i) Konu: “İlkbahar mevsiminin, kırk yaşını aşmış bir insanda uyandırdığı duygulanmalar ve
bu duygulanmanın odak noktasındaki buruk bir aşk hatırası (henüz 12 yaşında iken
yaşanmış olan masum bir aşk hikayesi) yer almaktadır”.
ii) Özet: “Anlatıcı/kahraman ve ailesi, evin reisi babanın tayini dolayısıyla bir yaz sonu
Anadolu’nun bir şehrine gelirler ve burada son derece sert ve uzun bir kış geçirirler. Bir
sabah ‘kırkikindi yağmurları’yla bütün karlar erir ve ‘yalancı ilkbahar’ gelir. Hastalanan
anlatıcı/kahraman, kış mevsimi boyunca evin içinden dışarı çıkamadığı gibi neredeyse
yatağa bağlıdır. Anlatıcı/kahraman bir sabah, odasının içinden ‘parlak bir kuş’ geçtiğini
görür. Dikkatle baktığında bunun aslında bir kuş değil, dışarıdan tutulan bir ‘aynanın ışığı’
olduğunu fark eder. Pencereye koşup baktığında ise; aynayı tutanın 16-17 yaşlarındaki
komşularının kızı olduğunu görür. Ertesi gün, kendisi de aynı şekilde cevap verir ve bu
durum ‘masum bir aşk oyunu’ halinde devam eder. Ancak, çok geçmeden babasının tayini
başka bir yere çıkar. Eşyalar bir ‘yaylı’ya yüklenir ve şehirden ayrılmak zorunda kalırlar.
Yolda ağaçların arasından sızan güneşi gören anlatıcı/kahraman, geride bıraktığı
sevgisini/sevgilisini hatırlar ve doyasıya ağlar”.
iii) Anlatının İzleksel (Tematik) Yapısı: Hikâye; toplam 11 paragraftan; 78 cümleden
oluşmaktadır: 1. ve 2. paragraflar “Deneme” türünü andıran bir üslupla ele alınmıştır.
Daha hikâyenin başlangıcındaki bu 2 paragraf (1. ve 2. paragraf) ve son paragraf (11.
paragraf) bize farklı bir hikaye kurgusu ile, farklı bir hikaye tekniği ile karşı karşıya
olduğumuzun ip uçlarını vermektedir. “Bir İlkbahar Hikayesi” deneme türü ile bir hayli iç
içe geçmiş bir tarzda kaleme alınmıştır. Yer yer “şiir dili”nin kullanımlarını, imajlarını da
dikkate alırsak bu metinde üç edebi türün izlerinden söz etmek mümkündür: Tabii ki;
hikayenin, denemenin ve şiirin.
I. Başlangıç: 1. paragraf: “Kahraman/anlatıcının ilk bahar hakkındaki öznel
değerlendirmeleri” (1.-4. cümleler arası) ve 2. paragraf: “Kırk yaşını aşmış
insanlardaki ilkbahar algılaması” (5-7. cümleler arası) & “Ömür ve mevsim
arasında kurulan ilişkinin açıklanması” (8.-15. cümleler arası). “Deneme” türünün
özelliklerini yansıtan bu 2 paragraf bir nevi hikayenin “anlatı” kısmı için hazırlık
mahiyetindedir. Hikayedeki anlatı 2. paragrafın son cümlesi ile başlamaktadır:
“Ben böyle bir yalancı ilk baharın hikayesini yazıyorum”.
II. Anlatı: 3. paragraf: “Otuz sene önce anlatıcı/kahramanın ailesinin
(anlatıcı/kahraman 12 yaşında iken) tayin dolayısıyla yaz sonunda bir Anadolu
şehrine gelmeleri ve ‘karlı bir kış geçirmeleri’ (16.-20. cümleler arası) & “Şehre
bahar mevsiminin gelmesi ve baharın etkilerinin görülmesi” (21.-29. cümleler
arası) 4. paragraf: “Bütün kış”ı anlatıcı/kahramanın hasta olarak geçirmesi ve
bunun olumsuz etkilerini yaşaması” (30.-32. cümleler arası); 5. paragraf:
Anlatıcı/kahramanın “Bir sabah ‘şıkır şıkır’ yağmur yağarken parlak bir kuşun
geçtiğini sanması, daha sonra bunun bir aynanın duvara yansımış ışığı olduğunu
anlaması” (33.-41. cümleler arası); 6. paragraf: Anlatıcı/kahramanın pencereye
yönelerek işin iç yüzünü anlamak istemesi ve aynayı tutanın 16-17 yaşlarındaki
komşu kızı olduğunu anlaması” (42.-49. cümleler arası); 7. paragraf: “Ertesi gün
anlatıcı/kahramanın da eline bir ayna alması ve komşu kızına tutması. Bu işin her
sabah yinelenmesi, adeta masum bir aşk oyunu halini alması” (50.-56. cümleler
arası); 8. paragraf: “Bir sabah evlerinin önünde bir yaylı arabanın durması ve
annesinin bu ‘ayna oyunu’na tanık olması” (57.-61. cümleler arası); 9. paragraf:
Anlatıcı/kahramanın “Babasının başka bir yere tayin edildiğini anlaması ve
yolculuk hazırlıklarının yapılarak yola çıkılması” (62.-65. cümleler arası) & 9.
paragraf/10. paragraf: Anlatıcı/kahramanın “sevgilisinden ayrılmanın verdiği
hüzünle yolculuk boyunca ağlaması” (66.-73. cümleler arası)
III. Bitiş: Anlatıcı/kahramanın “anlatı zamanındaki ruh hali ve gerçek sevgiye
duyduğu özlemin anlatılması” 11. paragraf: (74.-78. cümleler arası).
1. METNİN BAĞDAŞIKLIK GÖRÜNÜMLERİ
1.1. Gönderimsel İlişki: Her metinde başka ögelere göre yorumlanabilecek art gönderimsel (Fr.
anaphorique) ve ön gönderimsel (Fr. cataphorique) birimler bulunur. Bu tür yapılar, sıralı cümlelerde
dil ekonomisi adına yapılır, daha uzun aralıklarla yapılanlarda ise, metnin tutarlılığı bağıntısı içinde
değerlendirilir1
.
1.1.1. Art Gönderimsel İlişki (Anaphorique): Genel metin içinde bir şey önce söylenir, sonra aynı
şeye gönderimde bulunulur. Bir kişi, durum ya da nesne anlatının başında kısaca geçer ve
sonra aynı şey ayrıntılı olarak açıklanır. Hikâyede belirlenen art gönderimsel ilişki örnekleri
şunlardır:
• 1. paragrafta; art gönderimsel ilişki kurularak “İlkbahar”ın sözlüksel anlamı (Sait Faik’in
deyimi ile; klasik ilkbahar) yerine; anlatıcının kendisinde uyandırdığı “duygu değeri” ne bağlı
kişisel anlam tasavvuru ifade edilmiştir: “İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir
çılgınlık, olmayacak gibi duran bir şeyin oluşu; ilkbahar şu, ilkbahar bu…”. Ayrıca; Sait
Faik’in öznel bakış açısıyla sunulan “İlkbahar kavramı”nın içine bütün tabiat ve tabiat ögeleri
de girmektedir: “Kuş, papatya, gelincik, çayır, çimen, ağaç, çiçek, mimoza zakkum, su sesi,
hindiba, çingene…Unuttuklarım da çoktur a, en mühimi nisan, mayıs güneşi”. Böylelikle;
“Tabiat” gibi “kolektif” bir kavramı oluşturan “üye” kavramlar sıralanarak bir “sözlüksel ağ”
oluşturulmuştur.
• 3. paragrafta; “Odamın penceresinden ‘Karaçayır’ dedikleri bir koyu yeşil ova görünürdü”.
1.1.2. Ön Gönderimsel İlişki (Cataphorique): Ön gönderimsel ilişki hemen her metinde az ya da
çok bulunur. Genel metin içinde, daha sonra ayrıntılı anlatılacak bir kişi, durum ya da nesne
anlatının başlarında kısaca geçer. Zamirler, bir başka şeyin yerine kullanılan kelimeler art
gönderimsel ve ön gönderimsel anlatımlar için kullanılabilir2
. Metinde belirlenen ön
gönderimsel ilişki örnekleri şunlardır:
• 3. paragrafta: “Kötü, insan boyu karlı bir kış geçirmiştik”.
• 4. paragrafta: “Bu garip, yağmurlu, kara bulutlu, dörtte üçü kapanık havanın içinde…”.
1.2. Bağıntı Ögesi (Connecteur): Metinde bağıntı ögesi olarak daha çok karşıtlık ilişkisi kurmaya
yarayan ‘ama’, ‘yalnız’ kullanılmıştır:
• “Annem eliyle yüzüyle ne biçim işaret etti babama bilmiyorum ama, hiç ses çıkarmadılar” (10.
paragraf); “Kimse yüzüme bir ayna tutmadı. Ama kazara bir ışık, bir ilkbaharda, odamdan
parlak bir kırlangıç gibi geçerse, o gün ne ettiğimi bilmem” (11. paragraf).
• “…Bir sabah evimizin önünde bir yaylı araba durunca şaşırmadım. Yalnız ben ayna oyununda
iken annem tarafından yakalandım” (8. paragraf)
1.3. Aynı Kelimenin Yinelenmesi: Metinde geçen kişi, durum ya da nesnenin metinde yeri geldikçe
yinelenmesi, cümleler arasındaki bağıntıyı sağlamaktadır. Bu ögeler her zaman aynı adla
anılmayabilir. Her dilde aynı kişiyi, eşyayı, durumu, nesneyi belirtmek için değişik kullanım imkânları
vardır. Bu zamir kullanımıdır, eş anlamlı bir kelimedir ya da çağrışımsal bir adlandırmadır
3
.
• 5. paragrafta; Henüz 12 yaşında olan çocuk, -çocukluktan gençliğe geçiş dolayısıyla-hem yaş
olarak zor bir dönemi idrak etmektedir; hem babasının tayini sebebiyle zorunlu olarak yeni bir
çevrede bulunması dolayısıyla, yabancılık ve uyumsuzluk çekmektedir, hem de yoğun ve uzun
süren kış şartları ve üstüne üstlük bir de ağır bir hastalık geçirmesi dolayısıyla da, neredeyse
yatağa bağımlı bir halde yaşamaktadır. İşte, 5. paragrafta geçen “parlak bir kuş” imajı, 12
yaşındaki çocuk psikolojisinin kırılganlığı ve gerilimi içinde adeta “yeniden dirilme”yi,
“canlanma”yı temsil etmektedir. “Birdenbire odanın içinden parlak bir kuş geçti. Kuş bir daha
geçti” cümlelerinde “kuş” motifi tekrarlanarak dilsel bir odaklama yapılmış, daha sonra bunun
“bir aynanın duvara vurmuş ışığı”ndan başka bir şey olmadığı söylenerek, metni çözmesi
beklenen/istenen okurun da 6. paragrafta deşifre edilecek “masum bir aşk oyunu”na
hazırlanmasını sağlayacak bir yanılsamanın içine çekilmesi amaçlanmıştır.
• “Ayna” kavramı metinde yalın şekliyle kullanıldığı gibi, belirtili/belirtisiz tamlama yapısı ve
iyelik grubu yapısı içinde toplam 12 (on iki) defa kullanılmıştır:
Yalın olarak: “Odama ayna muhakkak oradan tutuluyordu” (6. paragraf); “Ertesi gün
benim de elimde bir ayna vardı” (7. paragraf); “Kimsenin yüzüne ayna tutmadım. Kimse
yüzüme ayna tutmadı” (11. paragraf); “Annem garip garip bahçeye, kıza, ayna ışığına,
elimdeki aynaya baktı” (8. paragraf)
Kelime grubu olarak: “Bu, bir aynanın duvara vurmuş ışığından başka bir şey
değildi” (5. paragraf); “Elindeki aynanın ışığı gözüme değdikçe…” (6. paragraf); “O ince ince
gülerek, gözlerini aynamın aksinden kaçırmaya çalışıyordu” (7. paragraf); “…Yine önce onun
aynası odamın duvarında koşar” (7. paragraf); “…O gözlerini güzel elleriyle siper ederek
benim ayna ışığıma bakardık” (7. paragraf); “Yalnız ben ayna oyununda iken annem
tarafından yakalandım” (8. paragraf); “Annem garip garip bahçeye, kıza, ayna ışığına,
elimdeki aynaya baktı” (8. paragraf); “İçimden, bir daha göremeyeceğim ayna ışığı geçti” (9.
paragraf).
• “Güneş” motifi, ilk defa 1. paragrafta ve “en” üstünlük zarfı ile birlikte kullanılmıştır: “…En
mühimi nisan mayıs güneşi”. “Güneş” ayrıca 3. paragrafta “Karlar eridi ama karları eriten
güneş değildi, yağmurdu” ve “Sabahleyin parlak mavi bir gökyüzünde, ısıtmayan, güneş
vurmuş kar gibi soğuk bir güneş görünürdü” ve 9. paragrafta “…Bulutların arkasından bir
güneş bir göründü, bir kayboldu” geçmektedir. İlkbahar, adeta güneşin doğduğu, yükseldiği
bir mevsim olarak kabul edilebilir. İlkbaharın gelişiyle birlikte güneşin doğuşu/yükselişi
“sembolik” olarak “ışık”ın, yani “sevgi”nin doğması, daha doğrusu “sevgi”nin başlaması
anlamına gelmektedir. Nitekim metinde, tayin dolayısıyla, ilk sevgiden/sevgiliden ayrılmak da
yine “güneş” motifi ile, “güneşin batışı” ile sembolik olarak anlamlandırılmıştır. Metinde,
“güneşin inişi, batışı”, metaforik olarak “ışık”ın yani, sevginin/sevgilinin kaybedilmesi
anlamlarına gelmektedir: “Bulutların arkasından güneş bir göründü, bir kayboldu”. Bu masum
sevgiyi “bir daha yaşayamamak”, sevgiliyi “bir daha görememek” kaygısı ile
anlatıcı/kahramanın “hüngür hüngür ağlamaya” başlaması, bu metaforik anlamı daha da
kuvvetlendirmektedir. Anlatıcı/kahramanın içinde bulunduğu bu karamsar ruh hali; yaşadığı
duygunun ilk ve gerçek sevgi deneyimi olmasına bağlanabileceği gibi, daha sonra geçen 30
yılın “sevgisiz” geçmesine de bağlanabilir: “O zamandan bu zamana tam 30 sene geçti.
Kimsenin yüzüne ayna tutmadım. Kimse yüzüme ayna tutmadı” (11. paragraf). Aynı kişiler
olsalar bile, anlatıyı yaşayan ile (yaşadığı var sayılan), anlatıyı kurmaca bir yapı içerisinde
anlatan kişi arasında 30 (otuz) yıllık bir zaman derinliği vardır. 30 (otuz) yıl sonra, olgunluk
dönemini idrak eden, bilgi ve deneyimi artmış olan anlatıcı kendisini soyutlayarak, 30 yıl
önceki haline, yani eski kimliğine uzaktan bakmakta, eski kimliğine bu günün şartları ile, bu
günün bilgi, deneyim ve donanımları ile bakmaktadır. Anlatıcının bilgi, deneyim ve donanımı
artmış olsa da, bu otuz yıl içinde hep eksik olagelen duygu; sevgidir.
Ayrıca, metinde “güneş” göstergesi ile “ayna” göstergesi arasında da anlamsal bir ilinti
kurulmuştur. Güneş; ışık (metaforik olarak sevginin) kaynağı iken, ayna bu kaynaktan gelen
ışığı hem gösteren, hem de yansıtan bir obje olarak kullanılmıştır. Işık sevgiyi sembolize ettiği
gibi; ışıksızlık (karanlık) da sevgisizliği karşılamaktadır.
2. METNİN TUTARLILIK GÖRÜNÜMLERİ
2.1. Özelleştirme: Metindeki tutarlılık yapısının oluşturulmasında en sık baş vurulan bağıntılardan
biri, cümleler arasında kurulan özelleştirme ilişkisidir. Dizideki bütünlüğü bozmadan durumla ilgili
ayrıntıların aktarılmasında, cümleler arasındaki özelleştirme bağlantısından yararlanılmaktadır
4
.
Özelleştirme bağlantısı metnin büyük yapısına yönelik olarak, metnin söze dökülmemiş asıl
değerlendirilmesi gereken bölümünün, metin çözücünün zihninde oluşturulmasında belirgin değerler
taşımaktadır
5
. Metinde geçen kişiler, nesneler, olaylar ve durumlar ile ilgili ayrıntıların aktarılmasında
cümleler arasındaki “özelleştirme” bağlantısından yararlanılmaktadır:
• “Öteki hayvanlar” ibaresinden sonra öteki hayvanlar kümesine ait olan üyeler sıralanarak
özelleştirme bağlantısı kurulmuştur: “…Öteki hayvanlara bakarsak: Bir at…bir kuzu…” (2.
paragraf)
2.2. Genelleştirme: Metindeki tutarlılık yapısının oluşturulmasında cümleler arasında kurulan
genelleştirme ilişkisinden de yararlanılmaktadır. ‘Genelleştirme’ ile, yazar bu metin aracılığı ile
vermek istediği etik mesajın daha somut bir şekilde algılanmasını hedeflemiştir.
• “Yaşı kırkı aşmış bir adamın mevsimler içinde ilkbaharı biraz üzüntü ile duymamasına imkan
yoktur” (2. paragraf).
2.3. Sebep-Sonuç İlişkisi: Sebep-sonuç ilişkilendirmesi de bir içerik bağlantısıdır. Daha çok birleşik
cümle yapıları içinde karşılaşılmaktadır. Metinde, sebep-sonuç ilişkilerinin kurulması genel olarak
“hatırlatma amacı”na hizmet etmekte ve metni somutlaştırmaktadır.
• “Başka bir şeyle ilgim olmadığı için, bir sabah evimizin önünde bir yaylı araba durunca
şaşırmadım” (8. paragraf).
• Anlatıcı/kahramanın burukluğunun, üzüntü içinde oluşunun, yerinde duramayışının, yürek
çırpıntısının nedeni “tam otuz sene”dir gerçek sevgiyi yeniden tadamaması, ilk ve gerçek
sevgi deneyimini unutamamasıdır: “Kimsenin yüzüne ayna tutmadım. Kimse yüzüme ayna
tutmadı”.
2.4. Karşılaştırma: Metinde karşılaştırma bağlantısının kurulması ile; metin çözücünün metindeki
bazı sezdirimleri, çıkarımları ve verilmek istenen mesajı daha kolay ve daha somut bir şekilde
algılayabilmesi amaçlanmaktadır. Metinde karşılaştırma ilişkilerinin kurulması ile; metin çözücünün
dünya bilgisine (world knowledge) baş vurup, etkin olarak metni yorumlaması hedeflenmektedir.
Hikayede belirlenen karşılaştırma ilişkileri ile ilgili örnekler şunlardır:
• 2. paragrafta; “İnsan hayatı” “mevsimler”e benzetilmiştir: “ Şu ömrü mevsimlere benzetenler
iyi etmişler doğrusu”. Bu paragrafta ayrıca “İnsanın ilkbaharı” ile “hayvanların ilkbaharı”
arasında karşılaştırma yapılarak yazarın öne sürdüğü tezin hem somutlaştırılması
hedeflenmekte, hem de bu tezin okur tarafından onaylanması istenmektedir: “İnsanın
ilkbaharı, öteki hayvanlara bakarsak geç başlıyor. Bir at 1 yaşında, hadi 2 yaşında
ilkbaharındadır. Bir kuzu 6 ayda koç olur. Ama insanoğlu ilkbaharını 20’sinden önce idrak
edemez. Yirmisinden evvel idrak edilen ilkbahar, bir Bir kuzu 6 ayda koç olur. Ama insanoğlu
ilkbaharını 20’sinden önce idrak edemez. Yirmisinden evvel idrak edilen ilkbahar, bir yalancı
ilkbahardır”.
• 3. paragrafta anlatı zamanı ile olay zamanı arasındaki farka dikkat çekilerek anlatıcının yaşı
hakkında bilgi verilmektedir: “Tam otuz sene evvel 12 yaşındaydım”.6. paragrafta ise,
anlatıcı/kahraman, odasının duvarına vuran ışığın gizemini çözmüş ve metin içi gönderim
ilişkilerinden yararlanarak, geriye dönük olarak metin çözücünün anlatıcı/kahramanın yaşını
hatırlayarak, onunla gönül ilişkisine giren kız arasında yaş bakımından bir karşılaştırma
yapması istenmiştir: “16, 17 yaşlarında bir kızdı”. 3. paragrafın ilk cümlesi olan “Tam otuz
sene evvel 12 yaşındaydım” cümlesi ile birlikte; “olay zamanı” ile “anlatı zamanı” kesin
çizgilerle ayrılmıştır. “Geriye dönüş tekniği”nin uygulandığı bu ifadelerde anlatıcı/yazarın bu
metne son şeklini 42 yaşında verdiğini anlıyoruz. “Olay zamanı” ile “anlatı zamanı”
arasındaki bu karşıtlık; -aynı kişiler olmasına rağmen- “olayı yaşayan kahraman” ile “olayı
anlatan/düzenleyen sanatkar” arasındaki farklılığı da örtük olarak ortaya çıkarmaktadır.
Çünkü; 12 yaşında daha ergenliğe adım atmamış, hayat deneyimi yetersiz sayılabilecek biri
ile; 42 yaşına gelmiş birikimi, dünya bilgisi ve hayat deneyimi olgunluk düzeyine ulaşmış biri
arasında farklılıklar olması doğaldır.
2.5. Karşıtlık İlişkisi: Metinde karşıtlık ilişkisi kurmak suretiyle, öncelikle nesnel bir anlatım
sağlanmak istenmekte, ayrıca metinde verilmek istenen iletinin okur tarafından onaylanması
hedeflenmektedir.
• 4. paragrafta: Ağır geçen “kış” şartları ve yalancı da olsa kendini hissettiren “ilkbaharın
kokusu”nun bir “karşıtlık ilişkisi” çerçevesinde iç içe yaşanmış olması, çocuk psikolojisinde
büyük bir “gerilim” yaratmaktadır: “Bütün kış hastalıktan başım kalkmamıştı…Bu garip,
yağmurlu, kara bulutlu, dörtte üçü kapanık havanın içinde, öyle insanı alıp avucunda sıkan bir
de ilkbahar, toprak, insan, çayır, ağıl kokusu vardı ki, içimden hep bağırmak, ağlamak, sonra
kaskatı katılıp kalmak geçerdi”.
• Yine 4. paragrafta geçen “Bütün kış hastalıktan başım kalkmamıştı” cümlesinde geçen
“hastalık” kavramı ile; -örtük olarak- “yaşam” ile “ölüm” arasındaki temel karşıtlığa işaret
edilmiştir. Bununla birlikte daha alt planda “sağlık” kavramı ile “hastalık” kavramı arasında
ise bir çelişkinlik ilişkisi vardır. Yani; “sağlık” varsa “hastalık” yoktur, “hastalık” varsa
“sağlık” yoktur, bu iki kavram birbirini dışlamaktadır. Sağlık için var olma durumu (+) ile
gösterilirse; var olmama durumunun da (-) ile gösterilmesi gerekecektir. Aynı şekilde; hastalık
için var olma durumu (+) ile gösterilirse; var olmama durumunun da (-) ile gösterilmesi
gerekecektir. Bu demektir ki; hastalık ve sağlık aynı anda var olma (+) veya aynı anda var
olmama (yok) durumunda olamaz. Biri var ise (+); diğeri yoktur (-); biri yoksa (-) diğeri vardır
(+).Sonuç olarak; Sait Faik’in yazmış olduğu “Bir İlkbahar Hikayesi”; Sait Faik’in hikayecilik
tarzını, tekniğini en iyi yansıtan metinlerden birisi olduğu söylenebilir. Söz konusu hikâyenin ilk iki
paragrafı ve son paragrafı, daha başlangıçta bize farklı bir hikaye kurgusu ile, farklı bir hikaye tekniği
ile karşı karşıya olduğumuzun ip uçlarını vermektedir. Bu itibarla denilebilir ki;“Bir İlkbahar
Hikayesi” deneme türü ile bir hayli iç içe geçmiş bir tarzda kaleme alınmıştır. Yer yer “şiir dili”nin
kullanımlarını, imajlarını da dikkate alırsak bu metinde üç edebi türün izlerinden söz etmek
mümkündür: Hikaye, deneme ve şiir
Kaynak; İLETİŞİM ADRESİ
Doç. Dr. Engin YILMAZ
Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümü
el-mek: eyilmaz@sakarya.edu.tr
kişisel ağ sayfası: http://enginyilmaz1971.sitemynet.com
0 Yorumlarınız