Kurtuluş Savaşı,
İstiklâl Harbi,
Türk İstiklâl
Harbi,
Millî Mücadele olarak adlandırılan I. Dünya Savaşı'ndan yenik
çıkan Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletlerince'nce işgali sonucunda, Misak-ı
Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli
siyasi ve askeri mücadeledir. 1919 - 1923 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11
Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923'te
imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
Kurtuluş Savaşı, dört
belirgin döneme ayrılabilir:
- I. Dünya Savaşı sonrası dönemi: Mondros Mütarekesi'nin yürürlüğe girdiği 31
Ekim 1918'den, Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu müfettişi olarak Anadolu'ya yola
çıktığı 19 Mayıs 1919'a kadardır
- Örgütlenme dönemi: 19 Mayıs 1919'dan, Ankara'daki Büyük Millet Meclisi'nin
açıldığı 23 Nisan 1920'ye kadardır.
- Hakimiyetin sağlanması dönemi: 23 Nisan 1920'den, Londra Barış
Konferansı'nın ikinci safhasının başladığı Mart 1922'ye kadardır.
- Barışın sağlanması dönemi: Mart 1922'den, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim
1923'e kadardır.
19 Mayıs 1919 tarihi, Türk İstiklâl Harbi’nin hukuken, siyâseten ve bir
anlamda fiilen başladığı tarihtir. Milletin kendi istiklâlini kurtarmak yönünde
kendi azim ve kararını ortaya koyduğu bir tarihtir. Bu tarihten sonra Anadolu’da
Kuvâ-yı Milliye derlenip toparlanacak ve Hâkimiyet-i Milliye’nin idâmesi için
mücâdeleye başlanacaktır. Mücâdele neticesi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a
çıkmadan önce tasarladığı vechile yıkılan bir imparatorluktan yepyeni ve millî
bir Türk devleti hayat bulacaktır. Bu itibarla 19 Mayıs tarihi, Türk tarihinde
mümtaz bir mevkie sahiptir.
Atatürk Nutuk’a, “1919yılı Mayısının 19 uncu
günü Samsun’a çıktım. Umumî durum ve manzara Osmanlı Devleti’nin içinde
bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta
zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun
yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde...” diye başlar ve kısaca bir
durum tespitinde bulunur. Sonra düşünülen kurtuluş çarelerini sıralar ve şunları
söyler:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî
hakimiyete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni birTürk Devleti kurmak...İşte
İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak
basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur...Türk’ün
haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir
yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir. Öyleyse ya istiklâl ya ölüm!”
1905
yılında Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olan Mustafa Kemal, aynı
yıl merkezi Şam’da bulunan V. Ordu’ya tâyin oldu. Şam’a giderken Beyrut’taki
arkadaşlarına,“Asıl mesele yıkılmak üzere bulunan imparatorluktan bir Türk
devleti çıkarmaktır.” Diyen Mustafa Kemal, 1907’de özetle şu görüşleri ifade
ediyordu:“Meşrutiyet, köhneleşmiş ve insicâmını kaybetmiş olan Osmanlı
İmparatorluğu’nun gövdesi üzerinde değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı
kısım üzerinde, düşmanların yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine,
kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır. Nüfusun yarısı Türk olmayan ve halbuki
geniş bir saha işgal eden devletin bütün varlığı ve müdâfası “Türk’ün omuzlarına
yüklenmiş, Hıristiyan azınlıklar ise, yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla
kalmıyor, komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsat kaçırmak
istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar, ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri
haline getirilecek,Türk’ten başka unsurlar, düşman devletlerin tarafını
tutacaklar.
Şu halde devlet gövdesinin çökmesiyle hâsıl olacak enkazın
altında ezilip perişan olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan millî sınırlara
çekilerek burasını mı savunmak daha doğru ve hayırlı olacak?Ben selâmeti ikinci
fikrin tatbikinde görüyorum.”
Mustafa Kemal’in Birinci Dünya Harbi’nden
kısa bir süre önce ileri sürdüğü isâbetli fikirler,Osmanlı Devleti’nin son on
yılında iktidara sahip İttihat ve Terakki hükümeti tarafından başarılı bir
şekilde tatbik edilebilseydi, devlet daha o zaman kurtarılabilirdi. Tarihin
akışını anlamayan İttihat ve Terakki liderleri bu cesareti
gösteremediler.
I.Dünya Harbi’ne girilmesi, büyük kayıplar bir yana,
devletin sonu olmuş, bu devlet içinden yeni bir Türk devleti çıkarılmasını da
iyice zorlaştırmıştır. Dört yıl süren savaştan yenilmiş olarak çıkan devlet,
30Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır.
Mütârekenâme’nin meşhur 7. maddesi ile “Müttefikler güvenliklerini tehdit edecek
bir durum olduğunda herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkını” elde
etmişlerdi. Osmanlı ordusu terhis edilir; silâh ve cephânelere el konulur.
Müttefiklerin,Mütâreke maddelerini isteklerine uygun bir tarzda uygulamaya
başlamaları, hatta Mütâreke maddeleri hükümlerine aykırı olmasına rağmen, bir
çok yerde işgale başlamaları, Mondros Mütârekesi’nin ihtiva ettiği şartlar ile
yetinmeyeceklerini ve aralarında yaptıkları gizli anlaşmaların hükümlerini
açıkça uygulayacaklarını gösteriyordu. Başka bir ifade ile Müttefiklerin Osmanlı
topraklarını parçalamak emelinde oldukları açıktır.
Müttefiklerin
Anadolu’yu parçalayacaklarını çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Mondros
Mütârekesi yapıldıktan sonra Kasım ayı ortalarında İstanbul’dadır. Millî
Mücadele’ye hazırlanan Mustafa Kemal,İstanbul’da bulunduğu sıralarda, devletin
içinde bulunduğu durumun muhâsebesini yapıyordu.
Mondros Mütârekesi
yapıldıktan hemen sonra İngilizlerin,“Samsun’da Hıristiyanları toptan öldürmek
için Müslüman ahâlinin silâhlandırıldığı” yönünde şikâyetleri vardır. Mustafa
Kemal Paşa, Nisan ayı sonlarında âsâyişin herhangi bir sûrette bozulmasını
önlemek için,Samsun bölgesinde huzur ve sükûnun yeniden sağlanması, silâhların
toplanması ve şâyet varsa mevcut şûraların kapatılması yetkilisiyle 9.Ordu Genel
Müfettişi olarak Anadolu’ya gönderiliyordu. Mustafa Kemal Paşa, Nezâretten
çıkarken,“Heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış,
önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan bir kuş gibi
idim.” diyordu.
Samsun’a ayak basmasından hemen sonra Mustafa Kemal
Paşa’nın görevlendirilme gerekçesine mugayir hareketlerini gören İngiliz
yetkililer endişelidirler. 6 Haziran 1919’da Karadeniz’deki İngiliz Deniz
Kuvvetleri Komutanı General Milne, Üçüncü Ordu Müfettişi’nin faaliyetleri
hakkında Osmanlı Harbiye Nezâreti’ne şikâyette bulunmakta ve karışıklıklara
sebebiyet veren bu kişinin geri çağrılmasını talep etmektedir. Amiral Calthorpe
da bir kaç gün sonra aynı anlamda teşebbüste bulunur. Harbiye Nezareti’nce bu
talebe boyun eğilir ve Mustafa Kemal’e en kısa zamanda İstanbul’a dönmesi
emredilir. İstanbul’dan azledildiğine dâir telgraf yola çıktığı anda, O da
Harbiye Nezareti’ne ve Sultana sadece müfettişlik görevinden değil, aynı zamanda
ordudan da istifa ettiğini bildirir. Artık sâde bir vatandaştır ve elinde hiç
bir güç yoktur. Ancak O, mücâdele edeceği milletleri bildiği kadar, birlikte
yürüyeceği milletini de çok iyi tanımaktadır. Bunu,“Ben 1919 senesi Mayısı
içinde Samsun’a çıktığım gün elimde hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk
milletinin asâletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir
kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek yola
çıktım.” sözleriyle ifade edecektir. Nitekim, kısa bir süre sonra her taraftan
sevgi ve bağlılık mesajları gelir. Kazım Karabekir Paşa bizzat gelerek, “Size
askerlerimin ve subaylarımın saygılarını iletirim. Geçmişteki gibi her zaman
bizim saygı değer komutanımızsınız. Size resmî otomobilinizi ve süvari muhafız
takımını getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.” der.
Temmuz 1919’da
Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa, görevinden ve askerlikten 8 Temmuz 1919’da
istifa etmiştir.Samsun’a çıkışından henüz bir buçuk ay gibi kısa bir süre geçmiş
olmasına rağmen bu süre içerisinde yaptığı faaliyetler ve verdiği mesajlar,
başta İngilizler olmak üzere müstevlilerin bütün hesaplarını bozacak
mâhiyettedir. Bir hafta kadar Samsun’da kaldıktan sonra Havza’ya geçen, oradan
Amasya’ya giden Mustafa Kemal Paşa, gerçekten de müfettişlik görevi dışında
memleketin muhtelif yerlerinde cereyan eden olaylar ve özellikle Anadolu’da
başlayan işgallerle ilgilenmeye, bildiriler yayınlamaya, yazışmalar yapmaya
başlamıştır. Gönderdiği genelgelerinde, İzmir ve bunu takiben Manisa ve Aydın’ın
işgalinin ilerideki tehlikeyi daha açık olarak hissettirdiğini, kabulü mümkün
olmayan bu durum karşısında büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak gösterilerde
bulunulması ve tepkilerin dile getirilmesini ister.
Bu yazılarındaki
ifadelerden Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan millet adına hareket eden ciddi bir
devlet adamı ve lider olarak hareket ettiğini anlamaktayız. Samsun’dan Amasya’ya
geçen Mustafa Kemal 21/22 Haziran 1919 gecesi meşhur Amasya Tamimini
yayınlar.
Amasya Tamimi’nin maddeleri incelendiği zaman millî devlet
kavramının ihtiva ettiği mânayı bulmak mümkündür. Zaten Amasya Tamimi’nden,
Erzurum Kongresi-Sivas Kongresi-Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve
Cumhuriyet’in ilânına kadar giden hareket çizgisi tamamen bu fikir ile kâim
olmuştur. En önemlisi tamimde belirtilen “istiklâlin yine milletin azim ve
kararıyla kurtarılacağı” ifadesidir. Böylece “İrâde-i Milliye” ve “Hâkimiyet-i
Milliye” esası artık Millî Mücâdele ve Türk Devleti için temel ve sarsılmaz bir
âmil olmuştur. Ayrıca, hukukî zemini hazırlayacak olan millî bir heyetin
toplanması kararı da tarihî bir karar olmuştur.
İstiklâl Harbi
başladıktan sonra millî bir devletin kurulması görüşü resmen ilk defa Misak-ı
Millî’de yer almış, bu görüş önce Erzurum Kongresi’nde kabul edilip, sonradan
Sivas Kongresi’nde genişletilerek 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan tarafından
tasvip edilmiştir. Bu itibarla Misâk-ı Millî, İstiklâl Harbi’nin siyasî ve
askerî hedeflerini gösteren bir belge olmuştur.
Burada önemli bir hususun
da ilâve edilmesinde fayda vardır. Tam bağımsız bir millî devlet kurmak fikri,
işin başından beri Mustafa Kemal Paşa’nın amaçları arasındadır.“Hürriyet ve
İstiklâl benim karakterimdir... bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun
ve insanlığın vücut ve bekâ bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve
istiklâline sahip olması ile kâimdir...Ben yaşayabilmek için müstakil bir
milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple Millî İstiklâl bence bir hayat
meselesidir. Milletin ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde,
milletlerden her biri ile dostluk ve siyasî münâsebetleri takdir ederim. Ancak
benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de, bu arzusundan
vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.” Diyen Atatürk, Haziran 1919’da Franklin
Bouillon ile yaptığı görüşme sırasında “İstiklâl-i Tam” hakkında şunları
söylemişti:“İstiklâl-i tam, bizim bugün deruhte ettiğimiz vazifelerin ruh-ı
aslîsidir. Bu vazife bütün millet ve tarihe karşı deruhte edilmiştir.... Biz;
yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya
tebaiyet yüzünden bu evsaftan mahrum kalmağa tahammül edemeyiz. ... İstiklâl-ı
tam denildiği zaman, bittabi, siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, harsî ve
ilâ... her hususta istiklâl-i tanı ve serbesti-i tam demektir. Bu saydıklarımın
herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet millet ve memleketin, mânâ-yı
hakikiyesiyle bütün istiklâlinden mahrumiyeti demektir.”
Bütün bu
bilgilerden anlaşılacağı gibi, 19Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın
Samsun’a çıkması Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır. Bu olay ile Türk Millî
Mücadelesi fiilen başlamış oluyordu. Zira Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a
çıkışından itibaren yürüttüğü faaliyetler tamamen millî bir Türk devleti kurmaya
matuf faaliyetlerdir. Bu olay ile Türk Millî Mücadelesi de liderini bulmuş
oluyordu. Bu itibarla Büyük Zafer’e giden yolun başlangıcı “19Mayıs”tır ve bu
eşsiz mücadeleyi başlatan da “Atatürk” olmuştur. Zaferden sonra da tam
istiklâlini ilân eden yeni bir Türk Devleti kurulmuştur.