Mensur Eser Nedir ? Mensur Eserin Özellikleri


A) MENSUR ESER

         Edebiyatta iki türlü anlatım şekli vardır: Manzum ve Mensur. Bundan önceki bölümde manzum eseri örnekleriyle gördünüz. Bu bölümde mensur eserlerimizi örnekleriyle tanıyacaksınız.
         Mensur; sözlük anlamıyla, nesir halinde yazılan yazı, yani düz yazı demektir. Dilbilgisi kurallarına göre cümleler halinde yazılmış eserlere mensur eser denilmektedir ve manzum eser’in zıddıdır.
        

         a) Mensur Eserlerde Kelime ve Cümle Çeşitliliği, Söz Grubu, Deyim ve   Atasözlerinin İfadeyi Zenginleştirmedeki Rolü:
     
      Kelime, anlamlı ifadenin en küçük birimidir. Tek başına bir anlamı vardır. Ama bir duygu ve düşünceyi tek başına anlatamaz. Dolayısıyla kelime grubunu ya da dizisini kullanarak meramımızı ifade ederiz. Bunun için cümle dediğimiz yapıya başvururuz. Cümlebir duygu, bir düşünce, bir isteği, tam olarak anlatmak için kurulan kelime dizisine  denmektedir.
         Tam ve etkili bir anlam ifade etmesi için cümlenin dilbilgisi kurallarına uygun olması lâzımdır. Cümle ne kadar kısa olursa, o kadar daha kolay anlaşılır ve dolayısıyla daha etkili olur. Cümlede esas olan zaten anlaşılmak ve etkilemektir. Onun için cümlenin sade olması temel ilkemiz olmalıdır. Sade cümlede ne eksik ne de fazla kelime vardır. Bir kelimeden oluşan cümleler olduğu gibi, birçok kelimeden oluşan uzun cümleler de vardır. Önemli olan, cümlenin anlaşılırlığı ve etkisidir. Cümlenin basit, birleşik, soru, ünlem, sıra gibi türlerinin olması ise bir anlatım çeşitliliğidir. .
         Kelimelerin gerçek anlamlarının dışında bir de mecazî anlamları vardır. Kelimelerin iki ya da daha fazla anlamları olabilir. Tevriyelieşanlamlızıtanlamlı vb. kelimeler vardır. Bu anlamlarıyla birlikte cümlede uygun bir kullanım, yazıyı daha güzel ve etkili kılabilir. Bu, dilin zenginliğidir. Bu zenginlikten yazarlar, en uygun biçimde yararlanırlar.
         Mensur eserlerde, anlatımı zenginleştiren, anlamı daha anlaşılır ve etkili kılan söz grupları, deyimler ve atasözleri kullanılır.
         Söz grubu; birden fazla kelimeyi kapsayan, yapı ve anlamında bütünlük bulunan, cümlede bir bütün olarak ele alınan dil birliğine denmektedir. İsim ve sıfat tamlamaları (İstanbul şehri, evin önü, kapı tokmağı, altın yüzük, güzel çiçek vs…), tekrarlar (ışıl ışıl, gide gide, irili ufaklı, çırılçıplak vs…), edat grupları (senin için, bildirdiğine göre vs..), birleşik fiil ve isim-fiil grupları (adam olmak, oynayadur, gelir gelmez, canı çıkasıca, hiçbir yerde vs…) başlıca söz gruplarıdır.
         Deyim; gerçek anlamları dışında farklı bir anlam ifade eden klişeleşmiş sözlere denmektedir. Küplere binmek, gül gibi geçinmek, etekleri zil çalmak, ateş püskürmek… vs. birer deyimdir.
         Atasözü; bir düşünceyi, bir tecrübeyi, bir nasihati, az kelimeyle özlü bir şekilde anlatan, söyleyeni belli olmayan kalıplaşmış sözlerdir. Atasözleri, milletlerin, geçmişlerinden miras aldıkları sözlerdir. Sahipleri belli değildir, yani toplumun ortak malıdırlar. Bir düşünceyi, hayatın bir gerçeğini, yaşanmış bir tecrübeyi dile getirirler. Kısa ve özlü sözlerdir. Sözü desteklemek, anlamı güçlendirmek için kullanılırlar. Hem sözlü ve hem de yazılı anlatımın malzemesi olarak vazgeçilmez unsurlardır.
         Söz grupları, deyimler, atasözleri, yazıya güzellik, zenginlik, derinlik, yoğunluk ve etkileyicilik katarlar.
        
      b) Mensur Eserlerde Ana ve Yardımcı Fikirler

      Ana fikir; bir yazı ya da eserin vermek istediği temel düşünce ve ana mesaj’a denmektedir. Ana fikir, bir yazı ya da eserin herhangi bir yerinde açık bir biçimde verilebileceği gibi, bütün eser boyunca arkaplânda da verilebilir. Bu bir metot meselesidir. Yazardan yazara değişir. Çoğunlukla eserin bütününden yola çıkarak, verilmek istenen mesajı, temel düşünceyi bulmaya çalışırız.
         Yardımcı fikirler; ana fikri destekleyen, çeşitli yönlerden geliştiren fikirlere denmektedir. Örneğin; “kitap okumak güzel bir alışkanlıktır” ana fikrinin işlendiği bir yazıyı düşünelim. Bu ana fikrin yardımcı fikirleri şunlar olabilir: “Alışkanlık küçük yaşta başlar.” “Kitap alışkanlığı edinebilmek için çocuğun yaşına, zevkine, durumuna uygun kitaplar seçilmelidir.” “Kitap okuma alışkanlığı zorla kazandırılamaz.” “Okuma alışkanlığı kazanmanın diğer aile fertleriyle de ilgisi vardır”… gibi. Bu yardımcı fikirleri çoğaltmamız mümkündür. Ama hepsinin görevi, ana fikrin daha iyi anlaşılması, anlatılması, karşımızdaki insanın ikna edilmesine hizmettir.  
Read more

Edebiyatta Kurmaca ve Gerçeklik


Kurmaca: yazınlarda öğretmek, eleştirmek ve mesaj kaygısı taşımaktan çok daha öte sanat eseri oluşturmak, özgürleştirmek, felsefi bir yol çizmek, keşfetmeyi sağlamak, yakalamak amaç olarak algılanabilir. Bir sanat eseri yalnızca akılla değil, duygularla ve bedenle de anlaşılabilir. Aslında sanatın kendisi ruhun, bedenin ve düşüncenin algılarını anlatmak için kullanılan bir dildir. Öykü anlatmak, kısacası bu sistem, kim olduğumuzu sorma ve söyleme yoluyla içinde yaşadığımız toplumları bir arada tutmamızı sağlar ve bir bireyin kim olduğunu, yaşamın ondan neler isteyebileceğini ve bu isteklere nasıl karşılık verebileceğini keşfetmek için kullanabileceği en iyi araçlardan birisidir.
Gerçeklik: Edebi olarak gerçekliği var olan olay, durum, kişi,mekan ve zaman kavramlarıyla anlatabilmemiz mümkündür.Yazınlarda öğretmek, eleştirmek veya bir mesaj iletme kaygısı vardır, örneğin makale de de kanıtlama kaygısı vardır ve gerçeklik ilkesine göre ele alınır. Yukarda bahsettiğim Kurmacanın tam tersi özelliklere sahiptir
Read more

Beşiktaş’ın yeni transferi Nenê Kimdir – Golleri – Videoları – Kariyeri


Beşiktaş uzun süredir peşinden koştuğu Brezilyalı Yıldız ile anlaşmaya vardı.. Yetiştiği Futbol Takımları  1996-1997 sezonunda altyapısına Esporte Clube Bahia takımında başlamıştır. 1997-1998 sezonunda ise Portekiz'e gidip altyapısını Sporting Lizbon takımında sürdürmüştür. 1998-1999 sezonunda ise tekrar Brezilya'ya dönerek altyapısını bu sefer Corinthians takımında devam etmiştir. Oynadığı Takımlar  1999-2001 yılları arasında Paulista takımında profesyonel olmuştur ve 32 maç yapıp 26 gol atarak iyi bir performans sergilemiştir. 2001 yılında Palmeiras takımına gitmiştir. Orada 24 maç yapıp 5 gol atmıştır. 2002 yılında ise Santos takımına gitmiştir. Orada 22 maç yapıp 8 gol atmıştır. 2003-2004 sezonunda ...
Read more

Doğal Destan ile Yapma Destanın Farkı Nedir?

Doğal Destan – Yapma Destan Doğal Destan: Çok eski dönemlerde ulus vicdanında derin izler bırakan bir tarih ya da toplum olayının , yine o devirlerde ulusal bir ozan ya da çeşitli saz ozanları tarafından söylenen biçimine doğal destan denir. DOĞAL DESTANIN ÖZELLİKLERİ Anonim bir özellik taşır. Çoğu manzumdur; nazım ve nesir karışık olanına az rastlanır. Nazım biçimi ve uyak , destanı yaratan halkın geleneğine bağlıdır. Gerçek ve gerçekdışı olaylar iç içedir. Destan kişileri beden ve karakter özellikleri bakımından hem olağan hem de olağanüstü özellikler taşır. Destanlarda anlatılan olayların zamanı aşağı yukarı bellidir. Destanlar çok uzun manzum öykülerdir.Kırgızlara ait Manas destanı 400 bin dizeden oluşur. Destanlarda daha çok kahramanlık, yiğitlik, dostluk , aşk , ölüm , yurt sevgisi konuları işlenir. DÜNYA EDEBİYATININ EN ÜNLÜ DOĞAL DESTANLARI: " İLYADA VE ODYSSEİA( Homeros) :Yunanlıların Toroia Savaşına gidiş dönüşlerini anlatır.( YUNAN DESTANI) " ŞEHNAME ( FİRDEVSİ ) İran Turan mücadelelerini , İran ın kahramanı Rüstem in yiğitliklerini , Büyük İskender in İran ı işgalini anlatır. ( İRAN EDEBİYATI) " KALEVELA (LÖNROT) : Doğaya karşı savaşan Finlilerin erdemlerini , bilgeliklerini anlatır. ( FİN EDEBİYATI) " MAHABHARATA ( HİNT EDEBİYATI) " RAMAYANA ( HİNT EDEBİYATI ) " İGOR : 12.YY da Kıpçak Türkleriyle Rusların yaptıkları savaşı anlatır. ( RUS EDEBİYATI) " OĞUZ KAĞAN : Hunların Orta Asya da Türk birliğini nasıl kurduğunu anlatır . ( TÜRK EDEBİYATI) YAPMA DESTANLAR Yeni ve yakın çağlarda , herhangi bir tarih olayının bir ozan tarafından destan kurallarına uygun olarak yazılmış biçimine yapma destan denir. Bunlar sanatsal amaçlı destanlardır.Bilinen bir sanatçının ortaya koyduğu destanlardır. DÜNYACA ÜNLÜ YAPMA DESTANLAR KAYBOLMUŞ CENNET: Ademle Havva nın cennetten yeryüzüne inişleri anlatılmıştır.(J. MİLTON İNGLZ EDEB.) KURTARILMIŞ KUDÜS: I. Haçlı seferinde Kudüs ün alınışı anlatılır. ( T.TASSO- İTALYAN EDEB.) İLAHİ KOMEDYA : Öteki dünyaya Dante nin yaptığı 7 günlük gezi anlatılır.( DANTE- İTALYA EDEB.) Üç ŞEHİTLER DESTANI: Kurtuluş Savaşından bazı kesitler anlatılır .( F.H. DAĞLARCA- TÜRK EDEB.) Benzerlıkler;her ıkısıde manzumdur,herıkısıde bır mılletı ılgılendırıır,her ıkısıde ele alınan dönemın siyasi,dini,kültürel ,tarıhı atmosferını yansıtır… Farklılıklar; doğal destan:halkın meydana getirdiği destandır ve yazarı belli değildir. yapay destan:belirli bir yazarı olan ve yazarın kendi düşüncelerini de ortaya koyup yazdığı destanlardır benzerliklerde:şiirsel dille anlatılırlar abartmalar vardır ilahi bakış açısı vardır farklılıklar: doğalda- kahramanlık işlenir oğuzkağandada olduğu gibi milleti için bişeyler yapar islamiyetten önce yazılmıştır yapmada- aşk işlenir kişiseldir islamiyetten sonra yazılmıştır. YAPAY DESTAN İLE DOĞAL DESTAN ARASINDAKİ FARK 1)Doğal destan anonimdir,Yapay destan anonim değildir. 2)Doğal destan çok eskileri anlatır,Yapay destan yakın tarihi anlatır. 3)Doğal destanda anlatıcının duyguları yoktur,Yapay destanda anlatıcının duyguları vardır. 4)Doğal destanda halkın katkısı vardır,Yapay destanda halkın katkısı yoktur. 5)Doğal destanı halk meydana getirir,Yapay destanı yazar kendi düşüncelerine göre yazar. 6)Doğal destan oluş yayılma derleme dönemlerine ayrılır,Yapay destan direkt kaleme alınır. YAPAY DESTAN İLE DOĞAL DESTAN ARASINDAKİ BENZERLİKLER 1)Olağanüstü özellikler taşır. 2)Manzum eserlerdir. 3)Milleti derdinden etkiler. 4)Ele alınan dönemin siyasi,dini,kültürel,tarihi atmosferini yansıtır. 5)İlahi bakış açısıyla yazılmıştır. 6)Olay,yer,zaman örgüsü vardır. 7)Kişilerin seçkin olması kullanılmıştır.(Kral,Han,Hakan…vb)
Read more

Anton Çehov – Vişne Bahçesi


Oyun Hakkında :
Anton Çehov’un 1904 yılında yazdığı Vişne Bahçesi, Rus toprak aristokrasisinin çözülüş sürecinde, bir zamanlar kölesi oldukları toprakların yeni sahibi olmak için çabalayan kesimle, çalışmayan ve yaşamın ekonomik, toplumsal, siyasal değişimini kavrayamayan kesimin karşı karşıya gelişlerini ele alıyor.
Oyunun yönetmeni Ali Taygun, Vişne Bahçesi’ni şu sözlerle anlatmakta: “19. yüzyılın ‘gurub vaktinde’ bir sınıf gider, yerine bir başkası gelir, daha bir başkasının da onun yerine gelişinin şafağı ağarırken, bir garip Çehov, değişen ve değişmeyecek olanı harmanlayıp ‘zamanın kısa özetini’ bize takdim ile veda ediyor. Biz, yüz yıl sonra, kendi yurdumuzda, yıkılan Erenköy köşklerini, kurulan siteleri, ‘68 kuşağının gençlerini hatırlayarak bir başka vedanın hüznünü yaşıyoruz. Ve hasretle selamlıyoruz o ‘hakikat yolcusu’nu. Kimseyi suçlamayan, kimseyi aklamayan; sahih olanı sunup, hükmü seyirciye bırakan o büyük dram yazarını…”
Konusu..
Vişne Bahçesi Anton Çehov’un ünlü bir eseri.Eserde yine sınıf farklılıkları mevcut. Rusya’nın o dönemde yaşadıklarını Lyubov Andreyevna ve ailesinin çevresinde gelişen olaylarla anlatmış Anton Çehov. İşçi sınıfın zenginleşmesi, eskiden köle olarak bulundukları çiftliklerin, köşklerin yeni sahibi oluşları, eskiden zengin olan sınıfın bu duruma ayak uyduramaması, fakirleşmeleri…
Çocukluğunun geçtiği, çocuğunu kaybettiği vişne bahçesinin satılmamasını isteyen bir kadının yaşadığı sıkıntı, düştüğü durumdan nasıl çıkacağını bilemeyen bir aile…
Lyubov Andreyevna yaşadıklarını kocasından başka bir adama aşık olduğu için ona verilmiş bir ceza gibi gördüğünü söyler bir yerde. Ona her anlamda zarar veren bir adama… Der ki “boynuma bağlanmış bir taş gibi. Beni aşağıya çekiyor ama o taşı seviyorum…”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Read more

Kayaç Nedir, Kayaç Nasıl Oluşur, Kayaç Çeşitleri Nelerdir


Kayaç, mineral topluluklara verilen isim . Çeşitli mineralleri veya taş parçacıklarının veya tek bir mineralin fazla sayıda birikmesinden meydana gelir.
Granit ve bazalt çeşitli minerallerdeki kum taşı, değişik kum tanelerinden, mermer ve kuvarsit tek bir mineralden oluşmuş kayaçlardır.
Kayaçların oluşumları sırasındaki doğal ortamı yansıtan bir çeşit belgelerdir. Yer kabuğunun jeolojik gelişmesinin izleri bu çeşit kayaç üzerinde izlenmiştir. Bu nedenle onlar yer kabuğunun doğal belgeleri sayılır.
Bugün yeryüzünde hüküm süren fiziksel olaylar, akarsuların aşındırma ve taşıma etkileri, çöllerde ve denizlerin değişik bölgelerinde farklı tortulların çökertilmesi, yeryüzünün değişik iklim kuşaklarının bulunması gibi jeolojik olayla bütün yer tarihi boyunca hep aynı şekilde, aynı düzende oluşmuştur. Yani eski jeolojik devirlere ait kayaçların oluşumu bugün yeryüzünde hüküm süren fiziksel olayların ışığı altında yorumlanabilir. Böylece kayaçlar oluşumu sırasında mevcut olan doğal ortamı aynen yansıtırlar.
Tortul kayaçlar [değiştir]Su ve rüzgâr yeryüzünü değiştirebilir. Bu kuvvetler, kayaçları kırarak, küçük kayaçları taşır. Bu partiküller farklı yerlerde yerleşirler. Buralarda, küçük parçacıklar toparlanarak, basınç altında çimentolaşıp, daha büyük kayaçları meydana getirirler. Bu kayaçlar, genellikle suda oluşur ve magmatik kayaçlardan daha yumuşaktırlar. Tortul kayaçlar, birçok tabakaları meydana getirir ve fosilce zengindir.
Tortul kayaçların dört tipi vardır:
Parçalı kayaçlar: Bu kayaçlar rüzgâr ve su gibi mekanik etkilerle; kayaçların kırılarak, taşınması veya küçük parçaların, başka yerlerde toplanmasıyla oluşur. Kum taşı, çakıl taşı bunun örnekleridir. Buharlaşma: Su, sadece kayaçları kırarak küçük parçaları taşımaz. Ayrıca su, birçok minerallerin üzerinden akarken, onları çözer. Daha sonra, su buharlaştığında, bu mineraller, burada kalarak kayaçları oluşturur. Pamukkale, bu tipin iyi bir örneğidir. Organik Kayaçlar: Suda yaşayan birçok organizmalar, kabuğa sahiptir. Bu organizmalar, öldüğünde, geride kabukları kalır. Bu kabuklar, birikerek kayaçları oluşturur. Taş kömürü ve linyit bunun örnekleridir. Kimyasal Kayaçlar: Su buharlaştığında, içindeki mineraller çökelerek birikir. Fakat bazı mineraller, su buharlaşmadan çökelebilir. Her madde, suda çözünebilirliğe sahiptir. Sudaki bir maddenin varlığı, diğer bir maddenin çözülebilirliğini etkileyebilir. Bir mineral, saf suda çözünebilir olduğu halde, deniz suyunda çözünemez olabilir. Tuz ve diğer mineraller, başka minerallerin çözünürlüğünü düşürür. Bu nedenle, tatlı suda çözülmeyen mineraller, denizlere ulaşarak denize karışır. Yeraltı akımları, bu işlemi hızlandırır. Bu mineraller, tabakaların tabanına çökelir. Daha büyük ağır partiküller, alt tabakaları, daha hafif partiküller ise, üst tabakaları oluşturur. Su basıncı, kayaç oluşum sürecini hızlandırır. Bir tortul kayaç, yukarıdaki kayaç sınıflarından, birden fazlasına ait olabilir. Örneğin, bir kayaç, organik esaslı olduğu halde, denizde kimyasal işlemle oluşabilir.
Kırıntılı tortul kayaçlar 
Çeşitli büyüklükteki taş ve mineral parçalarda karalardaki ve denizlerdeki tortullaşma havzalarını çökelmeleriyle meydana gelen taneli kayaçlardır. Değişik boyuttaki taneleri birbirleriyle çimento maddeleriyle birleşmeleri sonucu çimentolu kayaçlar kum taşı, kireç taşı gibi taneleri birbirine bağlayarak madde bulunmadığından çimentosuz tortul kayaçlar oluşur.
Kırıntılı tortul kayaçlar tane çapı 2 mm’den büyük ve çakıl, moloz, konglomera gibi kayaçlardır. 2 mm’den 0,2 mm’ye kadar olan kısma kum, karışık kum, kumtaşı, kuvarsit, gibi kayaçlardır. Tane çapı 0,2 mm’den 0,02 m^’ye kadar olan kısım mil ondan daha küçükler genellikle mil+kil şeklinde geçer.
organik tortullar çeşitli bitki ve hayvan kalıntılarını, uzun zaman eşliğinde fosilleşip başkalaşmalarıyla oluşurlar. En uzun sürede oluşan kayaçlardan biridir. Özellikle bitki fosillerinin oluştuğu alanlarda yoğunlukta olmaktadırlar
Kimyasal tortul kayaçlar 
Dolgun eriyiklerden çökelme sonucu meydana gelirler. Mağaralardaki sarkıt ve dikitler, deniz kıyılarındaki kireçli ve demirli oolitler, kapalı göllerin kenarlarındaki tuz oluşumları su kaynakları etrafındaki traverten oluşumları %35′i kadar kireç taşları oluşturur. Kireç taşları yapı taşı, stabilize malzeme, kireç yapımında ve döşemecilikte, çelik sanayiinde ve ilaç sanayiinde kullanılır…..
Magmatik kayaçlar 
Erimiş halde bulunan bir silikat hamuru durumunda olan mağmanın yer kabuğunun derinliklerinde yavaş yavaş veya yeryüzünde aniden soğuması ile oluşurlar. Bu kayaçlar genel olarak kristallerde oluşmuş kütle halindeki kayaçlardır.Bu tür kayaçlar dünya üzerinde çok fazla değildir.
Plutonik kayaçlar (Derinlik kayaçları) 
Bunlar yalnızca kristallerde oluşmuş, iri kristalli kayaçlardır. Granit örnek verilebilir. Mağmanın soğuması ve katılaşması yavaş yavaş meydana geldiği için tam kristalli kayaçlardır.
Volkanik kayaçlar (Yüzey kayaçları) 
Bu kayaçlara yüzey kayaçları da denir. Bunlar yarı kristalli çoğu kez gözle görülebilen çeşitli kristaller, kristal olmayan genellikle camsı hamur içinde dağılmış serpilmiş durumda bulunurlar. Andezit ve bazalt örnek verilebilir.
Damar kayaçlar 
Derinlik kayaçları ile yüzey kayaçları arasında bir geçiş safhasını oluşturur. Mikro kristallerdir. Diğer kayaçların yarık ve çatlaklarında yer alır. genellikle içeriği silikatlerden oluşur.
Başkalaşım kayaçları 
Tortul veya magmatik kayaçların sıcaklık, basınç, gerilme ve kimyasal aktivitesi olan sıvıların etkisiyle değişmeleri, başkalaşımları sonucu oluşurlar. genellikle kristallerin şiştozite gibi paralel yapılar oluşturmasıyla karateristiktirler. Metomorfizma yer kabuğunun derinliklerinde hüküm süren fiziksel ve kimyasal şartların etkisiyle kayaçlarda meydana gelen transformasyonu olayıdır. Mineraller belirli bir sıcaklık ve basınç altında dengeli durumdadırlar. Eğer sıcaklık ve basınç değerlerinde bir artma veya değişme olmuşsa mineralde de değişme olur. Mineral aynı kimyasal bileşimde başka bir duyarlı minerallere dönüşür.
Read more

Tanzimat Döneminde Çıkarılan Gazeteler Hakkında Bilgi

Tanzimat Döneminde Çıkarılan Gazeteler ANADOLU İMPARATORLUKLARINDA İLETİŞİM Anadolu M.Ö. 6000'den, milattan sonraki yıllara kadar muhtelif imparatorlukların hakimiyetine tanık olmuştur. Anadolu'nun iletişim tarihi, Anadolu'nun geri ve çeşitli kavimlerden oluşması nedeniyle, işgaller, katliamlar, egemenlikler, sıcak ve soğuk savaşlarla dolu bir tarihtir. Anadolu'daki ilk iletişim biçimleri ise yazının gelişmişliğine paralel olarak daha çok tabletler ve yazıtlarla gerçekleştirilmiştir. Eskiye ait yazılı metinler egemenin hayatını anlatır. Egemenlik altındakinin yaşam öyküsü tabletlerde egemenin görüşü açısından yorumlanır. "Bu yazıtlar ülkedeki siyasal durumun yıllıkları, krallıkla ilgili eski olayları, yönetim sınıfı içindeki çekişmeleri ve siyasal oyunları, komşu ülkelerle siyasal anlaşmaları ve mektuplaşmaları, yönetim yasa ve kurallarını anlatıyor."OSMANLI’DA İLETİŞİM Osmanlı'da iletişim devletin idarî ve bürokratik kararlarının hiyerarşik bir düzen içinde, merkezden taşraya iletilmesi ihtiyacının bir sonucu olarak resmî bir mahiyet taşımaktadır. Fermanlar, kanunnâmeler, nizamnâmeler vb. yazılı olarak gerekli bürokratik merkezlere "Menzil" sistemi ağıyla iletiliyordu. Devlet tarafından kurulan Menzil teşkilatında, merkezî yönetim, eyalet ve sancaklar arası iletişimin gerçekleşmesi, koşucu, ulak, çapar, Tatar isimleri verilen özel olarak yetiştirilmiş mesaj taşıyıcılarla yapılmıştır. "Askeri ve yönetim iletişim şebekesi "Menziller" sisteminin yolları, merkez olan İstanbul'dan Anadolu ve Rumeli'ye sağ, orta ve sol olarak üç ana kol halinde yayılıyordu. Bunlar da yan yollarla bağlanarak iletişim ağı tamamlanıyordu. Yollardaki menzillerde haber taşıyan ulaklar için hayvanlar (at) tutulurdu." (Halaçoğlu, 1995) Kara yolundaki hanlar ve kervansaraylar sivil halkın seyahat ve ulaşımında dinlenme, barınma ve azık tedariği için bağlantı, konak ve duraklarıdır. "Eskiden kuleler, güvercinler, koşucular, haberci atlılar iletişimin taşıyıcı aracı olarak kullanılırdı. Tarımda tarımsal üretimin itici ve çekici gücü hayvanlardı. Kağnılar, düvenler, arabalar vb. araçlar üretim ve iletişim teknolojisinin egemen parçalarıydı." (Arisan, 1995) II. Mahmud dönemine kadar devletle halk arasındaki iletişimde, devlet halka ulaşmak istediğinde fermanlar çıkarılır ve bazen tellallarla "Duyduk duymadık demeyin." ile başlayan ilanlarla iletişim sağlanırdı. Tellallar haber okuyuculardı. Taşrada ve kentlerde mahalle imamları da iletişimin gerçekleştirilmesinde, idarenin kararlarının halka ulaştırılmasında aktif rol oynamışlardır. Buraya kadar söylediklerimiz iletişimin Osmanlı'da resmi bir boyut taşıyan taraflarıdır. Haberleşme devletin kontrolünde ve imkanların, şartların belirleyiciliğiyle yapılmıştır. Edebiyat ve ürünleri de Osmanlı'da iletişimin vasıtalarından olmuştur. Divan edebiyatı havasın, halk edebiyatı ve en önemli birimi olan Aşık tarzı sözlü şiir geleneği âvâmın haberleşme aracı hâline gelmiştir. Köy köy, kasaba kasaba dolaşarak her gittikleri beldede cereyan eden hadiseleri bir sonraki durakta anlatan, nazmeden halk şairleri kitle iletişim araçlarının henüz gelişmediği dönemlerde haberleşme fonksiyonunu da yerine getirmişlerdir. Modern Anlamda İletişim (Gazetecilik) ve Osmanlı: Osmanlı'da ilk gazete Fransızlar tarafından çıkarıldı. İstanbul'daki Fransız maslahatgüzarı Vermenak, İstanbul'daki Fransızlara Fransa Cumhuriyetine dair mâlumat vermek maksadıyla on beş günde bir çıkarılan Gazette Française de Constantinople adlı gazetenin neşrine başladı. (1796) Fransızlar İstanbul ve İzmir'de birkaç gazete daha neşretmişlerdir. Bunlardan Smyrneen Ocak 1824'te, Le Spectateur Oriental Ekim 1824'te, Le Courrier de Smyrne 1828'de yayına başlamıştır. Fransız menfaatlerini gözeten bu gazetelerin bazısı kapatılmış, bazısı da önemini kaybedince kendiliğinden kapanmıştır. İstanbul ve İzmir'de Fransızca ve başka dillerde neşredilen gazetelerden başka Osmanlı toprağı sayılan Mısır'da da XVIII. yüzyılın sonlarında birkaç gazete yayınlanmıştır. Fransızların yayınladıkları birkaç gazeteden sonra yarısı Türkçe, yarısı Arapça olarak yayınlanan Vekayi-i Mısıriyye 1828'de neşre başlamıştır. Gazete Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı müdafaa etmiştir. İzmir'deki Fransız gazetelerinin yayınlarından rahatsız olan İngiliz ve Rus elçilerinin şikayetleri ve bu gazetelerin halk efkârında ve bazı yabancı çevrelerde uyandırdığı müsbet akisler II. Mahmut'un bu konuya eğilmesini sağladı. II. Mahmut'un şahsi gayretiyle 11 Kasım 1831'de ilk Türk gazetesi Takvim-i Vekâyi yayınlanmaya başladı. Takvim-i Vekâyi haftada bir defa yayınlanmak üzere bir resmi gazete olarak kurulmuştur. Asıl amacı resmî tebliğ ve haberleri yayınlamak olan gazete ilk zamanlarda iç ve dış olaylara dair haberler de veriyordu. Fakat sonraları bu önemli mahiyetini kaybetmiş ve içindekiler padişah iradeleri, ilgi çekmeyen resmî haberlerle sınırlı kalmıştır. Gazete, II. Mahmud hayattayken parlak devrini yaşamış, onun ölümüyle düzensiz yayınlanan bir gazete halini almıştır. Takvim-i Vekâyi'nin Arapça, Farsça, Rumca, Ermenice ve Fransızca nüshalarının da yayınlandığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Takvim-i Vekayi 1860'tan itibaren resmi gazete haline gelmiş ve gerçek gazete olmaktan çıkmıştır. Ceride-i Havadis: Basın tarihimizde ikinci adım Ceride-i Havadis'tir. Ceride-i Havadis İngiliz tüccarlar ve muhabir William Churchill tarafından 1840'ta yayına başlamıştır. Gazete gerek dış görüşünü, gerekse muhtevası itibariyle Takvim-i Vekâyi'den pek farklı değildi. Churchill gazetesinin mali sıkıntı çekmesi üzerine ölüm ilanlarına yer vermiş ve bu da ilgi görmüştür. 1854'te Kırım Savaşı, hakkında sıcak haberlerin yayınlanmasıyla gazeteye rağbet artmış ve Türk okurlar için bu gazete dış âleme açılan yeni bir pencere olmuştur. Cerid-i Havadis, Türkçe yayınlanan ikinci gazetedir. Yayınlarının niteliği itibariyle yarı resmidir denilebilir. Tercüman-ı Ahval: Özel teşebbüsle kurulan ilk Türk gazetesidir. Bu gazetenin kendi gazetesini etkileyeceğini düşünen W. Churchill, Ruznâme-i Ceride-i Havâdis-i çıkararak Tercüman-ı Ahval’e rekabet etmiştir. Gazeteyi Agâh Efendiyle Şinasi birlikte çıkarmışlardır. Agâh Efendi dünyayı gezmiş ve tanımış, cesur, bilgili, bir aydındı. Şinasi ise Avrupa'ya giderek Fransız kültürünü, edebiyatını ve şiirini Türk aydınına tanıtan, Batılı şiirlerin tercümesini yapan ve gazeteciliği "İş bu gazete, ahval-i dahiliye ve hariciyeden müntehap bazı havadisi ve maarif-i mütenevvia ile şair mevadd-ı nafiaya dair mebahisi neşir ve beyana vasıta olacaktır." diyerek cemiyetin tekamülüne vesile olarak gören Batıcı bir aydındır. Tercüman-ı Ahval'de sanayiye, bankacılığa, ticarete, postacılığa dair çeşitli yazılar çıkmaktaydı. Yabancı basından yapılan çevirilere de gazete de sık sık rastlanmaktadır. "Gazetede görülen haberler arasında, hatt-ı hümayunlar, resmi tebliğler, nizamnâmeler, vilayetlerden oraların ahvaline dair gazeteye gönderilen mektuplar, meteoroloji raporları yer almaktadır." Başta Agâh Efendi, Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Sarı Tevfik Bey, Mehmet Şerif Bey, Hasan Suphi Efendi gazetenin başlıca yazarlarıdır. Tercüman-ı Ahval ve Ruznâme-i Ceride-i Havadis arasında çıkan bir tartışma sonucu Tercüman-ı Ahval, 26 Aralık 1860 tarihli sayısında Ceride-i Havadis sahibinin İngiliz olduğunu ve gazetenin gelirinden başka hükümetten de nakdî yardım aldığını açıklamıştır. Basın Tarihinde İlk Kapatma: Tercüman-ı Ahval'ın hükümetin icraatlarına karşı tenkitçi tutumu ve Ceride-i Havadis'le olan münakaşaları Bâb-ı Âli'yi rahatsız etmişti. Bu rahatsızlığının sonunda hükümetin kapatma kararı Ceride-i Havadis'te yayınladı. (1861) 18. yüzyıldan sonra fikri hayatımızı tesiri altına alan Batı medeniyeti, bu etkiyi evvelâ Osmanlı aydını üzerinde gerçekleştirmiştir. Askerî, idarî, felsefî ve edebî alanlarda görülmeye başlayan Batı etkisi yine kendisinin öncülüğünü yaptığı gazetecilik alanında da etkili olmuştur. Gazeteyi sahiplenen Osmanlı aydınına karşın halk temkinliydi. Çünkü gazetenin anlam ve önemi henüz yeteri kadar anlaşılmış değildi. Fakat Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ifadesiyle gazete "Ufak tefek hadiseleri nakletmek suretiyle dünya ile bir münâsebet kuran, bazı faydalı bilgileri veren, okumayı zaman geçirme şekillerinden biri yapan bir vasıta olmaktan çıkar. Hakiki manasında kürsü olur" Gazete Osmanlı toplumunda değişimin hızlandırıcısı olmuştur. Aydınları etrafında toplamış. Batı'yla tanıştırmış (ilk tercüme faaliyetlerinin mekanı gazetelerdi), fikri grupları ve ayrılıkların arenası olmuş ve bütün bir toplum hayatının değişmesinde önemli rol oynamıştır. 19. asrın münekkitlerinden Tanpınar gazeteyi ve fonksiyonunu şöyle yorumlar: "Bütün işaretler oradan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı o yazar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı dağı o tutuşturur." Tiyatro, tercüme ve telif ilk örneklerini gazete vasıtasıyla verir. Makale, deneme, tenkit gibi türler gazete bünyesinde gelişmiş türlerdir. Bu türler vesilesiyle politika, güncel ve hayatî meseleler, fikri cereyanlar günün hadisesi olmaya başlar. Bu gelişmelerden sonra Osmanlı'da gazeteler hızla yayılmaya ve açılmaya başlar. Matbuat artık güncel ve siyasî hayatın bir parçası haline gelmiştir.Osmanlılar'da Basın Osmanlı Devletinde İbrahim Müteferrika tarafından 1727’de ilk Osmanlı resmi matbaasının kurulmasından sonra, belli bir çevre içinde haberleşme, risaleler aracılığıyla olmuştu. Matbaanın kullanılışından yaklaşık bir asır sonra Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından Kahire’de 1828’ yılında Türkçe ve Arapça olarak Vakayi-i Mısriyye adlı resmi vilayet gazetesi yayınlandı. İkinci Mahmud Han devrinde 11 Kasım 1831 yılında İstanbul’da Takvim-i Vekayi adlı resmi gazete çıkarıldı. Türkçenin yanında; Arapça, Fransızca, Rumca ve Ermenice de yayınlanan Takvim-i Vekayi’nin basılması için İstanbul’da Takvimhane matbaası kuruldu. Takvimhane nazırı olarak da Es’ad Efendi tayin edildi. Haftalık olan bu gazetede resmi devlet haberlerinden başka iç ve dış dünya hadiselerine de yer verildi. Ancak Sultan İkinci Mahmud Hanın vefatından sonra sadece resmi devlet haberlerine yer verildi. Yıllık abonesi 120 kuruş olan bu gazete beş bin adet basılıyor, belli başlı devlet adamlarına ve memurlara şehir ve kasaba ileri gelenlerine, yabancı devlet temsilciliklerine dağıtılıyordu. Önemli hadiseler olduğu zaman Varaka-i Mahsusa adıyla özel ilaveleri de yayınlanıyordu. Tanzimattan sonra bir ara yayını durdurulan Takvim-i Vekayi, 1855'ten sonra, Meclis-i Ali-yi Tanzimat Nizamnamesi'ni ve bu müessesenin hazırladığı nizamnameleri yayınlamakla resmi gazete olma hüviyetine daha çok yaklaştı. 1860’tan sonra tamamen devletle ilgili belge ve nizamnameleri yayınlayan Takvim-i Vekayi 1878’de kapandı. Ancak üç yıl sonra 1881’de yeniden yayınlanmaya başladı. 4 Kasım 1922 tarihine kadar 4609 sayısı yayınlandı. Ankara hükumeti tarafından 2.1.1922’de Resmi Ceride 1.2.1928’de Resmi Gazete adını alarak yayınına devam etti. Takvim-i Vekayi’den başka, yabancı devletler nezdinde Osmanlı menfaatlerini korumak için Sultan Mahmud Han, Alexander Blacque Bey’e Le Moniteur Ottoman adlı Fransızca bir gazete de çıkarttırmıştı. Bu gazetenin, Takvim-i Vekayi’nin Fransızcası olduğu da söylenmektedir. Sultan Abdülmecid Han tahta geçince, 1840’ta Türkçe yayınlanan Ceride-i Havadis adlı gazeteyi neşrettirdi. Başında, William Churchill adlı bir İngiliz gazetecisi vardı. 1850 yılından sonra bu iki Türkçe gazeteden başka Fransızca, İtalyanca, Rumca, Ermenice ve Farsça olmak üzere on altıya yakın gazete yayınlanmaya başladı. 1864 yılında William Churchill’in ölümünden sonra oğlu, Ceride-i Havadis gazetesini kapatıp Ruzname-i Ceride-i Havadis adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. Türkler tarafından çıkarılan ilk özel gazete, 21 Ekim 1860’ta neşredilen Tercüman-ı Ahval’dir. Sahibi Çapanoğlu Agah Efendi, başyazarı Şinasi olan bu gazete, bir haber gazetesi olmaktan ziyade, hükumet tenkidine kadar bugünkü gazetecilikte görülen pekçok şeyin menşeini teşkil eden hususlara yer verirdi. İlk zamanlar haftada bir, sonra üç, sonra Cuma hariç her gün yayınlandı. Ancak siyasi şartlar ve basında giderek artan rekabet karşısında 11.3.1866’da yayın hayatına son verdi. Tercüman-ı Ahval gazetesinden ayrılan Şinasi, 27 Haziran 1862’den itibaren Tasvir-i Efkar’ı çıkarmaya başladı. Osmanlı ülkesinde Avrupai fikirlerin yayılmasına, dil tartışmasını ortaya atarak devletin bölünüp parçalanmasına yönelik akımların gelişmesi için çalışan, devletin temel politikalarını ve hükumetin icraatını tenkid eden muharrir ve yazarların çalıştığı Tasvir-i Efkar gazetesi, daha çok fikir gazetesi özelliğini taşıyordu. Bu özelliği sebebiyle gazeteye ilgi artıp, trajı yükseldi. Şinasi ve Namık Kemal Avrupa’ya kaçınca, Recaizade Ekrem tarafından çıkarıldı. Fakat kamuoyundaki etkisini giderek kaybeden Tasvir-i Efkar 830 sayı çıktıktan sonra 1866’da kapandı. İlk Türk dergisi ise, 1850’de yayınlanmaya başlayan Vekayi-i Tıbbiye’dir. Meslek dergisi özelliğinde olan bu dergiden başka Temmuz 1862’de Münif Paşa tarafından Mecmua-i Fünun yayınlanmaya başladı. Ancak 1864’te kolera salgını yüzünden yayınını durduran Mecmua-i Fünun, 1866’da yeniden yayınlanmaya başladıysa da kısa bir müddet sonra yayına ara verdi. Üçüncü defa 1883 yılında tekrar yayınlanmaya başladı. Fakat yeniden kapandı. Mir’at-ı Mecmua-i İber-i İntibah ve devamı olan İbretnüma ile Ceride-i Askeriyye de ilk çıkan dergilerdendir. 1860’tan sonra Türkçe basınının, devlet ve hükumet ile hükumet ricaline karşı tutum alması, diğer dillerde yayınlanan gazetelerin de Osmanlı Devletinin bütünlüğünü bozmaya yönelik yıkıcı yazılar neşretmeleri üzerine, saltanatı, hükumeti, Osmanlı toplumunu meydana getiren milletleri ve dinlerini saldırılardan koruyabilmek için bazı tedbirler alındı. 1860’ta özellikle yabancı basından şöyle bir taahhütname alınmaya başlandı: “Osmanlı hükumetini, diğer devletlerle münasebetlerini, memurların çalışmalarını tenkid etmemek; başyazıları önceden Basın Bürosuna bildirip tasdik ettirmek, Basın Bürosunun tasdik etmediği haberleri yayınlamamak, Avrupa gazetelerinde çıkan yazıları düzeltmek gayesiyle Basın Bürosunca verilecek yazıları aynen yayınlamak…” gibi. Bu doğrultuda yapılan uygulamalar birçok şikayetlere sebeb oldu. Tanzimatın getirdiği eşitlik ve kanunlara dayanan uygulama ilkelerinin çiğnendiğini ileri süren yabancı basın mensupları, kapitülasyonlardan faydalanmak istediler. Yabancı gazeteleri ve gazetecileri cezalandırma veya yasaklama teşebbüsleri karşısında, yabancı devlet elçilerinin basın hürriyetinin sınırlarını belirleyici bir kanun bulunmaması ve kendi konsolosluk mahkemelerinde muhakeme edilmek istemeleri sebebiyle kanuni düzenlemeye gidildi. 1864’te Matbuat Nizamnamesi çıkarıldı. Bu dönemde İstanbul’da devletin yarı resmi gazetesi olan Fransızca Journal de Costantinople, İngilizce The Levant Herald, Fransızca Courier d’Orient, Rumca Bizantis, Bulgarca Bulgaria, Ermenice Megs, Masis, Avedapar ve Tar gazeteleri çıkıyordu. İzmir, Kahire, Beyrut gibi şehirler başta olmak üzere diğer şehirlerde de azınlıklar ve Müslümanlar tarafından hayli gazete yayınlandı. Ayrıca yine İstanbul’da Mecmua-i Havadis ve Münad-i Erciyas adlı Anadolu gazeteleri de yayınlanıyordu. 1864’te Matbuat Nizamnamesi'nin düzenlenmesinden sonra, Türk basın hayatı yeni bir devre girdi. Bu nizamname, ön sansürü bütünüyle kaldırıp, yabancı basının sorumsuzluklarına da sınırlar getirmişti. Nitekim Nizamname'nin üçüncü maddesi, yabancıların da yerliler gibi muamele göreceklerini hükme bağladığından, kapitülasyonların basın alanına da yayılması önlenmiş oluyordu. Nizamname ile daha önce kurulmuş olan Babıali Tercüme Odası, Matbuat Müdürlüğü gibi kurumlara yeni vazifeler veriliyordu. Siyasi özellikteki yayınlara ruhsat vermek, yayınların muhtevasını kontrol etmek, gazetelere verilecek resmi ilanları hazırlamak, Avrupa’da Osmanlı Devleti aleyhinde yayın yapan gazete ve kitapların ülkeye girmesine mani olmak, bu kaidelere aykırı davrananlar hakkında para ve hapis cezalarını uygulamak bu vazifeler arasındaydı. Nizamname, bir ön sansür koymuyordu ama, ağır para ve hapis cezalarıyla, başta padişah olmak üzere, bütün idareyi (bakanlar, meclisler, mahkemeler, devlet kurumları ve memurlar), yabancı devlet başkanları ve temsilcilerini, suçlayıcı ve kötüleyici yayınlardan koruyordu. Nizamname, umumi çizgileriyle 1909 yılına kadar yürürlükte kaldı. 1867 senesinde Ali Süavi de çıkardığı Muhbir Gazetesi'nde hükumeti daha sert bir dille tenkid etmeye başladı ise de, kısa süre sonra kapandı. Matbuat Nizamnamesi'nin boşluklarından faydalanan basının hükumet erkanını sert bir şekilde tenkid etmesi üzerine 1867’de basını kontrol maksadıyla bir kararname çıkartıldı. Sadrazam Ali Paşa tarafından, aynı zamanda kendi mevkiini kuvvetlendirmek düşüncesi ile hazırlanan bu kararnameye Ali Kararnamesi denildi. Bundan sonra basına karşı sert tedbirler uygulandı. 1867 yılında İngilizce olarak çıkan The Levant Herald gazetesi de, Yunanlıların, Girit ihtilalcilerini destekleyen hareketlerini övdüğü için kapatıldı. İstanbul’daki İngilizce gazetelerden, The Levant Times, bir de Bulgarca nüsha çıkarıp, Bulgar kavmiyetçiliğini destekleyen yazılar yayınlayarak Osmanlı Devletinin parçalanmasına çalıştı. Bu dönemde Arap kavmiyetçiliğini teşvik için Avrupa’da Arapça yayınlanan gazetelere karşı, Babıali’nin maddi desteğiyle İstanbul’da Arapça El-Cevaib gazetesi yayınlandı. Hükumetin kendilerine verdiği vazifelere gitmeyerek Avrupa’ya kaçan Ali Süavi, Namık Kemal ve Ziya paşalar, gittikleri yerde Prens Mustafa Fazıl Paşa ve Agah Efendi ile buluşarak; Muhbir, Ulum, Hürriyet, İttihad adında çıkardıkları gazetelerde Babıali’nin aleyhinde yazılar yazdılar. Dergilerin mali kaynağını mason locasına kayıtlı olan Mustafa Fazıl Paşa karşılıyordu. Bu sırada İstanbul’da; Eğribozlu Mehmed Arif tarafından Ayine-i Vatan, Şakir Efendi tarafından Muhib, Andon Efendi tarafından Muhibb-i Vatan gazeteleri de yayınlandı. Daha sonra bu gazeteler de çeşitli sebeplerle kapatıldılar. Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Abdülaziz’den affedilmesini isteyerek yurda dönünce, yurtdışına kaçmış olan ve sürgünde bulunan Yeni Osmanlılar, 1870 sonundan başlayarak yurda dönmeye başladılar. Saraydan gördükleri para yardımı ile Basiret adlı gazeteyi neşreden Yeni Osmanlıların ılımlı grubunu teşkil eden Basiretçi Ali ve arkadaşları, Türk ve Müslüman unsurların çıkarlarını savundular. Basiret Gazetesi bu sebeple 1871’de on binlik bir tiraja ulaştı. 1870-1871 Alman-Fransız savaşında Almanya’yı destekleyen yazılar neşreden ve Alman hükumetinden destek gören Basiret, Çırağan Vak’asından sonra Ali Süavi’nin bir makalesini yayınladığı için 20 Mayıs 1878’de kapatıldı. Aynı dönemde Ali Raşit ve Filip Efendi tarafından Terakki Gazetesi çıkarıldı. Haftada altı gün yayınlanan ilk gazete olarak dikkat çeken Terakki Gazetesi, hukumete yönelik aşırı tenkitlerinden dolayı 1870 ve 1874'te iki defa kapatıldı. Ebüzziya Tevfik, Ayetullah Bey, Recaizade Mahmut Ekrem gibi imzaların yeraldığı Terakki, mizahi Letaif-i Asar ve hanımlar için Hanımlara Mahsus adlı haftalık ilaveler neşretti. Hakayık-ül-Vekayi adıyla yayın hayatına devam ettiyse de aynı iddialı tutumunu sürdüremedi. 1870’te bütün yazıları Ahmed Midhat Efendi tarafından yazılan, sonraları Bedir adını alan Devir Gazetesi neşredildi. 1872 Haziranında Ahmed Midhat Efendinin idaresine geçen ve daha önce İskender Efendi tarafından yayınlanan İbret Gazetesi, Yeni Osmanlıların sözcüsü haline geldi. Namık Kemal’in baş yazarlığını yaptığı bu gazete 25.000 gibi o güne kadar görülmemiş bir tiraja ulaştı ve yayın hayatı boyunca 12.000'den aşağı düşmedi. Yazarları çeşitli sebeplerle İstanbul’dan uzaklaştırılan İbret Gazetesi, Namık Kemal’in Magosa’ya gönderilmesiyle 1873 yılında kapandı. Bu müddet içinde Aşir Efendi tarafından çıkarılan ve yazı işlerini Ebüzziya Tevfik’in yürüttüğü Hadika, Ahmed Midhat Efendi tarafından yayınlanan ve okuyuculara faydalı bilgiler veren Dağarcık Dergisi, Ravdat-ül-Mearif ve Ceride-i Tıbbiye-i Askeriyye dergileri ile Diyojen’i çıkaran Teodor Kasap Efendi tarafından çıkarılan Hayal ve Çıngıraklı Tatar gibi mizah dergileri de neşredildi. 1873 yılında Ebüzziya Tevfik’in siyasi yazılarıyla dikkati çeken ve kısa süre içinde kapatılan Sirac adlı gazete, yirmi beşinci sayısında kapatılan ve bir mizah gazetesi olan Latife, haberlere geniş yer ayırmasıyla tanınan ve akşam ilavesi çıkaran Hülasat-ül-Efkar Gazetesi, Ahmed Midhat Efendinin çeşitli fıkra ve hikayelerden başka roman tefrikalarına da yer verdiği Kırkanbar Dergisi, Dolap, Mecmua-i Nevadir-i Asar, Müteferrika, Revnak adlı gazete ve dergiler yayınlamışsa da ömürleri kısa ve tesirleri az olmuştur. 1873 yılında memleketin içine düştüğü siyasi ve ekonomik sıkıntılara ortak ve yardımcı olması beklenen basın ve yayın organları tamamen devletin karşısında yer alınca, memleketin içine düştüğü sıkıntılar gözönüne alınarak basına karşı bazı tedbirler alındı. Bu tedbirler üzerine, Amerikan ve İngiliz misyonerlerinin mali desteği ile geniş bir Arapça yayın merkezi haline gelen Beyrut’taki basın çevreleri, 1874’ten sonra kendilerine daha rahat çalışma imkanı veren Mısır’a gittiler. Midhat Paşanın sadrazamlığı zamanında İstanbul basınına karşı zecri tedbirler uygulandı. Bu tarihte vilayetlerde yayınlanan gazetelerin sayısı yirmiyi buldu. Ayrıca devletçe masrafları karşılanarak kurulan vilayet basımevlerinde yerli ve özel gazete ve kitapların basılmasına da izin verilince; kültür faaliyetlerini destekleme yolunda oldukça müsbet adımlar atıldı. Yine aynı dönemde ülkenin dört bir yanında yayınlanan gazetelerin toplu halde okuyucuların incelemesine sunulduğu kıraathaneler (okuma salonları) açıldı. Ancak o zamana kadar hiçbir vergi ve rüsuma tabi olmayan gazetelere, 1874’te, her gazeteye iki paralık pul yapıştırma mecburiyeti getirildi. Gazetelerin memleket şartlarını dikkate almamaları, tenkit ve hicivde ileri gitmeleri üzerine Haziran 1875’te siyasi özellikteki kitap ve dergilerin ön sansürden sonra yayınlanmasına karar verildi. Aynı yılın Eylül ayında, 1864 Nizamnamesi’ne “İlave baskıların sadece resmi ilanlar için kullanılabileceği” maddesi eklendi. 1874’te Münif Paşa tarafından çıkartılan, sanat ve ilim yazılarına yer veren haftada birkaç defa yayınlanan Mecmua-i Maarif, Agop Baronyan tarafından yayınlanan ilk tiyatro gazetesi olan Tiyatro, Basiretçi Ali Efendi tarafından çıkarılan mizah dergisi Kahkaha, Mehmed Arif Bey tarafından çıkarılan Medeniyet Dergisiyle, Şafak, Afitab-ı Maarif ve Misbah-ı Felah dergileri de yayınlandı. 1875 yılında, Tevfik Bey tarafından çıkarılan ve bir mizah dergisi olan Geveze, yine bir başka mizah dergisi Meddah, Mehmed Efendinin günlük çıkardığı dini bilgiler neşrederek ilgi gören Sadakat Gazetesi, Teodor Kasap tarafından yayınlanan günlük İstikbal Gazetesi, Filip Efendinin yayınladığı Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de çeşitli şahıslar tarafından devam ettirilen Vakit Gazetesi, Şemseddin Sami’nin başyazarlığını yaptığı, Rum asıllı Papadapulas tarafından yayınlanan, daha sonra Mihran Efendi tarafından devralınan Sabah Gazetesi, Mehmed Tevfik Bey tarafından çıkarılan haftalık mizah dergisi Çaylak ile; bunların dışında Müsavat, Ümran, Selamet, Mirat-ı İber, Muharrir, Mecmua-i Maarif gibi kısa ömürlü gazete ve dergiler yayınlandı. 1877’de Midhat Paşanın sadrazamlığı zamanında bir matbuat kanunu hazırlandı. Bu tasarı mecliste kanunlaşmadan önce meclis dağıldı. İki bölümden meydana gelen bu kanunun birinci bölümü matbaalara, ikinci bölümü ise basına ait hükümleri ihtiva ediyordu. Aynı yıl içinde basın suçlarını yargılayan Meclis-i Ahkam-ı Adliye kuruldu. Harb hali sebebiyle gazetelerin hükumeti tenkide yönelik yayınlar yapmaları yasaklandı. Bu suretle Osmanlı basını yeni bir döneme girdi. 1876-1878 senelerinde pekçok gazete ve dergi çıkarıldı. Bunların belli başlıları; başyazarlığını Ahmed Midhat Efendinin yaptığı Çaylak, Tevfik Mehmet Bey tarafından çıkartılan Osmanlı Gazetesi, Şemseddin Sami’nin başyazarlığını yaptığı ve Mihran Efendinin yayınladığı kısa süreli Tercüman-ı Şark Gazetesi, Türk basınının en dikkate değer gazetelerinden olan, Ahmed Midhat Efendinin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, mizah gazetesi Karagöz, çocuk gazetesi Bahçe’dir. 1878’de memleketin içinde bulunduğu harb hali sebebiyle, Osmanlı birliğini ve ülkesinin bütünlüğünü bozmaya yönelik yayınlara karşı bazı tedbirlere ihtiyaç duyuldu. Maarif Nezareti, Matbuat Müdürlüğü ve Zabtiye Nezaretinin katkısıyla gazeteler üzerinde sansür uygulamasına gidildi. Hariciye Nezaretinde de dış basınla ilgili Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü kuruldu. 1878’de çıkmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, Ahmed Mithad Efendinin başarılı kalemi ile ve hükumeti tenkid etmeyen büyüklere şantaj, sansasyon özelliğinde olmayan ciddi haberciliğiyle bu devrin en uzun ömürlü ve itibarlı gazetesi oldu. Daha sonraki senelerde Ahmed Midhat Efendinin damadı Muallim Naci’nin idare ettiği bir edebi ilave verdi. Bu son derece ciddi ve terbiyevi bir edebiyat mecmuasıydı. Çocuklar için haftalık ilaveler verdi. Bu gazetede telif romanlar tefrika edildiği gibi, batı klasikleri de veriliyordu. Midhat Efendi bu arada 150’den fazla roman ve ilmi kitap yayınladı. Kitaplar, çekici ve akılcı bir üsluba sahib olduğundan, okutucu ve öğreticiydi. On dört ciltlik Avrupa Tarihi, üç ciltlik Dünya Tarihi serileri, o devirde halk tarafından merakla okundu. 1879’da Ebüzziya Tevfik Bey tarafından Mecmua-i Ebüzziya Dergisi çıkarıldı. Ebüzziya Tevfik, pekçok kitaplar, yıllıklar yanında bazı klasik eserler yayınladı. Kütüphane-i Ebüzziya adlı bir kolleksiyon meydana getirdi. 1879’da Mehmed Ali tarafından iktisadi ve zirai konulara yer veren 15 günlük Vasıta-i Servet ve 1880’de Vakayi-i Tıbbiye adlı meslek dergileri de yayınlandı. 1881’de Encümen-i Teftiş ve Muayene, Maarif Nezareti’nde de Tetkik-i Müellefat Komisyonu kuruldu. 1888’de matbaaların bastığı bütün yayınlara önceden izin aldıktan sonra basma şartı getirildi. 1891’den önce Tercüman-ı Hakikat’ten başka; on iki bin tirajlı Sabah, Saadet ve Tarik gazeteleri de çıkarıldı. Jön Türkler hareketinin belli başlı simalarından olan Murad Bey, 1885 yılında haftalık Mizan Dergisini çıkarmaya başladı. Bir ara Avrupa’ya kaçan Mizancı Murad, yayınına Paris’te devam etti. İkinci Meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’da tekrar yayınlanmaya başladıysa da uzun ömürlü olmadı; 1909’da tekrar kapandı. Kadrosunda Namık Kemal, Abdülhak Hamid Tarhan’ın da bulunduğu Gayret Gazetesi, 1886 yılında yayınlanmaya başladı. Abdülhalim Memduh, Tepedelenlizade Kamil, Cenab Şehabeddin gibi kimselerin yazı yazdığı Muhit Gazetesi 1888’de çıktı. İlkokul çocuklarına temel bilgiler vermek gayesiyle eğitim ve öğretime yönelik olan Mekteb Dergisi 1891'de kitapçı Karabet tarafından çıkarıldı. Bir müdet böyle yayınlandıktan sonra 1894 yılında edebiyat dergisi haline geldi, Edebiyat-ı Cedidecilerin toplandığı bu dergi, okuyucuların ilgisini çekmek için çeşitli edebi anketler düzenledi. Edebiyat tarihi açısından önemli bir yer işgal eden Servet-i Fünun Dergisi, Ahmed İhsan (Tokgöz) Bey tarafından 27 Mart 1891’de çıkarılmaya başlandı. Aynı dönemde yayınlanan Malumat adlı edebi dergiyle edebi tartışmalara giren Servet-i Fünun Dergisinde, Edebiyat-ı Cedideciler olarak adlandırılacak şair ve yazarlar bir araya geldi. Ocak 1895’te mecmuanın idaresini Tevfik Fikret aldı ve altı yıllık bir yayından sonra 1901’de ayrılmasına rağmen yayınına devam etti. Servet-i Fünunla tartışmalara giren ve önce Artin Efendi tarafından yayınlanan Malumat Dergisi, 1894’te kapatıldı. 1895’te Baba Tahir tarafından tekrar yayınlanan Malumat Dergisinde eski edebiyatı savunan edebiyatçılar toplandılar. 5 Temmuz 1894’te Ahmed Cevdet (Oran) tarafından yayınlanan ve Türk basınının uzun ömürlü ve tesirli gazetesi olan İkdam, Latin harflerinin kabulüne kadar devam etmiştir. İkdam’ı yayınlayan Ahmed Cevdet’e bu yüzden "İkdamcı" takma adı verilmiştir. 1895’te ilk kadın gazetesi Kadınlara Mahsus Gazete çıkarıldı. 1899’da Mehmed Rıza tarafından yayınlanmaya başlayan Resimli Gazete, 1916 yılına kadar yayınını sürdürdü. Daha çok tercümeye yer veren ve resimli bir gazete olan Musavver Terakki 1900’de yayınlanmaya başladı. Yurt dışındaki basın: Padişaha ve Babıali hükumetlerine karşı olan, çeşitli vesilelerle Avrupa’ya kaçan devlet aleyhinde bulunan ve kendilerine; Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve İttihatçılar adını veren kimseler, Avrupa’da çeşitli cemiyetler kurdular. Bu cemiyetlerin ilki Şinasi, Namık Kemal, Nuri, Refik ve Ayetullah Bey tarafından kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyetidir. Bu cemiyetin reisi Mir’at Gazetesi sahibi Refik Bey idi. Daha sonra kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yeni Osmanlıların yurt dışındaki basın faaliyetlerinin çok üstünde faaliyet gösterdi. İngiltere, Fransa, Avusturya, İsviçre, Belçika, Bulgaristan, Romanya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, Amerika ve Brezilya’da, Abdülhamid Han ve Babıali hükumetleri aleyhinde yayın yaptılar. Dış kaynaklardan ve Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşadan destek gören bu kimseler, çeşitli gazeteler çıkardılar. Yurt dışında çıkan bu muhalif basının ekseriyeti Türkçe olmakla birlikte; Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve hatta İbranice olarak yayın yapıyordu. Bu gazetelerin en eskisi, Ali Süavi’nin Avrupa’ya kaçmasından sonra Londra’da yayınlamaya başladığı Muhbir’dir. Fransızca ve İngilizce ekler de veren Muhbir, Mustafa Fazıl Paşanın maddi desteğiyle 1867-1868 yıllarında 50 sayı kadar yayınlandı. Muhbir’den sonra Yeni Osmanlıların yayın organı olan Hürriyet, Ziya Paşa ve Namık Kemal tarafından 1868-1869 yıllarında Londra’da seksen dokuz sayı çıkarıldı. Ali Süavi’nin, Sadrazam Ali Paşa hakkındaki bir yazısı üzerine, İngiltere adliyesi tarafından takibata uğrayınca, 1870 yılında Cenevre’de Ziya Paşa tarafından on bir sayı olarak çıkarıldı. Altmış üçüncü sayıdan itibaren Namık Kemal gazeteden ayrıldı ve 1869’da yurda döndü. Ziya Paşa ise 1871’de döndü. Ali Süavi, Mustafa Fazıl Paşanın verdiği para ile Paris’te Ulum adlı bir gazete çıkarmaya başladı. 1870’de Cenevre’de Hüseyin Vasfi Paşa ve Mehmed Bey tarafından yayınlanan İnkılab (Paris 1878), Hayal (Londra 1879), İstikbal (Cenevre 1880), Gencine-i Hayal (Paris 1881), Yeni Osmanlılar döneminin yurt dışında yayınladığı basın organlarıdır. 1895 yılında Ahmed Rıza tarafından yayınlanan Meşveret, 1897’de Fransızca nüsha da yayınlamaya başladı. Hükumetin takibi neticesinde Paris’ten ayrılmak zorunda kalan Ahmed Rıza, Meşveret’i, İsviçre ve Belçika'da yayınlamaya devam etti. Jön Türk hareketinin ileri gelenlerinden olan Mizancı Murad, 1877’de Mizan Gazetesini Kahire’de yayınlamaya başladı. Bu gazetede, Hıristiyan Arap kavmiyetçilerinden Halil Ganem, Fransa’da Türkiye aleyhtarı yazılarıyla tanınan Albert Koda gibi şahıslar yazı yazdı. Daha sonra Cenevre’de yayınlanan Mizan bir ara Fransızca olarak da çıkarıldı. 1897’de İttihad ve Terakki mensuplarından olan İshak Sükuti ve Abdullah Cevdet tarafından Türkçe ve Fransızca olarak Osmanlı Gazetesi çıkartıldı. 1900 yılından sonra Londra’da ve Kahire’de yayınlanan Osmanlı Gazetesi, Abdullah Cevdet’in Viyana sefaretine doktor, İshak Sükuti’nin ise Roma sefaretine sefir olarak tayin edilmeleri üzerine, bir müddet kapandı. 1902’den sonra yeniden yayınlanmaya başladı. Jön Türklerin ikiye ayrılmalarından sonra, Paris’te toplanan Ahrar Grubuna karşı ortaya çıkan Ekseriyet Fırkasının yayın organı oldu. Bu dönemde yazı işleri müdürü Hüseyin Siret, idare müdürü ise İsmail Hakkı Paşa idi. 1896’da Tunalı Hilmi tarafından Cenevre’de çıkarılan Ezan, 1897’de Kahire’de yayınlanan Kanun-i Esasi ve el-Katib, 1899’da Cenevre’de yayınlanan İntikam, 1899’da Londra’da yayınlanan Hilafet, 1900’de Kahire’de Leon Efendi tarafından çıkarılan Sada-yı Millet, 1901’de Brüksel’de Avlonya mebusu İsmail Kemal tarafından yayınlanan Selamet Gazeteleri de Padişahın ve hükumetin yardımları ile hayatlarını idame ettirdikleri halde, Abdülhamid Hana ve Babıali hükumetlerine karşı çıkan dış basındandır. 1904’te Abdullah Cevdet tarafından Cenevre’de çıkarılan İctihad Gazetesi bir ara Mısır’da ve daha sonra İstanbul’da yayınlandı. Prens Sebahaddin ve Ahmed Fazıl tarafından 1906’da Kahire’de çıkarılan Terakki Gazetesi, adem-i merkeziyetçilerin yayın organı oldu. Yine bu fikri savunan Şura-yı Osmani, Yeni fikir ve Hilafet gibi gazete ve dergiler de vardı. Sultan İkinci Abdülhamid Han, çoğu gayri müslim azınlıkların ve yabancıların elinde olan ve devlet adına tahsile gidip Avrupalıların kontrolüne girerek, yaşadığı toplumun değerlerine yabancılaşan sözde aydınların elindeki basın ve yayın organlarına karşı zamanın siyasi şartları sebebiyle bazı tedbirler aldı. Müslim, gayri müslim ve Türk olmayan çeşitli unsurlardan meydana gelen Osmanlı Devletinin dünya konjonktürü içindeki o günkü yeri bunu icab ettiriyordu. Sultan İkinci Abdülhamid Han, basını tam serbest bırakıp bazı tedbirler uygulamasaydı, 1908 sonrasında olan hadiseler otuz yıl öncesinden patlak verirdi. Osmanlı toplumunu sömürmek için bütün yolları deneyen ve bu kirli maksadlarını gerçekleştirebilmek için türlü hilelere başvuran Hıristiyan Avrupa devletlerinin saldırılarına, çok daha hazırlıksız yakalanılırdı. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın, aldığı bu tedbirler, Osmanlı toplumu içindeki Müslümanlara ve Türklere otuz yıllık bir hazırlanma ve dinlenme dönemi sağlamıştır. Abdülhamid Hanın basın politikası; devletin parçalanmasını, milletin düşman kamplara ayrılmasını önlemek gayesine yönelik şuurlu bir adımdır. Ayrıca Osmanlı Devletini yıkmak için asırlardır uğraşan Hıristiyan Avrupa devletlerinin tehditleri ve oyunlarıyla, Osmanlı ülkesinin sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanan nazik durum ve 1876-1878 yıllarında meydana gelen, Abdülaziz Hanın hal’i ve şehid edilmesi, Beşinci Murad’a karşı yapılan hareketler, Ali Süavi baskını ve Rusların Yeşilköy’e kadar gelmeleri de bu basın politikasını etkilemiştir. Abdülhamid Hanın uyguladığı bu basın politikasına karşı çıkan ve İkinci Meşrutiyetin verdiği serbestlikten istifade ederek bir baskınla iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası ve daha sonraki iktidarlar, bu tedbirlerin çok daha şiddetlisini uygulamışlardır. Bunun yanında Abdülhamid Hanın, matbuata verdiği önem pek fazladır. Şahsına karşı olsa bile zamanındaki dergi ve gazetelerin mükemmel ve en güzel şekilde çıkmasını sağlamak için Servet-i Fünun gibi bazı gazete ve dergilere yardımda bulunduğu, hatta onlar için Avrupa’dan usta elemanlar getirttiği de bir başka hususiyettir. İttihat ve Terakki devri: Meşrutiyetin ikinci defa ilanı üzerine, yurt dışına kaçmış olanlar yurda döndüler ve yurt dışında yayınladıkları gazeteleri, İstanbul’da çıkarmaya başladılar. İkinci Abdülhamid Hanın İkinci Meşrutiyeti ilan ettiği 24 Temmuz 1908 günü toplanan gazeteciler, gazete müsveddelerini sansüre vermeme kararı aldılar. 25 Temmuz 1908 günü gazeteleri ön kontrolden geçirtmeden piyasaya sürdüler. Bu gazeteler; Sultan ikinci Abdülhamid Han döneminde yayınlanan İkdam, Sabah, Tercüman ve Saadet gazeteleriydi ve her biri alelacele meşrutiyet ve hürriyet savunuculuğuna girip, kadrolarını yenilediler. 24 Temmuz günü, daha sonra Gazeteciler Bayramı olarak kabul edildi. Kanun-i Esasi'deki; “Matbuat, kanun dairesinde serbesttir.” hükmü; “Hiçbir şekilde kablettab’ı (baskıdan önce) teftiş ve muayeneye tabi tutulamaz.” şeklinde değiştirildi. Sansürün kaldırıldığı bu şekilde ilan edilirken, 1877 (Ramazan-ı mübarek 1294) tarihli İdare-i Örfiyye ve Askeri Mehakim Kanunu kasten yerinde bırakıldı. 1919 tarihine kadar bu kanuna dayanarak sansürü aratacak uygulamalarda bulunuldu. Bir çok dergi ve gazete defalarca kapatıldı. Mesela 1910 yılında Baha Tevfik’in çıkardığı, Eşek adlı mizahi dergi, kırk bini bulan ilk sayısından sonra kapatıldı. Ancak Baha Tevfik birkaç defa Divan-ı Harb-ı Örfi karşısına çıkmak bahasına yılmadı ve dergilerinin biri kapanınca diğerini çıkardı. Eşek’i; Yuha, El-Malum, Kibar, Alafranga Eşek takib etti. Bu devirde en fazla gazetesi kapatılan ve mahkemeye çıkan Lütfi Fikri Bey oldu. 1911 ila 1913 tarihleri arasında çıkarmış olduğu Tanzimat Gazetesi tam on altı defa kapanıp yeniden yayına başlamıştır. Bu dönemin en bariz özelliği, pekçok gazete ve derginin hep birlikte Abdülhamid Hanın memleketin içinde bulunduğu nazik durumlar sebebiyle tatbik ettiği Meşrutiyet öncesi icraatı tenkid etmekti. Sadece İstanbul’da 1908-1909 senelerinde 353 gazete ve dergi yayınlandı. Bu sayıya ülkenin dört bir yanında yayınlanan Türkçe gazetelerle yabancı dilde yayınlananlar da eklenince, birdenbire binlerce yayın ortaya çıktığı görülür. Bunlar arasında Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen her fikrin savunucusu ve sözcüsü olan yayın organları ortaya çıktı. Böylece memlekette bir fikir anarşisi doğdu. Eski gazeteler kendilerini yenilemeye çalışırken, Abdullah Zühdü ile Mahmud Sadık Yeni Gazete’yi; Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Hüseyin Kazım (Kadri) Tanin’i kurdular. İktidara muhalif yayınlar yapan Tanin Gazetesi birkaç defa kapatıldıysa da; Cenin, Renin, Senin ve Hak gibi değişik isimler altında yeniden çıktı. Yeni Tasvir-i Efkar Gazetesi de, İttihatcıları destekler mahiyette yayınlar yaptı. Kısa ömürlü Hukuk-i Umumiyye ile Selanik ve Manastır'da yayınlanan Şura-yı Ümmet, Rumeli ve Silah gibi gazeteler de İttihat ve Terakki fikirlerinin savunuculuğunu yaptı. Bunların yanında İttihat ve Terakkinin fikir ve icraatlarına karşı çıkan partilerin yayın organı şeklinde gazeteler de ortaya çıktı. Ahrar Partisinin Osmanlı, Mevlanazade Rıfat’ın Hukuk-ı Umumiyye, Serbesti gazeteleri, Mizancı Murad’ın Mizan’ı, Ali Kemal’in başına geçtiği İkdam, 31 Mart Vak’asını kışkırtan Derviş Vahdeti’in Volkan’ı, Cemiyet-i İlmiyye-i İslamiyye’nin Beyan-ül-Hak adlı gazeteleri bu kısımda sayılabilir. Bu arada çıkan sayısız mizah dergisi de, kamuoyuna tesir etmeye çalıştı. Ayrıca bu dönemde, her türlü düşünce, doğudan ve batıdan kaynaklanan her türlü akım yazıya dökülüp kamuoyuna sunuldu. Her milletin, her azınlığın, hem kendi dilinde, hem de Türkçe olarak yayınlanan gazeteleri ortaya çıktı. Komünizmi ve sosyalizmi öven, İştirak, Sosyalist, İnsaniyet, Medeniyet, İdrak gibi yayın organları bu dönemde yayın hayatına girdi. İkinci Meşrutiyetin ilanının ilk aylarında serbestlik içinde bulunan, dilediklerini yazan, milleti padişah ve devlet adamları aleyhinde isyana teşvik eden gazete ve dergiler üzerinde, 31 Mart Vak’asından sonra iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki komitesince, kontrol sıklaştırıldı. 5 Nisan 1909’da İttihatçılara karşı olan Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi öldürüldü. Meclise 28 Nisan 1909’da bir Matbuat Kanunu getirildi. Meşrutiyetin yıldönümünde kanunlaşan ve Fransız Basın Kanunu esas alınarak hazırlanan bu kanuna göre, gazete çıkarmakta beyanname esası getiriliyordu. Bu kanunda devletin temelini sarsmaya yönelik, padişahı, dinleri ve Osmanlı milletini koruyucu, suçu ve ayaklanmayı kışkırtıcı yazıları frenleyen maddeler de vardı. 31 Mart Vak’asında Tanin başyazarı Hüseyin Cahit zannedilerek bir milletvekili öldürüldü. 31 Mart Vak’ası bastırılınca kışkırtıcılardan olan Derviş Vahdeti idam edildi ve İttihatçılara muhalif olan gazetesi Volkan kapatıldı. İttihatçılara muhalif olan Sadayı Millet Gazetesi yazarı Ahmed Samim, 9 Haziran 1910’da; Şehrah Gazetesi yazarı Zeki ise 10 Temmuz 1911’de öldürüldüler. Bu dönemde yayınlanan gazetelerden biri de 1903’te çıkmaya başlayan Sırat-ı Müstakim’in devamı olan; camilere sandalye konulmasını, müzikli ibadet edilmesini, İslam dininde reform yapılmasını isteyen Şemseddin Günaltay, İzmirli İsmail Hakkı, Sa’id Halim Paşa gibi dinde reformcuların ve Mehmed Akif, Ahmed Hamdi (Aksekili) gibi yazarların yazdığı Sebil-ür-Reşad Dergisidir. Bu dergi yayımını aralıklarla Cumhuriyetten sonra da sürdürdü. Bu dönemde yayınlanan dini yazıların neşredildiği, Ceride-i Sufiye, Sıyt-i Hilafet, İlmiye, Mikyas-ı Şeriat, Hikmet, Beyan-ül-Hak ve İslam Mecmuası gibi yayın organları da sayılabilir. İttihat ve Terakkinin Selanik’te yayınlattığı Bağçe, İstanbul’da yayınlanan İttihat ve Terakki taraftarı Yeni Tasvir-i Efkar, Milliyet, Hak Yolu, Hürriyet, İttihad, İttifak gazeteleriyle mizah gazetesi Karagöz, 1909’da çıkmaya başlayan Alemdar, Tazminat, Teşkilat, Maşrik, Te’sis, Te’minat, Tanzimat gibi adlarla çıkan muhtelif gazeteler sayılabilir. İttihat ve Terakki Fırkasının 1913 yılında gerçekleştirdiği Babıali baskınıyla iktidarı tekrar ele geçirmesinden sonra başlayan Birinci Dünya Harbi ile birlikte, harb hali sebebiyle basın üzerine mecburi kontrol getirildi. Sıkı yönetim ve kağıt sıkıntısının etkisiyle pekçok gazete kapandı ve kapatıldı. Sadece iktidarda bulunan İttihat ve Terakki yanlısı Tanin, Sabah ve Tasvir-i Efkar gazeteleri ayakta kalabildi. Bu devirde gazetelerde hususiyetle Türkçülük teması işlendi. Savaş boyunca iktidarın açıklamaları dışında bir şey yazmak yasaklandı. Sadece “Nihai zafere kadar harb!” sloganı işlendi. Uygulanan yanlış iç ve dış politikalar sebebiyle ortaya çıkan kötü neticelerin yazılması yasaklandı. Savaşın beklenenden uzun sürmesi üzerine 1917’den sonra umumi barış temasının işlenmesine başlandı. 1917’de Asım ve Hakkı Tarık Us tarafından Vakit, ertesi yıl yayınlanmaya başlayan Akşam gazeteleri uzun ömürlü oldular. 1918 yılında Celal Nuri İleri tarafından Ati (daha sonraları İleri), Yunus Nadi tarafından yayınlanan Yeni Gün gazeteleri özellikle milli mücadele sırasındaki yayınlarıyla önem taşırlar. 1917’de Afyon’da yayınlanmaya başlayan Öğüt, önce Konya’ya 1919’dan sonra Ankara’ya taşınarak yayınını sürdürdü. Bu dönemde yayınlanmaya başlayan Türk yurdu, Milli Tetebbular Mecmuası, Osmanlı Tarih ve Edebiyatı Mecmuası, İctimaiyyat Mecmuası, Yeni Mecmua, ilmi, fikri ve edebi ağırlıklarıyla dikkati çektiler. Mizah gazeteleri arasında ise; Kalem, Davul, Püsküllü Bela, Curcuna, Coşkun Kalender, Hokkabaz, Dalkavuk, Zevzek, Hoca Nasreddin, Geveze, Meddah, Hacıvat, Hayal-i Cedid, Şaka, Eşek vb. sayılabilir. İttihatcı hükumetin düşmesi ve Mondros Mütarekesinin imzalanması üzerine, Anadolu’da bulunan muhalif gazeteciler İstanbul’a döndüler. Yeni bir basın patlaması ve İttihatçılıktan arınma akımı başladı. 13 Kasım 1918’de galip devlet donanmalarının İstanbul’a girmesiyle mütareke dönemine girildi. Osmanlının mirası ve Türk milletinin geleceği, 1918-1922 yılları arasında mütareke basınıyla, milli mücadele basını arasında uzun uzun tartışıldı. Merkezi Ankara’da olan Kuva-yı Milliye hareketini Akşam, Vakit, İleri, Yeni Gün, Tercüman, Dergah, Tasvir-i Efkar, Albayrak, İkdam gazeteleriyle Anadolu’nun ve Trakya’nın değişik yerlerinde yayınlanan çeşitli gazete ve dergiler desteklediler. Ankara hükumetine cephe alanlar ise, Peyam-i Sabah, İstanbul, Aydede, Alemdar, Güleryüz, Ümit, Aydınlık, Zincirbent, Cumhuriyet, İrşad, Tan, Yeni Dünya, Şarkın Sesi, Ferda, Zafer, Hatif gibi gazete ve dergilerdi. Osmanlı Devleti zamanında, faydalı yayınlar yaparak devlet ve millet menfaatlerini savunarak güzel hizmetler vermesi gereken basın, çoğu yabancıların ve azınlıkların elinde bulunması sebebiyle az bir kısmı hariç, devletin ve devlet adamlarının karşısında ve Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen düşmanlar yanında yer aldılar. Faydalı yayınlarla milleti aydınlatacakları yerde, yangına körükle gidercesine hadiseler üzerine gidip devlet ile milletin arasını açtılar. Bazı zamanlar basın ve yayın hayatıyla ilgili serbestlikten ve imtiyazlardan faydalanarak azınlıkların ve halkın haklarını savunmak bahanesiyle altı yüz yıl adaletle hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinin yıkılışını hızlandırdılar. Böylece millet nazarındaki itimat ve prestijlerini kaybettiler. Özel gazete ve mecmualar yanında bizzat devletin çıkardığı yayınlar da bir hayli yekün tutuyordu. İkinci Mahmud Han tarafından çıkarılmaya başlanan Takvim-i Vekayi’den başka çeşitli devlet kuruluşları tarafından bir senelik hadiseleri içinde toplayan salnameler (yıllıklar) tertib ve neşredildi. Osmanlılarda ilk resmi salname 1847 senesinde neşrolundu. Bu salnameyi düzenlemekle Hayrullah Efendi vazifelendirildi ise de Ahmed Vefik Paşaya yaptırdı. Sonraları Cevdet Paşa, daha sonraları da Meclis-i Mearif Başkatibi Behçet, Meclis azasından Rüşdi beyler tarafından yapılan salname, bilahare Mearif Nezareti Mektubi Kalemi Hey’etine, 1888’den sonra da Me’murin-i Mülkiye Komisyonuna bağlı Sicill-i Ahval idaresi tarafından tanzim edildi. Resmi salname, saltanatın sonuna kadar bu idare tarafından tertib edildi. İlk zamanlar yüz küçük sayfayı geçmeyen salnameler, sonraları iki-üç yüz, en nihayet yedi-sekiz yüz sayfayı bulmuştur. Bunlarda, devletin resmi teşkilatından başka; memurların isimleri, tayin tarihleri, rütbeleri, nişanları gösterilir, birer vesika mahiyetini taşırlardı. Umumi salnamelerden başka, yine resmi mahiyette olmak üzere nezaretler (bakanlıklar), vilayetler (valilikler) de salname çıkartırlardı. Bunlardan 1915-1916 senesinde neşr edilen İlmiye Salnamesi geniş bilgileri ihtiva etmektedir. Nezaretlerin bir kısmı sadece bir tane salname düzenlemekle yetinmeyip, birden fazla salname neşretmişlerdir. İlk sene 1257 sayfalık bir salname çıkaran Maarif Nezareti, 1900-1901’de üçüncü defa olarak bastırdığı salnamedeki sayfa sayısını 1678’e çıkarmış ve memleketin bir de haritasını koymuştur. 1907-1908’de son olarak çıkartılan Altıncı Maarif Salnamesi 742 sayfa idi. Vilayetlerce ilk salname, 1866-67 senesinde tertib edildi. Vilayetlerin bazılarında yalnız bir tek salname neşredildiği halde, bazılarında yirmiye yakın salname çıkarılmıştır. En çok salname çıkaran vilayetler ise, Hüdavendigar (Bursa) ve Selanik’tir. Salnamelerden başka kanun ve nizamnameleri ihtiva eden Düstur adı verilen kitap ve mecmualar da çıkarıldı. Osmanlılarda ilk kanun mecmuası Cevdet Paşa tarafından hazırlanarak 1863 senesinde o zamanın devlet matbaası olan Matbaa-i Amirede bastırılıp, resmi dairelere dağıtılmış ve satışa çıkarılmıştır. İlk Özel Gazete: Tercüman-ı Ahval İlk sayısı 21 Ekim 1860'ta çıkan Tercüman-ı Ahval'ın, çıktığı dönemin ekonomik ve toplumsal yaşamı içerisinde önemli bir rol oynadığı söylenemez. Gazete, Agah Efendi'nin Avrupa'ya kaçmasından bir süre önce 1866 Şubat'ında çıkan 792. sayısıyla kapanmıştır. ——————————————————————————– Bizim Gazete 02.11.2002 Alpay KABACALI ——————————————————————————– BİA (İstanbul) – Bahçekapı'da, Hacı Bekir'in şekerci dükkanı karşısındaki hanın üst katındayız. Burada üç oda var. Bunlardan birinde yazarlar çalışıyor. Gazetenin sahibi Agah Efendi, Şinasi, bir iki kişi daha… Bir başka odaya gazetenin basıldığı basit el tezgahı yerleştirilmiş. Üçüncü odada mürettipler yazı dizip sayfa bağlıyor: Hepsi yaşlı, "en genci altmışlık" zatlar… Asıl görevleri cami hatipliği, imamlık, medrese hocalığı. Kimisi devlet matbaası Matbaa-i Amire'den getirtilmiş, kimisi üç beş kuruş kazanabilmek için dizgiciliği öğreniyor. Dizgi harflerinin bulunduğu "hurufat kasalarısın önündeki "kürsü" denilen, minderli, çevresi yastıklarla donatılmış sedire oturmuşlar, harfleri birer birer önlerindeki kasalardan alıp ellerindeki "kumpas"a yerleştiriyorlar. Aradıklarını bulamayınca da yanlarındaki, az ötelerindeki arkadaşlarından istiyorlar: "- Hasan Efendi, bir mim başı ver!" Dizilen satırlar sütunlara, sütunlar sayfalara dönüşüyor. Sayfalar bağlanıyor, düzeltisi yapıldıktan sonra yandaki odaya götürülüp el tezgahına yerleştiriliyor ve gazete basılıyor. Gazetenin tek satıcısı, Tömbekici Hasan Ağa… Merdiven başından gazeteyi alıp bitişikteki ya da pek yakındaki tütüncü dükkanına götürüyor. Ve isteyenlere, tezgah altından çıkarıp vererek parasını alıyor. Henüz gazete satıcısı, gazete dağıtıcısı yok… Bir süre sonra "müvezzi" denilen dağıtıcılar ortaya çıkacak, ama bunlar da koltuklarının altındaki gazeteyi sessiz sedasız satacaklar. Bu gizliliğin ya da sessizliğin nedeni, bağnaz suhte (softa, medrese öğrencisi) korkusu… Bir de lobutlu, usturalı, kamalı dolaşan bağnaz hocalardan korku… İşin uçunda kıyasıya dayak yemek, hatta kimvurduya gitmek var… Nizama uymak İlk sayısı 21 Ekim 1860'ta çıkan ve ilk özel gazete olarak nitelenen Tercüman-ı Ahval, bu koşullar altında yayımlanıyordu. İlk özel gazeteydi ama, ilk gazete değildi. Türkiye'de ilk gazeteleri (Bulletin de Nouvelles, 1795; Gazette Française de Constantinople, 1796) Fransızlar yayımlamışlar; ilk Türkçe gazeteyi Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa 1828'de çıkarttırmış (Vakayi-i Mısriye, Türkçe-Arapça); İstanbul'da ilk Türkçe gazete II. Mahmud'un buyruğuyla ve resmî nitelikli olarak yayına girmiş (Takvim-i Vakayi, 1831; Fransızca, Ermenice, Rumca, Farsça, Arapça nüshaları da vardı); İngiliz asıllı William N. Churchill 31 Temmuz 1840'ta Ceride-i Havadis'i çıkarmaya başlamış ama 150'den fazla okur bulamadığı için gazetesinin yayınını durdurmak zorunda kalmış, bunun üzerine kendisine devlet yardımı yapılmış ve Ceride-i Havadis yarı resmî bir gazete kimliğine bürünmüştü. Tercüman-ı Ahval'in yayıncısı Agah Efendi (1832-1885), ailesi dolayısıyla "Çapanzade" diye anılıyordu. Daha önce birtakım devlet görevlerinde bulunmuştu. Gazeteyi çıkarmadan önceki görevi Hersek Meclisi geçici reisliğiydi. Mart 1860'ta Maarif-i Umümiye Nezareti'ne (Eğitim Bakanlığı) dilekçeyle başvurarak gazete çıkarma izni verilmesini istemiş; Meclis-i Maarif bu başvuruyu görüşmüş ve bir "mazbata" (rapor) hazırlamıştı. Bunda, Agah Efendi'nin "Ceride-i Havadis şeklinde bir şey çıkarmak" istediğinin anlaşıldığı, Osmanlı Devleti bendelerinden böyle bir zatın bunu bastırıp yayımlamaya heves göstermesinin övgüye değer bulunduğu, gelir ve giderleri kendisine ait olmak, nizama uygun hareket etmek üzere basılmasına hoşnutluk duyularak, ruhsat verilmesinin uygun bulunduğu belirtiliyordu. Agah Efendi, "ruhsat" (yayın izni) alınca, Tercüman-ı Ahval'i haftada bir yayımlamaya başladı. 40×55 cm. boyutundaki gazetede, biraz aşağıda değineceğimiz makalelerin yanı sıra, "Havadis-i Dahiliye" ve "Havadis-i Hariciye" başlığı altında verilen iç dış haberler, ülke dışında yayımlanan ya da Beyoğlu'nda çıkan yabancı gazetelerden çevrilen siyasal haber ve makaleler, çoğu çeviri olan ansiklopedik bilgiler yer alıyordu. Gazetede resmî ve özel ilanlar da önemlice bir yer tutmaya başladı. (Tarifeye göre ilanın satırı 3 kuruştu; birkaç kez verildiğinde indirim yapılmaktaydı.) Gazete, 25. sayısından (22 Ocak 1861) başlayarak yayın süresini haftada üçe çıkardı. Bu kez boyutları yarı yarıya küçüldü ve fiyatı üç kuruştan kırk paraya (bir kurusa) indi. Daha sonra haftada dört, beş ve altı gün çıkacaktır. Başlıca rakibi, Ceride-i Havadis'tir. Bu gazete 1864'te Ruzname-i Ceride-i Havadis adını alacak ve Tercüman-ı Ahval'le rekabet edebilmek için büyük boyda ve haftada beş gün yayımlanacaktır. Özgürlük düşüncesi Agah Efendi'nin başlıca yardımcısı, Şinasi idi. Şinasi, Tercüman-ı Ahval'in ilk sayısındaki ünlü giriş yazısında (mukaddeme), halkın görevleri olduğu kadar hakları da olduğunu ve ülke yararına konularda görüş bildirmenin bunlar arasında bulunduğunu yazmış; öteki yazılarında -satır aralarında da olsa- özgürlük düşüncesini savunmaya girişmişti. Gazetede kimi zaman da yöneticilerin hiç alışık olmadığı açık eleştiriler yer alıyordu. Bunlardan birinde. Ziya Beyin (Paşa) kaleminden çıktığı öne sürülmüş olan bir makalede, eğitim yöntemi açık açık eleştiriliyordu. Bu makale yüzünden, rakip gazete Ceride-i Havadis'le aralarındaki tartışmalar gerekçe gösterilerek, Tercüman-ı Ahval Babıali'nin (sadrazamlık) buyruğuyla kapatıldı ve açılmasına ancak iki hafta sonra, kimi koşullara uyulması şartıyla izin verildi. 1860-76 arasındaki on beş yıllık dönemde gazete sayısı artar ve gazetecilik gelişirken, basının baskı altına alınması ve sansür edilmesi yolunda girişim ve uygulamalara ağırlık verilecektir. Bu çerçevede, öncelikle ilk basın yasası sayılacak olan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi çıkarılacaktır ki, 1852 tarihli Fransız Basın Yasası temel alınarak hazırlanan bu nizamname, hapis ve para cezalarının yanı sıra, gazeteler için geçici ya da süresiz kapatma cezaları da getirmektedir. Gazete ve dergi sayısının artışı üzerine kısaca şu bilgileri verebiliriz: Şinasi, 1861'de Tercüman-ı Hakikat'ten ayrılarak kendi gazetesi-Tasvir-i Efkar'ı yayımlamaya başladı. 1863'te Mir'at gazetesi ile Münif Efendinin (Paşa) Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye adına yönettiği önemli bir dergi, Mecmua-i Fünun yayına girdi. Aynı yıl Mecmua-i İber-i İntibah adlı dergi, ertesi yıl Mecmua-i Askeriye çıktı. Bunları Mecmua-i İbretnüma (Mecmua-i İber-i İntibah yerine), Mecmua-i Havadis, Takvim-i Ticaret, Ayine-i Vatan, Muhbir, vb. gazete ve dergiler izledi… Şinasi'nin satır aralarında ortaya attığı özgürlük düşüncesi, çağın gazeteci-aydınlarınca da benimsenmişti. Açıkça dile getirilemeyen, ama gazeteler kapatıldıkça tepkilerle birlikte ortaya konan bu düşünce, sözü geçen aydınların, giderek güçten düşen ve Batıdan esinlenilerek ya da Batının dayatmasıyla girişilen düzeltimlerle (reformlarla) ayakta kalmaya çalışan Osmanlı Devleti'ni güçlendirecek rejim arayışlarının ekseninde yer almaya başlamıştı. Bu aydınlar ayrıca, Sadrazam Ali Paşa'nın totaliter yönetimine engel olmanın yollarını da arıyorlardı. Bunun sonucunda, 1865'te İstanbul'da Belgrad Ormanı'nda düzenledikleri bir kır yemeğinde gizli örgüt kurma kararı alan aydınların ülkeden ayrılmaları ve 1867-68'de orada gazeteler çıkarmaya başlamalarıyla "Yeni Osmanlılar" hareketi doğmuş oldu. Avrupa'ya kaçan aydınlar arasında "icrai yönetenlerin alafranga dalına mensup" ve basında da adını duyurmuş Agah Efendi, Namık Kemal, Kayazade Reşad, Menapirzade Nuri, Subhipaşazade Ayetullah, Mir'at sahibi Refik Beyler, Ali Suavi, Ziya (Paşa) gibi kimseler vardı. Bu aydınların Avrupa'da yayımladıkları gazetelerde meşrutiyet düşüncesi açıkça savunuldu ve bir bakıma demokrasi savaşımı verildi. Çekişmeler sürüp giderken dil ve edebiyat alanları da gelişip yenileşiyordu. Şinasi (1824-1871),dil yalınlaşmasına da öncülük etti. Tercüman-ı Ahval'deki, yukarıda değindiğimiz sunuş yazısında, gazeteyi "umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede" kaleme almak gerektiği üzerinde duruyordu. Nitekim, Divan düzyazısındaki uzun, anlaşılması güç cümleleri parçalayarak tumturaklı anlatımdan yalın anlatıma geçişin de öncüsü oldu. Onun, siyasal görüşlerini makalelerine açıklıkla yansıtmadığı, yansıtamadığı belirtilmiştir. Buna karşılık, Tanzimat'ın en önemli kişisi Mustafa Reşid Paşa için yazdığı kasidelerde demokrasi özlemini dile getirmektedir: "Şem'idir kalbimizin can ile mal ü namus / Hıfz için bad-i sitemden olur adlin fanus "Ettin azad bizi olmuş iken zulme esir / Cehlimiz sanki idi kendimize bir zencir "Bir ıtk-namedir insana senin kanunun / Bildirir haddini sultana senin kanunun" (Can, mal ve namus kalbimizin ışığıdır; onları zorbalık rüzgarından korumak için senin adaletin bir fanus olur. Zulme esir olmuşken bizi özgürlüğe kavuşturdun. Bilgisizliğimiz sanki kendimize bir zincir olmuştu. Senin kanunun insana bir özgürlük belgesidir; sultana haddini bildirir.) "Ey ahali-i fazlın reis-i cumhuru" (Ey erdemli kişilerin cumhurbaşkanı) dizesi bile, çağına göre çok ileri bir anlayışın ve gözüpekliğin ürünüdür. Namık Kemal'in ve kimi yazarların da vatan, özgürlük gibi kavramlar üzerinde özellikle durdukları bilinir. Bu dönem içerisinde Osmanlı Devleti, başlıca Balkanlardaki ayaklanma ve kargaşayla, Girit isyanıyla, Mehmed Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'nın Mısır valiliği sırasında başgösteren sorunlarla, iflas noktasına gelen ekonomisini düzeltmekle uğraştı. Sadrazam ve Hariciye Nazırı Ali Paşa'nın 7 Eylül 1871'de ölümüyle Avrupa'ya kaçan aydınlar ülkeye dönecekler ve yeniden devlet görevi alacaklardı. Ama Osmanlı Devleti'nin bunalımları bitip tükenmiyor; üstelik bunlara yenileri ekleniyordu: 1875'te Hersek isyanı patlak verecek, aynı yıl Osmanlı Devleti, beş yıl süreyle faiz borçlarının ancak yarısını ödeyebileceğini açıklayarak (Tenzil-i Faiz kararı) malî iflasını ilan edecek ve bu Avrupa'da büyük yankılar uyandıracak, 1876'da Bulgar isyanı başgösterecekti. Bütün bunlardan sonra Sadrazam Mütercim Rüştü, Midhat ve Hüseyin Avni Paşalarla Şeyhülislam Hayrullah Efendi'nin ve Askerî Mektepler Nazın Süleyman Paşa'nın girişimleriyle Abdülaziz tahttan indirilecek, V. Murad padişah ilan edilecekti. Ve üç ay sonra, 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid tahta oturacaktı…
Read more

Pangolin – Hayvalar Alemi


Pangolinler “canlı çam kozalakları” diye de adlandırılırlar. Çünkü hayvanın vücudunda baş, sırt, kuyruk ve bacakları kaplayan, birbirinin üstüne binen iri, kahverengi pullar vardır. Pangolin’in yapışkan dili 300 cm . kadar uzunluktadır. Hayvan bu sayede dilini termit, karınca gibi hayvanların yuvalarına sokar ve termit, karınca, pupa, larva, yumurta kısacası yuvada ne varsa diliyle zorlanmadan toplayarak yer. Karınca ve termitlerin bünyelerinde bulunan asitlerin kendisine zarar vermesini ise midesinin kalın kaslı çeperi sayesinde engeller.
Image
Image
Image
Image
Read more

Refleksoloji Nedir? Refleksoloji Yöntemiyle Tedavi


Refleksoloji, binlerce yıl önce Hindistan, Çin ve Mısır’da uygulanmaktaydı.

Eski Mısır’da bu konuyla ilgili MÖ 2400 yıllarına ait (6.hanedan dönemi) duvar resmi bulunmuştur. Bu resimde 2 kişi diğer 2 kişinin el ve ayaklarına reflexology uygulamaktadır. Refleksoloji, ayni zamanda Kuzey Amerika’da nesillerce uygulandı ve daha sonra İnka medeniyetine öğretildi. Modern reflexology, Dr. William Fitzgerald ve Dr. Joe Shelby Riley’in 1920′lerdeki çalışmalarına dayanır. Bilimsel temeli geçen yüzyıla dayanan refleksolojide deri, organlar ve sinirler arasında bağlantı olduğu ispatlanmıştır..
Refleksoloji Nedir?
Refleksoloji, el, ayak ve kulaklardaki belli bölgelere uygulanan çeşitli masaj ve baskı teknikleriyle sağlanan iyileştirme yöntemidir. Refleksoloji, vücuttaki organları da yansıtan enerji bölgelerine dayanır.
Refleksolojide, el ve ayaklar vücudun harita ve aynaları olarak kabul edilir. Bu demektir ki el ve ayaklarda vücudun belirli bölgelerine ve organlarına temas edilmesini sağlayan belirli bölgeler, sinir uçları vardır. Bu noktalara yapılacak masaj ve basınç uygulamaları o noktaların hitap ettikleri organların rahatlatılmasında ve o bölgelere yönelik yapılacak tedavilere destek verilmesine yardımcı olur. Mesela her bir ayakta 7200′den fazla sinir ucu bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki belli noktalara basınç uygulanarak vücudun ilgili alanlarına etki edilmiş olunur. Baskı teknikleriyle vücuttaki sirkülasyon sağlanıp vücudun doğal fonksiyonu mekanizması geliştirilmiş olur. Reflexology sırasında kaslar rahatlar, kan basıncı düzelir, vücut ısısı ve neminde değişiklikler olur. 300 den fazla yapılan araştırmada 64 hastalığı kapsayan 18000 vakanın %95′inde relexologynin başarılı oluduğu gözlenmiştir.
Eski zamanlarda insanlar çıplak yürüyerek ya da kayaya ağaca tırmanarak doğal olarak kendilerine reflexology uygulamaktaydılar. Fakat günümüzde bu dengeyi kaybettik. Refleksoloji, bazı spesifik sağlık problemlerini çözmese de semptomların bulunması ve ağrıların giderilmesi konusunda çok etkilidir. Bir reflexology uzmanı tarafından ya da kişinin kendisi tarafından uygulanabilir.
Diyabet gibi uzun süreli sağlık problemlerinde
Hamileliğin ilk 3 ayında
ve diğer özel sağlık durumlarında uzmana başvurmamız gerekmektedir.
Refleksoloji, birçok sebepten dolayı gün geçtikçe daha da popüler olmaya başlamaktadır. Bunlardan bazıları;
Günlük iş ve ev yaşantımızda strese yol açacak bir çok şeyle karşılaşmaktayız. Bilindiği gibi stres pek çok fiziksel ve zihinsel sorunun ana nedeni olup diğer hastalıkların başlangıcı ve tetikleyicisidir. Refleksoloji, stresin azaltılmasına yardımcı olur.
Eski insanlar kadar organik beslenemediğimiz için (hem organik gıda bulmak zor hem de bulduklarımızın bile %100 organik olduğu soylenemz) vücudumuz pek çok mineralden mahrum kalır. Bu da bağışıklık sistemimizin zayıf olmasına neden olur. Refleksoloji, bağışıklık sistemimizi doğal yollarla güçlendirir.
Günümüzde batı medeniyetleri artık ilaç yerine alternatif doğal yollarla tedavi yöntemlerine yönelmiştir. Refleksoloji, gibi doğal bir tedavi yönteminin hem öğrenilmesi hem de uygulanması çok kolaydır.
Refleksoloji uygulayıp ondan faydalananların sayısı arttıkça yöntem daha da önem kazanmaktadır.
Read more