Ergenekon Destanı Nedir?


Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır. Kök-Türkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı'nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir. Ergenekon Destanı'nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir.Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Efsanesi'nin devamı, Ergenekon Destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir. Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir. Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi. Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu ''Meng-Ta Pei-lu'' adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.
Ergenekon Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e ait olduğunu gösterir.Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir. Göktürk efsanelerinin, Bozkurt ve Ergenekon destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz. Hatta islami hikayelerde bile: Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar. Geyik bir mağaradan içeri girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır. Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine Bozkurt Destanı'ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır. Ayrıca yine bu ova, Ergenekon Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt tuttukları ovanın aynısıdır.Altay Türkleri'nin efsanelerinde de Bozkurt ve Ergenekon destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.
Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin ''Ay Ata Efsanesi''nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. Ay Ata Efsanesi'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.
Ergenekon Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. Ergenekon Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir.
Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, ''Câmi üt-Tevârih'' adlı eserinde Ergenekon Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, -yukarıda da değinildiği gibi- bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır (Ergenekon Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, Türk Mitolojisi [1.cilt, 59-71. sayfalar] adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu ''Şecere-Türk'' (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, Ergenekon'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır.
Ergenekon Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır.Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.
Destan aşağıda özetlenmiştir: Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
"Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur !"Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, 
''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "ERGENEKON" dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım." Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: 
"Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." 
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar. Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon'dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar
Read more

Truva Atı Nedir? Truva Efsanesi ve Truvanın Keşfi


Truva Adı ve Şehrin Konumu
Bugün Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı ve Edremit körfezi arasında kalan ve Biga Yarımadası olarak bilinen toprakların, antik çağlardaki adı TROAD veya TROAS olarak bilinirdi. Anadolu’nun kuzeybatı köşesindeki bu yörede, arkeologlarca, çeşitli antik yerleşmeler tesbit edilmiştir. Bunların en önemlisi, yöreye ismini vermiş veya yöreden ismini almış olan TROİA kentidir.
Dilimize Fransızca’dan TRUVA olarak geçmiş bu kentin eski Yunanca’dan doğrudan yapılacak çevirisinin “TROİA” veya “TROYA” olması gerektiği otoritelerce kabul edilmiştir.
Anadolu Yarımadasının kuzeybatı kesiminde, Çanakkale’nin yaklaşık 30 km güneybatısında, Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi’ne açıldığı noktadan 6 km kadar içerdeki Hisarlık denen yerde bulunan höyük tipinde bir yerleşmedir. 200 m uzunluğunda ve 150 m genişliğindeki höyük, ovadan 31 m, deniz yüzeyinden ise 38,5 m yüksektir.

Truva Şehrinin Kısa Tarihçesi
Troya, M.Ö 3. ve 2. binyıllarda canlı bir kültür kenti, yerleşik tarım topluluklarını yöneten bir krallığın merkeziydi. M.Ö 13. yüzyılın sonlarına doğru büyük bir yanın geçirdi. Bu yangının ünlü Troya Savaşının sonunda çıktığı düşünülmektedir. Bundan sonra yeniden imar edilen kent M.Ö 1000 yıllarında terk edildi. M.Ö 700 dolaylarında Yunanistan’dan gelen göçmenler Troya’ya yerleşmeye başladılar. Bu yeni yerleşim ” İlion ” adıyla M.S 5. yüzyıla değin sürdü. M.Ö 6. yüzyıl sonundan başlayarak bölgeye sırasıyla Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon Krallığı ve Romalılar egemen oldu. M.Ö 85′te Romalıların yağmaladığı kenti aynı yıl Romalı general Sulla yeniden kurmaya girişti. Augustus ve daha sonraki imparatorlar sağladıkları ayrıcalıklarla kentin gelişmesinde rol oynadılar. M.S 330′da Konstantinopolis (İstanbul) başkent ilan edildikten sonra “İlion” yavaş yavaş geriledi ve unutuldu.
Kazılar sonucunda Troya’da üst üste kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden 4 mimari katın oluşturduğu 9 yerleşme saptanmıştır.
Truva Efsanesi, Savaş ve Tahta Atı

Zamanımızdan takriben 3200 yıl önce Çanakkale Boğazı yakınlarında “Troya isimli bir kent varmış. Bu kentin, barışsever; fakat cesur insanları, kralları, Priamos’un idaresi altında uzun yıllar barış içinde çok mutlu bir hayat sürmüşler.
Tanrılar, bu mutluluğu onlara çok görmiş olacaklar ki Troyalıların başına bir çorap örmeye karar verdiler.
Birgün, Kral Priamos’un karısı Hekabe çok kötü bir rüya gördü. Rüyasında, karnından ateşler çıkmakta ve ateşin dumanı, bütün Troya surlarını sarmaktaydı. Hekabe, bu rüyasını önce karısına; daha sonra da bir kahine anlattı. Kahinin yaptığı yorum, hiç de iç açıcı değildi. Ona göre, Hekabe, hamileydi ve doğacak olan çocuk, ilerde Troyalıların başına büyük dertler açacaktı. Onun için bebek doğar doğmaz öldürülmeliydi. Bu kehanete inanan Kral Priamos, çocuk doğduktan sonra bir adamını bebeği öldürmek için görevlendirdi. Savunmasız yeni doğmuş bir bebeği öldüremeyen Troya’lı onu o zamanki adı “İDA” olan “Kazdağı”na götürüp, bir ormana bıraktı. Nasıl olsa, yabani hayvanlar onu öldürür diye aklından geçirdi. Ama bebeği, yabani hayvanlardan önce bir çoban buldu. Bu çocuk ilerde gerçekten Troya’lıların başına birçok dertler açacak olan Paris’ti.
O sırada Tanrıların yaşadığı Olympos dağında, ilginç bir kargaşa cereyan etmekteydi.
Kral Peleus ile Deniz perisi Thetis’in evlenme merasimine kavga tanrıçası Eris, huzursuzluk çıkartır gerekçesiyle davet edilmemişti. Bu işe çok gücenen Eris intikam almaya karar verdi. Üzerinde “EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda 3 büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama Kudret tanrıçası Hera, Zeka tanrıçası Pallas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta ısrar ettiler. Her üçü de tanrı Zeus’a giderek, onun hakemlik yapmasını istediler. Baba tanrı Zeus, onların hiçbirini gücendirmek istemediği için diplomatça davranıp, bu işlerden pek anlamadığını söyledi. Asıl amacı ise bu belayı Olympos’tan uzaklaştırmaktı. Onların Olympos’un tadını kaçıracaklarını anladığı için, hakemliği bir ölümlünün yapması gerektiğini söyledi. – “Gidin” diye gürledi tanrıların babası “Irmakları bol İda dağına, orada Paris adında Troya’lı bir prems yaşamaktadır. Bu işlerden en iyi anlayan odur.”
Schliemann ve Troya’nın Keşfi
1822′de Almanya’da, Mecklenburg kasabasında dünyaya gelmiş, daha küçük yaşta iken İlyada’yı ( Şair Homeros’un yazdığı, Troya savaşını konu alan, Yunan Edebiyatının büyük destanı ) okuyup, Troya savaşlarının heyecanını derinden duymuş Heinrich Schliemann, Troya’yı keşfedecek yeterli hayal gücüne sahipti. İlyada’yı dah iyi anlayabilmek için, çeşitli lisanlar öğrenen Schliemann herkesin bir masal şehri olarak kabul ettiği antik Troya kentini bulmayı, daha erken yaşlarda kafasına koymuştu. Ona göre İlyada’da anlatılanların hepsi tarihi gerçeklerdi. Şimdi yapılacak iş, İlyada’nın rehberliği ile, Troya kentini bulmak ve bu efsanevi kentin varlığını bütün dünyaya kabul ettirmekti. Ancak bunu gerçekleştirmek için sınırsız paraya ihtiyaç vardı. Para, gezmek ve kazıları desteklemek için çok gerekliydi. Gerek hırsı, gerek büyük şansı sayesinde kısa zamanda çok para kazandı, Özellikle Kırım Savaşı sırasında, Rus ordusuna karaborsadan sağladığı malzemelerin satılışından ve altına hücum sırasında, Kaliforniya’da bankacılıktan büyük bir servet yaptı. Hayatı boyunca yaptığı üç veya dört büyük servetten sonra, artık arkeolojiye dönmeye karar verdi. Troya’nın keşfi dışında hayatta en çok arzu ettiği şeylerden bir tanesi de Büyük Çin Seddini görmekti. Hayallerini gerçekleştirmeye uzaktan başlayıp önce Çin’e gitti. Özel rehberler tutarak tutarak Çin Seddi’ni gezdi.Bir ara kulelerden birinin en üstüne tırmanıp büyük bir tuğla parçasını sırtına alarak kan ter içinde aşağıya kadar taşıması, Scliemann’ın arkeoloji ile ilk tanışmasıdır.
Çin gezisi, Schliemann’ı bir müddet Troya düşüncesinden uzaklaştırmıştı. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Yazar mı olsaydı, yoksa filolog mu ? Paraya olan tutkusunu kendisi de pek beğenmiyordu. Dünyanın yarısını gezdi, 12 veya 13 lisan öğrendi. Rus eşinden 3 çocuk sahibi oldu. 43 yaşında saçları kırlaşmış olmasına rağmen hala hayatına nasıo bir yön vereceğine karar vermiş değildi. Huzursuz ve mutsuzdu. Tekrar Amerika’ya gitti. Orada da uzun süre kalamayıp, bir müddet sonra Paris’e döndü, metresiyle birlikte önemli toplantılara katılıyor, çok lüks bir hayat yaşıyor ama birtürlü huzura kavuşamıyordu. Neden yaşıyordu ? Neden mutsuzdu ? Neden yeri yurdu olmayan bir dilenci gibi dünyanın her tarafında dolaşıp duruyordu ?
Read more

Siyaset Felsefesi Nedir ? Siyaset Felsefesinin Doğuşu


Siyaset (Politika Latince) dilimize Arapçadan geçmiş bir sözcüktür ve devlet ve toplum yönetimi ile ilgili tüm etkinlikleri ifade eder. Bu alanı, hem siyaset bilim hem de siyaset felsefesi inceler. Siyaset bilim devlet biçimlerini, siyasi olguları ve süreçleri ele alır, betimler ve olanı olduğu gibi inceler. Siyaset felsefesi ise var olan siyaset üzerine bir sorgulama ve akıl yürütme etkinliğidir. Siyaset felsefesi ideolojiler üstü bir tutumla olması gerekeni araştırır.
Siyaset felsefesi; devlet, hükümet, siyaset, özgürlük, mülkiyet, meşrutiyet, haklar, hukuk gibi konular hakkındaki, bu kavramlar nedir, neden ihtiyaç vardır, bir hükümeti ne meşru kılar, devlet hangi özgürlükleri ve hakları neden korumalıdır, hangi biçimde kurumsallaşmalıdır, kanun nedir, vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri nelerdir, bir hükümet yasal olarak neden ve nasıl görevden çekilmelidir gibi temel sorulara cevap arayan ve bu konuları felsefeden faydalanarak inceleyen sosyal bilim dalıdır.

Siyasetin problemlerini, siyasi sistemleri, siyasal hayvanlar olarak tanımlanan insanların belli bir siyasi sistem içindeki davranışlarını felsefeye özgü yöntemlerle ele alan felsefe dalı, daha çok normatif bir nitelik arz eden kavramsal araştırma türü; felsefenin, siyasi yaşamı konu alan, özellikle de devletin özü, kaynağı ve değerini araştıran dalıdır.
Siyaset felsefesinin ele aldığı belli başlı konular şunlardır:
1. İnsanın gelişme süreci içinde, yönetimin ya da devletin kaynağı, doğası, amacı ve önemi.
2. Var olan, var olmuş olan devletlerin sınıflanması ve bu devletlerin oluşumunda etkili olan felsefe ya da görüşlerin incelenmesi.
3. İdeal düzen arayışları.
4. Ütopyaların yapısı ve bunların gerçekleşme şansları.
5. Bireyle devlet, itaat etmeyle özgürlük arasındaki ilişki, baskı, sansür ve yönetimin gücü.
6. Adalet, eşitlik, özgürlük, haklat ve mülkiyet gibi temel kavramların analizi.
Eski Yunan’da doğmuş olan siyaset felsefesi, günümüzde siyasi otoritenin gücünü, doğasını ve kaynağını, siyasi otoriteyle birey arasındaki ilişkileri ele alır. Siyasi kurumların ve bu arada devletle birey arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirilebileceği konusunu inceleyen siyaset felsefesi günümüzde daha çok ‘demokrasi’ kavramı üzerinde durur. Başka bir deyişle, demokrasi problemini sivil toplum-devlet kavram çiftiyle, özgürlük ve eşitlik ideallerinin oluşturduğu temel üzerinde ele alan siyaset felsefesinin temel problemi, kamusal gücün, siyasal iktidarın, insan yaşamının niteliğini korumak ve geliştirmek için nasıl kullanılması ve ne ölçüde sınırlanması gerektiği problemidir.
Siyaset felsefesinin uzun tarihi içinde, Platon, Aristoteles, Cicero, Aziz Augustinus, Aquinalı Thomas, Dante, Machiavelli, Spinoza, Locke, Burke, Rousseau, Mill, Bentham,Tocqueville, Saint-Simon, Comte, Hegel, Marx ve Engels gibi düşünürlerin önemli katkılarından söz edilebilir. Buna karşın, 20. yüzyılda siyaset felsefesi alanındaki katkılar, sırasıyla siyasi pragmatizm, dini ve varoluşçu yaklaşım ve nihayet devrimci yaklaşım diye, kabaca üç başlık ya da yaklaşım altında toplanabilir.
1. Dewey, Russell ve Popper gibi düşünürler tarafından temsil edilen Siyasi pragmatizm, toplumun halihazırdaki yapısını ve kapitalizmi eleştirmekle birlikte, düşüncelerini söz konusu yapının oluşturduğu genel çerçeve içinde ifade eder ve siyaset alanındaki amacın, insan kişiliğinin geliştirilmesiyle yaşam düzeyinin en yüksek noktaya çıkartılması olduğunu savunur. Örneğin, siyaset felsefesinde aristokratik bir bireyciliğin savunuculuğunu yapan Russell, hoşgörü, cinsel özgürlük ve sağduyunun yanında olurken, materyalizme, bürokrasi ve savaşa şiddetle karşı çıkmıştır.
2. Dini ve var oluşçu yaklaşım, insanlığın topyekün bir yıkıma doğru gittiğini savunurken, zaman zaman dini ya da yarı dini değerleri, zaman zaman da bireyin bizzat kendisini ön plana çıkartmıştır.
3. Lenin, Gramsci, Marcuse, Lukacs gibi düşünürlerin temsil ettiği yaklaşım ise, bireyin nihai bir özgürlük ve mutluluk haline ulaşabilmesi için, kapitalizmin ve burjuva devletinin, şiddet veya demokratik yollarla yıkılmasını öngörür.
Read more

Diyanet Başkanlığı Mele Alımı 2012, Aranan Şartlar Nelerdir?



Başbakan Yardımcısı Bozdağ’ın açıkladığı ‘Mele alımı’ projesinin ayrıntıları netleşti. Diyanet kaç Mele alınacağını ve hangi ilde kaç Mele kontenjanı olacağını açıkladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, ilan yayınlayarak 200′ü Kur’an kursu öğreticisi, 800′ü de imam hatip olmak üzere toplam bin mele alacağını duyurdu.
Ençok melenin başta Diyarbakır olmak üzere Doğu ve Güneydoğu illerine alınacağı açıklandı. 26 Mart’ta başlayan başvurulara meleler 9 Nisan mesai bitimine kadar bulundukları illerin müftülüklerine başvuru yapabilecekler. 4/B sözleşmeli statüsünde alınacak meleler sınava tabi tutulacak. Meleler sınavda Kur’an okuma anlama ve tefsir konusunda değerlendirmelere tabi tutulacak.
Diyanet’te Mele akınıAyrıca sınava girecek aday melelere Arapçayı okuma anlama ve yazma ile klasik dini eserleri okuyup anlama yönünden sorular sorulacak. Diyanet İşleri Başkanı tarafından alınacak meleler için ilk şart Türk vatandaşlığı şartı. Adayların müracaat bitiş tarihi itibariyle 30 yaşını tamamlamış ve en az ilkokul mezunu olması gerekiyor. Mele adaylarının ayrıca, kamu haklarından mahrum bulunmamaları ve kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına uğramamış olmaları gerekiyor. Affa uğramış olsalar bile devletin güvenliğine karşı ve zimmet, rüşvet, hırsızlık ve dolandırıcılık gibi suçlardan mahkûm olmamaları ve teröre karışmamış olmaları şartı aranıyor.

İŞTE ATAMA YAPILACAK İLLER

Erkek adaylar için de askerlikle ilgilerinin olmaması istenirken, Kur’an kursu öğreticiliği veya imam hatiplik yapmaya mani bir özürlerinin olmaması şartı aranıyor. Başvurusu değerlendirilen meleler, sınava tabi tutulacak. Sınav tarihi ve yeri ileri bir tarihte duyurulacak.
Sözlü sınava girmeye hak kazanan melelerden, her ne sebeple olursa olsun sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacak.
Bu durumdaki adaylara ikinci bir sınav hakkı tanınmayacak. Adaylar sözlü sınav da en az 70 puan alması gerekiyor.
Sınavı geçen meleler 39 ile atanacak.
En çok Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya atama yapılacak.
Sözleşmeli kadroların atanacağı iller ve kadro kontenjanlarından bazıları şöyle: Diyarbakır 82, Mardin 68, İstanbul 70, Gaziantep 50, Ankara 13, Konya 12, Rize 18, Şanlıurfa 50, Van 57.
Read more

Çevremizi Nasıl Temiz Tutarız?


Çevre deyince ne gelir ki insanın aklına ımm bir bakalım insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri fiziki,biyolojik,sosyal ekonomik ve kültürel ortamdır çevre....Yani çevre canlı varlıkları etkileyen dış tesirlerin tümüdür...Çevremizi temiz tutmak yaşadığımız alanı temiz tutmak yaşadığımız alan deyince evimiz geliyor aklımıza evimizi nasıl temiz tutuyorsak çevremizide temiz tutmalıyız hayatımızı sürdürdüğümüz her yerderden sorumlu olduğumuzu unutmayalım....Peki çevremizi nasıl temiz tutarız....
  • Kimyasal gübre ve kimyasal temizlik malzemeleri kullanmamalıyız. Alternatif: arap sabunu, soda vs.
  • Çöpleri, çöp poşetinin ağzını sıkıca bağladıktan sonra çöp kutusuna atmalıyız.
  • Evimizin önünü ve bahçemizi her gün en az bir kere temizlemeliyiz.
  • Yere tükürmemeliyiz.
  • Ormanları korumalıyız.
  • Ağaçlara zarar vermemeliyiz.
  • Çimlerin üzerinde ateş yakmamalıyız.
  • Hayvanlara zarar vermekten kaçınmalıyız.
  • Denizleri kirletmemeliyiz.
  • Evcil hayvanlarımızın atıklarını temizlemeliyiz.
  • Çevremizi sahiplenmeli, değerini ve önemini çocuklarımıza öğretmeli, büyüklerimize de anlatmalıyız.
  • Enerji tasarrufu kullanmalıyız.
  • Pis suları sokağa dökmemeliyiz.
  • Tuvaletimizi(büyük-küçük)dışarıya yapmamalıyız.
  • Biten Pilleri pil kutusuna atmalıyız.
  • Piknikten sonra ateşimizi söndürmeliyiz ve asla yerde çop bırakmamalıyız.
  • Kağıt,teneke,cam,pil gibi geri dönüşümü olan maddeleri geri dönüşüm kutularına atmalıyız.
Read more

2012 Hizmetli Maaşları Ne Kadar?


2012 Ocak ve Temmuz dönemi zamlı memur maaşları açıklandı. Bu kapsamda Hizmetlilerin de 2012 yılı itibariyle ne kadar maaş alacakları belirlendi. 2012 yılında memur maaşlarına %3 oranında zam yapılması öngörülüyor. Bakanlar kurulunun bu konuda henüz uzlaşısı olmasa da kamuoyunda konuşulanlar %3 oranında olacağı yönünde. Bu durumda Hizmetli maaşları şu şekilde olacaktır.
Ekim 2011 Ocak 2012
Hizmetli(ilkokul) 16 9/2 1.278,54 TL 1.316,90 TL
Hizmetli(yeni başl.) – 15/1 1.259,14 TL 1.296,91 TL

Read more

Euro 2012 Hangi Takımlar Hangi Grupta?

Polonya ve Ukrayna'nın ortaklaşa düzenleyeceği Euro 2012 de gruplar belli oldu...

İşte Gruplar'da Eşleşen Takımlar...

























A Grubu:Polonya - Yunanistan - Rusya - Çek Cumhuriyeti
B Grubu:Hollanda - Danimarka - Almanya - Portekiz
C Grubu:İspanya - İtalya - İrlanda Cumhuriyeti - Hırvatistan
D Grubu:Ukrayna - İsveç - Fransa - İngiltere
Read more

Tahlil Sonuçlarında WBC Değerinin Yüksek Çıkması

WBC(beyaz kan hücresi) vücudun bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. WBC miktarı birçok sağlık durumundan etkilenebilir.

Kan, farklı kan hücrelerinden ve plazma adı verilen bir sıvıdan oluşan akıcı bir bağ dokusudur. Kanın en temel işlevi, vücudun bütün bölümlerine oksijen ve gerekli besinlerin taşınmasıdır. Üç tip kan hücresi vardır: Bunlar kırmızı kan hücreleri(alyuvar), beyaza kan hücreleri ve platelettir. Akyuvar olarak da adlandırılan WBC bağışıklık sisteminin temel hücreleridir. Bunlar bakteri ve virüs gibi vücudu işgal eden zararlı organizmalarla savaşır ve vücudu enfeksiyonlara karşı korur. WBC kemik iliğinde üretilir. Bunlar renksizdir ve şekilleri de asimetriktir.

WBC birkaç gün ya da birkaç hafta gibi kısa ömre sahiptir. WBC değişik sağlık durumlarının teşhisinde önemli bir kriter olarak görülmektedir.
Read more

Lube Ayar Kimdir?

2006 Yılında Türk Gazeteciler Derneği tarafından yılın gazetecisi ve Metin Göktepe ödüllerini aldı. Firar kitabının yazarı. 2004 yılında Kelebek Operasyonu adı verilen soruşturma sırasında elde edilen bilgileri iddianamenin hazırlanmasından sonra toplumla paylaştı. Sporun kirli dünyasını, suç örgütleriyle olan ilişkileri ortaya çıkartan yazıları büyük yankı yarattı. Dönemin yöneticileri gereken ilgiyi göstermeseler de kamuoyu rahatsızlığını gösterdi. 3 Temmuz’da başlayan soruşturma sonrasında, servis gazeteciliğine, hukuka aykırı yöntemlerin genişlemesine karşı çıktı. Susturulamadı ancak fikrini yeterli şekilde ifade etmesi sistematik saldırılar, bilinçli kişisel tahkirler ile engellenmeye çalışıldı. Papazınçayırı, onun sesini, sansürsüz, kesintisiz, Rasim Ozan tipi müdahaleler olmadan yayınlama gereğini duydu. O da sohbet teklifimizi kabul etti. Yoğurtçu Parkı'nda buluştuk.
LUBE AYAR: ‘MEDYA, AZİZ YILDIRIM SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA BOĞAZINA KADAR GÜNAHIN İÇİNDE’ 
04.07.2010 08:43

MEDYATAVA RÖPORTAJ-Milliyet gazetesinde muhabir olarak çalıştığı dönemde ödüllü haberlere imza atan, farklı gazetelerde çalışsa da son olarak yine Milliyet’e ama bu sefer editör olarak dönen Lube Ayar, Sayım Çınar’a konuştu.
Milliyet gazetesinden ayrıldıktan sonra diğer gazetelerde uzun soluklu çalışamadın ve tekrar Milliyet’e döndün. Bu gelgit durumlar hayatını ne kadar değiştirdi?
Benim gazeteci olmamın nedeni Milliyet. Her akşam babamın kolunun altında girerdi evimize. Üniversitedeyken herkese “Milliyet’te çalışacağım” derdim, gülerlerdi. “Nasıl bu kadar emin konuşabilirsin” derlerdi. Başka bir gazeteyi bu kadar sevmem imkansız. Hiçbir şey adımın Milliyet’le anılması kadar gurur veremez bana. Bu gelgitlerden de şikayetçi değilim. Gitmek zamanı geldiyse gitmeli insan. Ama artık kendimi imha etmekten sıkıldım. Bu binaya dördüncü kez girdiysem, bunun altında ilahi bir mesaj vardır artık. Hatta belki de sevdiğim kadar seviliyorumdur burada, kim bilir?

Yaptığınız özel haberle 2006’da Metin Göktepe Haber Ödülü ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin verdiği ‘Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülü’nü almıştınız. Türkiye’deki faili meçhul cinayetler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ne düşündüğümüzün bir önemi yok. Önemli olan ne yaptığımız. Ben üzerime düşeni yaptığımı, kısacık meslek hayatımda boyumu aşan işler başardığımı düşünüyorum. Ama ‘faili meçhul’ sözünü her duyduğumda aklıma emekli tuğgeneral Veli Küçük geliyor. Çünkü Küçük, bir Ergenekon duruşmasında, “Benim bölgemde faili meçhul cinayet olmaz” dedi. Bu çok anlamlı bir cümle. Bu cinayetlerin ‘faili’ halk için meçhul! Devlet için ‘meçhul’ bir durum olduğunu sanmıyorum.

Türkiye’de medyanın ne kadar özgür olduğunu düşünüyorsunuz?
Türkiye’de bir gazeteci; bir milletvekili, bir işadamı, bir işçi, bir kadın, bir futbolcu kadar özgür! Medyayı esaretle suçlayanlar, önce kendi özgürlüklerine not vermeyi denesin.

Yakın zamanda Aziz Yıldırım’la bir söyleşi gerçekleştirdiniz. Sizce Aziz Yıldırım nasıl bir kulüp başkanı?
Yıllar önce antu.com’a ilk üye olduğumda “Aziz Yıldırım tasını tarağını toplasın, gitsin” yazmıştım ve herkes bana hakaret etmişti. Öyle dedim çünkü Hıncal Uluç gibi önemli olduğunu sandığım yazarlar, Yıldırım’ın mafyavari bir işadamı olduğunu, Rüştü’yü onun dövdürdüğünü yazdı yıllarca. Kulübe kazandırdığı şeyleri gördüğüm halde, sırf bu imajı yüzünden istemiyordum onu. Ama 2005’te yazdığım bir dava dosyası mahcup etti beni. Yıldırım’ın, Rüştü’yü dövdürmediğini hatta gazeteciler tarafından asıl failin yıllarca gizlendiğini; onun mafyayı kulüpten uzak tutmak için nasıl çaba harcadığını, bedel ödediğini ama sesini çıkarmadığını gözlerimle gördüm. Medya, Aziz Yıldırım söz konusu olduğunda boğazına kadar günahın içinde. Bunu bir Fenerbahçeli olarak değil, o dosyayı okumuş ama hepsini yazamamış bir gazeteci olarak söylüyorum.
Tanıştığım Aziz Yıldırım ise, kulübünü evladından ayırmayan bir Fenerbahçeli. Hayatını, Fenerbahçe’nin başarısına ve Fenerbahçelilerin mutluluğuna adamış bir başkan. Büyük hedefler kovalayan çoğu lider gibi otoriter, sert ve yalnız. Beni en çok onun yalnızlığı üzüyor.

Gazete Habertürk'ten Fatih Altaylı'ya sansasyonel bir SMS mesajı* atarak ayrıldınız. Neden böyle bir hareket yapma ihtiyacı duymuştunuz?
Kırıldım çünkü. Hem ben hem hayallerim... Keşke, her şey konuştuğumuz gibi olsaydı, olmadı. Ama Fatih Bey’e sevgim, saygım devam ediyor. Çünkü o, ekip arkadaşlarıyla perdelerin ardından konuşmuyor. Gördüğüm en sıcak, en samimi yayın yönetmeniydi. Çok mutlu ve başarılı olmasını gönülden istiyorum.

Bu SMS olayına yönelik nasıl eleştiriler yapıldı? Polemiklerden kendinizi nasıl korudunuz?
En büyük eleştiriyi kendim yaptım, kimsenin ne söylediğiyle de ilgilenmedim. Zaten ne dersem diyeyim, herkes yine inanmak istediğine inanır. İnsanları bir şeye ikna etmek için zaman harcayamam. Ama güzel olan şu; Habertürk tecrübesinden büyük dersler çıkardığımı düşünüyorum. SMS, büyütülecek bir şey değildi. Bana göre espriydi ama karşı taraf öyle algılamadı demek ki. Her şey gibi bu da geçti gitti.

Habertürk’ten sonra Milliyet Cadde’ye geçtiniz. Cadde, size uygun bir yer mi? Burada kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Konumum açık, editörüm burada. Gazetecilikte on yılı geride bıraktım. Hiçbir zaman geleceğime dair hayal kurma, kendime pozisyon belirleme lüksüm olmadı. Çok çalışmaktan başka kozum da yoktu. Bana verilen iş ne olursa olsun, en iyisini yapmaya çalıştım, yaptım da. Habertürk’ten ayrıldıktan sonra muhabirliğe veda etmeye kararlıydım. Yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmaya gücüm kalmamıştı. O günlerde Çınar Oskay’dan teklif geldi. Başlangıçta ailem, arkadaşlarım, herkes yadırgadı, ben de dahil. Ama o his hala duruyor; Cadde, yeni bir yol önümde. Ve bu yolu çok seviyorum. Evet, iyi bir muhabirdim fakat burada başka bir şey öğreniyorum; o da yayıncılık. Çınar Oskay, birlikte çalıştığım en yorucu, en mükemmeliyetçi yayın yönetmeni. Onun tutkusundan, geniş ufkundan çok şey öğreniyorum. İyi ki buradayım.

Hayatını yazıyla eşdeğer kılmış gazetecilere kimleri örnek verebilirsiniz? Kimleri dikkatli bir şekilde okuyorsunuz?
Örnek verebileceğim gazetecilerin hepsi toprak oldu. Zaten birini örnek alarak yapılacak bir iş değil bu. Gazetecilikte ancak çok isteyenler ve çok çalışanlar tutunabilir. Kimleri okuduğuma gelince… Hiçbir yazısını kaçırmadığım birçok yazar var. Çetin Altan, Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal, Mehmet Y. Yılmaz, Ahmet Hakan, Fatih Altaylı, Ece Temelkuran, Serdar Turgut, Ahmet Kekeç, Fehmi Koru, Ahmet Altan’ı mutlaka okurum. Ama en çok Yıldırım Türker’i severim.

Çalıştığınız medya kuruluşları içinde en çok nerede huzurlu oldunuz? Huzur sözcüğü sizde neler çağrıştırıyor?
‘Huzur’ sözcüğü, sadece ailemi, yeğenlerimi çağrıştırıyor. İşyerinde huzur aramıyorum artık. İçiniz rahat değilse, New York Times’a gitseniz kaç yazar! Huzurun, insanın içinde olduğunu anlamam on yılımı aldı. Yine de en çok Milliyet’te mutlu oldum, işime odaklandım. O ödülleri bu çatının altındayken kazanmamın nedeni de bu sanırım.

Her dönemin iktidarıyla bir şekilde yakınlaşan gazetecilere neler söylemek istersiniz? İdeolojik olarak değişebilen gazetecilerin çok farklı değişimlerini de görebiliyoruz. Sağ gösterip sol vuran gazetecilere neler söylemek istersiniz?
“İyi ki varsınız” demek isterim. Çünkü ‘kötü’ yoksa ‘iyi’ de yoktur!

Ülkede sizce bir siyasi istikrar ortamı kurulabildi mi yoksa sadece böyle bir görüntü mü oluşturulmaya çalışılıyor? Önümüzdeki genel seçimlerde nasıl bir değişim olabilir?
Bir ülkenin bu kadar paranoyak olması normal mi? Türkiye, 70 milyonluk bir akıl hastanesine döndü. Kurumların birbirine, halkın hiçbirine güveni yok. Terörün şiddeti ve yönü, geleceğimizi olduğu gibi genel seçimleri de etkileyebilir.

Medyamızda çok fazla stres altında çalışan gazeteci arkadaşlarımız var. Bazı gazetecilerin özel hayatlarından var olmasını neye bağlayabiliriz?
Medyada özel ilişkileriyle var olan veya büyüyen insanların sayısı, diğer sektörlerden daha çok değil. Birkaç yıl öncesine kadar ilişkileri sayesinde bu işten geçinen kadın gazetecilere özellikle çok kızıyordum. Ama öyle ahlaksızlıklara tanık oldum ki, bunlara artık gülüp geçiyorum. Bence aslolan meslek etiğine uygun davranmak. Gerisi herkesin kendi bileceği iş! Hem kalemini, ruhunu satmış ne kadar gazeteci olursa olsun; işçilere de ihtiyaç var. Genç gazetecilerin ve ailelerinin gözü korkmasın. Bu işte çok çalışan, helalinden de yolunu bulur.

Türk basınında aydın ruhlu gazetecilerin azlığını neye bağlayabiliriz? Gazeteci, işlerini layıkıyla yapan insandır. Longtable, Sunset gazeteciliğine nasıl bakıyorsunuz?
Gazeteciler, dediğiniz gibi işini layıkıyla yapsaydı, ülkemiz hala ‘gelişmekte olan’ sıfatıyla anılmazdı. Aydın gazetecilerin, siyasetçilerin ve sporcuların az olmasının nedeni aynı; aydın vatandaşımız az. Toplam kalite yükselmedikçe bu böyle sürüp gidecek.
Sunset gazeteciliğini sizden duydum! Ama ben gazetecinin görev alanı ne olursa olsun -siyaset, sanat, yargı, magazin veya spor- araştırmacı ruhun korunması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden ‘soruşturmacı gazeteci’ kavramını hiçbir zaman sevmedim. Siyaset ve yargı ciddi; magazin ve spor gayri ciddi değildir. Altına imzamızı attığımız her haberi, aynı ciddiyetle araştırmak zorundayız. Bu bir lüks değil, sorumluluk.

Muhabirliğin geleceğini nasıl görüyorsun?
Özel haberin de, güzel haberin de pek anlamı kalmadı. 10 yıldır adliyede bir kez bile yüzünü görmediğim kişiler, ortalıkta ‘Ergenekon uzmanı’ diye dolaşıyor. Savcılar, kendilerine biat etmeyen, hoşlanmadıkları muhabirlerin telefonunu dinletiyor. 30 muhabir aynı anda savcıdan brifing alıyor, hep birlikte haber yazıp, gazeteye gönderiyor. Türkiye, Ergenekon’u böyle izliyor işte. Bu şartlarda halkın, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenme şansı var mı? Muhabirler arasında rekabeti yeniden canlandırmak şart. Yoksa ajans haberlerinden başka bir şey göremeyeceğiz yakında.

(*) Lube Ayar, geçtiğimiz yılın Ağustos ayında çalıştığı Habertürk gazetesinin genel yayın yönetmeni Fatih Altay'lı ile görüşmek istemiş, ancak bir türlü randevu alamayınca Altaylı'nın telefonuna "Sizinle görüşmek için Berlusconi ile mi yatmam gerekiyor:)" diye mesaj atmıştı.

SAYIM ÇINAR

Read more

Mehmet Topal Fenerbahçe'ye Transfer Oluyor Mu?

mehmet topalFenerbahçe, geçen sezon öncesi de ilgilendiği Mehmet Topal ile el sıkıştı... Kulübü Valencia'nın satış listesine koyduğu tecrübeli oyuncu ile tüm şartlarda mutabakata varıldığı, imzaların da önümüzdeki günlerde atılacağı belirtildi. Milli Takımımız ile birlikte Avusturya'da bulunan Mehmet de transferini doğruladı.

TÜRKİYE'Yİ ÇOK ÖZLÜYORUM
Milli Takım'daki arkadaşlarına gelecek yıl Fenerbahçe forması giyeceğini söylediği belirtilen yıldız oyuncunun, "İspanya güzel ülke ama Türkiye'yi özlüyorum. Kariyerime ülkemde devam etmek istiyorum. F.Bahçe'nin sunduğu teklif de çok cazip" dediği öğrenildi.

VALENCİA 'HAYIR' DEMEYECEK
Fenerbahçe'nin, İspanya'da yılda 1.2 milyon euro kazanan milli futbolcuya senelik 2 milyon euro önerdiği, bonservisi için de 5 milyon euro'yu gözden çıkardığı bildirildi. Daha önce Mehmet'in bonservisine 8 milyon euro isteyen Valencia'nın da 5 milyon euro'ya 'hayır' demeyeceği belirtildi.

TINO COSTA'NIN DA ALINMASINI TAVSİYE ETTİ
Gelecek sezon F.Bahçe'nin başarısı için ter dökecek Mehmet Topal, sarı-lacivertlilerin gündemindeki takım arkadaşı Tino Costa'yı övdü. Arjantinli yıldız için "Çok yetenekli" ifadesini kullanan milli oyuncu, "Alınırsa mutlaka faydalı olur" diye konuştu.

27 MAÇTA 5 GOL ATTI
Valencia tarafından satış listesine konulan Tino Costa, geçen sezon İspanya Ligi'nde 27 karşılaşmada forma giydi. 5 kez rakip ağları sarsmayı başaran tangocu, 3 de asist yaptı.

YEDEKLER FRANSA'DA
Tino Costa için görüşmelerini sürdüren F.Bahçe, tangocuda pürüz çıkarsa rotayı Fransa'ya çevirecek. Kanarya'nın listesinde Fofana (Lyon), De Perville (İstres), Kebano (PSG), Mulumba (Lorient) ve Makengo (Monaco) gibi yıldız adayları bulunuyor.
Read more

Bursa'da Deterjanla İntihar Eden Müzik Öğretmeni Eftal Baykal Kimdir?

Bursa'da müzik öğretmeni olan Eftal Baykal, deterjanları karıştırıp içerek intihar etti. Baykal'ın ölümü meslektaşlarını ve okul idarecilerini yasa boğdu

Bursa'da müzik öğretmeni olan 28 yaşındaki Eftal Baykal, yalnız yaşadığı evinde deterjanları karıştırıp içerek intihar etti.

Kendisinden haber alınamayınca eve gelip kapıyı çilingir yardımıyla açan arkadaşları tarafından cesedi bulunan Eftal Baykal'ın, bir süre önce eşinden boşandığı ve 15 bin TL kredi borcu olduğu öğrenildi.

Hürriyet İnönü İlköğretim Okulu'nda beş yıldır görev yapan ve çocuğu olmayan Eftal Baykal, eşinden boşandıktan sonra Merkez Osmangazi İlçesi'ne bağlı Eski Karaman Mahallesi'nde bir evde tek başına yaşamaya başladı.


Dün mazereti olmadığı halde okula gelmeyen Eftal Baykal'ı merak eden arkadaşları, kendisini cep telefonu ile aradı. Telefonu kapalı olan Eftal Baykal'ın hayatından endişe eden meslektaşları, saat 23.00 sıralarında evine gitti.
Dakikalarca zilini çaldıkları kapının açılmaması sonucu polise haber veren öğretmenler, çilingir yardımıyla kapıyı açıp içeri girince Eftal Baykal'ın yatak odasında cesedi ile karşılaştı.
Evde bulunan temizlik malzemelerini karıştırıp içerek yaşamına son veren Eftal Baykal'ın cesedi, kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için otopsi yapılmak üzere Bursa Adli Tıp Kurumu Morgu'na kaldırıldı.
İNTERNETTE ŞARKI YARIŞMASINA KLİBİYLE KATILDIİki yıl önce bir internet sitesinin düzenlediği şarkı yarışmasına klip gönderen ve şarkı arasında yaptığı konuşmalarda, müziği kulaktan girip beyne, kalbe yayılan bir nevi ilaç gibi değerlendirip, "Müzik benim hayatımda çok önemli. Müzik beni hayatına aldı. Ben onu almadım" diyen Eftal Baykal'ın ölümü, meslektaşlarını ve okul idarecilerini yasa boğdu.
Baykal'ın ölümüyle ilgili soruşturmaya Bursa Cumhuriyet Savcılığı'nca başlandı.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Read more

Oğuz Haksever Kimdir?


Ntv'nin uzun süredir yayın koordinatörlüğünü yapmakta olan çok amaçlı gazeteci ve programcıdır.Asıl başarısı "ve insan"  ve "o an" adlı programlardır. Şu sıralarda Mehmet Barlas ile yorum farkı programını yapmakta. Bir zamanlar tartışma programlarının vazgeçilmez isimlerindendi..
Filistin’de Ramallah’taki Yahudi yerleşim yerleri de boşaltıldı. Yerleşimciler, son binanın yıkılması sırasında güvenlik güçlerine direndi. Bu da o direniş sırasında elde edilmiş “o” anlardan biri… Koca bir polis taburu tek bir kişiye yükleniyor. “O” anda genç kız, tek başına direniyormuş gibi görünüyor. Etrafta başka bir direnişçi yok. Zaten asıl hedefler o ötedeki dumanı tüten yapılar. Bu nedenle bir akıl dışılık sözkonusu. Bu insanlar, İsrail’in geçmişteki politikası uyarınca hiç hakları olmadığı halde bu yerlere yerleşmeye teşvik edildi. Sonra da uluslararası politik baskı sonucu yine İsrail Hükümeti’nin girişimi ve yargı kararıyla çıkarıldılar. Hasılı sadece “o” an değil “o” anın geçmişinde yatan hikaye de akıl dışı…

Yangın ve balık 
Avustralya’dan bir ‘o’ an. Arkada karanlığı bile aydınlatabilecek büyüklükte bir orman yangını görülüyor. Ancak fotoğraftaki balıkçı sanki arkasındaki olayın hiç farkında değil. O, ‘o’ andaki önceliğiyle meşgul. Büyük bir sükunet içinde noel yemeğinde yiyeceği balıkları tutuyor.

Ruh arindirma 
İspanya’da çekilen bir fotoğraf. Bu endişe verici görüntü aslında şaşırtıcı bir inanışın sonucu.. Saint Anthony için düzenlenen festival geleneklerine göre, ateşin içinden geçen atın ruhu arınırmış.


Iran’da siyasi durum İran’da, Anayasa Koruyucuları Konseyi’nin, reform yanlısı adayların milletvekili başvurularını reddetmesiyle başlayan kriz devam ediyor. Fotoğraftaki konuşmacı, reform yanlısı siyasetçilerden biri. Yanıbaşındaki kadın da belki ‘o’ anda salonda sessizliği sağlamaya çalışıyor ama ‘o’ an ülkedeki siyasi durumu da anlatabiliyor…
Read more

Google+ Hesabınızda Videolara Altyazı Nasıl Eklenir?


Google+ videoları daha da etkin kılmak için 2 yeni özellik duyurdu. Artık videolara altyazı ve başlık metni ekleyebileceksiniz.
Sosyal medya servislerinde son günlerde ciddi bir hareketlilik yaşanıyor.Facebook‘un yönetici seçenklerini genişletmesinin ardından Twitter‘ın da posta ileti şablon tasarımını değiştirdiğini duyurmuştuk. Son geliştirme de Google+’tan geldi.
Google Plus
Google+, hesabınızda paylaştığınız videoların daha kolay bulunması için “başlık”, daha geniş kitleler tarafından anlaşılabilmesi için de “altyazı” ekleme özelliğini kullanıcılarına sundu. Bu sayede farklı dillere hitabeden videolar üretmek ve yayınlamak çok daha kolay hale geldi. Google,  işitme engellilerin sosyal medyada yayınlanan videoları artık daha rahat anlayabileceğini belirtiyor.
Google+ hesabınızda yayınlayacağınız videolara,  SubViewer (SUB) ve SubRip(SRT) alt yazı biçimlerinden altyazı dosyaları ekleyebilirsiniz.

Read more

Fenerbahçe'nin Yeni Transferi Dirk Kuyt Kimdir?




Fenerbahçe Kulübü, Liverpool'un Hollandalı oyuncusu Dirk Kuyt için kulübü ve futbolcuyla görüşmelere başlandığını İMKB'ye bildirdi.


Dirk Kuyt kimdir?
Dirk Kuyt; Hollandalı futbolcu. Şu anda Liverpool FC takımının formasını giymekte. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda Hollanda Milli Futbol Takımı'nın bir parçası olan Kuyt, kariyerine FC Utrecht'te başladı. Feyenoord Rotterdam'dan sonra Liverpool FC'ye geçti.2 sezon Feyenoord takımının kaptanlığını yapan Dirk Kuyt takımında gösterdiği etkili performans ile avrupa külüplerinin ilgisini çekti ama ancak 2 veya 3 sezon sonra büyük bir kulübe gitti. Liverpool takımında ilk sezonda ligde 12 gol atıp gol krallığında 4. olan Kuyt çok iyi bir performans gösterdi ve dünyaya kendini bir kez daha kanıtladı. Dirk Kuyt milli formaylada başarılı bir grafik çizerken hala dünyanın önde gelen futbolcularındandır.


Read more

Melih Gökçek: "Tecavüze Uğruyorsa Çocuk Değil Anası Ölsün"


 Samanyolu haber’e konuşan Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek  kürtaj konusunda edilebilecek en yakışıksız açıklamayı yaptı. Konuk olduğu programda son günlerin çok tartışılan konusu tecavüz ve kürtaj konularına değinen Melih Gökçek tecavüz sonrası hamile kalan kadınların kürtaj olmasına karşı şu görüşü savundu.  Gökçek,  ”Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? anası ölsün öyleyse.” Dedi.
Programda Kemal Kılıçdaroğlu fıkraları anlatarak ta eğlenceli anlar yaşayan Melih gökçek kürtaj konusunda daha önce de görüşünü bildirmişti. Hükümet’in her icraatın sıkı savunucularından olan Gökçek kürtaj açıklamasıyla daha önce günlerce konuşulmuştu.

Melih Gökçek geçtiğimiz günlerde twitter’dan genç bir kadınla kürtaj konusunda polemiğe girerek kadın takipçisine ”sen çok mu kürtaj yaptırdın,bu kadar bağırmanın nedeni bu mu ?” diye yazmıştı.
Gönderdiği mesajın ortaya çıkmasıyla sosyal medya gündeminin tepesine oturan Ankara Belediye Başkan’ı  Pek çok kişinin Twitter’ın en çok konuşulan konusu olarak “EdepsizsinMelihGokcek” etiketiyle TT listesine girmişti.
Nevriye İlhan


izlemek için
http://www.kure.tv/haber/648-gunluk/gunluk-melih-gokcek-gundemi-degerlendiriyor/131-Bolum/118944/

27. dakikada ilgili konuşmayı izleyebilirsiniz.
Read more

Nekrofili Nedir? Başbakan Erdoğan Bdp'lilere Neden Nekrofiller Dedi

Uludere konusunda  köşeye sıkışan hükümet agresif çıkışını sürdürüyor..
Bdp'li Hasip Kaplan'ın "o vur emrini hangi hayvan verdi" çıkışı üzerine sinirlenen Başbakan Erdoğan Bdp'nin ölüler üzerinden siyaset yaptığını anlatmak için  ölü sevici manasına gelen Nekrofil tabirini kullanmıştı.


Oysa Nekrofili olarak tanımlanan  patolojik terimin  Başbakan Erdoğan'ın kullandığı anlamla hiç bir ilgisi yok. Zira Nekrofili görülen kişiler yani Nekrofiller Ölüler yani ceset ile  cinsel ilişkiye girer,cinsel münasebet kurar ya da onların ölü bedenlerinden haz alırlar..O yüzden Nekrofiliyi cinsel dürtü ve hazlardan bağımsız olarak düşünemeyiz.


Başbakan'ın lafı gediğine oturtmak  ağır ifadeler kullanmak adına  konuyla  hiç ilgisi olmayan bir ifadeyi seçmesi kendisine  eksi olarak dönecektir.

Nekrofili: Fransızca patoloji-psikiyatri terimidir. Türkçe karşılığı ölü sevicilik. Sözlük mânâsı çok edepsiz bir sapkın davranış içerisinde bulunan kişi tarafından sadist duygularla bir ceset üstünde cinsel dürtülerin tatmin edilmesi demektir. Dahası, hasta kişinin bu hâllerde cinayet işleyerek sapkınlığını gerçekleştirmesidir.
Richard Von Kraft-Ebing, sapkın davranışları incelediği Psychopathia sexualis adlı klasik eserinde nekrofiliyi tüm sapkınlıkların en canavarcası olarak niteler. Nekrofili (Yunanca’da “Ölü Sevicilik” anlamına gelir.) Cesetlerle seks yapmak anlamına geldiğinden, bu şaşırtıcı bir niteleme sayılamaz. Aynı şekilde bu en canavarca eylemin, en canavar suçlular olan seri katiller arasında çok rastlanır olması da bizi şaşırtmamalıdır.
Earle Leonard Nelson’dan, Ted Bundy’ ye kadar birçok kötü şöhretli psikopat, ara sıra yeni öldürdükleri kurbanlarının cesetlerine tecavüz etmiştir. Ancak bazı kriminal psikoloji uzmanları, bu tip bir öfke patlaması ile katilin bir kurbana tamamen hükmetmek ve onu aşağılamak şeklindeki habis arzusundan doğar. Gerçek nekrofil, yani ölüme tutku ile bağlı olan ve en büyük zevki bir cesetle seks yapmak olan kişi, arasında fark olduğunu belirtirler. Bu tür bir nekrofil, seri katiller arasında nadir görülür. Fakat bazı kayda değer vakalar da yok değildir.
Jeffrey Dahmer’in ölü nesneler ilgisi çocukken başlamıştır, o yaşlarda en büyük zevki, yollarda bulduğu ezilmiş hayvan cesetlerini toplayı kesmekti. Büyüdüğünde, bu marazi tutku kelimelere sığmaz bir sapkınlığa dönüştü. Dahmer, psikiyatrlara rutin olarak öldürdüğü kurbanların karınlarını kesip iç organları üzerinde mastürbasyon yaptığını anlatmıştır. Ayrıca kurbanlarına anal olarak tecavüz ettiğini de itiraf etmiştir. Dahmer’in Britanyalı eşdeğeri Dennis Nilsen de, Nekrofili güdülerle hareket ediyordu, fakat kurbanlarına daha nazik davranıp yatakta onlara sokularak mastürbasyon yapardı.
Amerikan nekrofilleri arasında en kötü şöhretlisi Ed Gein’dir. Tüm klasik nekrofiller gibi, Gein de kesinlikle canlı kadınlarla ilgilenmezdi. Seks partnerlerini yerel mezarlıklardan bulurdu ve on iki yıldan uzun bir süre bu mezarlıklardan ceset çalmıştı. Genel olarak nekrofiller seri katillerden daha az tehlikeli görülürler, çünkü kurbanları hali hazırda ölüdür. Gein de bir istisna değildi. Yine de zararsız sayılamazdı. Yerel mezarlıklarda istediği türden kadınlar kalmayınca dişine göre bir kurban aramaya çıktı ve onu en sevdiği kadın türüne dönüştür. Yani ölü bir kadına….
“Sutyenini ve külotunu çıkarıp onunla seks yaptım. Sanırım bu benim hayatımın bir parçası oldu, yani ölülerle cinsel ilişkiye girmek.”
HENRY LEE LUCAS, bir tartışma sırasında göğsünden bıçakladığı 12 yaşındaki nikahsız karısı Becky Powell’ın ölümüne verdiği tepkiyi anlatırken.
Read more

Ayaz Filminde Oynayan Hale Türkel Neden ve Ne Zaman Öldü?

Marmaris İlçesi’nde çekilen ’Ayaz’ filminin başrol kadın oyuncusu Çiğdem Aysu ile yakın arkadaş olan ve yardımcı oyuncu olarak aynı filmde görev alan 25 yaşındaki Hale Türkel, bir süredir yaşadığı psikolojik sıkıntılar nedeniyle, önceki gün, arkadaşı Y.E.D’yi cep telefonu ile aradı. Kafeteryada buluşan iki arkadaş bir süre dertleşti. Akşam saatlerinde evine dönen Türkel, gece yarısı tekrar arkadaşı Y.E.D.’yi arayarak ilaç aldığını ve alerjik reaksiyon yapabileceğini, durumunun kötü olduğunu söyledi. Eve gelen Y.E.D., arkadaşı Türkel’i otomobille Marmaris Devlet Hastanesi’ne götürdü. Acil serviste doktorların yaptıkları müdahalelere rağmen komaya giren Türkel, kurtarılamadı. 

Genç kızın ölüm haberini alan yakınları hastaneye akın edip, gözyaşı döktü. Hastane morgundan alınan Hale Türkel’in cenazesi yakınlarının katılımıyla defnedildi. Marmaris Emniyet Müdürlüğü’nün kayıtlarına olayın intihar olarak girdiği öğrenilirken, ailesi olayın intihar olmadığını, Türkel’in ilaçlara karşı alerjisi olduğunu, alerjik bir durumdan dolayı hayatını kaybettiğini belirtti. 

RESSAM ABLASI FACEBOOKTA ÖLÜM HABERİNİ DUYURDU 

Hale Türkel’in ablası Ressam Gaye Türkel, sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta kardeşinin ölüm haberini duyurup fotoğrafını yayınladı. Abla Türkel facebookta kardeşin ölümü ile ilgili şunları paylaştı: ’Sevgili kız kardeşimiz canımız ciğerimiz hakkın rahmetine kavuştu. Dün toprağıyla buluştu. Herkese manevi desteği için teşekkür ederiz. Dostlar sağ olsun. Alerjik bir durumdan dolayı komaya girdi, tüm çabalara rağmen kurtulamadı’ dedi. 

ON PARMAĞINDA ON MARİFET VARDI 

Muğla’nın Ula İlçesi’nde dünyaya gelen Hale Türkel, uzun bir süre Marmaris’te yayınlanan günlük gazetelerde muhabirlik yaptı. Sanatı çok seven Türkel, Marmaris Filarmoni Derneği Başkanı Ahmet Altınöz ile birlikte sanatsal faaliyetlerde bulunarak keman dersleri aldı. Geçen yıl Marmaris’te çekimleri başlanan ’Ayaz’ filminin kadın başrol oyuncusu Çiğdem Aysu ile tanıştı. Güzelliği ile dikkatleri çeken Türkel de yardımcı oyuncu olarak filmde yer aldı. Hale Türkel’in ölüm haberini duyan Marmaris Filarmoni ve Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Altınöz, "Hale, güzelliği ve sempatik tavırları ile herkesin beğenisini kazanan, çevresindeki insanlara pozitif enerji veren biri idi. İntihar ettiğine inanmıyorum” dedi.
Read more