Fevai Arslan Kimdir?

Fevai Arslan, 12 Temmuz 1966'da Düzce'de doğdu. Babasının adı Ahmet, annesinin adı Sabriye'dir.
İş Adamı; Düzce İmam Hatip Lisesini bitirdi.
Serbest ticaretle uğraştı.
Az düzeyde İngilizce bilen Arslan, evli ve 3 çocuk babasıdır.
Read more

Mine Lök Kimdir?

Mine Lök Beyaz, 19 Ağustos 1973'te Ankara'da doğdu. Babasının adı Ömer Lütfi, annesinin adı Gülhan'dır.
Mimar; Gazi Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesini bitirdi.

Özel sektörde çalıştı. Ankara Büyükşehir Belediye Meclis Üyeliği yaptı.

24. Dönemde TBMM Başkanlık Divanı Kâtip Üyesi seçildi.

Orta düzeyde İngilizce bilen Lök Beyaz, evli ve 1 çocuk annesidir.
Read more

2014 Rihanna Diyarbakır Konseri

TÜRKİYE’ye birçok ünlü şarkıcı ve müzik grubunu getiren organizatör Erdem İpekçi, Rihanna’ya, Diyarbakır’da konser vermesi için teklif götürecek. Barbadoslu yıldızın Diyarbakır’a gelmesiyle birlikte dünyanın da bu bölgede güven, barış ve huzurun tesis edildiğine olan inancını arttıracağını belirten İpekçi, "Projemizin devlet nezdinde ve yerel idareciler tarafından sıcak karşılanması halinde, barış sürecine katkı sunmaktan onur duyarım" dedi.


Daha önce Enrique Iglesias, Katy Perry, David Guetta, Roxette ve James Blunt gibi birçok ünlü şarkıcı, DJ ve grubun Türkiye’de konser vermesini sağlayan Life Group Entertainment’ın kurucu ortağı ve organizatör Erdem İpekçi, Rihanna’nın Diyarbakır’da konser vermesi için çalışma başlattığını söyledi. Memleketi Diyarbakır’a 26 yıl aradan sonra gelen Erdem İpekçi, çözüm süreciyle sağlanan ortamdan duyduğu memnuniyet karşısında çok etkilendiğini ve sürece katkıda bulunmak amacıyla bu konseri planladığını söyledi. Çözüm sürecinde alınan mesafeyi, sağlanan birlik, huzur ve güven ortamını artık dünyanın da bilmesi gerektiğini ifade eden İpekçi, "Rihanna’nın Diyarbakır’da vereceği konser ile tüm dünyaya istenilen, huzur, güven ve barış mesajı verilebilir. Bu konserlerin gerçekleştirilmesi için çalışmalara başladık. Konser organizasyonumuzla ilgili Diyarbakır’da görüştüğümüz sivil toplum örgütlerinden önemli destek mesajları aldık" diye konuştu.
’SÜRECE TANITIM OLUR’
Üyesi olduğu Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) ile birlikte Diyarbakır’a geldiği sırada bu projeyi düşündüğünü anlatan İpekçi, "TÜGİAD üyeleriyle Diyarbakır’a geldiğimizde neler yapabiliriz, nasıl katkı sağlarız diye düşündüm. Diyarbakır ve sürece iyi bir tanıtım olur diye dünya starı Rihanna’yı buraya getirmeyi düşündüm. Bu planla ilgili çalışmaya başlarken, GÜNGİAD Başkanı Hakan Akbal ile konuştuk. Bunun için altyapı, güvenlik, stadyum ve yerel yetkililer ile görüşme gibi bilgi alışverişinde bulunduk. Bizim için bir sorun yok ama yüksek güvenlikli öneme sahip bir porje. Altyapısını hazırlamadan olmazdı. Bunun için işbirliğine ihtiyacımız vardı. Bu konuya sıcak bakılması lazımdı. Bu konuda GÜNGİAD Başkanı Akbal ile her konuda fikir birliğine vardık. AB ve Türkiye’nin bu işe sıcak bakması lazım. Dünya starı Diyarbakır’a geldiğinde ’Aaaa ne oluyor, bu kadar star geldiğine göre, huzur ve mutluluk ile normal yaşam devam ediyor’ diyecek. Bizim düşüncemiz bu; yeter ki ulasal ve yerel yöneticilerde karşılığını bulsun" dedi.
GENÇ İŞADAMLARINDAN DESTEK
Güneydoğu Genç İşadamları Derneği (GÜNGİAD) Başkanı Hakan Akbal ise bir süre önce kendisiyle tamasa geçen İpekçi’nin Diyarbakır’da dünyaca ünlü sanatçı Rihanna’nın konser vermesi için destek talebinde bulunduğunu söyledi. Yaptıkları araştırmada Erdem İpekçi’nin Life Group Entertainment ve birçok alanda önemli bir kişilik olduğunu, Türkiye’de önemli organizasyonlara imza attığını örğendiklerini ifade eden Akbal, şunları söyledi:
"Dünyaca ünlü yıldızların Diyarbakır’a gelmesi büyük ses getirir ve dünya basınında geniş yer bulur. Bu organizasyonların başarıyla hayata geçmesi için elimizden geleni yapacağız. Bu konserlerin aynı zamanda farklı anlamları da olacak. Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin tanıtımına büyük katkı sunar. Çözüm süreciyle birlikte oluşan huzur, güven ortamını en güzel şekilde dünyaya aktarma fırsatı oluşacak. GÜNGİAD olarak Rihanna’nın Diyarbakır’a gelip konser vermesi için elimizden geleni yapmaya hazırız. Bu çerçevede, valilik ve belediye yetkilileriyle görüşeceğiz. Umarım Rihanna’nın Diyarbakır’a gelmesine vesile oluruz."
 
Kaynak ; http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25434916.asp
Read more

2014 Maliye Uzman Yardımcılığı Alım İlanı Başvuru Formu Doldur

T.C. MALİYE BAKANLIĞI MALİYE UZMAN YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI DUYURUSU
Maliye Bakanlığı merkez teşkilatında yer alan Başkanlık, Genel Müdürlük ve Müstakil Daire Başkanlıklarında çalıştırılmak üzere aşağıda gösterilen alanlarda ve alanlar itibarıyla belirtilen sayıda sınavla Maliye Uzman Yardımcısı alınacaktır.
Maliye Uzman Yardımcılığı Giriş Sınavına 7-8 Temmuz 2012 ve 6-7 Temmuz 2013 tarihli Kamu Personel Seçme Sınavlarından aşağıda gösterilen KPSS puan türlerinden 80 ve üzeri puan almış olan adaylar başvuruda bulunabilecektir.

Adaylar en fazla bir alandan başvuruda bulunabilecektir.
Adaylar başvuruyu belirtilen puanlardan sadece birisi üzerinden yapabilecekleri için aldıkları en yüksek puan türünü kullanmaları lehlerine olacaktır.
Alanlar itibarıyla atama yapılacak kadro sayısının, en fazla yirmi katı kadar aday giriş sınavının yazılı bölümüne; en fazla dört katı kadar aday ise sözlü bölümüne çağrılacaktır. Alanlar itibarıyla sınava katılabilecek adaylara ilişkin liste, puanı en yüksek adaydan başlamak suretiyle düzenlenecektir.
Bunlardan son sıradaki adayla aynı puanı alan adaylar da giriş sınavına çağrılacaktır.
II-SINAV TARİHİ VE YERİ:
a) Giriş sınavının yazılı bölümü 16/3/2014 tarihinde (Pazar günü) Ankara'da yapılacaktır.
b) Giriş sınavının yazılı bölümüne katılmaya hak kazanan adaylar ile bunların sınava giriş yerleri ve saati; e-Devlet portalı (www.turkiye.gov.tr), Maliye Bakanlığı (www.maliye.gov.tr) ve Personel Genel Müdürlüğü (www.pergen.gov.tr) internet sayfalarında sınavdan en az 10 gün önce ilan edilecektir. Personel Genel Müdürlüğü Sınav Bilgi Sistemi üzerinden sınava giriş belgesi alınabilecektir. Adaylara ayrıca sınava giriş belgesi gönderilmeyecektir.
c) Yazılı sınavda başarılı olanlara, sözlü sınavın yeri, günü ve saatine ilişkin yazı, sınav tarihinden yirmi gün önce gönderilecek ve yazılı sınavda başarılı olanların listeleri Maliye Bakanlığı ve Personel Genel Müdürlüğü internet sayfalarında duyurulacaktır.
III-SINAVA BAŞVURU ŞARTLARI:
Giriş sınavına katılmak isteyenlerde son başvuru tarihi (14/2/2014) itibarıyla aşağıdaki şartlar aranır.
a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımak,
b) Genel alanından başvuranlar için üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler fakülteleri veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtiçindeki veya yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olmak,
c) Hukuk alanından başvuranlar için üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler fakülteleri veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtiçindeki veya yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olmak,
ç) Bilişim alanından başvuranlar için üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren mimarlık, mühendislik, fen-edebiyat, eğitim ve eğitim bilimleri fakültelerinin aşağıdaki tabloda gösterilen bölümlerinden veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtiçindeki veya yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olmak,
TABLO
Bilgisayar Mühendisliği, Bilişim Sistemleri Mühendisliği, Elektrik-Elektronik Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Enformasyon Teknolojileri, Fizik, Fizik Mühendisliği, Matematik, Matematik Mühendisliği, Matematik ve Bilgisayar Bilimleri, Matematik-Bilgisayar, Yazılım Mühendisliği, Yönetim Bilişim Sistemleri, İstatistik, İstatistik ve Bilgisayar Bilimleri, Bilgisayar Bilimleri, Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri, Bilişim Sistemleri ve Teknolojileri, Elektronik Mühendisliği, Endüstri Sistemleri Mühendisliği, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği
ç) KPSS'den, "I-SINAVA İLİŞKİN BİLGİLER" bölümünde belirtilen puan türlerine göre yeterli puanı almış olmak,
d) 2014 Yılı Ocak ayının birinci günü itibarıyla otuz beş yaşını doldurmamış olmak (1/1/1979 tarihinde veya bu tarihten sonra doğmuş olmak),
e) Başvuruyu süresi içerisinde yapmış olmak.
Ancak, 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesinin son fıkrası kapsamında, lisans öğrenimlerini 2/8/2013 tarihinden önce bitirenlerden otuz beş yaş şartı aranmayacaktır. Bu kapsamda başvuruda bulunmak isteyenler, durumlarını belgelendirmek kaydıyla, başvurularını elden veya posta yoluyla yapacaklardır.
IV- SINAV BAŞVURUSU:
a) Başvurular 3/2/2014 tarihinde başlayıp 14/2/2014 tarihinde saat 17:30 da sona erecektir.
b) Giriş sınavına başvuru, Maliye Bakanlığı (www.maliye.gov.tr) veya Personel Genel Müdürlüğü (www.pergen.gov.tr) internet sayfası üzerinden elektronik ortamda yapılacaktır. Ancak, istenmesi halinde belirtilen internet sayfalarında yayımlanacak olan Başvuru Formu doldurularak elden veya posta yoluyla da başvuru yapılabilir.
c) Bakanlık veya Personel Genel Müdürlüğü internet sayfası üzerinden elektronik başvuru yapanların, Başvuru Formunun imzalı bir örneğini bu duyuruda yer alan "İletişim Bilgileri"nde belirtilen adrese veya sınav günü, sınav başlamadan önce sınav salon yetkilisine teslim etmeleri zorunludur.
ç) Elden veya posta yoluyla başvuruda bulunmak isteyenler doldurdukları Başvuru Formunu başvuru süresi içerisinde, en geç 14/2/2014 tarihi mesai saati sonuna kadar (Saat 17:30), bu duyuruda yer alan "İletişim Bilgileri"nde belirtilen adrese teslim etmek veya Bakanlık Genel Evrakına ulaştırmak zorundadırlar. Postadaki gecikmeden dolayı zamanında ulaşmayan başvurular işleme konulmayacaktır.
V- SINAV ŞEKLİ VE SINAV KONULARI:
Giriş sınavı, yazılı ve sözlü olarak iki aşamada yapılacaktır. Yazılı sınavda başarılı olamayanlar sözlü sınava alınmayacaktır. Giriş sınavının yazılı bölümü test usulünde sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki oturum halinde gerçekleştirilecektir. Sınav konuları aşağıdaki gibidir:
A-Yazılı sınav konuları;
1) Genel alanından sınava girecekler için;
a) İktisat Grubu:
1) Mikro ve makro iktisat,
2) İktisat politikası,
3) İşletme iktisadı,
4) Uluslararası iktisat.
b) Maliye Grubu:
1) Maliye teorisi,
2) Kamu harcamaları ve bütçe,
3) Kamu gelirleri ve Türk vergi sistemi,
4) Maliye politikası.
c) Hukuk Grubu:
1) Anayasa hukuku,
2) Medeni hukuk (Başlangıç-kişiler hukuku-eşya hukuku),
3) İdare hukukunun genel esasları ve idari yargı,
4) Borçlar hukuku (Genel hükümler),
5) Ticaret hukuku (Başlangıç-ticari işletme-ticaret şirketleri-kıymetli evrak),
6) Ceza hukuku (Genel hükümler).
ç) Muhasebe Grubu:
1) Genel muhasebe,
2) Şirketler muhasebesi.
2) Hukuk alanından sınava girecekler için;
a) Kamu Hukuku Grubu: Anayasa hukuku, İdare hukuku, Ceza hukuku,
b) Özel Hukuk Grubu: Medeni hukuk, Borçlar hukuku, Ticaret hukuku,
c) Takip ve Usul Hukuku Grubu: Hukuk yargılama usulü, Ceza yargılama usulü, İdari yargılama usulü, İcra ve İflas hukuku,
ç) İktisat ve Maliye Grubu: Mikro ve makro iktisat, Kamu maliyesi, Maliye politikası.
3) Bilişim alanından sınava girecekler için;
a) Sistem ve Ağ Grubu: İşletim sistemleri (Microsoft, Pardus, Linux, Unix, Solaris), Sunucu-İstemci mimarisi, Ağ mimarileri, Ağ güvenlik sistemleri, Ağ protokolleri,
b) Yazılım Grubu: Yazılım mimarileri, Yazılım mühendisliği, Algoritmalar ve Programlama, SOA (Servis tabanlı mimari), Programlama dilleri (Microsoft.NET, PL/SQL, SQL, C, Java, ASP, PHP), CMMI, SPICE yazılım geliştirme ortamları,
c) Veri Tabanı Grubu: Oracle, DB2, Sybase, SQL,
ç) İktisat, Maliye ve Hukuk Grubu: İktisat politikası, Maliye politikası, Anayasa hukuku, Medeni hukuk (Başlangıç-Kişiler hukuku).
Yukarıda alanlar itibarıyla belirtilen konu grupları, yazılı sınavın genel çerçevesini belirlemekte olup, her konu grubunda yer alan konuların tamamından soru sorulacağı anlamına gelmemektedir.
B- Sözlü sınav konuları: Sözlü sınavda adaylar;
a) Yazılı sınav konularına ilişkin bilgi düzeyi,
b) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
c) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, ç) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
ç) Genel yetenek ve genel kültürü,
d) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı,
yönlerinden ayrı ayrı puan verilmek suretiyle değerlendirilecektir.
Giriş sınavında iktisadi, mali ve hukuki konuların tartışılmasına, değerlendirilmesine, yorumlanmasına ve çözüm önerileri getirilmesine yönelik sorulara da yer verilebilir.
VI-DEĞERLENDİRME:
Yazılı sınavın değerlendirilmesi:
Yazılı sınav, yüz tam puan üzerinden değerlendirilir. Yazılı sınavı başarmış sayılmak için her konu grubundan en az elli puan alınması ve bunların ortalamasının en az yetmiş puan olması şarttır.
Sözlü sınavın değerlendirilmesi:
Adaylar bu duyurunun, "V-SINAV ŞEKLİ VE SINAV KONULARI" başlıklı bölümünün, sözlü sınav konularının (a) bendi için elli puan, (b) ila (e) bentlerinden her biri için onar puan üzerinden değerlendirilir.
Sözlü sınavı başarmış sayılmak için komisyon başkan ve üyelerinin yüz üzerinden verdikleri puanların ortalamasının en az yetmiş olması zorunludur.
Giriş sınavını başarmış sayılmak için yazılı ve sözlü sınavların her birinden en az yetmiş puan alınması zorunludur. Giriş sınavında başarılı olanların yazılı ve sözlü sınav puanlarının ortalaması başarı sırasını oluşturur.
En yüksek puandan başlamak üzere başarı sırasına göre Genel alandan 100 aday asil, en fazla 50 aday yedek, Hukuk alanından 50 aday asil, en fazla 25 aday yedek, Bilişim alanından ise 25 aday asil, en fazla 13 aday yedek olarak belirlenerek ilan edilecektir. Puanların aynı olması halinde sırasıyla yazılı puanı ve giriş sınavına başvurduğu KPSS puanı yüksek olana öncelik tanınacaktır.
Giriş sınavında yetmiş ve üzerinde puan almış olmak sıralamaya giremeyen adaylar için müktesep hak teşkil etmez.
VII- SINAV SORULARININ İLANI, SINAV SONUÇLARININ DUYURULMASI VE İTİRAZ:
a) Sınav soruları ve cevap anahtarı Personel Genel Müdürlüğü (www.pergen. gov.tr) internet adresinde üç iş günü içinde ilan edilecektir.
Sorulara, ilanı takip eden yedi gün içinde Maliye Bakanlığında olacak şekilde yazılı olarak itiraz edilebilir. İtirazlar bu sürenin bitiminden itibaren, sınav komisyonu tarafından en geç on gün içinde değerlendirilerek sonucu ilgiliye bildirilecektir.
b) Sınav sonuçları, Maliye Bakanlığı (www.maliye.gov.tr) ve Personel Genel Müdürlüğü (www.pergen.gov.tr) internet sayfalarında yayımlanmak suretiyle duyurulacaktır.
Yazılı sınav sonuçlarına, sonuçların açıklanmasından itibaren yedi gün içinde Maliye Bakanlığında olacak şekilde yazılı olarak itiraz edilebilir. İtiraz bu sürenin bitiminden itibaren, sınav komisyonu tarafından en geç on gün içinde değerlendirilerek sonucu ilgiliye bildirilecektir.
VIII- GÖREV YERLERİ:
Giriş sınavında başarılı olup, Maliye Uzman Yardımcısı olarak ataması yapılan adayların görev yapacağı birim (Maliye Bakanlığı merkez teşkilatında yer alan Başkanlık, Genel Müdürlük ve Müstakil Daire Başkanlıkları), mesleki temel eğitimin sonunda, hizmetin gereği ve birimlerin talebi dikkate alınarak ilgili komisyon tarafından belirlenecektir.
IX- DİĞER HUSUSLAR:
a) Adaylar, sınavda kimlik tespitinde kullanılmak üzere fotoğraflı ve geçerli bir kimlik belgesini (nüfus cüzdanı, T.C. kimlik numarası olan sürücü belgesi veya pasaport) yanlarında bulunduracaktır.
b) Diploma veya mezuniyet belgesi ya da denklik belgesi asıllarının sözlü sınav öncesinde Personel Genel Müdürlüğüne ibrazı zorunlu olduğundan, bir örneği onaylanarak alınacak ve aslı ilgiliye iade edilecektir.
c) Giriş sınavını kazananlardan başvuru formunda gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınav sonuçları geçersiz sayılarak atamaları yapılmaz. Atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir. Bunlar hiçbir hak talep edemez.
ç) Gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu veya belge verdiği tespit edilenler hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır.
ç) 14/2/2014 tarihi mesai saati (17:30) sonuna kadar ulaşmayan başvurular dikkate alınmayacağından, adayların elektronik ortamda meydana gelebilecek veya oluşabilecek diğer aksaklıkları göz önüne alarak, başvurularını son güne bırakmamaları gerekmektedir.
İlan olunur.
İletişim Bilgileri: Adres:
Maliye Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Sınav Hizmetleri Şubesi 3. Kat Oda No:307 Dikmen Caddesi (06450) Çankaya/ANKARA
Tel : 0 (312) 415 20 54- 415 20 55 - 415 21 14 Faks : 0 (312) 425 04 43 - 424 06 39 
Read more

Mevsimler Nasıl Oluşur ?

Mevsimler dünyanın hangi hareketi sonucu oluşur.

Mevsimler dünyanın yatay hareketi ile oluşur. Dünyamız kendi ekseni etrafında dönerken Dünya'nın ekseni ile yörünge düzlemi arasında oluşan eğimin değişimiyle oluşur. Bu eğim arttığında Güneşin Dünya'ya ulaşan ışınlarının açıları da artar. Işık açısı arttığında ısıtma derecesi düşer ve o yarım kürede hava sıcaklıkları da doğal olarak düşer. Kış mevsimi hakim olur. O esnada diğer yarım kürede ışınların açı derecesi de tam aksine 90 dereceye daha fazla yaklaşır ve ışınlar daha dik bir açıyla diğer yarım küreye ulaşacağından hava sıcaklıklarını arttırır ve o bölgede de yaz mevsimi hakim olur.

Read more

Ebru Gündeş Kocası Reza Zarrab'ın Hakkında Açıklamaları

Kocası Reza Zarrab'ın tutuklanması üzerine Star TV ekranlarında yayınlanan O Ses Türki'de jüri üyeliği yapan Ebru Gündeş'in canlı yayına çıkıp çıkmayacağı merak konusuydu. Canlı yayına katılan Ebru Gündeş yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına boğuldu. Gündeş, "Çok şaşkın ve çok üzgün olduğum bir konu. Reza benim çocuğumun babası ve benim de kocam. Biz evlenirken bir söz verdik iyi günde kötü günde diye. Biz bir karanlıktan geçiyoruz. Biliyorum ki bu karanlığın da bir sabahı var. Allahım inşallah bu kara günlert çabuk geçer çünkü çocuğumun incinmesini istemiyorum. Bu gece arkadaşlarımdan ricam vücut olarak burdayım ama duygu olarak asla burada değilim çünkü içim kan ağlıyor" dedi.

Read more

Merve Erdoğan Kimdir?

Merve Erdoğan (d. 22 Haziran 1991, Niğde), Türk oyuncu.
3 yaşında oyunculuk yapmaya başlamıştır. Bücür Cadı dizisinde başrol oyuncusu olarak ilk kez ekran karşısına çıkmıştır. Bücür Cadı dizisinden sonra tiyatro eğitimine ağırlık vermiş, Müjdat Gezen Sanat Merkezi, Üsküdar Müsiki Cemiyeti, Sadri Alışık Tiyatrosu'nda eğitim almıştır. 7 yıllık bir aradan sonra yeniden Arka Sıradakiler dizisiyle ekranlarda görülmeye başlamıştır.


‘Sevdaluk’ dizisindeki rolünüzden bahseder misiniz?
‘Sevdaluk’ta Gonca adında neşeli, bıcır bıcır bir kızı canlandırıyorum. Aslında hukuk fakültesini kazanmış fakat ailevi nedenlerden dolayı gidememiş ve bu kırıklığı içinden hiç atamamış bir kız. Askerde çok âşık olduğu bir sözlüsü var, dört gözle onu bekliyor.
Dizi ilk bölümüyle büyük beğeni topladı. Sırrı nedir bu başarının?
Ben en büyük başarısının samimiyet olduğuna inanıyorum. Hem kamera arkası hem kamera önü özenle kurulmuş bir ekip. Üzerine çok çalışılmış bir proje, işinde çok profesyonel insanlarla bütünleşince sonuç tadına doyulmaz oldu.

Dizi için sürekli Rize’desiniz. Arkadaşlarınızdan ve ailenizden ayrı kalmak zor olmuyor mu?
Yıllardır tiyatroda turne yaptığım için mesafelere alışık olsam da ilk kez bu kadar ayrıldık. Ama hem ailemle hem arkadaşlarımla her an irtibat halindeyim ve ara ara yanlarına gidiyorum. Ayrıca Rize’de o kadar güzel bir çevrem oldu ki değil zorlanmak aksine her şey çok keyifli.

Yaşınız çok genç. Meslekte idealleriniz nelerdir?
Evet, 22 yaşındayım. İşimi gerçekten çok seviyorum ve sevdiğim mesleği yapabildiğim için şükrediyorum. Kendimde hep yeni bir şeyler keşfedeceğim ve içinde bulunmaktan keyif alacağım projelerle dolu geçecek bir meslek hayatı planlıyorum.

Çok büyük bir oyuncu kadrosu var dizide. Bu diziden teklif gelince neler hissettiniz? 
Gerçekten böyle bir kadroyla aynı projede olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Senaryoyu ve Gonca’nın karakter analizini okuyunca anında vuruldum.Üstüne bu kadar usta ismi bir arada duyunca, “Bu işte olmalıyım” dedim, çok istedim ve şimdi buradayım.

Setten arta kalan zamanlarda vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Ben bol bol geziyorum. Etrafı keşfediyorum, hava şartları uygunsa toplu olarak yaylalara çıktığımız da oluyor. Bir de son favorim örgü. Elimde şişler, yünler atkı ve bereler örüyorum boş vakitlerimde.

Şive konusunu nasıl hallettiniz?
Benim canlandırdığım karakter diğer birkaç karakterle birlikte şive kullanmıyor ama Rize’ye geldiğimizde şive kullanan arkadaşlarımızın çalışmalarına biz de katıldık. Dizide kullanmasak da şive konusunda epeyce ilerledik.


Galeriyi daha rahat gezmek için klavyenizdeki  tuşlarını kullanabilirsiniz.
Oyunculuk eğitimi aldınız mı?

Müjdat Gezen Sanat Merkezi ve Sadri Alışık Kültür Merkezi'nde başladım oyunculuk eğitimime daha sonra Özel Moda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi Tiyatro Bölümü'nü bitirdim, şimdi de Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü 3.sınıf öğrencisiyim.

Oyunculukla tanışma serüveniniz nasıl oldu?
Oyunculukla dört yaşımda annemin beni ajansa yazdırmasıyla tanıştım. Hemen dizilerde oynamaya başladım tiyatro eğitimi almaya başladığım anda da hem dizi hem sahne bir arada yürümeye başladı. Ailemle ve Mandalina Ajans'ın kurucuları olan menajerlerim Temmuz Karikutal ve Canda Karikutal'la sırt sırta vermiş durumdayız. Ailem her konuda yanımdadır,Temmuz ve Canda'yla iş ilişkisinden önce yıllara dayanan bir arkadaşlık ilişkimiz var zaten. her projeyi birlikte değerlendirir öyle adım atarız.
Sevdaluk'un ilerleyen bölümlerinde izleyiciyi neler bekliyor?

Bir değil onlarca var. Beni zorlayacak üzerinde çok çalıştıracak çok araştırma yaptıracak karakterler canlandırmak isterim. Şizofren ya da aşırı takıntı sahibi biri bunlardan sadece ikisi mesela.

Kaynak; Haberturk



Read more

Enzimleri Adlandırıırken Nelere Dikkat Edilir

Etkilendikleri substratın veya reaksiyonun sonuna –az eki getirilerek adlandırılırlar.

Substrata göre : Lipid ------------- Lipaz
Maltoz ------------Maltaz
Protein ----------- Proteinaz 

Reaksiyona göre : Hidroliz --------------- Hidrolaz
Oksidasyon ---------Oksidaz 
Read more

Vücut Isısının Aşırı Yükselmesi Veya Düşmesinin Vücut Faaliyetlerine Etkisi Nelerdir?

Vücut Isısının Aşırı Yükselmesi Veya Düşmesinin Vücut Faaliyetlerine Etkisi

Vücut Isısının Aşırı Yükselmesi

Gün içinde değişiklikler gösteren vücut ısımız sabahın erken saatlerinde en düşük, akşam üzeri ise en yüksek değerlerine ulaşır. Buna göre, dil altından ölçülen vücut ısısının sabah 6”” da 37.2 dereceden, akşam üzeri 4”” de 37.7 dereceden daha fazla olması ateş yüksekliği veya kısaca ateş olarak tanımlanır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, dil altından ölçülen vücut ısısının makattan ölçülen ısıdan 0.6 derece daha düşük, koltukaltı ısıdan ise 0.4 derece daha yüksek olduğunu vurguluyor. Vücut ısısında mevsimsel farklılıklar olabileceği gibi, gebelik, yemek yeme, endokrin faktörler, yaş … gibi fizyolojik değişiklikler de bazal vücut ısısını etkilerler.

VÜCUT ISISININ DÜZENLENMESİ

Vücut ısısının, çevredeki ısı farklılıklarından etkilenmeden sabit kalması, beyindeki termoregülatör merkez tarafından sağlanır. Bu merkez sayesinde, dokulardaki ısı üretimi ile ısı kaybı dengede tutulur ve böylece vücut iç ısısı 37 derece civarında kalır.

Ateşin organizmaya hem yararlı ve hem de zararlı bazı etkileri vardır.

Yararlı etkilerinin en önemlisi bazı bakterilerin yüksek ateşte daha az üremeleri ve hastalık yapıcı etkilerinin daha az olmasıdır. Zararlı etkileri ise vücut ısısının her bir derece yükselmesi ile oksijen tüketimini %15 artması ve bunun sonucunda da kalori ve sıvı ihtiyacının da artmasıdır. Vücut ısısının artması solunum ve kalp hızını artırır. Bu durum çocuklarda daha belirgindir. Ateş yükseldiği halde nabzın hızlanmaması tifo, bruselloz gibi hastalıklarda ve bazı ilaçlara bağlı ateşlerde görülür

ATEŞİN BELİRTİLERİ

Hastalar ateşi oldukça farklı şekillerde algılarlar. Bazıları yüksek ateşleri olduğu halde bunun farkında bile değillerdir. Bazıları ise hafif ateş yükselmelerinden bile ileri derecede rahatsızlık duyarlar. Bir kısım hasta, ateşten değil, ona eşlik eden baş ağrısı, yaygın kas ve eklem ağrıları, iştahsızlık, halsizlik ve uyku hali… gibi belirtilerden daha çok yakınır. Vücut ısısının yükselmesi vücudumuzda uyku halinde bulunan herpes virüsünü aktive ederek dudaklarda uçuklara neden olabilir.

TİTREME VE ÜŞÜME

Termoregülatör merkezin yeni ayarı ile kanın ısısı arasındaki uygunsuzluk sonucudur. Üşüme hissi, kanın ısısı bu yeni değere ulaşıncaya kadar devam eder.

Üşüme, deride damarların büzüşmesi ve ürperme ile beraberdir. Bazı hastalarda aşırı derecede üşüme hissi ile birlikte titremeler de olur. Dişler birbirine çarpar, şiddetli kas kasılmaları oluşur. Bu durum dilimizde ””zangır zangır titremek”” deyimi ile ifade edilir. Amaç, kaslarda ısı oluşumunu artırarak kanın daha fazla ısınmasını sağlamaktır.

TERLEME

Isı kaybettiren mekanizmaların aktivasyonu ile meydana gelir. Bu, ya ateş düşürücü ilaç alınmasına veya ateşi doğuran uyarıların ortadan kalkmasına bağlıdır. Tüberkülozlu hastalar ateşten çok, özellikle geceleri artan terlemeden şikayetçidirler.

BİLİNÇ DEĞİŞİKLİKLERİ VE HAVALE

Ateşin bilinç üzerine olan etkileri küçük çocuklar ve çok yaşlılar ile bunama, karaciğer veya böbrek yetersizliği olanlarda daha fazla görülür. Bebeklerdeki havalelere hastalığın başlangıç döneminde ve 40 derece üzerindeki ateşlerde daha çok rastlanır.
Vucut Isısının Aşırı Düşmesi

Hipotermi: Soğukta vücut ısısının düşmesi
Sibirya soğukları özellikle büyük şehirlerde yaşamımızı ciddi şekilde etkiliyor. Sıcak evlerinde oturanlar karın ve kışın keyfini çıkarıyor olsalar da, dışarı çıkmak ve özellikle de açık havada çalışmak zorunda olanları ciddi sağlık problemleri bekliyor.

Soğuğa maruz kalanlarda en çok görülen acil durumlar soğukta kalan organların özellikle el ve ayak parmaklarının, yüz, burun ve kulak gibi organlarda görülen soğuk ısırması ve lokal donmalar ile tüm vücudun etkilendiği hipotermi, yani vücut ısısının düşmeye başlamasıdır.

RİSK ALTINDA OLANLAR
Hipotermi, özellikle askerler, avcılar, balıkçılar, çobanlar, kayak yapanlar? gibi dış ortamda bulunmak ve çalışmak zorunda kalanlarda ve evi barkı olmayan insanlarda ortaya çıkar. Küçük çocuklar ve ileri yaştakilerde de risk yüksektir.

Hipoterminin oluşumunda bulunulan ortamın ısısının düşüklüğü yanında, rüzgârın şiddeti, kişinin vücudunun nemli olması, hareketsizlik, susuzluk veya açlık gibi enerji kaynaklarının yetersizliğinin de büyük önemi vardır. Şeker hastaları, depresyon ilacı kullananlar, alkolikler, guatr (hipotroidi) hastaları ile beslenme bozukluğu olanlar da soğuğun olumsuzluklarına daha duyarlıdır.

ÖNLEMLER
Soğuk havanın gerektirdiği şekilde kat kat giyinin. Başınızı ve kulaklarınızı koruyan şapka takın, su geçirmeyen ve sıkı olmayan botları tercih edin. İki parmak eldivenin daha yararlı olduğunu unutmayın.

Yüksek enerji veren bal, pekmez, reçel gibi karbonhidratlı besinleri yiyin. Kesinlikle sigara ve alkol kullanmayın. Bol sıcak sıvılar için.

Dışarıda iken hareketsiz kalmayın, ancak terletecek eforlardan da kaçının. Kara oturmak ve ıslanmaktan kaçının.

Aracınızda yeterli yakıt olmasına dikkat edin. Battaniye, yedek ayakkabı ve giysiler, kibrit, mum ile yiyecek ve içecek bulundurun. Cep telefonu ve şarjı mutlaka yanınızda olsun.

İLK YARDIM
Hipotermi belirtileri gösteren biri ile karşılaşıldığında şunlara dikkat edilmelidir:

Bu kişi önce mümkünse, soğuk ve rüzgârdan etkilenmeyeceği bir ortama getirilmelidir. Varsa çadır veya ısıtılmış tulumdan yararlanılabilir, ancak bunların hemen sıcak hamam veya saunaya sokulmaları çok yanlıştır. İdeal olan, 20 derece civarındaki oda sıcaklığıdır.

Ek giysiler giydirilmeli ve üzerine battaniye örtülmelidir.

Islak giysileri kuru olanlar ile değiştirilmelidir.

Yüzük, saat, künye, kolye, piercing? gibi takıları çıkarılmalıdır.

Bilinci yerinde olanlara bol ılık içecekler, mesela şekerli çay, sıcak çikolata içirilmeli, azar azar kalorisi yüksek yiyecekler verilmelidir.

Alkollü içecekler vermek ve bilinci açık olmayan hastalara sıvı içirmeye çalışmak çok tehlikelidir.

Tüm vücut aynı anda ısıtılmamalıdır, çünkü bu durum kanın yüzeye gelip daha da soğuk olarak iç organlara dönmesine yol açar.

Karın, göğüs ve derinin ince olduğu boyun, koltuk altları ve kasıklar sıcak havlu veya ılık-sıcak termoforlar ile ısıtılmaya çalışılmalıdır.

Soğuk ısırması veya lokal donma belirtileri olup olmadığı kontrol edilmelidir. Ayakları donmuş kişiler kesinlikle yürütülmemelidir.

Donmuş yerler kesinlikle doğrudan ateş, sıcak lamba tutulmamalı veya çok sıcak suya sokulmamalı, nefesle hohlayarak veya elle ısıtılmalıdır.

Hipotermili kişilere masaj yapmak veya onları ovmaktan ve sert ve kontrolsüz hareketlerden kaçınmalıdır.

Hafif hipotermi belirtileri olan ve bakımla durumları düzelen kişilerin soğuğa maruz kalırlarsa tekrar daha kolay hipotermiye girebilecekleri unutulmamalıdır.

Orta veya şiddetli hipotermi belirtisi gösteren kişilerin en kısa zamanda mümkünse ambulans veya hatta gerekiyorsa helikopterle bir sağlık kurumuna ulaştırılmaları sağlanmalıdır. Bunun için 112?den yardım istenmelidir.

Bunların solunumları, nabızları ve kan basınçları kontrol edilmeli ve solunum yollarının açık olması ve devamlılığı sağlanmalıdır.

Şiddetli hipotermide olanların tedavilerine hastane ve gerekiyorsa yoğun bakım ünitelerinde devam edilmelidir.

Hipotermideki hastalara hemen ölüm kararı vermek çok yanlıştır. İlk anda öldüğü sanılan pek çok hasta hastanede vücut ısıları yerine geldikten sonra hayata dönmüştür.

HASTANEDE TEDAVİ
Şiddetli hipotermide olan hastaların ısıtılmalarında çeşitli yöntemler kullanılır. Bunun için damar yoluyla uygulanan 40-45 dereceye kadar ısıtılmış sıvılardan yararlanılabileceği gibi, 40 dereceye ısıtılmış nemli oksijen de verilebilir. Bu amaçla uygulanan bir başka yöntem de hastaların mide, kalın bağırsak veya mesane gibi vücut boşluklarının sıcak sıvılarla yıkanması veya böbrek yetersizliğinde uygulanan diyaliz tedavisidir.


Kaynak; http://www.kizdirma.net/
Read more

Battalname, Dede Korkut, Danişmendname Karşılaştırılması


Read more

Saltanatın Kaldırılması Öncesi ve Sonrası

SALTANAT : Osmanlı Devletinde babadan oğula geçen tahtın adıdır yepyeni Türk Devletinin siyasal yapısını sağlamlaştıracak ilk adım, saltanatın kaldırılması olacaktı yalnız bu ilk adımın atılması kolay değildi Türk ulusu tarih boyunca başında 1 hükümdarın bulunmasına alışmıştı Eski Orta Asya Türklerindeki hakanlar, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Padişah bi şekilde yaşamışlardı Eski Türk anlayışına göre, hakimiyet kutsal kavramdı Bu kutsallığı gök tanrısı, 1 aileye vermişti Ailenin üyelerinden başkası, ulusu yönetme hakkına sahip değildi Türkler, İslamlığı kabul ettikten sonraları bu kutsal hakimiyet kavramı, yepyeni dinsel kurallarla da desteklendi Peygamberlerin vekili olan halifeler, Türk hakanlarına, ulusu yönetmek hakkını dinsel kurallara dayanarak verdiler böylelikle, eski Türk hakimiyet anlayışı, İslam ilkeleriyle bağdaşınca saltanatın önemi de arttı Osmanlılar hem Bizans imparatorlarının kayıtsız şartsız hükümdarlık etme anlayışını benimsediler, hem de XVI yydan sonraları kendilerine Halife şanı da vererek, son aşama güçlendiler Yüzlerce sene süren bu yönetim biçimi öylesine kökleşmişti ki padişahsız 1 Türk devletinin var olabileceğini, ancak halk değil, 1 epey aydın dahi düşünemiyordu Bu nedenle Atatürk, egemenliği, padişahtan alıp,hakikat sahibi olan ulusa verme işini, pek dikkatli ve ihtiyatlı şekilde gerçekleştirmiştir Mustafa Kemal, Anadoluya çıktığı günden itibaren ulusal egemenliğe dayalı bağımsız 1 devlet kurmayı hedefliyordu ama bu hedefi gerçekleştirebilmek için öncelikle milli güçleri birleştirmek, politik birlik ve beraberliği sağlamak ve savaşın kazanılmasına öncelik vermek gerekiyordu Mustafa Kemal 1 yandan milli güçleri birleştirmeye ve Kurtuluş Savaşının yönetim mekanizmasını kurmaya çalışırken, 1 yandan da ulusal hakimiyet anlayışını çevresindekilere benimsetmeye çaba etti Genelge ve kongrelerle ulusal hakimiyet anlayışını çevresinde yaydı TBMMyi açmakla da ulusal hakimiyet ilkesini yürürlüğe koydu TBMMnin kurulmasından itibaren ulusal hakimiyet ilkesi uygulanıyordu Saltanatın varlığını sürdürmesi bu ilkeye ters düşmesine rağmen, kamuoyunun hazır olmamasından dolayı saltanata dokunulmamıştı Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonraları sulh konferansı hazırlıkları başladığında İstanbul Hükümeti ve padişah, Kurtuluş Savaşı süresince Kuva-i Milliye Hareketini bölmeye çalışmış ve padişahlık makamının sürdürülmesi uğruna İtilaf Devletleriyle işbirliği sürdürülmüştü İtilaf Devletleri Lozan Konferansında Osmanlı Devletinin temsilci gönderilmesini istemiştir böylelikle Türk tarafında ikililik yaratarak bölücülük yapacaklar ve güçsüz düşeceklerdi Halbuki Kurtuluşa Osmanlı Devletinin 1 yardımı olmadığı gibi, bu hareketi engellemeye çalışmışlardı TBMM bu duruma sert tepki gösterdi 23 Nisan 1920de kurulan yepyeni Türk devleti egemenliğin ulusa aitliğini belirtirlerken, 1 yandan da padişaha bağlantılı olduklarını söylüyorlardı Atatürk zafere adım adım koştukça bu sorunun çözülmesi biraz daha kolaylaştı Düşmanlarla işbirliği yapan 1 hükümdarın, zaferi kazanan yepyeni Türk Devletine baş olması bundan sonra kabul değildi yalnız ya farklı 1 Osmanlı prensi veya Atatürkün kendisi padişah olmalı idi bütün 2 çözüm yolunun da milli hakimiyet ilkesi karşısında tutarlı yolu yoktu Lozan Konferansı arifesinde, İstanbuldaki padişah hükümetinin sulh görüşmelerine çağırılması, Atatürke fırsat verdi her aydınların düşüncesi adaletli 1 sulh yapılması üzerinde düğümlendiği sırada saltanat sorunu kestirme yoldan çözümlenecekti ulusal egemenliği bütün bi şekilde gerçekleştirebilmesi ve demokratik 1 düzenin kurulabilmesi için saltanatın kaldırılması gerekiyordu

SALTANATI KALDIRMANIN NEDENLERİ

1) Saltanat sisteminin ulusal hakimiyet anlayışına ters düşmesi

2) Osmanlı Devletinin TBMM Hükümeti yanında Lozan görüşmelerine çağrı edilmesi ve durumun Türk Milletinin çıkarına ters düşmesi

3) İstanbul Hükümeti ve padişahının, Kurtuluş Savaşı sırasında milli direnişe karşı olması

4) Bir ülkede 2 hükümetin bulunmasının ulusal menfaatlerle bağdaşmaması

5) TBMM Hükümetinin padişahın da yanında bulunduğu İtilaf Devletlerine karşı kesin zafer kazanılması

27 Ekim 1922de İtilaf Devletleri TBMM Hükümeti yanında İstanbul hükümetini de Lozan görüşmelerine çağrı ettiler İtilaf Devletlerinin amacı; görüşmeler sırasında 2 hükümeti birbiri ile düşürerek Türk Milleti aleyhine kararlar kabul ettirmektir Bu durum saltanatın kaldırılmasını hızlandırmıştır Bu gelişmeler ve nedenlerden dolayı Mustafa Kemal Paşa, padişahlıkla halifeliği birbirinden ayırıp politik İktidarı temsil eden saltanatın kaldırılması, halifeliğin ise sürek etmesi şeklinde 1 çözüm yolu buldu Komisyonda görüşmelerinin çıkmaza girdiğini gören Mustafa Kemal Paşa, 1 sıranın üzerine çıkarak şunları söylemiştir Efendiler, egemenliği, asla kimse, asla kimseye bilim gereğidir, diye görüşmeyle tartışmayla vermez hakimiyet güçle, kudretle ve zorla alınır Osman oğulları zorla Türk milletinin egemenliğine el koymuşlardır Bu yolsuzluklarını altı 100 yıldan beri sürdürmüşlerdir Şimdi de Türk Milleti, bunlara yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor Bu 1 oldu bittidir dedi

SALTANATI KALDIRMANIN SONUÇLARI

1) Milli Egemenliğin gerçekleşmesi yolunda kritik 1 adım atıldı Saltanatın kaldırılmasıyla TBMM Hükümeti Türkiyede yönetimi tek başına ele almıştır

2) Devletin Laikliği konusunda ilk derece gerçekleştirildi Bu gelişme birlikte din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır

3) TBMMnin açılışından sonraları ikinci büyük İnkılap hareketi gerçekleştirilmiştir

4) Altı 100 yıllık Osmanlı Saltanatı sona erdi böylelikle Türkiyedeki 2 başlılığın ve 2 hükümetin bulunması sona erdi

5) Ulusal egemenliğin bütün bi şekilde sağlanması için kritik 1 adım atıldı

6) Son Osmanlı padişahı VI Mehmet Vahdettin, 17 Kasım 1922de İngiltereye sığınarak ülkeyi terk etti

7) TBMM halifeliğinin İngiltere tarafından kullanılmasının engellenmesi amacıyla, Osmanlı hanedanından Abdülmecid Efendiyi halife seçtiğini duyuru etti

TBMMde tartışmalar daha da artarak Meclisin çalışmaları olumsuz yönde etkilendi Bununda etkisiyle, TBMMnin seçimlere gitmesi hızlandı

9) Türkiyede devlet başkanlığı sorunu ortaya çıktı Bu mesele Cumhuriyetin ilanını hızlandırmış ve devlet başkanlığı sorunu Cumhuriyetin ilanı birlikte çözümlenmişti

SALTANATI KALDIRMANIN ÖNEMİ

1) Birinci TBMMnin ilk ve tek inkılabıdır

2) Cumhuriyetçilik ilkesi doğrultusunda yapılmış esas inkılaptır

3) Cumhuriyete geçiş süresi hızlanmış demokratik 1 düzenin kurulmasının önündeki en kritik ehemmiyet kaldırılmıştır

4) Halifelik ulusal egemenliğe bağlantılı sembolik 1 kurum halin getirilmiştir

Saltanatın 16 Mart 1920 tarihinden itibaren yok sayılması yerine bunu 23 Nisan 1920ye götürmek daha yerinde olurdu Çünkü milli hakimiyet ilkesinin uygulanmaya başlamasından itibaren, şahsi hakimiyet son ermiştir 16 Mart 1920 tarihinde saltanatın kalkmış sayılması TBMM birlikte kurulan düzenin hiç geçici olmadığını anlatmış bulunuyordu

TBMM daha yepyeni halifeyi seçmeden 17 Kasım gecesi Vahdettin, İngiliz donanmasına sığınarak vatan dışına kaçtı Nedeni; Kendisinin İngiltereye sığınırken halife sıfatını kullanmış olmasındandır Bunun üzerine TBMM, 18 Kasımda verdiği 1 kararla Vahdettinin halife olmadığını belirtti 20 Kasım tarihli kararı birlikte de Osmanlı ailesinden Abdülmecidi halife seçti Vahdettin bu hadiseler sonucunda Malta adsına oradan da Hicaz adsına gitti Daha sonraları 65 yaşında iken 1926da San-Remada öldü


Kaynak; Biraz.gen.tr
Read more

Roma Uygarlığının Sosyal Dini Ekonomik ve Askeri Kavramları Nelerdir?

Roma Uygarlığının Sosyal Dini Ekonomik  ve Askeri Kavramları Nelerdir?

Sosyal
Antik Roma'da yaşam, yedi tepe üzerine kurulmuş olan Roma şehri etrafında dönerdi. Şehirde Kolezyum, Trajan Forumu ve Panteon tapınağı gibi birçok anıtsal yapı bulunuyordu. Yüzlerce kilometre uzunluğundaki su yollarından gelen temiz suların aktığı çeşmeler, tiyatrolar ve kütüphaneleri ve dükkânları bulunan hamamlar vardı. Antik Roma'nın kontrolünde olan topraklarda ikamet binaları mütevazı evlerden kırsal kesimde bulunan villalara kadar çeşitlilik gösteriyordu. Başkent Roma'daki Palatine tepesinde imparatorluk binaları bulunurdu. Alt ve orta sınıflar şehir merkezinde, neredeyse bugünkü modern gettoları anımsatan apartmanlarda otururlardı.
Roma şehri 1 milyona yaklaşan nüfusuyla döneminin en büyük şehriydi (19. yüzyıl Londra'sı ile aynı nüfus).[62][63][64] Roma'daki kamusal alanlarda demir araba tekerleklerinin sesi o kadar gürültü çıkartırdı ki bir keresinde Jül Sezar geceleri araba kullanımını yasaklamıştı. Tarihsel tahminlere göre antik Roma yönetimi altında yaşayan halkın yüzde 20'si 10.000 ve daha fazla nüfusa sahip şehir merkezlerinde ve askerî karargâhlarda yaşıyordu, ki bu sanayi devrimi öncesi standartlara göre oldukça yüksek bir şehirleşme oranıdır. Bu şehir merkezlerinin çoğunda bir forum, tapınaklar ve Roma'dakilere benzer ama daha ufak yapılar vardı.

Din
Roma'nın eski dini, en azından tanrılar söz konusu olduğunda yazılı anlatımlarla değil tanrılar ve insanlar arasındaki karmaşık ilişkilerle oluşturulmuştu. Yunan mitolojisinin aksine tanrılar cisimleşmiş değil numina adı verilen muğlak bir şekilde tanımlanmış kutsal ruhlardı. Romalılar aynı zamanda herkesin, her yerin veya her şeyin ebedî bir ruhu olduğuna inanırlardı. Roma Cumhuriyeti döneminde din, senatörlük mevkisine gelmiş kimselerin görev aldığı ruhban makamlarından oluşan sıkı bir sistemin altında örgütlenmişti.
Yunanlarla temas arttıkça eski Roma tanrıları da giderek Yunan tanrılarıyla ilişkilendirilmeye başlandı.Jüpiter Zeus ile aynı tanrı konumuna geldi. Mars Ares ile, Neptün de Poseidon ile aynı konuma geldi. Roma tanrıları aynı zamanda Yunan tanrılarının vasıflarını ve mitolojilerini de üstlendi. Roma tanrılarının antropomorfik nitelikler kazanması ve Yunan felsefesinin iyi eğitimli Romalılar arasında yaygınlaşmasıyla eski dinî törenlere ilgi azaldı ve MÖ 1. yüzyılda eski ruhban makamlarının siyasi nüfuzu devam etmekle birlikte dinî önemi ciddi biçimde azaldı. Roma dini giderek daha fazla imparatorluk sarayına temerküz etmeye başladı ve bazı imparatorlar ölümlerinin ardından tanrılaştırıldı.
İmparatorluk döneminde Romalılar ele geçirdikleri yerlerin mitolojilerini benimsediler ve bunun sonucunda geleneksel İtalyan tanrı ve tanrıçalarının tapınakları ve rahipleri, yabancı tanrılarla yan yana yer almaya başladı.Mısır'ın Isis'i ve Perslerin Mitras'ı gibi birçok yabancı inanç popüler hale geldi. 2. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık başlangıçta karşılaştığı zulme rağmen İmparatorluk içinde yayılmaya başladı. İmparator Nero döneminden itibaren Roma'nın Hıristiyanlık'a karşı resmî tavrı olumsuzdu. İnsanlar sırf Hıristiyan oldukları için ölümle cezalandırılabiliyordu. İmparator Diokletian yönetiminde Hıristiyanlara yönelik zulüm doruğa çıktı. Ancak Büyük Konstantin döneminde Hıristiyanlık Roma devletinde resmî olarak desteklenen bir din haline geldi ve oldukça popüler oldu. İmparator Iulianos döneminde pagan inanışın başarısızlıkla sonuçlanan diriltilme çabalarından sonra Hıristiyanlık imparatorluğun kalıcı dini haline geldi.391 yılında imparator I. Theodosius'un bir fermanıyla Hıristiyanlık dışındaki tüm dinler yasaklandı.


Ekonomi 
Antik Roma çok fazla doğal kaynağa ve insan kaynağına sahip fevkalade geniş bir alana hükmediyordu. Roma ekonomisi tarım ve ticarete yoğunlaşmıştı. Serbest tarım ticareti İtalya'nın görünümünü değiştirmiş ve MÖ 1. yüzyılda üzüm ve zeytin arsaları ithal hububat fiyatlarıyla baş edemeyen küçük çiftçilerin yerini almıştı. Mısır, Sicilya, Tunus ve Kuzey Afrika'nın alınması devamlı bir hububat akışı sağlamıştı. Zeytinyağı ve şarap İtalya'nın başlıca ihraç ürünleri haline gelmişti. Nöbetleşe ekin uygulanmakla birlikte genel verimlilik düşüktü ve hektar başına 1 ton civarındaydı.


MÖ 82-83 yıllarından bir denarius
Sanayi ve imalat faaliyetleri daha küçüktü. Bu alandaki en büyük faaliyetler dönemin binalarının inşası için malzeme sağlayan madencilik ve taşocakçılığı idi. İmalatta üretim daha küçük ölçekteydi ve genelde atölyeler ve en fazla 10 küsur işçi çalıştıran küçük fabrikalardan ibaretti. Ancak bazı tuğla fabrikalarında yüzlerce işçi çalışırdı.
Peter Temin gibi bazı iktisat tarihçileri Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerindeki ekonomisinin bir pazar ekonomisi ve verimlilik, şehirleşme ve sermaye pazarlarının gelişimi bakımından o güne kadarki en gelişmiş tarım ekonomisi olduğunu savunurlar. O kadar ki sanayi devrimi öncesi ekonomilerle, 18. yüzyıl İngiltere ekonomisi ve 17. yüzyıl Hollanda ekonomisi ile mukayese edilebilir. Her tür ürünün pazarı vardı. Toprak, kargo gemileri ve hatta sigorta pazarı da vardı.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomi küçük arazilere ve ücretli iş gücüne dayalıydı. Ancak yapılan fetihlerle köleler giderek çoğaldı ve ucuzladı. Cumhuriyetin son dönemlerinde ekonomi büyük ölçüde gerek vasıflı gerekse vasıfsız işler için kullanılan köle gücüne dayanıyordu. Bu dönemde kölelerin Roma Cumhuriyeti nüfusunun yüzde 20'sini, Roma şehrinin ise yüzde 40'ını oluşturduğu tahmin edilmektedir. İmparatorluk döneminde fetihlerin sona ermesinin ardından köle fiyatları ancak arttı ve maaşlı iş gücü köle tutmaktan daha ekonomik hale geldi.
Antik Roma'da takas sistemi, genellikle vergi toplanmasında uygulandıysa da Roma'nın oldukça gelişmiş bir madeni para sistemi vardı. Pirinç, bronz ve değerli madenlerden yapılan madeni paralar imparatorluk içinde ve dışında kullanılmaktaydı. Hindistan'da bile Roma paraları bulunmuştur. MÖ 3. yüzyıldan evvel orta İtalya'da bakır ağırlığına göre değiş tokuş edilirdi. Orijinal bakır madeni paraların (as) bir pound bakır değeri vardı ama aslında ağırlığı daha azdı. Böylece Roma parasının değeri giderek aslî değerinin üstüne çıktı. Nero'nun gümüş denarius'un değerini düşürmeye başlamasından sonra değeri aslî değerinin üçte biri oranında arttı.
Pazarlardan ziyade askerî karakolları birbirine bağlamak için inşa edilen Roma yollarının tekerlekli araçlara göre tasarlandığı pek söylenemez. Atlar çok pahalı, yük hayvanları da çok yavaştı. Bu yüzden MÖ 2. yüzyılda Roma deniz ticaretinin yükselişine kadar Roma toprakları içinde emtia nakli oldukça azdı. Bu dönemde bir geminin Cádiz'den yola çıkıp Ostia üzerinden tüm Akdeniz'i katederek İskenderiye'ye varması bir aydan az sürüyordu. Denizden yapılan nakliyat karadakinden 60 kez daha ucuzdu.


Ordu
Eski Roma ordusu (MÖ 500 civarı) dönemin diğer şehir devletleri gibi Yunan medeniyetinden etkilenmişti. Bunlar hoplite adı verilen ağır piyade taktikleri uygulayan vatandaşlardan oluşan milislerdi. Ordu küçüktü (askerlik çağına gelmiş özgür erkeklerin sayısı 9.000 kadardı) ve üçü ağır piyade, ikisi de hafif piyadelerden oluşan beş kısımda (siyasi olarak vatandaşların örgütlendiği comitia centuriata'ya paralel olarak) örgütlenmişti. Eski Roma ordusu taktik bakımından sınırlıydı ve bu dönemdeki varlığı esas olarak savunmaya yönelikti. MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde Romalılar hoplite tertibinden vazgeçerek muharebe alanında daha bağımsız hareket edebilen, sayıları 120 ilâ 160 arasında değişen maniple adında daha esnek bir sistem kurdular. Destek askerleriyle her biri on manipleden oluşan üç destek hattının oluşturduğu 30 maniplelik bir grup bir lejyon oluyordu. Eski cumhuriyet lejyonu her biri farklı donanıma sahip ve dizilişteki yerleri farklı, üç manipular ağır piyade (hastai, principeler ve triarii), bir hafif piyade gücü (veliteler) ve süvarilerden (equiteler) meydana gelen beş kısımdan oluşuyordu. Yeni örgütlenmeyle birlikte ordu komşu şehir devletlere karşı daha saldırgan ve mütecaviz bir yönelim içine girdi.


Trajan sütunundaki asker kabartmaları
Tam gücüyle erken dönemde bir Cumhuriyet lejyonu 3.600 ilâ 4.800 arasında değişen miktarda ağır piyade, birkaç yüz hafif süvari ve birkaç yüz süvari ile toplamda 4.000 ile 5.000 arasında değişen miktarda adamdan oluşurdu.Lejyonlar asker alımındaki noksanlıklar ya da kazalar, savaşlardaki kayıplar, hastalı ve firar yüzünden sık sık güç kaybederdi. İç savaş sırasında Pompey'in lejyonları yeni askerlerden kurulduğu için tam güce sahipti. Öte yandan Sezar'ın lejyonları ise uzun Galya seferi yüzünden normal güçlerinin çok altındaydılar. Bu durum yardımcı kuvvetler için de geçerliydi.
Goldsworthy'nin anlattığına göre gerek Yunan ve Romalı phalanx (mızraklı, kalkanlı asker alayı), gerekse Roma lejyonları düşmanla tek seferlik, hızlı ve sonuca götüren büyük ölçekli muharebelerde savaşmak üzere tasarlanmıştı. Bunda genellikle oldukça başarılıydılar.Cumhuriyetin son dönemlerinde (MÖ 100 civarları) Marius'un reformları sırasında örgütlenmede yapılan yeni değişiklikler orduyu daha esnek, çabuk toparlanan ve çok yönlü bir güç haline getirdi. Lejyon artık eski maniplenin (artık adları centuriae idi ve kumandanları da centuriandı) üçünden meydana gelen her biri 480 adamdan oluşan on piyade taburuna bölünmüştü. Ayrıca veliteler ve (muhtemelen) equiteler saf dışı bırakılmış yerlerine auxilia (süvariler, okçular ve sapancılardan oluşan yedek birlikler) ve hafif piyadeler (genellikle vatandaş olmayanlardan kurulurdu) getirilmişti. Lejyon içinde bundan başka alt bölümler olmamakla birlikte lejyonerlerin beraberinde doktorlar, mühendisler, teknisyenler, topçular gibi çok sayıda vasıf sahibi adam bulunurdu.Bir piyade taburundaki centuriaeler birleşik bir komuta yapısına sahiptiler ve taburdaki diğer centuriaeler ile tek bir birim olarak çalışmakta deneyimliydiler. Taburlar halinde örgütlenmiş bir lejyonu kontrol etmek daha kolaydı. Taburları ayırmak kolaydı. Muharebe alanında gerekli olduğunda ya da birbirinden ayrı daha küçük kuvvetlere ihtiyaç duyulduğunda bağımsız hareket edebiliyorlardı. Bu yüzden taburlar halinde örgütlenen lejyonlar neredeyse her ölçekte harekatı yürütebiliyordu.

Tarihte üç uzun süreli akım Roma ordusunun gelişimini belirler: Profesyonelleşmenin artması, askere alınanların tabanının genişlemesi ve askerî birimlerin çeşitliliğinde ve esnekliğinde bir artış. Cumhuriyet döneminin sonuna kadar tipik bir lejyoner kırsal kesimden (adsiduus) mülk sahibi bir çiftçi vatandaştı. Belirli harekâtlarda (genellikle yıllık) görev yapar, kendi teçhizatlarını ve equite iseler kendi binek hayvanlarını tedarik ederlerdi. Harris'e göre MÖ 200'e kadar ortalama bir çiftçi (eğer hayatta kalırsa) altı veya yedi harekâtta görev alabiliyordu. Azlolunanlar, köleler (her nerede yaşarlarsa yaşasınlar) ve şehirde oturan vatandaşlar ender yaşanan acil durumlar dışında orduda görev yapmıyorlardı. MÖ 200'den sonra insan gücüne duyulan ihtiyacın artmasıyla kırsal alanlardaki ekonomik şartlar bozuldu, dolayısıyla da askerlik için gerekli mülk nitelikleri düştü. MÖ 107'de Gaius Marius ile başlayarak mülksüz vatandaşlar ve bazı şehirli vatandaşlar (proletarii) da teçhizatları sağlanarak askere alınmaya başladı ancak lejyonerlerin büyük bölümü yine kırsal kesimdendi. Hizmet süreleri devamlı ve uzun hale geldi. Eğer gerekirse 20 yıl kadar sürebiliyordu ancak Brunt bu sürenin genellikle altı ya da yedi yıl olduğunu savunur. MÖ üçüncü yüzyıldan başlayarak lejyonerlere stipendium ödenirdi (miktarı tartışmalıdır ama Sezar'ın askerlerinin maaşlarını yılda 225 denarii yaparak iki katına çıkardığı bilinmektedir). Lejyonerler başarılı harekâtlarda yağma yapabilir ve komutanlarından ganimet alabilirlerdi. Ayrıca Marius zamanından başlayarak emekliliklerinde toprak da verilebiliyordu. Bir lejyona eşlik eden süvari ve hafif piyadeler genellikle görev yaptıkları bölgeden toplanırdı. Bu askerler yerel şartları tanır ve bölgeye uygun bir tarzda savaşırlardı. Sezar Galya seferinde görev yapmaları için Gallia Narbonensis'deki vatandaş olmayan nüfustan Beşinci Alaudae adında bir lejyon kurmuştu. İç savaş sırasında büyük ordulara ihtiyaç duyulduğundan iki taraf da vatandaş olmayanlardan meydana gelen lejyonlar kurmuştu. Augustus dönemine gelindiğinde vatandaş asker fikrinden vazgeçildi ve lejyonlar tamamen profesyonel hale geldi. Lejyonerler yıllık 900 sesterius kazanıyordu ve emekliliklerinde 12.000 sesterius alabiliyorlardı.
İç savaşın sonunda Augustus askerleri tahliye edip, lejyonları dağıtarak Roma askerî güçlerini yeniden örgütledi. 28 lejyon oluşturdu. Bunlar artık Ren ve Tuna nehirleri tarafındaki sınır ve Suriye'deki daimî kamplarda konuşlanıyordu. 150.000 vatandaş lejyonerden, yaklaşık aynı miktarda auxilia ve büyüklüğü bilinmeyen deniz kuvvetlerinden oluşan bu ordu imparatorluğun son dönemlerine kadar standart bir şekilde devam etti.Principate döneminde birkaç istisna dışında savaşlar daha küçük ölçekte yürütüldü. Auxilia daha büyük birimler halinde örgütlenmedi ve bağımsız taburlar olarak kaldı. Lejyoner askerler de lejyondan ziyade taburlar olarak faaliyet gösteriyordu. Süvarileri ve lejyonerleri tek bir tertipte bir araya getiren yeni cohortes equitae garnizonlarda ve uç karakollarda konuşlandırılıyordu. Bunlar kendi başlarına ufak dengeli kuvvetler şeklinde savaşabildikleri gibi diğer ufak birliklerle bir araya gelip lejyon büyüklüğünde bir kuvvet oluşturabiliyorlardı. Esneklikteki bu artış zaman içinde Roma askerî güçlerinin uzun vadeli başarılarının sağlanmasında yardımcı oldu.

İmparator Gallienus imparatorluğun nihaî askerî yapısını oluşturacak yeni bir örgütlenme başlatmıştır. Sınırlardaki sabit noktalardan bazı lejyonerleri çeken Gallienus yeni seyyar kuvvetler (Comitatenses veya arazi orduları) yaratmış ve stratejik yedek güçler olarak sınırların gerisine ve belirli bir uzaklığa konuşlandırmıştır. Bu yapılanma saldırı durumunda sınırı güçlendirmek için askerleri bir eyaletten diğerine taşıma ihtiyacını azaltmıştır. Sabit noktalardaki sınır askerleri (limitanei) savunmanın birinci hattı olmaya devam etmiştir. Diocletianus bu yeni örgütlenmeyi eski haline getirmiş ancak bu yapılanma 4. yüzyıl ortalarında örnek haline gelmiştir. Diokletianus ayrıca Tetrarşi adı verilen imparatorluğun doğu ve batı kısımlarının birer Augustus (imparator) ve Sezar (imparator vekili) tarafından yönetildiği sistemi de getirmiştir. Her biri sınırlara yakın farklı yerlerde ikamet edecek ve sorumlu oldukları bölgedeki askerlere komuta edeceklerdi. Arazi ordusunun temel birimi alaydı. Piyadeler, lejyonlar ve auxilia'dan, süvariler ise vexellationelerden oluşuyordu. Eldeki bulgulara göre piyade alaylarının gücü 1.200 asker, süvarilerin ise 600 askerdi. Ancak çoğu kayıtlar asker sayılarının daha az olduğunu göstermektedir (800'e 400). Çoğu piyade ve süvari alayları bir comesin kumandanlığında çiftler halinde görev yapıyorlardı. Romalı askerlere ilaveten arazi ordularında foederati adı verilen müttefik kabilelerden alınmış "barbar" alayları da bulunuyordu. 400 yılına gelindiğinde foederati alayları Roma ordusunun daimî birlikleri haline geldi. İmparatorluk teçhizatlarını sağlıyor ve maaşlarını veriyordu. Başlarında Romalı bir tribune vardı ve bu alaylar tıpkı diğer Romalı alaylar gibi kullanılıyordu. Foedetainin dışında imparatorluk lejyonlarla birlikte savaşmak üzere başka barbar gruplarını da arazi ordularına entegre etmeden kullanmıştır. Önderliklerini mevcut en yetkili Roma generalinin kumandanlığında kendi subayları yapardı.


Trireme maketi
Ordunun liderlik yapısı Roma tarihi içinde büyük evrimler geçirmiştir. Monarşi döneminde hoplite ordular Roma krallarının yönetimindeydi. Roma Cumhuriyeti'nin erken ve orta dönemlerinde ise askerî güçler her yıl seçilen iki konsülden birinin komutasındaydı. Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde senato seçkinleri cursus honorum olarak bilinen kamu görevlerinin normal sırasınca önce quaestor (genellikle arazi kumandanlarına vekil olarak atanırlardı), sonra praetor (bazen eyalet valisi olarak atanır ve bölgedeki askerî güçlerden sorumlu olurlardı), sonra da konsül (tüm askerî güçlerin baş kumandanı) olarak görev yapıyorlardı. Praetor veya konsül görevi tamamlandıktan sonra bir senatör senato tarafından propreator veya proconsul (bir önceki en yüksek konumuna göre) olarak bir dış eyaleti yönetmekle görevlendirilebilirdi. Alt kademe yöneticiler (centurion seviyesindekiler değil) kendi clientelaelerindeki kumandanlar tarafından ya da senato seçkinleri içindeki siyasi müttefiklerin önerdikleri kişiler arasından seçilirdi. En önemli siyasi önceliği orduyu daimî ve tek bir kumandanlık altında toplamak olan Augustus döneminde imparator tüm lejyonların yasal komutanı oldu. Ancak kumandanlığı senato seçkinleri arasından tayin ettiği legatus (elçi) aracılığıyla yapıyordu. Tek bir lejyonun olduğu bir eyalette elçi lejyona kumandanlık eder (legatus legionis) ve aynı zamanda eyaletin valiliğini yapardı. Öte yandan birden fazla lejyonun olduğu bir eyalette her lejyon bir elçi tarafından komuta edilir ve elçilere de eyalet valisi kumandanlık ederdi (daha yüksek rütbeli bir elçi). İmparatorluk döneminin sonraki aşamalarında (Diokletian'dan itibaren denilebilir) Augustus'un modelinden vazgeçildi. Eyalet valilerin elinden askerî otorite alındı ve eyaletlerdeki orduların komutası imparator tarafından tayin edilen generallere (duceler) verildi. Bunlar Romalı seçkinlerden değildi. Ordu kademelerinden yükselmiş ve daha fazla askerlik tecrübesi olan kimselerdi. Giderek artan biçimde bu generaller (bazen başarılı da olarak) kendilerini tayin eden imparatorların konumlarına el koymaya çalışmışlardır. Azalan kaynaklar, artan siyasi kargaşa ve iç savaş sonunda Batı İmparatorluğu'nu komşu barbarların saldırılarına ve el koymalarına müsait hale getirmiştir.
Öte yandan Roma donanması hakkında Roma ordusuna kıyasla daha az bilgi vardır. MÖ 3. yüzyıl ortalarına kadar duumviri navales adı verilen subaylar esas amacı korsanlarla mücadele olan yirmi gemilik filolara kumandanlık ederdi. MÖ 278 yılında bu filoların yerini müttefik güçler aldı. Birinci Pön Savaşı sırasında daha büyük filoların inşası zorunlu hale geldi ve müttefiklerin yardımları ve finansmanlarıyla daha büyük filolar inşa edildi. Müttefiklere yönelik bu itimat Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar devam etti. Quinquireme Pön Savaşları sırasında her iki tarafın da kullandığı başlıca savaş gemisiydi. Augustus döneminde yerini daha hafif ve manevra kabiliyeti daha yüksek olan gemiler aldı. Trireme ile kıyaslandığında quinquireme tecrübeli ve tecrübesiz adamların karışımından oluşan bir mürettebatın kullanılmasına imkân veriyordu (esas olarak kara gücü olan bir ordu için avantaj). Gemilere genellikle vatandaş olmayan navarch (centurionun muadili bir rütbe) kumandanlık ederdi. Potter'a göre filo ağırlıklı olarak yabancılardan oluştuğu için donanma da Romalı kabul edilmezdi ve bu sebeple de barış dönemlerinde körelmeye müsaitti.

Eldeki bilgilere göre imparatorluğun son döneminde (350 civarı) Roma donanması, savaş gemileri ile ikmal ve ulaştırma amaçlı gemilerden oluşan birkaç filodan oluşuyordu. Savaş gemileri üç veya beş sıra kürekçi tarafından çekiliyordu. Filoların üsleri batıda Ravenna, Arles, Aquilea, Misenum ve Somme nehrinin ağzı; doğuda ise İskenderiye ve Rodos gibi limanlardı. Önde gelen generallerin hem orduya, hem de donanmaya kumandanlık etmiş olmaları deniz kuvvetlerinin bağımsız bir kuvvet olarak değil ordunun yedek gücü olarak görüldüğünün göstergesidir. Bu dönemdeki komuta yapısı ve filoların gücü bilinmemekle birlikte filoların valilerin komutasında olduğu bilinmektedir.
Read more

Örgütsel Davranışın Tanımı Nedir? Tarihsel Gelişimi ve Kapsamı

Örgütsel Davranış  Kavramı

Davranış psikologları tarafından etki-tepki ilişkisi ile açıklanan davranış; en genel anlamı ile
organizmanın her hareketidir. Organizmada yer alan ve organizma tarafından gerçekleştirilen
her tür eylemdir. Bireyin belirli bir zaman içerisinde meydana gelen bütün davranışları onun
biyo-jenetik yapısı ile çevresel etkileşimlerinin tamamından oluşan inançlar, düşünceler,
idraklar, heyecanlar ve özellikle ihtiyaçlarla ilgilidir. (Eren, 2008, s. 432)

Sosyal bir varlık olan birey; bir ya da daha fazla sosyal grubun üyesidir ve bu gruplarla
etkileşim halindedir. Belirli bir amaç etrafında birleşmiş insan grupları olarak açıklanabilecek
örgütlerde birbiriyle etkileşim içinde olan bireylerin hem bireysel davranışlarını hem de grup
davranışlarını ortaya koyan ve bu davranışların nedenlerini araştıran bir disipline “örgütsel
davranış” denilmektedir. (Koçel, 2007, s. 381) Örgütsel davranış, bir örgüt içinde çalışan
insanların davranışlarını anlamaya, geleceğe dönük tahminler yapmaya ve insanların
davranışlarını kontrol etmeye ilişkin bir disiplindir. İnsan davranışlarını, içinde yaşadığı
çalışma ortamında incelemekte ve bir ölçüde de bireyin örgütten ne şekilde etkilenerek
davranış değiştirdiğini araştırmaktadır. Bireyin örgüt içinde çalışırken gösterdiği davranışları,
algıları, değerleri, öğrenme vb kapasitesini belirlemek için psikoloji, sosyoloji ve kültürel
antropoloji gibi disiplinlerden yararlanan; insan davranışlarını, tutumlarını ve performansını
örgütsel baz da inceleyen; dış çevrenin örgüte ve onun insan kaynağına, amaçlarına,
misyonuna ve stratejisine etkisini araştıran bir disiplindir

Read more

Kösedağ Savaşı Sebep ve Sonuçları

Kösedağ Muharebesi, Anadolu Selçukluları'nın Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 3 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.

Artık dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi bekleniyordu. Ne yazık ki, sultan yine tecrübesiz kimselerin teşvik ve tahrikiyle müstahkem mevkileri bırakarak düşmanın karşılanmasını emretti. Galip geleceğinden emin bir halde tedbire bile lüzûm görmeden ilerleyen genç sultan az sonra Moğol ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna uğradığını duyunca ordunun tamamen yenildiğini sandı. Düşmanın eline geçmemek için otağını ve hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokat'a oradan da Konya'ya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu askerleri akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını terk ettiğini öğrenince onlar da çadırlarını bırakarak firar ettiler. Ertesi sabah çadırlarda bir hareket görmeyen Moğollar, bunun bir harp hîlesi olduğunu zannederek çadırlara iki gün yanaşmadılar. 3 Temmuz 1243 (H.14 Muharrem 641) tarihinde çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti. Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu utanç verici bir mağlûbiyete uğradı.

Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in fevrî hareketleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadolu'ya girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ Bozgunundan sonra Anadolu'yu kolayca istila etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı sivil-asker, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir. Bu mağlûbiyet neticesinde Selçuklular Moğollara vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılış süreci başlamıştır.

Read more

Örgütsel Davranışın Tanımı Nedir? Tarihsel Gelişimi ve Kapsamı

Örgütsel Davranış  Kavramı

Davranış psikologları tarafından etki-tepki ilişkisi ile açıklanan davranış; en genel anlamı ile
organizmanın her hareketidir. Organizmada yer alan ve organizma tarafından gerçekleştirilen
her tür eylemdir. Bireyin belirli bir zaman içerisinde meydana gelen bütün davranışları onun
biyo-jenetik yapısı ile çevresel etkileşimlerinin tamamından oluşan inançlar, düşünceler,
idraklar, heyecanlar ve özellikle ihtiyaçlarla ilgilidir. (Eren, 2008, s. 432)

Sosyal bir varlık olan birey; bir ya da daha fazla sosyal grubun üyesidir ve bu gruplarla
etkileşim halindedir. Belirli bir amaç etrafında birleşmiş insan grupları olarak açıklanabilecek
örgütlerde birbiriyle etkileşim içinde olan bireylerin hem bireysel davranışlarını hem de grup
davranışlarını ortaya koyan ve bu davranışların nedenlerini araştıran bir disipline “örgütsel
davranış” denilmektedir. (Koçel, 2007, s. 381) Örgütsel davranış, bir örgüt içinde çalışan
insanların davranışlarını anlamaya, geleceğe dönük tahminler yapmaya ve insanların
davranışlarını kontrol etmeye ilişkin bir disiplindir. İnsan davranışlarını, içinde yaşadığı
çalışma ortamında incelemekte ve bir ölçüde de bireyin örgütten ne şekilde etkilenerek
davranış değiştirdiğini araştırmaktadır. Bireyin örgüt içinde çalışırken gösterdiği davranışları,
algıları, değerleri, öğrenme vb kapasitesini belirlemek için psikoloji, sosyoloji ve kültürel
antropoloji gibi disiplinlerden yararlanan; insan davranışlarını, tutumlarını ve performansını
örgütsel baz da inceleyen; dış çevrenin örgüte ve onun insan kaynağına, amaçlarına,
misyonuna ve stratejisine etkisini araştıran bir disiplindir

Read more

Açık Öğretim ( AÖF ) Geçer Not Hesaplama

Ödev uygulaması olan derslerde yapılan ara, dönem sonu sınavları ile ödev notunun ba-şarı notuna katkısı; ara sınav notunun %30’u, ödev notunun %20’si, dönem sonu sınav notunun %50’dir.
Örneğin; Bilgi Yönetimi programında ödevi alan “İşletim Sistemleri I” dersinin ara sına-vından 60, ödev notu 80, dönem sonu sınav notu 70 olan bir öğrencinin başarı notu şu şekilde hesaplanmaktadır.
Başarı Notu = (Ara Sınav Notu X %30) + (Ödev Notu X %20) + (Dönem Sonu Sınav Notu X %50)
Başarı Notu = (60 X %30) + (80 X %20) + (70 X %50)
Başarı Notu = 18 + 16 + 35 => Başarı Notu = 69
Read more

14 -15 Aralık AÖF Vize Sonuçları Öğren

İŞTE AÖF'NİN SİTESİNDEKİ O BİLGİ NOTU:
AÖF Sınav sonuçları sınav tarihinden itibaren yaklaşık 20 gün içinde http://ogrenci.anadolu.edu.tr adresi "Açıköğretim Öğrenci Otomasyonu (Türkiye)" linkinde yayımlanmakta ve AÖF öğrencileri T.C. kimlik numaraları ve şifreleriyle sonuçlara ulaşabilmektedir. AÖF Vize Sınav sonuçları öğrencilerin adreslerine ayrıca postalanmayacaktır.
2013- 2014 Açıköğretim (AÖF) Sınav Tarihleri
Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı 25 – 26 Ocak 2014
Bahar Dönemi Ara Sınavı 26 – 27 Nisan 2014
Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı 07 – 08 Haziran 2014
Read more

Şahin Kendirci Beni Benden Alırsan Video İzle

Şahin Kendirci, önce Sensiz ben nefes alamam isimli şarkıyı daha sonra da Beni benden alırsan isimli şarkıyı seslendirdi.

Performansların ardından izleyenlerden büyük alkış toplayan kendirci gözyaşlarına hakim olamadı.

Seyircilerin yaptığı oylamada yüzde 94'lük oy oranı yakalayan Şahin Kendirci yarı finale katılmaya hak kazanan bir diğer isim oldu.

Video İzlemek İçin Tıklayın
Read more

Hızlı ve Öfkeli 7 (Fast and Furious) Vizyon Tarihi

Bir araba kazasında hayatını kaybeden aktör Paul Walker’ı ününe kavuşturan 'Hızlı ve Öfkeli' (Fast and Furious) filminin yeni vizyon tarihi belirlendi.

Açıklama Walker’ın filmdeki rol arkadaşı ve yakın dostu Vin Diesel’dan geldi. Facebook sayfasından duyuru yapan Diesel, yedinci filmin 10 Nisan 2015’te vizyona gireceğini yazdı. Diesel açıklamasına Walker ile birlikte setteki son fotoğraflarını ekledi ve “Paul ilk sizin bilmenizi isterdi” yazdı.

Film, 2014 yazında gösterime girecekti ancak Walker’ın ani ölmününün ardından çekimler durduruldu.
Read more