışma maalesef hüsranla sonuçlandı. Çünkü gemiyi bir daha ne gören ne de hakkında bir şey duyan oldu.

Kimileri Cuma’nın kötü itibarının Cennet Bahçesi’ne kadar uzandığını söyler. Havva’nın Adem’i yasak meyveyle yoldan çıkartmasının Cuma gününe denk geldiği sanılmaktadır. Böylece her ikisi de cennetten kovuldu. Ayrıca Büyük Tufan’ın da bir Cuma günü olduğuna, tanrının Babil Kulesi’ni inşa edenlerin dilini Cuma günü bağladığına, Solomon’un tapınağının Cuma günü yerle bir edildiğine ve İsa’nın bir Cuma günü çarmıha gerildiğine inanılır. Bu yüzden Cuma Hristiyanlar için tövbe günüdür.

Pagan Roma’sında Cuma idam günüydü fakat diğer Hristiyanlık öncesi kültürlerde şabat günü, ibadet günüdür. Bu yüzden o gün kendileriyle ilgili faaliyetlerde bulunan insanlar tanrıların kutsamasını kazanamazlar.

İşi daha da karmaşıklaştıran, bu pagan kuruluşların Kilise’nin kurulmasıyla kaybolmamasıydı. Cuma onların kutsal günüyse Kilise bunun tam tersini yapmalıydı. Böylece Orta Çağ’da Cuma günü Cadılar Şabatı olarak anılmaya başlandı.

131

Şövalyelerin Mason Teşkilatı

Da Vinci Şifresi isimli romanda tarihsel bir gerçek olarak gösterilen teoriye göre, 13 sayısının durumu, bir çarpışmanın değil 700 sene kadar önce gerçekleşen bir felaketin sonucu. Felaket Haçlı seferleri sırasında oluşturulan efsanevi savaşçı keşişlerin katledilmesiydi. 200 sene boyunca savaşçı bir grup olarak ün yapan bu teşkilat, 1300’lere gelindiğinde öyle güçlü bir hâl almıştı ki krallar ve papazlar tarafından politik bir tehdit olarak görüldü, kilise ve devletin ortaklaşa yaptığı bir suikastle de sona erdirildi.

13 Ekim 1307’de Fransız Kral IV. Philip’in muhafızlarının yaptığı toplu tutuklamalarda binlerce şövalye zincirlenerek büyücülük, dine küfür, müstehcenlik ve homoseksüellik faaliyetleri yürütmekle suçlandı. Bu suçlamaların hiçbiri kanıtlanamadı fakat tutuklamalardan yedi sene sonraki dönemde yüzlerce şövalye iğrenç işkencelere maruz kalarak itirafta bulunmaları istendi. Pek çoğu kazıklara takılarak yakıldı ve işkence gördü.



Modern Bir Fenomen

Aslında kimse 19.yüzyıl öncesinden bu inanışla ilgili kesin bir bulguya rastlayabilmiş değil. Daha eski çağlarda yaşayan insanlar 13.Cuma’yı bir talihsizlik günü olarak görüyorlardıysa da bunu belgeleyecek bir kanıt henüz bulunamadı. Sonuç olarak bazı araştırmacılar bunun 20.yüzyıl medyasının doğurduğu modern bir fenomen olduğunu düşünmeye başladı.

Bundan yüz yıl kadar öncesinde 13.Cuma, fabl sözlüğünde adı geçen bir şey bile değildi. Bahsedilen sözlüğün daha sonraki basımlarında böyle bir giriş görülüyor fakat açıklama oldukça basit: “Özellikle şanssız olan Cuma günleri. bknz. 13.” Yani bu karmaşık batıl inanış basit bir düzeye indirgenmiş oluyor:



ŞANSSIZ CUMA + ŞANSSIZ 13 = EN ŞANSSIZ CUMA



Eğer durum böyleyse on üçüncü Cuma’ya böyle bir yafta yapıştırmamız yanlış olur.



Son Bir Not

‘13: Dünyanın En Popüler Batıl İnancının Hikâyesi’ isimli kitapta yazar Nathaniel Lachenmeyer, ‘şanssız Cuma’yla’ ‘şanssız 13’ün birleşmesinin 13.Cuma isimli ve 1907 senesinde basılmış bir romanla ortaya çıktığını söylüyor. Artık unutulmuş olan bu roman, dönem içerisinde basında büyük yer tutmuş ve insanların bu batıl inanca kayma göstermelerine sebep olmuştur. Romancı Thomas W. Lawson’ın bu temeli kendinin yarattığı tam olarak söylenemez, çünkü yazar bunu romanında toplum bililncinde zaten varolan bir şey olarak gösteriyor. Fakat her ne olursa olsun bugüne kadar devam etmiş bir inanışı bu şekilde yaratmış oldu.
Read more

William Shakespeare Hakkında Bilmediğiniz Şeyler? William Shakespeare Kimdir?



1. Shakespeare Bir Uçak Kazasına Sebep Oldu: 1890’larda Amerika’da uyuşturucu üreticisi olan bir Shakespeare fanatiği vardı. Adı Eugene Schieffelin olan bu hayran, Shakespeare’in oyunlarında bahsettiği tüm ötücü kuşların New York’da olmasını istediğinden tüm tarlakuşlarını, ardıçkuşlarını ve sığırcıkları serbest bıraktı. Sığırcıklar Manhattan’da altı yıl kadar durdular ve Doğal Tarih Müzesi’nin saçaklarına yuva kurdular. Fakat sonra göç etmeye başladılar. 1942’de California’ya ulaştılar ve çok fazla zaman geçmeden Alaska’dan Florida’ya kadar her yerde sığırcıkları görmek mümkündü. Bugün mavi kuşlar ve ağaçkakanlar gibi doğal türleri bile yerlerinden edecek kadar çoğaldılar ve milyonlarla ifade edilen sayılara ulaştılar. 4 Ekim 1960’da Boston Havaalanı’ndan kalkan bir Lockheed Electra, 10,000’den fazla sığırcığı pistte ayağa kaldırdı. Motorları boğdular ve uçağın düşmesine sebep olarak 62 kişiyi öldürdüler. Aslına bakılırsa Shakespeare oyunlarından yalnızca IV.Henry’de sığırcıklardan bahsediliyor ve o gönderme tam bir felakete sebep oldu.

2. Shakespeare Apaçilerin Saldırısına Uğradı: İki İngiliz kardeş 1870’lerde New Mexico’da bir hayalet kasabaya geldiler. Amaçları bir madencilik şirketi kurmaktı. Kasabanın adını Shakespeare olarak değiştirdiler, ana caddesine Avon Bulvarı adını verdiler ve eski otel The Stratford oldu. Belli ki oradaki bulaşıkları Billy the Kid yıkıyordu. Shakespeare kasabasının içinden madendeki parçaları taşıyan bir demiryolu geçiyordu ve kasabanın zenginliğinden ötürü topraklarına çöreklenen beyaz göçmenlerden kurtulmak için ellerinden gelen er şeyi yapan Apaçiler tarafından saldırıya uğradı. Böylece 1880’lerde Shakespeare’i ileriki saldırılardan korumak adına muhafaza istasyonu kuruldu.

3. Shakespeare Robben Adası’nda Saklandı: Robben Island Hapishanesi’nde Shakespeare eserlerinden birinin kopası vardı ve Hintli mahkumlardan biri bunu Hindu dua kitabı gibi gösteriyordu. Kitap böylece elden ele dolaştı ve tüm mahkumlar sevdikleri alıntıların altını çizmeye başladı. Walter Sisulu, Venedik Taciri’nden Shylock’un söylediği “Acı çekmek bizim ırkımızın kimliğidir,” cümlesinin altını çizerken bir başkası Fırtına’da Caliban’ın dediği “Bu ada benim,” cümlesini sevdiğini belirtti. Nelson Mandela’nın en sevdiği alıntıysa Julius Caesar’da Caesar’ın söylediği “Korkaklar ölmeden önce pek çok kez ölürler; yiğitlerse onu yalnızca bir kez tadarlar,” idi.

4. Shakespeare Afrika’da Çok Seviliyordu: Shakespeare’in İngiltere dışındaki ilk sahnelenişi Shakespeare yaşarken, 1607 senesinde oldu. Üstelik kulağa tuhaf da gelse bu gösterim Afrika’daki Sierra Leone’da olmuştu. Mürettebatını meşgul tutmak isteyen The Red Dragon (Kızıl Ejder) gemisinin kaptanı William Keeling, Hindistan’a giderken Afrika’dan geçtiklerinde Hamlet’i prova etmelerini istedi. Sierra Leone’a geldiklerinde yerel halktan insanları ve komşu gemiden arkadaşlarını güverteye davet ederek Shakespeare’in ilk uluslararası performansını izletti. Ümit Burnu’ndan geçerken de III.Richard oyununu yaptılar.

5. Aktörlere Shakespeare Oyunlarını Oynamamaları İçin Para Verildi: Shakespeare öldükten sonra şirketi King’s Men hâlâ çalışıyordu ve Batı Midland’da turdalarken Stratford’u ziyaret etmeye karar verdiler. Amaç büyük ihtimalle Holy Trinity Kilisesi’ne yeni dikilen Shakespeare büstünü görmekti. Oraya 1622 senesinde vardıkları biliniyor, çünkü kasaba kayıtlarındaki bir girişte “King’s Men için, performans yok, 6 şiling” ifadesi bulunuyordu. Burası daha çok bir Püriten kasabasıydı ve gösterileri hoş karşılamıyorlardı. Çoğunlukla aktörleri yasaklayıp evlerine gönderirlerdi fakat bu gelenlerin King’s Men olduğunu görünce en azından bir bedel vermeleri gerektiğini düşündüler. 1786’ya kadar Stratford’da Shakespeare oyunu olmadı.

6. Shakespeare’in Ekran Serüveni Sanıldığından Daha Uzundur: Yapılan ilk Shakespeare filmi 1899 yapımı King John’dur ancak 2011, ilk Stratford Shakespeare filminin yüzüncü yıl dönümüdür. Önümüzdeki sene David Tennant’ın Hamlet’i Noel’de BBC’de yayınlanacak ve 2011’in ilk Shakespeare filminin DVD’si de çıkacak. Bu DVD’nin çıkmasından tam 100 yıl önce III.Richard Stratford’da sahnede kameraya alınmıştı. Elbette film sessizdi, bu yüzden de dizeleri büyük ağız haraketleriyle belirtmek, fazla jest kullanmak ve yoğun ışık altında oyun çıkarmak zorundaydılar.

7. Shakespeare Cervantes’ten Alıntı Yapmıştır: Cervantes’in Don Kişot’unun bir bölümüne istinaden yazılmış Shakespeare’in kayıp oyunu Cardenio, Royal Shakespeare Company tarafından yeni tiyatro açıldığında sahnelenecek. 18.yüzyılda yapılan bir adaptasyon vardı ve bu oyunun 1613 senesinde sahnelendiği zannediliyor.

william-shakespeare

8. Shakespeare’in Mezarı Nerdeyse Yerinden Kaldırılıyordu: 1850 senesinde Delia Bacon isimli bir kadın Shakespeare’in mezarını açmak istedi. Kadın, Shakespeare eserlerinin Shakespeare tarafından yazılmadığını iddia eden ilk insanlardan biriydi. İddiasına göre aynı soyadını paylaştığı Francis Bacon, yazıları yazan asıl isimdi. Mezarını açtığında buna ait bir kanıt bulabileceğini söyleyen Bacon, o gece Holy Trinity Church’te kalmak için gerekli izni aldı. Kilisede etrafın ne kadar korkutucu olduğundan ve kendini elindeki fenerle Guy Fawkes gibi hissettiğinden bahsettiği beyanı yarıda kaldı. Çünkü sonunda korkmuş ve mezarı açmadan gitmişti. Belki Shakespeare’in şu sözleri bu sonuçta etkili olmuştur: “Kemiklerimi yerinden oynatanlara lanet olsun.” Bu olay sonrasında kadın Kutsal Ruh olduğuna inanmaya başladı. Yeğeni Amerika’dan gelip onu yanına almak zorunda kaldı. Kadın 1859 senesinde bir tımarhanede öldü.

9. Shakespeare’in Karakteri Yıldızlarda Yazılıydı: Shakespeare boğa burcuydu ve Çin kozmolojisine göre Fare yılında doğmuştu. Yani Shakespeare hırslı, iktidar meraklısı ve geniş hayalgücüne sahip biri olarak yaşamış olabilir.

10. Shakespeare Kendi Tarihini Yeniden Yazdı: On İkinci Gece isimli oyunda Viola ve Sebastian isimli ikizlerden bahsedilir. İkili bir deniz kazası yüzünden ayrı düşmüştür. Shakespeare’in de ikizleri vardı ve kayıtlara göre 2 Şubat’ta Candlemas’ta vaftiz edilmişlerdi. On İkinci Gece’nin ilk kaydedilen sahnelenişi de tam olarak 2 Şubat 1602’de Candlemas’ta oldu. İkizleri Judith ve Hamnet’i ölüm ayırmıştı. Çünkü 1596 senesinde Hamnet aniden ölmüştü. Bu yüzden zavallı Judith 17. doğum gününü tek başına kutlamak zorunda kaldı. Shakespeare’in ayrı düşen bu ikizler hakkında bir şeyler yazması ve sonra sanatı sayesinde yeniden bir araya getirmesi oldukça ilginç.
Read more

Su jok terapisi nedir? Kimlere Yapılır



SU JOK Terapi yönteminin; yüzyılın en önemli keşfi, eller ve ayakların; en gelişmiş makine olan insan vücudunun uzaktan kumandası olduğunu biliyor muydunuz?


Akupunktur ve Reiki Uzmanı Dr. Ayşe Mujdabaeva; vücudumuzda bulunan dört küçük klinik (iki el, iki ayak) sayesinde SU JOK Terapi yöntemini kullanarak tüm hastalıklarınızdan kurtulabileceğimizi söylüyor.



SU JOK nedir diye sorduğumuz Dr. Ayşe Mujdabaeva; “Kore dilinde Su - el, Jok – ayak demektir. İlk olarak Fransız Dr. Nogiyer’in kulağın insan embriyosuna benzemesini fark etmesiyle birlikte, kulakta bulunan 300’den fazla noktanın organlara bağlılığı tespit edilmiş ve tedavi yöntemi olarak günümüzde de kullanılmaktadır. SU JOK Terapi yöntemini ise Güney Koreli Profesör Park Jae Woo keşfetmiş. Çin tıbbını bilen ve yakından takip eden Park Jae Woo, organlara uygun noktaların bütün vücudumuzda bulunduğunu, el ve ayakların organları çok kolay çalıştırıldığını fark etmiş” diyor.


Dr. Ayşe Mujdabaeva, yapılan bilimsel çalışmalar sonrası, günümüzde 17 ülkede bu yöntemin hem öğretildiğini hem de uygulandığını belirtiyor. İnsan bedeninin mükemmel bir makine olduğu biliniyorken, bu mükemmel makinenin içersinde bulunan organların uygunluk sisteminin el ve ayaklarda bulunduğu SU JOK Terapi yöntemi ile keşfedildiğini vurguluyor.


Neden El ve Ayaklar?


İnsan bedeninin uygunluk sisteminin neden el ve ayaklarda olduğunu sorduğumuz Dr. Ayşe Mujdabaeva; “el ve ayaklar incelendiğinde, el ve ayaklardaki bütün parmakların eklemlerden oluştuğunu görüyoruz. Başparmakta iki boğum var. Birinci boğum başa uygun, ikincisi ise boyuna, ikinci ve beşinci parmak kollara uygun, üçüncü ve dördüncü parmaklar ise ayaklara uygundur. Bütün iç organlarımız ise avucumuzun içi ile iletişim halinde el ve ayak ayasına yansıyor. Başparmakta gözlere, buruna, ağza, kulaklara uygun noktalar var. Başımızda hangi hastalık olursa olsun başparmağımıza yansıyor. Mesela başınız ağrıyor, başparmağın ucunda arıyoruz en çok ağrıyan noktayı buluyor ve o noktaya tedaviyi uyguluyoruz. Doğru noktayı bulunduğunda baş ağrısının bir dakika içinde geçtiği gözleniyor. Bunu kaç kişiye yaparsanız yapın aynı sonucu alırsınız. Bin kişiye yapsanız hepsinde aynı şekilde sonuç veriyor” diyor.


Akupunktur ve Reiki Uzmanı Dr. Ayşe Mujdabaeva; tüm hastalıkların tedavisinin de, insanın kendi bedeni içersinde olduğunu, sağlıklı yaşama sanatının kişinin kendi bedenini tanımasıyla gerçekleştiğini vurguluyor. Bu beden insanlara hazır verilmiştir ama ömür boyu bu bedeni korumak insanların sorumluluğu olduğunun altını çiziyor. “Herkes SU JOK Terapi yöntemini öğrenebilir ve hastalıklardan kurtulabilir” diyerek, yüzyılın keşfi SU JOK Terapinin herkesin uygulayabileceği bir yöntem olduğunu sözlerine ekliyor.
Read more

Nelly Furtado - Big Hoops [ Yeni Şarkı ]

Kanadalı şarkıcı 4. İngilizce albümü olacak olan ve 14 Haziran’da piyasaya sürülecek The Spirit Indestructible’dan ilk single olarak Big Hoops (Bigger the Better) adlı şarkıyı çıkardı.
Read more

Kare Ve Dik Prizmalar Nelerdir? Konu anlatımı ve soru örnekleri



Kare Ve Dik Prizmalar İle İlgili Sorular Örnekler
DİK PRİZMALAR
1.Dik Prizmalar ve Özellikleri
Tabanları herhangi bir çok gensel bölge olan yan yüzleri dikdörtgensel bölgelerden meydana gelen cisimlere dik prizma denir.
Prizmalar tabanlarına gore dikdörtgenler prizması,kare dik prizma,üçgen dik prizma,yamuk dik prizma diye adlandırılırlar.
Dik Prizmanın özellikleri:
1.Tabanları eş ve paraleldir.
2.Yan yüzleri dikdörtgensel bölgelerdir.
3.Her bir köşede kesişen ayrıtları birbirine diktir.
4.Yan ayrıtları aynı zamanda yüksekliktir.
5.Tabanları düzgün çokgensel olan dik prizmalara düzgün dik prizma denir.
2.Dik Prizmanın alanlarını ve hacimlerini hesaplama
2.1.Dikdörtgenler prizması
Tanım: Tabanları dikdörtgensel bölge olan dikprizmaya dikdörtgenler prizması denir.
Özellikleri:
1. 6 yüzü 12 ayrıtı ve 8 köşesi vardır.
2. Karşılıklı yüzleri birbirine parallel ve alanları eşittir.
3. Karşılıklı ayrıtları dörder dörder parallel ve uzunlukları eşittir.
4. Bir köşeden çıkan ayrıtlara prizmanın boyuları denir.Bu boyutlar en boy ve yüksekliktir.
5. Bir yüze ait karşılıklı iki köşeyi birleştiren doğru parçasına yüz köşegeni denir.
6. Aynı yüze ait olmayan iki köşeyi birleştiren doğru parçasına cisim köşegeni denir.
……………………….
2.3. Küp
Tanım: Bütün ayrıtları eş olan dikdörtgenler prizmasına küp denir.
Özellikleri
1.Dikdörtgenler prizmasının tüm özelliklerini taşır.
2.Bütün yüzleri birbirine eş karesel bölgelerdir.
……………………….
Üçgen dik prizmanın hacmi
V=Ta.h, V=1/2.a.k.h dir
Tanım: Tabanları düz olan altıgensel prizmaya düzgün altıgen dik prizma denir.
Özellikleri
1.Tabanları düzgün altıgensel bölgedir ve birbirine eşittir.
2.Yan yüzleri birer dikdörtgensel bölgedir ve birbirine eşittirler.
3.Yanal ayrıtları eş ve birbirine paraleldir.Yanal ayrıtlarının her biri prizmanın yüksekliği olur.
4.12 köşesi,18 ayrıtı ve 8 yüzü vardır.
…………………………
2.6.Silindir
Tanım: Bir dikdörtgensel bölgenin kenarlarından biri etrafında 360 derece döndürülmesiyle oluşan cisme dik silindir denir.
Dik silindir tabanları daire olan dik prizmadır. Dik silindirin alanı ve hacmi prizmalar gibi hazırlanır.
……………………….
Konuyla İlgili Örnekler:
1- Bir düzgün altıgen dik prizmanın taban ayrıtlarının birinin uzunluğu 10 cm ve yüksekliği 8 cmdir.
a. Taban alanı,
…………………………
3.Taban ayrıtı 10 cm ve yüksekliği 14 cm olan bir kare dik prizma vardır.
a.Taban alanı
Kare dik prizma tabanları eş ve birbirine paralel olan karelerden oluşan, yan yüzleri eş dikdörtgenlerden oluşan kapalı şekildir. Alt taban ve üst taban olmak üzere iki tabanı ve dört tane yan yüzü vardır. Aşağıda kare dik prizmanın kapalı ve açık hali verilmiştir.
Read more

Eski geometri terimleri nelerdir? Eski geometri anlamları nedir? Eski Matematik Terimleri

Mazrup - Çarpan

Taksim - Bölme

Zarb - Çarpma

Haric- i Kısmet - Bölüm

Kabiliyet-i Taksim - Bölünebilme

Tarh - Çıkarma

Aşari - Ondalık

Mazrubata Tefrik - Çarpanlara Ayırma

Teğet Maksumunaleyh - Bölen

Mazrup - Çarpan

Taksim - Bölme

Zarb - Çarpma

Haric- i Kısmet - Bölüm

Kabiliyet-i Taksim - Bölünebilme

Tarh - Çıkarma

Aşari - Ondalık

Mazrubata Tefrik - Çarpanlara Ayırma

Teğet Maksumunaleyh - Bölen
Read more

Maroon 5 feat. Wiz Khalifa – Payphone [ Türkçe Çeviri]

Özellikle Gym Class Heroes grubunun şarkısı Stereo Hearts'taki vokaliyle çok sevilen Adam Levine grubu Maroon5, Wiz Khalifa vokallerine yer verdiği yeni şarkıları Payphone ile karşımızdalar.
Çeviren : Beyza Nur


I'm at a payphone trying to call home
Ankesörlü telefondayım evi aramaya çalışıyorum
All of my change I spent on you
Tüm bozuk paralarımı sana harcadım
Where have the times gone
Geçirdiğimiz zamanlar nerede
Baby it's all wrong, where are the plans we made for two?
Bebeğim hepsi yanlıştı, ikimiz için yaptığımız planlar nerede?

Yeah, I, I know it's hard to remember the people we used to be
Evet, ben, biliyorum hatırlaması zor olduğumuz kişiyi
It's even harder to picture that you'reanot here next to me
Sen burada yanımda değilken resmetmesi bile güç
You say it's too late to make it
"Artık yapmak için çok geç" diyorsun
But is it too late to try?
Ama denemek için  de mi çok geç?
And in our time that you wasted
Ve harcadığın zamanımızda
All of our bridges burned down
Tüm köprülerimiz yıkıldı

I've wasted my nights
Ben gecelerimi harcadım
You turned out the lights
Sen ışıkları açtın
Now I'm paralyzed
Ben şimdi kötürüm kaldım
Still stuck in that time when we called it love
Hala "aşk" diye adlandırdığımız zamandayım
But even the sun sets in paradise
Ama güneş setleri cennette

I'm at a payphone trying to call home
Ankesörlü telefondayım evi aramaya çalışıyorum
All of my change I spent on you
Tüm bozuk paralarımı sana harcadım
Where have the times gone
Geçirdiğimiz zamanlar nerede
Baby it's all wrong, where are the plans we made for two?
Bebeğim hepsi yanlıştı, ikimiz için yaptığımız planlar nerede?

If happy ever after did exist
Eğer yaşadıklarımızdan sonra mutlu olsaydım
I would still be holding you like this
Hala sana böyle sarılıyor olurdum
All those fairytales are full of sh*t
Tüm bu peri masalları b*kla dolu
One more fucking love song I'll be sick
Bir kahrolası aşk şarkısından sonra hasta olacağım

You turned your back on tomorrow
Sırtını yarına dönmüşsün
Cause you forgot yesterday
Çünkü dünü unuttun
I gave you my love to borrow
Aşkımı sana ödünç vermiştim
But just gave it away
Ama sadece uzağa vermişim
You can't expect me to be fine
İyi olmamı bekleyemezsin
I don't expect you to care
Umursadığını bekleyemem
I know I've said it before
Biliyorum bunu önceden söylemiştim
But all of our bridges burned down
Ama bütün köprülerimiz yıkıldı

I've wasted my nights
Ben gecelerimi harcadım
You turned out the lights
Sen ışıkları açtın
Now I'm paralyzed
Ben şimdi kötürüm kaldım
Still stuck in that time when we called it love
Hala "aşk" diye adlandırdığımız zamandayım
But even the sun sets in paradise
Ama güneş setleri cennette

I'm at a payphone trying to call home
Ankesörlü telefondayım evi aramaya çalışıyorum
All of my change I spent on you
Tüm bozuk paralarımı sana harcadım
Where have the times gone
Geçirdiğimiz zamanlar nerede
Baby it's all wrong, where are the plans we made for two?
Bebeğim hepsi yanlıştı, ikimiz için yaptığımız planlar nerede?

If happy ever after did exist
Eğer yaşadıklarımızdan sonra mutlu olsaydım
I would still be holding you like this
Hala sana böyle sarılıyor olurdum
All those fairytales are full of sh*t
Tüm bu peri masalları b*kla dolu
One more fucking love song I'll be sick
Bir kahrolası aşk şarkısından sonra hasta olacağım

Now I'm at a payphone...
Şimdi ankesörlü telefondayım...

[Wiz Khalifa]
Man work that sh*t
Adamım bu iş b*k
I'll be out spending all this money while you sitting round
Sen burada otururken ben dışarda tüm bu parayı harcayacağım
Wondering why it wasn't you who came up from nothing
Nedenini merak ediyorum neden yoktan gelen sen değilsin
Made it from the bottom
Alttan yapıldı
Now when you see me I'm stunning
Şimdi beni çekici gördüğünde
And all of my cars start with the push up a button
Tüm arabalarım bir butonla hareket etmeye başlayacak
Telling me the chances I blew up or whatever you call it
Bana tüm şansları kaçırdığımı yada neyse öyle adlandırdığını söylüyorsun
Switched the number to my phone
Telefonumun numarasını değiştirdim
So you never could call it
Yani asla arayamazsın
Don't need my name on my show
Şovumda adıma ihtiyacım yok
You can tell it I'm ballin'
Yuvarlandığımı söyleyebilirsin
Swish, what a shame could have got picked
Homo, seçtiğin ne kadar utanç verici olabilir
Had a really good game but you missed your last shot
Gerçekten iyi bir oyundu ama sen son vuruşunu kaçırdın
So you talk about who you see at the top
Yani en tepede kimi gördüğün hakkında konuşabilirsin
Or what you could've saw
Yada ne görebileceğin hakkında
But sad to say it's over for
Ama üzgünüm bittiğini söylediğim için
Phantom pulled up valet open doors
Hayalet uşağı açık kapılardan çekti
Wiz like go away, got what you was looking for
Wiz uzağa gider gibi, neye bakıyordun
Now ask me who they want
Şimdi sor bana kim onları ister
So you can go and take that little piece of sh*t with you
Yani gidebilirsin ve kendinle beraber bir b*k parça alabilirsin

I'm at a payphone trying to call home
Ankesörlü telefondayım evi aramaya çalışıyorum
All of my change I spent on you
Tüm bozuk paralarımı sana harcadım
Where have the times gone
Geçirdiğimiz zamanlar nerede
Baby it's all wrong, where are the plans we made for two?
Bebeğim hepsi yanlıştı, ikimiz için yaptığımız planlar nerede?

If happy ever after did exist
Eğer yaşadıklarımızdan sonra mutlu olsaydım
I would still be holding you like this
Hala sana böyle sarılıyor olurdum
All those fairytales are full of sh*t
Tüm bu peri masalları b*kla dolu
One more fucking love song I'll be sick
Bir kahrolası aşk şarkısından sonra hasta olacağım

Now I'm at a payphone...
Şimdi ankesörlü telefondayım...
Read more