Feodalite Nedir? Feodalitenin Ortaya Çıkışı ve Yıkılışı, Feodalizmin Doğuşu


Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra barbar kavimler, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde devletler kurdular. Krallar, Roma kanunları ile kendi geleneklerini birleştirerek yeni düzenlemeler yaptılar ve ülkelerini kontluklara, onları da daha küçük idari birimlere ayırdılar. Buralara barbar şeflerini atayarak bazı ayrıcalıklar verdiler.

Kavimler Göçü’yle başlayan karışıklıkların etkisiyle büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, hayatlarını devam ettirebilmek için güçlü kişilerin koruması altına girdiler. Halkın himayesi altına girdiği kişilere süzeren, himaye edilen halka da vassal adı verildi. Senyörler, bağlılıkları karşılığında sahip oldukları toprağın işleme hakkını kira karşılığında verdiler.
Feodalitenin temel özelliği siyasi bölünmüşlük ve sosyal eşitsizliktir. Senyörler, topraklarında yaşayan insanların üzerinde mutlak haklara sahiptirler. Her senyör, ayrı bir silahlı güce sahiptir ve her senyörün bölgesinde ayrı kurallar geçerlidir.
Avrupa’da siyasal ve sosyal bölünmüşlük, bölgesel ekonomik faaliyetler, insanlar arasında dil, davranış ve dünya görüşü bakımından farklılıklar doğmasına neden olmuştur.
Feodalite, bütün Ortaçağ boyunca devam etti. 15. yüzyılda; barutun ateşli silahlarda kullanılmasıyla sona erdi. Feodalitenin yıkılması, mutlak krallıkların güçlenmesini sağladı. Yeniçağ başında Almanya dışında feodalite yıkıldı. Almanya’da ise Yakınçağ’da ortadan kalktı. Feodalite devam ettiği süre içerisinde Avrupa’da sosyal adalet kurulmamış, bu nedenle halk, çeşitli sınıflara ayrılmıştır:
Asiller
Ortaçağ Avrupası’nın en imtiyazlı sınıfı asillerdi. Bunların en üstünde senyör denilen derebeyleri bulunurdu. Senyörlerin en büyüğü kraldı. Derebeylerden sonra sırasıyla dükler, kontlar, baronlar, vikontlar ve şövalyeler yer almıştır. Asiller, her türlü hakka sahipti.
Rahipler
Asillerden sonra en imtiyazlı sınıftı. Papa’ya bağlı olarak çalışırlardı. Kilise topraklarında senyörler gibi yaşarlardı. Ortaçağ’da önemli miktarda toprak elde ederek zenginleşmişlerdi. Vergi ve askerlikten muaf tutulmuşlardı. Hem devlet hem de din işleriyle uğramışlardır.
Burjuvalar
Kasaba ve şehirlerde oturup ticaret ve sanayi ile uğraşanlara burjuva denirdi. Senyörlere belli miktarda para vererek onların himayesinde yaşarlardı. Zamanla zenginleşen burjuvalar, senyörlerden para ile bağımsızlıklarını satın alarak tam serbestlik gibi imtiyazlar elde etmişlerdir.
Köylüler
Ortaçağ Avrupası’nda en kötü şartlar altında bulunan sınıftı. Köylüler iki kısma ayrılmıştı. Serf adı verilen köylülerin hiçbir hakları yoktu. Efendileri için tarlalarda çalışırlar ve kazançlarını onlara verirlerdi. Toprakla beraber alınıp satılırlardı. Araziden ayrılma imkânları kesinlikle yoktu. Serbest Köylüler, ekip biçtikleri topraklardan kazandıklarının bir kısmını senyöre vergi olarak verirlerdi. İstedikleri zaman başka bir yere gidebilirlerdi. Malları da çocuklarına kalırdı

ORTA ÇAĞ’DA AVRUPA

Kilise ve Papalık
Orta Çağ’da Katolik Kilisesi siyasal, dinsel ve ekonomik alanlarda güçlenmiştir.
Katolik Kilisesi’nin güçlenmesinde;
    *
      Papa’nın Avrupa krallarına taç giydirerek krallıklarını onaylaması
    *
      Siyasal yapının parçalanması
    *
      Skolastik düşüncenin yaygınlaşması
    *
      Kilisenin kişileri dinden çıkarma (aforoz), bir bölgede yaşayanları dinsel faaliyetlerden men etme (enterdi) ve para karşılığında günah çıkarma, cennetten yer satma (endülüjans) yetkilerinin bulunması

etkili olmuştur.
 

Orta Çağ’da kurulan devletlerin bir çoğunda hükümdarlar egemenliklerini dine dayandırmışlardır. Ortaya çıkan laik olmayan devlet anlayışında din adamları devlet yönetiminde etkili olmuşlardır.

Fedoalite
Siyasal ve askeri gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine veya imtiyazına sahip olan bir senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının oluşturduğu idari düzene feodalite denir.
Feodalite Rejiminin Özellikleri
    *
      Feodalite rejimin kurulmasından sonra Avrupa’da siyasal birlik bozulmuş, küçük yönetim birimleri ortaya çıkmıştır. Derebeylik yönetimi, IX. yüzyılda Fransa’dan bütün Avrupa’ya yayılmış ve bütün Orta Çağ boyunca devam etmiştir.
    *
      Feodalite rejiminde, halk arasında eşitlik yoktu. Avrupa’da halk; soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler diye sınıflara ayrılmıştır. Bu nedenle Orta Çağ’da Avrupa’da sosyal adalet sağlanamamıştır.
    *
      Toprakların mülkiyeti soyluların elinde toplanmıştır. Orta Çağ’da kapalı bir ekonomik politika izlendiği için halk sermaye birikimine sahip olamamıştır.
Feodalite Rejiminin Zayıflaması
Derebeylerinin zayıflamasında;
    *
      Haçlı Seferleri sırasında derebeylerin ölmesi veya ordularını kaybetmesi
    *
      Barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması
    *
      Avrupa’da sürekli orduların kurulması
    *
      Yeni Çağ başlarında Coğrafi Keşiflerin yapılmasından sonra ticaretin gelişmesi ve tarımsal faaliyetlerin gerilemesi
    *
      Papa ile krallar arasındaki mücadelenin krallar lehine sonuçlanması
gibi gelişmeler etkili olmuştur.
Haçlı Seferleri (1096 – 1270)
Hristiyan Avrupalıların birleşerek XI. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu, Suriye ve Filistin’e düzenledikleri seferlere “Haçlı Seferleri” denir.
1. Haçlı Seferlerinin Nedenleri
Dinsel Nedenler
    *
      Hristiyanların, Müslümanların elinde bulunan kutsal yerleri (Kudüs) geri almak istemeleri
    *
      X. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan Kluni tarikatının Hristiyanları Müslümanlarla savaşmak için kışkırtması
    *
      Katolik Kilisesi’nin Ortodoks Kilisesi’ne hakim olmak istemesi
Ekonomik Nedenler
    *
      Açlık ve yoksulluk içinde bulunan Avrupalıların, ekonomik düzeyi yüksek olan Türk ve İslâm ülkelerini ele geçirerek zengin olmak istemeleri
    *
      Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri
    *
      Toprak sahibi olamayan soyluların toprak kazanmak için yaptığı çalışmalar
Siyasal Nedenler

    *
      Malazgirt Savaşı’ndan sonra kısa zamanda Anadolu’yu ele geçiren Türkleri durduramayan Bizans İmparatorluğu’nun Avrupalılardan yardım istemesi
    *
      Avrupalıların doğu ülkelerinde derebeylik sistemini kurmak istemeleri
    *
      Avrupalıların Türkleri denizlerden ve Ön Asya’dan uzaklaştırmak istemeleri

2. Haçlı Seferlerinin Sonuçları

Dinsel Sonuçlar
    *
      Katolik Kilisesi zayıflamış ve din adamlarına olan güven sarsılmıştır.
    *
      Papa ve kilisenin baskısı kalkınca bilim, edebiyat ve sanat alanlarındaki gelişmeler hızlanmış, skolastik düşünce zayıflamıştır.
    *
      Avrupa dışında misyonerlikler kurularak Hristiyanlık dini Asya ve Afrika’da yayılmaya çalışılmıştır.

Ekonomik Sonuçlar
      Doğu – Batı arasındaki ticaret faaliyetleri gelişmiş ve Akdeniz limanlarının önemi artmıştır.
    *
      Seferler sırasında gerekli mali desteğin sağlanması için krallıkların İtalya bankerlerinden borç para almaları, bankacılığın gelişmesine ortam hazırlamıştır.
    *
      Haçlıların deniz yoluyla taşınması gereği gemiciliğin gelişmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Avrupalılar kağıt, cam, deri işleme ve dokuma sanayisini öğrenmişlerdir.
    *
      Anadolu, Suriye ve Filistin’deki şehirler zarara uğramış ve bölgedeki Türk devletleri ekonomik yönden olumsuz etkilenmişlerdir.
Siyasal Sonuçlar
    *
      Seferlere katılan derebeylerinin bir kısmı öldü, bir kısmı da ordularını ve eski topraklarını kaybettiler. Bu durum derebeylerinin zayıflamasına, mutlak krallıkların güçlenmesine yol açmıştır.
    *
      Türklerin batı yönündeki ilerleyişleri bir süre durmuştur. Dolayısıyla Haçlı Seferleri Türklerin Balkanlara geçişini geciktirmiştir.
    *
      Türklerin elinde bulunan toprakların bir kısmı istilaya uğramış, Batı Anadolu Bizans’ın eline geçmiştir. Türkiye Selçukluları Orta Anadolu’ya çekilmiştir.
    *
      Türkler, Haçlı saldırılarına karşı İslâm dünyasını korumuşlar, bu durum Türklerin Müslümanların yaşadığı bölgelerde önemini artırmıştır.
Sosyal Alandaki Sonuçları

Feodalite rejiminin zayıflaması sonucunda Avrupa’da köylüler yeni haklar elde etmiş, çiftçilerin sosyal etkinliği artmıştır.
    *
      Ticaret ve sanatla uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiş ve önem kazanmıştır.

Bilim ve Teknik Alandaki Sonuçlar
    *
      Avrupalılar Türk ve İslâm dünyasını daha yakından tanıma olanağı bulmuşlardır.
    *
      Avrupalılar, Müslümanlardan pusula, barut, kağıt, matbaa, şeker, tarçın ve ipek işlemeciliğini öğrenmişlerdir. Avrupalıların bu teknolojik buluşları öğrenmeleri, hayatlarında önemli değişikliklere neden olmuş, Yeni Çağ’da Avrupa’nın her alanda ilerlemesine ortam hazırlamıştır.
    *
      Skolastik düşüncenin yerini özgür düşünce almaya başlamış, halk okulları açılmış, Müslüman bilginlerin eserleri tercüme edilmiştir. Dolayısıyla Avrupa’da kültürel ve bilimsel hayat canlanmıştır.
Magna Charta (Büyük Şart) (1215)
İngiltere’de halkın kişisel haklarının tanındığını belirten ilk siyasal belgedir. 1215 yılında İngiltere Kralı Jan (John) ile soylular arasında imzalanmıştır.
İngiliz demokrasisinin temeli sayılan Magna Charta (Büyük Şart) krala zorla kabul ettirildi.
Bu ferman ile;

    *
      İngiltere’de kralın yetkileri sınırlandırılmıştır.
    *
      Anayasa niteliğindeki bu ferman bir süre sonra İngiltere’de parlamento yönetiminin kurulmasına ortam hazırlamıştır. İngiltere Mutlak Krallık yönetiminden Meşruti Krallık yönetimine geçmiştir.
    *
      İngiltere’de demokratikleşme süreci başlamıştır.

Feodalizmin Ortaya Çıkışı

Sebepleri
Feodalizmin ortaya çıkmasındaki en önemli sebep, Roma düzeninin karşılaştığı büyük ekonomik bunalımdır.
Roma İmparatorluğu’nda, özellikle İtalya Yarımadası’nda tarımsal üretim, toprak sahibi özgür Roma vatandaşlarının geniş çiftliklerinde, ağırlıklı olarak köle emeği kullanılarak ve imparatorluğun ticaret hatlarındaki hâkimiyeti sayesinde çeşitli pazarlara yönelik olarak yapılıyordu. İyi işleyen ticaret sayesinde gelişmiş bir işbölümü sağlanmıştı ve tarımsal üretim kırsal alanlarda, zanaatlar ise ticari merkez durumundaki kentlerde sürdürülüyordu. Kentler, kırsal kesim için gerekli üretim araçlarını ve lüks malzemeleri, kırsal kesim ise kentlerin gıda ihtiyacını sağlıyordu. Bu şekilde canlı bir kent-kır ticareti oluşmuştu.
Fetihler boyunca Roma İmparatorluğu yeni vergi kaynakları yaratıyor ve savaşlardan gelen yağma gelirleriyle besleniyordu. Ancak, fetihlerin durması ve savaşların kısır savunma savaşlarına dönmesinin ardından Roma maliyesi zor duruma düştü. Bunu dengelemek amacıyla, vergilerin artırılması yoluna gidilmiştir. Vergilerin artırılması köylüyü zor durumda bırakıp alım gücünü azalttığı gibi, köyden kente göçü de tetiklemiştir.
Bu durum ilk etkilerini ticaret üzerinde göstermiştir. Köylünün alım gücünün azalması köy-kent ticaretini zayıflatmış, kentli zanaatkârlar pazar bulmakta zorlandıklarından iflasa sürüklenmiş, kentle ticaret yapamayan latifundialar (köle emeğiyle üretim yapan tarımsal işletmeler) zor duruma düşmüştür. Bu, Roma dönemindeki ekonomik düzeni yok edecek bir kısır döngüdür.
Ürünlerin pazarlamasında sorunlar yaşanmaya başlandığında, kölelerin üretim dönemleri dışında da beslenmesi zorunluluğu katlanılması olanaksız bir maliyet unsuru haline gelmiştir. Bu tür işletmeler, kölelerin bir kısmını azat ederek, belirli bir toprak kirası karşılığında geçimlik toprakları işleme hakkı tanıdılar.
Azat edilmiş bu yeni küçük çiftçiler tümüyle özgür değillerdi, kendilerine tahsis edilen toprakları terk etmeleri durumunda toprak sahibinin gelir kaynağı da ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu topraklardan ayrılmama koşuluyla azat edilmişlerdir. Böylece, verilen toprağı işleyerek geçimini sağlayan, karşılık olarak efendisine toprak kullanım kirası ödeyen bu çiftçilerle yeni bir sınıf doğmuş oldu. Bu sınıf, feodal ekonominin ana üretici gücü olan serfler sınıfıdır.
Buna ek olarak, kent-köy ticaretinin azalması, latifundiaları kendi ihtiyaçlarını karşılamaya itti. Daha önce kentten aldıkları malları, aynı kalitede olmasa bile, üretmeye başladılar. Bu durum, pazara dönük üretimi durdurduğu gibi ekonomik bütünlüğü yok ederek yerelliğe yol açtı.
Görüldüğü gibi ekonomik koşulları daha Roma düzeninin son günlerinde oluşan feodal yapı, Roma İmparatorluğu’nun Cermen istilaları ile yıkılmasının ardından ortaya çıktı. Roma mirası üzerine kurulan Cermen krallıklar, Roma gibi merkeziyetçi devletler olamadılar. Daha önce Roma’dan yönetilen topraklarda, her biri kendine yeter ekonomiye sahip sayısız feodal beylik kuruldu.
Kurumsallaşması
Feodal düzen, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkmış olsa da, bu düzenin kurumsallaşıp tipik şeklini alması 9. ve 10. yüzyıllara kadar sürmüştür. Bu tarihlerde Avrupa’da yayılan iki yeni buluş, feodal yapının Avrupa’nın hâkim düzeni olmasını sağlamıştır. Bu iki buluş ağır saban ve üzengidir.
Kuzey Avrupa topraklarının çok yağış alması ve drenaj sistemlerinin ihtiyaca cevap verememesi bu bölgelerdeki tarım üretimini kısıtlamış ve nüfus birikimini engellemiştir. Bu nedenle İlk Çağ’da nüfus iç bölgelerde değil, nispeten daha az yağış alan Akdeniz Havzası’nda birikmiştir.
Ağır sabanın bulunması Kuzey Avrupa topraklarında verimli tarım yapılmasına imkân sağlamış ve toplanan artı ürün ile Avrupa’yı göçebe istilalarından koruyacak bir askerî sınıfın beslenmesini olanaklı kılmıştır. Şövalyeler diye adlandırılacak olan bu askerî sınıf, üretim yapan köylünün üzerine koruyucu soylular olarak yerleşmiştir. Oluşan düzende serfler soyluların toprağını işlemiş, karşılığında ise soylular serfleri korumuştur.
Üzengi ise dönemin savaş taktiklerinin değişmesine yol açmış ve piyade ile durdurulması çok güç olan ağır süvarileri, yani zırhlı şövalyeleri ortaya çıkarmıştır. Giydikleri kalın demir zırha rağmen üzengi sayesinde atın üstünde rahatça durabilen şövalyeler, ateşli silahların yaygın kullanımına kadar Avrupa’nın en etkili askerî gücü olmuşlardır.
Avrupa’daki göçebe istilaları, giderek daha çok toprağın feodal düzene uygun düzenlenerek şövalyelerin beslenmesine ayrılmasını gerektirmiştir. Savaş hizmeti karşılığında toprak dağıtım ilkesine dayalı düzen bu ihtiyaçtan oluştu. Bu sayede Avrupa’yı kasıp kavuran göçebe istilaları büyük ölçüde engellenmiş ve Avrupa’ya görece bir güvenlik gelmiştir.
Yayılması
Feodal kurumların tipik haliyle ortaya çıkması ilk olarak Frank Karolenj İmparatorluğu’nun bünyesinde gerçekleşti. Bu nedenle Fransa feodalizmin anavatanı sayılabilir.
Britanya Adasını istila eden Normanlar (1076), feodalizmi İngiltere’ye taşıdılar. Anglosakson istilalarının ardından İngiltere’de feodal yapıyı andıran kurumlar oluşmaya başlasa da ancak Normanlar’ın İngiltere’yi ele geçirip toprakları feodal düzene uygun biçimde dağıtmasından sonra tipik haliyle feodalizm oluşmuştur. Diğer bölgelerin aksine İngiltere’de feodalizmin yukarıdan aşağıya doğru kurulması, İngiltere’de merkezî otoritenin nispeten daha güçlü olmasına yol açmıştır.
Feodalizm Roma ve Cermen uygarlıklarının bir sentezi olarak ortaya çıktığından, Roma uygarlığının bir parçası olmayan Almanya’da geç oluştu. Feodal kurumların Almanya’ya yerleşmesi Frank Karolenj İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra 12. yüzyılda gerçekleşti.
İspanya’daki Roma düzeninin bozulmasıyla Müslüman Arapların burayı ele geçirmesi arasında sadece iki asırlık bir süre olduğundan, İspanya feodal kurumlarını oluşturamadan Arap egemenliğine girdi. Bu nedenle İspanya’daki siyasi kurumlar, Avrupa’nın geri kalanından çok farklı biçimde gelişti. Frank Karolenj İmparatorluğu’na bağlı kalan kuzeydeki Katalonya bölgesi haricinde İspanya’nın büyük bölümünde feodalite oluşmadı.
Avrupa’nın farklı yol izleyen diğer bir bölgesi de İtalya oldu. Kuzey İtalya’da Roma mirasının çok güçlü olması, kent hayatının tamamıyla ortadan kalkarak kırsal kültürün hâkim olmasını önledi. İtalya’nın kuzeyinde kentlerin kıra hâkim olduğu bir düzen oluştu. İtalya’nın güneyi ise feodal çağ boyunca Bizans egemenliğinde kaldığından feodal kurumlar oluşmadı. Ancak bölgenin Lombard istilası ile Bizans’ın elinden çıkmasının ardından Fransa’dakinin benzeri bir feodalite kuruldu.
Siyasal yapı
Feodal düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur. Bu soyluların altında daha başka soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını serfler oluşturur.
Piramidin en tepesinde otursa da kralın mutlak egemenliği yoktur. Feodal düzende kralın yetkisi çok sınırlıdır. Bu sınırlamanın başlıca nedeni, idarenin tek merkezden (kralın sarayından) yapılmamasıdır. Temel üretim aracı olan toprak, birçok feodal bey arasında paylaştırılmıştır. Ekonomik gücü ellerinde bulunduran ve kralın rakiplerine karşı tek dayanağı olan feodal beyler, kendi iradelerini krala, gerekirse zor kullanarak kabul ettirecek güce sahiptir. Bunun en tipik örneği, 1215′te İngiliz feodalitesinin kral Yurtsuz John’a kabul ettirdiği Magna Carta’dır.
Feodal sistemde sadece üretim araçları değil, askerî güç de feodal beyler arasında paylaşılmıştır. Donanımlı askerlerden oluşan merkezî bir ordunun kurulması kral açısından pahalı olduğundan, bu ihtiyacı feodal beyler karşılamıştır. Bu sebeple kralın savaşta başarılı olması, feodalitenin desteğine bağlıdır.
Savaş teknolojisindeki gelişmelere rağmen feodal çağda kaleleri güç kullanarak ele geçirmek hâlâ imkânsıza yakındır. Şövalyelerle birlikte şatosunun surlarının arkasına saklanan bir feodal bey, kralın gücünden bile korunmuş oluyordu. Bu durum, feodal beylerin bağımsız, hatta krala karşı hareket etmelerini kolaylaştırdığı gibi kralların mutlak egemenlik kurmasını da engellemiştir.
Özet olarak, feodalizmin siyasal yapısının en temel özellikleri bölünmüşlük ve yerelliktir.
Ekonomik Yapı
Feodal ekonomik yapı basittir. Soylunun toprağında üretim yapıp, gereken çok az miktarı kendine ayırdıktan sonra geriye kalanı soyluya veren köylüler, ana üretici güçtür. Ticaret gelişmediği için uzmanlaşmış bir ekonomi ve gelişmiş iş bölümü yoktur. Üretim toprakta yapıldığından zenginliğin ölçüsü topraktır, taşınabilir servet olgusu gelişmemiştir.
Roma düzeninin sağladığı ortamda gelişen ticaret, Cermen istilaları ile durma noktasına geldikten sonra her feodal beylik kendine yeter bir ekonomi kurmuştur. Böylece, feodal beylikler dışa kapalı topluluklar haline gelmiş, etkileşim en aza inerek gelişmenin önü kesilmiştir. Artı ürünün ticaretle satışı olmadığından, pazar ekonomisi ve dolayısıyla rekabet ortamı oluşmamıştır.
Ancak feodal çağın sonlarında dirilmeye başlayan ticaret ile birlikte feodal ekonomi değişmeye başlayacaktır. Feodalizmin temeli olan kapalı ve yerel ekonomik düzenin değişmesi bütün feodal yapıyı sarsacak ve bu yapı yavaş yavaş yok olacaktır.
Feodal Sözleşme
Feodal sözleşme, soylular arasındaki koruyan-korunan ilişkisini düzenleyen sözleşmedir. Yazılı bir belge olmak zorunda değildir, sözlü olarak da yapılabilir. Feodal sözleşmeye göre koruyana süzeren, korunana ise vassal denir. Tek taraflı değildir, iki tarafa da sorumluluklar yükler. Süzeren vassalı korumakla yükümlüdür, vassal ise savaş zamanı süzerenin ordusuna şövalye olarak katılacaktır.
Feodal Örgütlenmede Toplumsal Sınıflar
Soylular Sınıfı
Soylular sınıfı, üretim yapan serflerin çalıştığı toprağın sahibi olan ve serfler üzerinde askerî/yönetici sınıf olarak oturan sınıftır. Ortalama olarak soylu sınıf, feodal düzende yaşayan nüfusun onda birini oluştururdu. Üretim yapmaz, serflerin yaptığı üretimden pay alarak geçinirlerdi. Değişik coğrafyalarda değişik isimler alan soylu sınıfa, senyörler sınıfı da denirdi.
Soylu sınıftan olanlar barış zamanında malikâneleri, yani feodal beyliği yönetir; savaş zamanında ise şövalye olarak donanıp kendilerine bağlı diğer şövalyelerle birlikte kralın veya başka bir soylunun ordusuna katılırdı.
Soylular, kendi içlerinde hiyerarşik bir yapı oluştururdu. Daha zayıf olanlar büyük toprak sahibi soyluların hizmetine veya korumasına girer, bu korumanın karşılığında, koruyan soylunun yaptığı savaşlara şövalye olarak katılırlardı.
Ruhban Sınıfı
Ortaçağ’da soylu olmadığı halde güç ve nüfuz sahibi olan sınıf ruhban sınıfıdır. Ruhban, Katolik kilisesine bağlı papaz, keşiş ve diğer din adamlarıdır.
Örgütsel karakteri feodal olmamasına rağmen kilise de feodalizmin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Kilise; manastırlar, kilise ileri gelenleri ve bizzat kilise tarafından elde tutulan geniş topraklara sahipti. Dindar ve çocuksuz soylular tarafından ölmeden önce bağışlanan bu toprakların büyük kısmı feodal yükümlülükler içeriyordu. Bu yüzden de kilise, zamanın feodal sisteminin bir parçası haline gelmişti. Birçok başkeşiş ve başrahip, feodal beylere benzer bir konuma gelmişti.
Dinsel ideolojinin hâkim olduğu Ortaçağ’da Katoliklerin ruhani lideri Papa’nın çok büyük yaptırım gücü vardı. Kralları bile aforoz edebiliyordu. Ayrıca Frank Karolenj ve Kutsal Roma-Germen İmparatorları, Papa’nın önünde diz çökerek taç giyiyorlardı.
Köylüler (Serfler) Sınıfı
Feodal piramitin en alt ve en geniş tabakasını oluşturan serfler, soylunun toprağında üretim yapar ve tükettikleri çok az miktar haricindeki bütün ürünü soyluya verirlerdi. Bunun dışında serfler, soyluların şato tamiri gibi işlerinde işçi olarak da çalışırlardı.
Serfler, siyasal haklara ve istediği zaman başka köylere göç etme hakkına sahip değildir. Serf, feodal beye bağlıdır ve beyliği terk etmesi yasaklanmıştır.
Feodalizmin Yıkılması
Feodalizm, Avrupa’daki ekonomik dengelerin değişmesiyle yıkılmıştır. Avrupa’da 10. yüzyıl sonrasında yavaş yavaş güçlenmekte olan ticaret, feodal düzeni kıracak dinamik olmuştur. Buna rağmen feodalizmin fiilen ortadan kalkması uzun zaman almış, son kalıntıları ancak Sanayi Devrimi ile yok olmuştur.
Ticaretin Canlanması
Roma lejyonlarının sağladığı güven ortamında ticaret gelişme imkânı bulmuştu. Roma düzeninin çökmesinin ardından ise Avrupa’da ticaret yok olma derecesine gelmişti. Fakat, 9. yüzyıl sonrasında Avrupa’da feodal düzenin kurumsallaşmasıyla yerel beylikler güvenliği az da olsa sağlamış ve göçebe istilalarını durdurmayı başarmıştı. Bu gelişme, ticaretin tekrar gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Ticaretin tekrar canlanmasında etkili diğer bir sebep Haçlı Seferleri’dir. Haçlı Seferleri ile doğuyla tanışan Venedik, Ceneviz, Pisa gibi İtalyan kentleri Akdeniz’de İslam uygarlığı ile ticarete başlamıştı. Akdeniz’e hâkim olan ve Orta Çağ’ın ilk denizaşırı imparatorluklarını kuran bu devletler, ticaretten gelen artı ürün ile zenginleştiler.
Ticaretin canlanması Avrupa’daki krallara, bu ekonomik aktiviteyi vergilendirerek iyi bir gelire sahip olma imkânı sağlamıştı. Ticaret ile zenginleşen kentsoylulara, yani burjuva sınıfına sırtını dayayan krallar feodal beyler karşısında güç kazanmaya başlayacaktır.
Feodal Bölünmüşlükten Mutlak Monarşilere
Feodal beylerin ekonomik güç üzerindeki hâkimiyeti kalkınca, krallar feodal beyler karşısında güçlü duruma geçti. Artık Avrupalı krallar, ticaret vergileri ile merkeze bağlı bir ordu kurabilecek ve feodal beyleri daha sıkı denetleyebilecekti. Fakat feodal beylerin şatolarının alınması imkânsız yerler olarak kalması kralların mutlakiyetçi yönetimi kurmasını geçici olarak engellemiştir.
Mutlak krallıkların ortaya çıkması ancak ateşli silahların savaş alanlarında kullanılmasından sonra olacaktır. İlk kez 1389 Kosova Savaşı’nda kullanılan topun kaleleri ele geçirmek için mükemmel bir silah olduğu İstanbul’un fethinin ardından anlaşıldı. Top sayesinde kalelerin arkasında saklanma avantajını yitiren feodal beyler krala bağlanmak zorunda kaldı. Böylece feodalite siyasi örgütlenmedeki yerini güçlü ve mutlakiyetçi monarşilere bıraktı.
Serfliğin Ortadan Kalkması
Değişen ekonomik koşullar sonucunda para, yani taşınabilir servet olgusu tekrar önem kazandı. Serflerden vergi değil ürettikleri ürünü alan feodal beyler bu değişim karşısında zor duruma düştüler. Ticaret yoluyla mal sağlayabilmeleri için paraya ihtiyaçları vardı ve bu parayı yıllık vergi karşılığında serflere özgürlüklerini verme yoluna giderek temin etmeye çalıştılar.

Bu sebepten dolayı 15. ve 16. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa’nın büyük kısmında hukuksal olarak olmasa da fiilî olarak serflik kalktı. Hukuksal olarak kaldırılması ise ancak Napolyon Savaşları sırasında gerçekleşmiştir.
Read more

Elif Şafak Kimdir? Hayatı


Elif Şafak’ın nasıl olupta bir anda Türkiye’nin en populer yazarları arasına girdiğini gösteren bir çalışmayla karşınızdayız.Türkiyede özgürlükler demokrasi gibi kavramlar kullanılarak ecnebi borusu öttürülmeye Amerika yı Ab’yi arkasına alanların türlü kılıfları geçirerek kahraman olma sevdaları sürmektedir.
Image
“Elif Şafak” Denen Kadın Kimdir?
1971 yılında Strasbourg’da doğdu. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yaptı. İlk (öykü) kitabı Kem Gözlere Anadolu 1994 yılında, ilk romanı Pinhan 1997′de (İletişim), ikinci romanı Şehrin Aynaları 1999′da (İletişim) üçüncü romanı Mahrem (Metis) 2000 yılında basıldı. Elif Şafak, Pinhan ile 1998 Mevlana Büyük Ödülü’nü kazandı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisidir ve ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktorasını sürdürmektedir.
Gördüğünüz gibi Elif Şafak BİLGİ ÜNİVERSİTESİ’ nde araştırma görevlisidir. Yani bir akademik kariyer sahibi örnek aydınlarımızdan olma yolunda ilerlemektedir.
Bu ne kadar düşündürücü öyle değil mi?Bu ülkede dikkatli vatandaşlar Bilgi Üniversitenin ne olduğunu kim tarafından kurulduğunu neye hizmet ettiğini finansmanını kimlerin sağladığını biliyorlar.
Şimdi neler yaptığına Bakalım
İngilizce ve Türkçe romanlarıyla tanınan Elif Şafak, Ermeni konferansının hangi koşullarda düzenlendiğini ve ne ifade ettiğini ABD’nin en önemli gazetelerinden Washington Post için yazdı.
Şafak, “İnkar duvarında bir çatlak” başlıklı yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Ben bir Türk diplomatın kızıydım. Annemin ilk görevi İspanya’daydı. Madrid’e 1980′lerin başında taşındık. Bu dönemde ASALA Avrupa’daki Türk vatandaşlarına, özellikle de diplomatlara saldırılar düzenliyordu. Dolayısıyla Ermeni kelimesi benim için ‘Annemi öldürmek isteyen terorist’ demekti. Şu basit soruyu sormam yıllar aldı: Ermeniler neden bizden nefret ediyor? Birçok Türk için ülkemin tarihi 1923′te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle başlıyor, Ermeniler’in soykırım iddiaları ise 1915 yılına, yani Cumhuriyet öncesine denk geliyordu. Yani bizmle ilgili değildi.Ancak bugün durum değişti. Ermeni konferansına katılmak üzere İstanbul’dayım. Burada olmamız,Başbakan’dan destek almış olmamız ülkemde bazı şeylerin ne kadar ilerlediğini gösteriyor.
Ancak 2002′de ABD’ye gelip Ermeni aydınlarla tanışana kadar iddialarla yüzleşme ihtiyacını hiç duymadım. Olaylardan sonra hayatta kalanların röportajlarını izledim, anılarını okudum,Ermeni dostalarımın aile sırlarını dinledim ve gördüm ki yalnızca korkunç şeyler yaşanmamış , bunların sistematik bir şekilde inkar edilmesi her şeyi daha da kötü duruma getirmiş. 1915 ülkemde daha önce hiç olmadığı gibi tartışılıyor. Zor olduğunu biliyorum .Ama inkardan tanımaya giden yolculuğun yapılabilir olduğunu düşünüyorum.
“Bu tür kendine arkasına ecnebi desteği alarak var olmaya son on yılda kurulan özel üniversitelerin her birinde bir kürsü kapmış olmalarıdır. Bilgi Üniversitesi , Bahçeşehir Üniversitesi gibi yüklü para karşılığında öğrenim yapılan okulların hepsi de , Türk milli varlığına zehir kusanları barındırmakta , onlara ders verme fırsatı sağlamaktadır”
“Malum Ermeni konferansı da bu özel üniversitelerin salonlarında yapılmıştı. Değirmenin suyunun nerden geldiği belli olan bu üniversitelerde ders okutan sözde aydın ve yazarlardan otuzsekizi , 31 Temmuz 2006 tarihinde evlere şenlik bir bildiri daha yayınladılar. “Bir grup aydın” imzasıyla yayınlanan bildirlerde yazılan hakaretler ayyuka çıkmıştır”(Müge Karahanlı)
Kürtlere toprak talep eden SÖZDE aydın ve yazarların listesi
Prof. Dr. Ahmet İnsel (Galatasaray Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi)
Doç. Dr. Ahmet İçduygu (Koç Üniversitesi Uluslararasi İliskiler Bölümü)
Ali Bayramoğlu (Gazeteci-yazar)
Ayşe Gül Altınay (Sabancı Üniversitesi)
Ayhan Bilgen (MAZLUM – DER Başkanı)
Can Paker (TESEV Başkanı)
Derya Sazak (Gazeteci-yazar, Milliyet)
Ece Temelkuran (Gazeteci-yazar, Milliyet)
Elif Şafak (Yazar-Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi)
Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu (Bilgi Üniversitesi , Gazeteci)
Eyüp Can (Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem (Dicle Üniversitesi Hukuk Fakultesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanlığı)
Yard. Doç.Dr. Ferhat Kentel (Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi)
Prof. Dr. Fuat Keyman (Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi)
Prof. Dr. Gencay Gursoyİbrahim Betil (Toplum Gönüllüleri Vakfı Başkanı)
Kutbettin Arzu (Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı)
Mesut Öztürk (Eski Van Belediye Başkanı)
Sabih Ataç (Eski Batman Baro Başkanı)
Dr. Mesut Yeğen (ODTU Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi)
Doç. Dr. Mithat Sancar (Ankara Üniversitesi , Hukuk Fakültesi)
Prof. Dr. Murat Belge (Yazar – Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Başkanı)
Muharrem Erbey (Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Danışmanı)
Mustafa Karaalioğlu (Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Nebahat Akkoç (KAMER Başkanı)
Necdet İpekyuz (Eski Diyarbakır Tabip Odası Başkanı)
Osman Kavala (TESEV Yönetim Kurulu Üyesi)
Oya Baydar (Barış girişimi – yazar)
Ömer Laçiner (Birikim Dergisi Editörü)
Rojbin Tugan (Hukukçu-İnsan Hakları Aktivisti , Hakkari)
Salim Uslu (HAK – İŞ Genel Başkanı )
Sedat Yurtdaş (DTP Başkan yardımcısı – yazar)
Sezgin Tanrıkulu (Diyarbakır Baro Başkanı)
Sahismail Bedirhanoğlu (Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı)
Tahir Dadak (Kalkınma Kooperatifi , Diyarbakır)
Tarhan Erdem (Gazeteci-yazar)
Yusuf Alataş
Zozan Özgökçe (Van Kadın derneği başkanı )
Ünlü olmanın en kestirme yolu
SEVGİLİ okuyucularım, aranızda mutlaka günün birinde “ünlü” olmak isteyenler vardır. O takdirde bu yazımı dikkatle okusunlar… Çünkü her insan isminin bilinmesini, bir gün ünlü olmayı ister.
Bunun için ille de kendi alanınızda başarılı olmak zorunda değilsiniz. Hele Türkiye’de hiç değilsiniz.
Örneğin göz alıcı bir bayansanız, magazin dünyasında yer alıp isminizi duyurmak, ya da duyulmuş isminizi sürekli gündemde tutmak istiyorsanız, baldır bacak vaziyetlerine girmeniz yeterlidir. Soyunursunuz, paralı zampara erkeğinizle kameralara yanaşıp çekimler yaptırırsınız, boşanırsınız, basılırsınız, aynı anda birkaç kişiyle “düzeyli birliktelik” yaşarsınız!
Gazeteci iseniz başka gazetecilerle saçma sapan polemiklere girersiniz. Gerçek konuları yazmaya korkarsınız da, isminizin duyulması ve ün kazanmak için böyle daha kolay uğraşlar bulursunuz.
Öteki mesleklerde de durum üç aşağı beş yukarı aynıdır. Türkiye’de ciddi işlerle uğraşan saygın kimselerin ünlü olması çok zordur.
***
“Ünlü” olmanın başka yolları da var. Hem de soyunup dökünmeden! Örneğin kendi çapında amatör bir yazarsınız. Ses getirmek, ün kazanmak, isminizi duyurmak istiyorsunuz. O halde ne yapmalısınız? Size hemen bir öneride bulunayım!
Bir kitap, roman, yazı vesaire yazıp örneğin Türklüğe hakaret edersiniz. TCK uyarınca hakkınızda dava açılır. Bu aşamada isminiz hemen gündeme gelir. Entel ve şeriatçı takımı sizden söz etmeye, sizi savunmaya başlar.
Sonra devreye AB girer. Türklüğe hakaret etmenizin “fikir ve ifade özgürlüğü” olduğunu bizim hükümete bildirir.
Duruşma günü öncesinde yargıya el altından haber gönderilir:
“Kendisini mahkûm ederseniz AB bize çok kızar. Burada ulusal çıkarımız olduğundan AB’yi karşımıza alamayız. Kararınızı ona göre verin.”
Duruşma öncesinde isminiz artık gündemdedir! Kitabınızda yer alan, Türklüğe hakaret içeren, aşağılayan birkaç sayfa sizi ünlü yapmaya yetmiştir. Bu kadar basit!
Artık bütün medya sizden söz etmektedir. Duruşmada olay çıkacaktır, karşıt gruplar gelecektir falan filan!.. Bu arada gazeteciler size gelecek, söyleşiler yapacak, kazandığınız üne ün katılacaktır!
Duruşma günü geldiğinde savcı beraatinizi isteyebilir, mahkeme sizi karşısında bile görmeden beraat kararı verebilir. Zaten ceza verilirse Türkiye’deki entel ve şeriatçı basın, hep birlikte kıyameti koparacaktır:
“Vay efendim bu ne rezalet, Türklüğe hakaret niye suç olsun ki! Nerede kaldı fikir ve ifade özgürlüğü… Bu kafayla biz AB’ye nasıl gireriz!..”
***
Bütün bunlar olurken sadece Türkiye’de ün kazanmazsınız. Bu kadarı sizi zaten kesmez! Devreye “yurtdışı” da girer. Yabancı basın da sizden söz eder, bu yargılamanın utanç verici olduğunu vurgular. Duruşmanıza yabancı temsilciler, AB komiserleri, yabancı diplomatlar da getirilir ki, yargıya bir kez daha gözdağı verilsin.
Yargılandınız ve mahkemeye bile çıkmadan beraat ettiniz!
Başbakan sizi mutlaka telefonla arayacak ve bu karardan duyduğu memnuniyeti dile getirip kutlayacaktır.
Başbakan şehit analarının telefonuna çıkmadı, “Ben onlarla ne konuşacağım” diye kestirip attı. Olsun varsın, önemli olan Türklüğe hakaretten beraat edeni arayıp kutlamaktır! Ne de olsa Başbakan dahil hepimiz “Türk değil, Türkiyeli” değil miyiz!
Evet, bu telefonla birlikte isminiz yine manşetlerde, birinci sayfalarda geçecek ve ününüze ün katılmış olacaktır!
***
Sevgili okuyucularım, Türkiye’de “ünlü” olmak kolaydır. Yeter ki kafayı çalıştırın, işin ucundan tutmasını bilin! Öyle skandal yaratmaya, soyunmaya, aptalca polemiklere girmeye, her gün sevgili değiştirmeye, baldır bacak sergilemeye, Danıştay’ı basmaya hiç gerek yoktur.
Ben size bu yazımla, bu işin sadece bir adet püf noktasını bugün açıkladım.
Bir kitap yazın. İçeriği hiç önemli değil. Birkaç sayfasında Türklüğe sövün, hakaret edin yeter. Ya da herhangi bir gazetede, dergide yazın, televizyona çıkmayı başarırsanız aynı doğrultuda birkaç cümle söyleyin…
Yani Türklüğe bu yöntemle hakkınızda dava açılmasını sağlayın!
Sadece birkaç hafta sabredeceksiniz. Sonrası otomatik olarak kendiliğinden gelecek, hem ülkemizde, hem de yurtdışında ün kazanacaksınız! Hem hayallerinize kavuşacak, hem de Başbakan tarafından aranıp kutlanacaksınız! Onun aramasıyla kazandığınız büyük onur (!) size zaten ömür boyu yetecektir!
Valla benden bu kadar. Size ünlü olmanın en kolay ve en beleş yolunu gösterdim. Ötesini siz ayarlayacaksınız. Kafayı çalıştıran kazanır!
Şansınız bol, ünlülük günleriniz hayırlı olsun.
Emin ÇÖLAŞAN
kaynak:sevgiadasi.com
Read more

Ürtiker Nedir? Tedavisi


Ürtiker (kurdeşen) Nedir?
Ürtiker, basınca solabilen, kırmızı ve deriden kabarık, sıklıkla kaşıntılı ve 1 – 2 mm. den bir kaç cm.ye kadar değişebilen büyüklükte, kenarları düzensiz kabartılardan oluşan bir grup deri hastalığıdır. Kabarıklıklar, sıklıkla 48 saatten daha kısa bir zamanda kaybolma eğilimindedir. Daha derin deri yapıları ve deri altı dokusunun keskin kenarlı şişliği ise anjioödem adını alır. Her iki hastalık da toplumda yaygın görülen hastalıklardır. Kadınlarda ve 20 – 40 yaşlarında daha sık rastlanmaktadır. Altı haftadan daha kısa süreli ürtiker – anjioödem ani (akut), daha uzun süreliler ise süregen (kronik) ürtiker – anjioödem olarak adlandırılır.
Ürtikerin Sebepleri Nelerdir?
Ani ürtikerin sebeplerini saptamak genellikle daha kolaydır. Bunlar arasında mikropların yol açtığı solunum yolu enfeksiyonları, besinler, temas edilen kimyasal maddeler, barsak parazitleri, sinüzit, idrar yolu iltihaplanmaları sayılabilir. Buna karşılık süregen ürtiker vakalarında ancak % 10 oranında bir sebep bulunabilmektedir. Bulunabilen sebepler arasında da besinlere hassasiyet ilk sırayı almaktadır. Özellikle besin katkı maddelerini içeren yiyecek ve içecekler (boyalı sakızlar, şekerler, patates cipsi vb.), baharatlı ve konserve edilmiş yiyecekler, kabuklu kuru yemişler en sık sorumlu tutulan maddelerdir. Halk arasında sanıldığının aksine ürtikere yol açan nedenler arasında çok az oranda iç organ bozuklukları yer alır. Bunlar arasında karaciğer, böbrek ve tiroid gibi organların bozuklukları sayılabilir. Bu organlara bağlı bozukluklarda ürtiker oluşabilir ise de bu organların işlevlerinin bozulmasından ileri gelen belirtiler çoğu kez daha ön plandadır. Örneğin karaciğer bozukluklarında sarılık veya karında şişlik olması (asit) ürtikerden daha çok dikkat çeker.
Diğer Ürtiker Tipleri Nelerdir?
Akut ve nedeni bilinmeyen kronik ürtikerin yanı sıra çocuklarda daha sık görülen herediter anjioödem ve fiziksel sebeplerle oluşan ürtiker tipleri de vardır.
Herediter anjioödem, doğuştan itibaren ortaya çıkar. Ailevi geçiş gösterir, tekrarlayıcı ve kendiliğinden sınırlanan anjioödem nöbetleri ile kendini belli eder. Deri, derialtı, üst solunum yolları ve gastrointestinal kanalın tutulduğu bu dönemler genellikle bir kaç saat sürer ve nadiren 2 – 3 günü aşar. Anjioödeme ürtiker veya kaşıntı eşlik etmez.
Fiziksel nedenlerle oluşan ürtikerlerde hastalık belirtileri ancak deri çeşitli fiziksel uyarılarla karşılaştığında ortaya çıkmaktadır. En çok görülenleri şunlardır:
Soğuk ürtikeri kaşıntı, eritem ve soğuğa maruz kalmayı izleyen bir kaç dakika içinde ortaya çıkan şişlik şeklindedir. Belirtiler genellikle 1 – 2 saat içinde ortadan kalkar. Tanısı ön kola bir buz küpünü 5 dakika süreyle uygulamak ve hastayı 10 – 15 dakika süreyle gözlemekle konulur.
Dermatagrafizm ve basınç ürtikerinde deriye basınç uygulanan yerde beş dakika içinde kabarıklık ve kırmızılık ortaya çıkar. Dermatografizmde deri üzerine basınç yaparak yazı yazılırsa bir kaç saniye içinde burada kabarıklık ve kızarıklık olmaktadır. Dermografizme sağlıklı insanların % 5’inde rastlamak mümkündür.
Kolinerjik ürtiker kaşıntılı, noktalar tarzında ve bastırıldığında solan kırmızı kabarcıklar şeklinde olup vücut sıcaklığının artışı sonucu ortaya çıkar. Kolinerjik ürtiker pratikte rastlanan ürtiker vakalarının yaklaşık % 3.5 – 4’ünden sorumludur. Egzersiz, sıcak duş ve banyo, ateş ve anksiyete oluşmasını kolaylaştırır.
Su ürtikerinde suyun sıcaklığı ile ilişkisi olmadan su ile karşılaşma durumunda ürtiker oluşmaktadır. Çok seyrek görülen bir durumdur.
Güneş ışığına bağlı (solar) ürtiker, güneşe veya suni ışığa maruz kalma sonucu ürtiker ortaya çıkmasıdır.
Ürtiker nedir?
Ürtiker, vücudun çeşitli bölgelerinde batıp çıkmalar şeklinde seyreder. Kırmızı, deriden
kabarık, değişik çap ve şekillerde olabilir. Bazen küçük küçük, çok sayıda yan yana ve ayrı bölgelerde, bazen birbiri ile birleşerek ortası beyazlaşan,

kenarı kırmızı, dantela gibi sınırları net belli olan şekiller alır. O kaybolurken bir başka yerde yeniden çıkar. Birkaç dakika ile saatler boyu arasında değişen sürelerde kalabilir. Bazen çocuğun tüm vücudunu kaplayıp anne babayı paniğe sokabilir. Ancak en önemli özelliği, bu

kötü görünüme karşın çocuğun genel durumunun iyi olması, kaşıntı dışında rahatsızlık vermemesidir.





Ürtiker nedenleri:

1. Gıda allerjisi
En sık karşılaşılan, bir gıdayı yemek veya içmek sonucu ortaya çıkan şeklidir. Gıdanın alımından kısa bir süre sonra; bazen dakikalar bazen saatler içinde ortaya çıkar. Gıda allerjisinin tek belirtisi ürtiker değildir. İshal, kabızlık, karın ağrısı, solunum sistemi belirtileri, çarpıntı, halsizlik gibi çok çeşitli belirtiler olabilir. Ancak en sık rastlananı ürtikerdir. Gıdanın bizzat kendisine allerji olabileceği gibi, içine konan koruyucu veya katkı maddeleri de yol açabilir.
2. Enfeksiyonlar
Çocuklarda, vücuda giren mikrobun bizzat kendisi, salgıladığı kimyasal maddeler veya bu mikroba karşı vücudun kendisini savunmak için salgıladığı kimyasal maddeler ürtikere yol açabilir. Basit bir boğaz ağrısı deyip geçiştirilen ama aslında çok önemli olabilen bademcik iltihabı, farenjit, diş çürüğü, sinüzit, idrar yolu enfeksiyonu gibi akut enfeksiyonlar kendini ilk ürtikerle gösterebilir. Daha uzun süreli (kronik) enfeksiyonlardan sarılık mikrobunun yol açtığı hepatit A, hepatit B gibi adları olan ve esas karaciğer hasarı yapan enfeksiyonlarda da ürtiker görülür. Zaten halk arasında yaygın bir inanış vardır;
ürtiker görünce hemen karaciğerin bozulmuş olduğuna yorulur. Oysa o kadar ön sırada değildir. Barsak parazitleri; solucan, kıl kurdu gibi parazitlere bağlı ürtiker olabilir.
3. Sinek-böcek sokmaları
En sık karşılaşılan nedenlerdir. Evde tahtakurusu sokması, yol yol, her biri ayrı, yuvarlak, kaşıntılı, yaklaşık 1cm çapında kırmızı lekeler şeklinde görülür. Sabah kalktığında fark etmeyip güm içinde fark edilebilir; böylece parazit ihtimali akla gelmez. Evcil hayvanlardan, başka insanlardan ve ortamlardan rahatlıkla geçebilir. Yine okulda, kreşte, piknikte, ağaç altında oynayan çocuğun yakasından içeri giren tırtıl veya ağaçtaki böcek yumurtaları, aslında kapalı olan vücut bölgelerinde de ürtikere yol açar. Akşam evde çocuğun üstü değiştirilirken fark edilir, panik içinde yeni bir olay şeklinde yorumlanıp acile başvuru nedeni olabilir. Sivrisinek başta olarak çeşitli uçan veya yürüyen böcekler, karıncalar da ürtikere yol açabilir.
4. Fiziksel nedenler
Güneş, sıcak hava, soğuk hava, su, giysi lastiğinin basısı gibi çeşitli dış etkenlere bağlı olabilir.
5. Diğer sistemik hastalıklar
Kollajen doku hastalığı denen daha ciddi ve araştırılıp kesin tanı konarak mutlaka tedavisi gereken bir hastalık grubuna bağlı ürtiker görülebilir. Yine çok ciddi kan veya diğer organ hastalıklarının da bir belirtisi olabilir.
Ne kadar sürer?
Sebebe bağlıdır. Ancak sinek sokması, alınan bir gıda gibi bilinen ve tekrarlanmayan nedenle olursa, birkaç saatte rahatsız edici hali geçer. İzi de, kaşıyıp mikrop kaptırıp yara yapılmamışsa kısa sürede kaybolur. Kalıcı iz bırakmaz. Bazen 6 haftadan uzun süren şekli; kronik ürtiker denir. Ayrı bir konu olarak mutlaka bir allerji uzmanınca araştırılması ve tedavi edilmesi gerekir.
Tedavisi
Sadece sinek-böcek sokmasına bağlı olduğunda, dıştan bir delik ile vücuda giren kaşındırıcı bir zehir söz konusudur. O zaman bu bölgeye kortizonlu-antihistaminikli bir pomad, jel, losyon sürülebilir. Diğer tip ürtikerde dıştan sürülen ilacın faydası yoktur. Etkenin bulunup ortadan kaldırılması ve tedavisi esastır. Ama hemen rahatlatma adına da antihistaminik ilaçlar; şurup, hap, iğne şeklinde kullanılabilir. Küçük çocuklarda sakinleştirici etkisinden de yararlanmak için 1. kuşak denilen, eskiden beri bilinen yaygın kullanılan antihistaminik ilaçların dozuna dikkat edilerek verilmesi uygundur.
Anjioödem nedir?
Ürtikerle beraber veya tek başına, belli vücut bölgelerinin şişmesidir. En çok dudaklar, göz kapakları, eller-ayaklar, kulaklar şişer. Tüm vücut bile şişebilir. En önemlisi ise, ağız içinde dilin, boğazın şişmesi sonucu nefesi engelleyip ölüme bile yol açabilir. En kısa sürede bir doktora ulaşmak gerekir.
Bazı ürtiker ve anjioödemler de ailesel, kalıtsal bir hastalıktır. Ailede birden fazla kişide görülüyorsa, hele tekrarlıyorsa, mutlaka bu yönden de araştırıp tedavi edilmesi gerekir.
Read more

Annem Uyurken Dizisi Bitiyor Mu ?


Kanal D Annem Uyurken Dizisi Bitiyor. Kanal D ekranlarında yayınlanan Annem Uyurken Dizisi neden bitecek ? Annem uyurken dizisi ile ilgili son dakika gelişmeleri şu şekilde..
Hümeyra’ya büyük şok! Annem Uyurken bitiyor mu?
Hümeyra’nın başrolünü oynadığı komedi dizisi “Annem Uyurken”in ekran macerasının biteceği ortaya çıktı.
Usta oyuncuların dizilerinin ekran ömrü bu sezon kısa sürdü. Perran Kutman’ın “Canımıniçi”, Erdal Özyağcılar’ın “İki Yaka Bir İsmail” dizisinin ardından Hümeyra’nın başrolünü oynadığı komedi dizisi “Annem Uyurken”in de ekran macerasının biteceği ortaya çıktı. Hümeyra’nın geçen sezondan beri üzerinde çalışılan dizisi iki kez yazılan senaryosu beğenilmeyince çöpe atıldı. Defne ve Mıstık adlarıyla hazırlanan senaryoların ardından “Annem Uyurken” yazıldı. Ancak reytingler Kanal D’yi memnun etmedi. Hümeyra’ya Şükrü Türen ve genç kuşağın yıldızı parlayan isimlerinden Büşra Pekin’in eşlik ettiği diziyi Kanal D’nin bitirme kararı aldığı öğrenildi. “Annem Uyurken”, geçen hafta Star TV’nin Orhan Kemal uyarlaması “Evlerden Biri”nin karşısında aldığı kötü sonuç ile dikkat çekmişti.
Haber Kaynağı Milliyet
Annem Uyurken dizisi hayranları aşağıdaki yorum bölümünden dizinin bitmemesi için görüş ve isteklerde bulunabilirsiniz.
Read more

2012 7.Sınıf Pybs Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı Sonuçları Ne Zaman Açıklanacak


2012 7.Sınıf Pybs sınav sonuçları açıklandımı, 2012 7.Sınıflar Parasız yatılılık ve bursluluk sınavının sonuçları ne zaman açıklanacak egitek.meb.gov.tr
PYBS Sonuçları 7. Sınıf …2012 PYBS Bursluluk Sınavı Sonuçları Ne Zaman Açıklanacak İlköğretim 7. sınıflara yönelik 2012 PYBS (Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı ) 10 Haziran 2012 tarihinde yapıldı. 2012 7.Sınıf PYBS (Bursluluk) Sınav Sonuçları Ne Zaman Açıklanacak . 2012 7. Sınıf PYBS Bursluluk sınavı sonuçları 3 Ağustos 2012 tarihinde açıklanacak. Önceki ismiyle Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı ( DPY ) olan PYBS (Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı ) 10 Haziran Pazar günü yapıldı. PYBS – YİBO sonuçları 3 Ağustosta açıklanacak. 2012 PYBS sonuçları hangi tarihte açıklanacak.
Read more

Jean Baudrillard Kimdir?


Jean Baudrillard (d. 29 Temmuz 1929, Reims – ö. 6 Mart 2007), Paris , ünlü Fransız düşünür. Postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.



Fransa'da bir devlet memurunun çocuğu olarak doğdu. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okudu, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişiydi.



Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950-1960 lardaki bu dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde doktora tezine de (sosyoloji üzerine) devam etti. 1966'da doktora tezini bitirdi, tezinin başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" idi.



1966 yılının Eylül ayında Université de Paris-X Nanterre'de (Nanterre Üniversitesi – Paris-X) asistan oldu. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kaldı, Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi. 1972'de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başladı. 1987'dan 1990'a kadar Université de Paris-IX Dauphine'de (Dauphine Üniversitesi – Paris-X) görev aldı. "Eski Yugoslavya'daki Müslümanların maruz kaldığı soykırım, Yeni Avrupa Düzeni'nin evrim sürecinde bir aşamadır. 'Etnik temizliğin' infazcısı olan Sırplar, yeni biçimlenen bir Avrupa'nın öncülüğünü yapıyorlar." (Lettre dergisi, Kış 2005)



Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi ününün artmasına neden olmuştur. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır. Simülasyon kuramını oluşturmuş, kitle zihni üzerine çarpıcı satırlar yazmıştır. Tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları ise onun ününe ün katmıştır. Medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri de diğer düşünceleri kadar çarpıcıdır. Birinci Körfez Savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı'nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır.
Read more

Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi

Tommaso Campanella (1568-1639), düşüncelerini yirmi yedi yıllık hapis hayatıyla ödemiş bir düşünce kahramanıdır. Onun yaşadığı dönem, Avrupa katolik dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik ve kültürel olayların oluştuğu günlere rastlar. Daha XIV. ve XV. yüzyıllarda, katolik Kilisesinin katı dogmalarına, büyük ve haksız zenginliğine, derebeylik düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli tarikatların önderliğinde, yer yer baş gösteren ayaklanmalar Avrupa'yı baştan başa saran bir nitelik kazanmıştı. Bir yandan Kilisenin, bir yandan da kral kuvvetlerinin bastırıp ortadan kaldırdığı bu tarikat ayaklanmaları, başka başka yerlerde, başka adlarla yeniden örgütlenip harekete geçiyordu. İşte, Bohemya'da uzun süre etkin olan Picard'lar ya da Adamist'ler! İşte, İtalya, Fransa ve Almanya'da «insanın bu dünyada mutlu olmasını» isteyen Beggard'lar! İşte, İngiltere'deki Wyclif'çiler, orta Avrupa'daki Hus'cular! Bütün bu tarikatlar, dinsel yenilikler yanında, daha haklı bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler. Hus'cuların bir kolu olan Taborit'ler, dinsel törenlerin bir çoğunu atmakla kalmıyor, din reformunu mal ortaklığına dayanan toplumsal bir devrimle tamamlamak istiyorlardı.



İşte, Campanella bu toplumcu görüşten, bu devrimci ilkelerden yola çıkar ve «Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim» der. Ne yazık ki, ufukta beliren bu yeni sabahı göremiyecektir. Ama, onun adı felsefe ve sosyal doktrinler tarihinde, bir müjdeci olarak, yaşamış ve yaşayacaktır.



Campanella, İtalya'da Calabria bölgesinde Stilo kasabasında dünyaya geliyor. Daha küçük yaştan, üstün zekâsı ve okumaya olan aşırı tutkunluğuyla dikkati çekiyor. On üç yaşında çeşitli konular üstüne şiirler yazıyor, uzun uzun söylevler veriyor. On beş yaşında Cosenza dominiken manastırına giriyor ve orada Aquino'lu ermiş Augustinus'un «Şomma Theologica»sını defalarca okuyor. Çok geçmeden manastırda okumadığı eser kalmıyor. Bilgiye olan susuzluğunu bir şiirinde şöyle dile getiriyor: «Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum… Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor…»

Dinsel konulardan az zamanda bıkan Campanella, felsefeye veriyor kendini. Büyük İtalyan filozofu Telesio'da aradığı önderi buluyor. Doğruyu kitaplardan çok, tabiatın gözleminde arayan Telesio, Aristoteles'in bütün bir çağı etkileyen felsefesine karşı tabiat felsefesini savunuyordu. Bu amaçla da Academia Telesiana adıyla bir felsefe derneği kurmuştu. Telesio'nun temel düşüncesi şuydu: Bilim soyut kavramlardan değil, gerçek varlıklardan yola çıkmalıdır; deney, bilimin başvurması gereken temel kuraldır.



Campanella yirmi iki yaşında ilk eserini yazıyor. Bu, Telesio'yu düşmanlarına karşı savunmak ve Aristoteles felsefesini çürütmek amacıyla kaleme aldığı Philosophia sensibus demostratat'tır. Eser cizvitlerin saldırısına uğruyor. Sapkınlık ve büyücülükle suçlanan Campanella, Papa'nın emriyle Cosenza'dan ayrılıp Stilo'ya dönmek zorunda kalıyor. Stilo manastırında boş vakitlerini okumak, bilgisini arttırmakla değerlendiren Campanella, çok geçmeden «bu dar ve karanlık hapis-evinden» kaçıyor. On yıl, İtalya'yı baştan başa dolaşıyor. Venedik'te Galile'yle, daha bir çok tarihçi ve filozofla tanışıyor. Uğradığı yerlerde, alışılmış düşüncelerle, kör inançlarla savaşıyor. İtalya'nın hemen bütün büyük kentlerini gördükten sonra, savaşkan ve kararlı, Stilo'ya dönüyor.



Campanella'nın hayat dramı burada başlıyor. 1600'lerde bütün güney İtalya, İspanya'nın bir sömürgesi haline gelmişti. Özellikle Calabria bölgesi, din adamlarının elinde daha da yoksullaşmıştı. Bir yandan enkizisyon vahşeti, bir yandan yoksulluk, toplumsal isteklere yol açmaktaydı. Kültür merkezleri olan kitaplıklar ve akademiler kapatılmıştı. Serbest düşünce manastırlarda barınabiliyordu ancak.



Yurdunu İspanyol boyunduruğundan kurtarmayı düşünen Campanella bir ayaklanma tertiplemeye başlıyor. Pietro Giannone «Napoli Tarihi» adlı eserinde bu ayaklanma için şunları söylüyor: «Campanella yeni düşünceleri, özgürlük ve cumhuriyet tasarılarıyla az kalsın Calabria'nın altını üstüne getirecekti. Krallıkları yeni bir düzene sokmaya, toplumları yönetecek anayasalar koymaya kadar ileri götürmüştü işi.» Anlaşılan, Campanella, sonradan hapiste yazacağı Güneş Ülkesi'nin toplum düzenini daha o zamandan tasarlamış, politik ayaklanmayı, daha önceki sapkın tarikatların yaptığı gibi, toplumsal bir reformla tamamlamaya kalkmıştı.



Papa Paulus V, Urbanus VII, Bacon ve Richelieu gibi astrolojinin özel etkilerine inanan Campanella, yıldızlardaki birtakım belirtilere bakıp, dünya yüzünde, özellikle Napoli krallığında ve Calabria'da devrimler olacağını söylüyordu. Dinsel ve toplumsal alanda gerekli saydığı yenilik düşüncelerini birçok manastır rahiplerine benimsetmişti. Giannone'ye bakılırsa, üç yüzü aşkın rahip bu ayaklanmaya katılıyor. Bir çok vaiz halkın arasına girip «Özgürlüğe kavuşmak, parayla insan kanı akıtan, yoksulları ezen kral adamlarının işkencelerine son vermek için birleşmeye» çağırıyorlar onu. Napoli'li birçok soylularla birlikte bir hayli piskopos da bu ayaklanmayı destekliyor. Bu ara, bir Türk donanmasının yardımı da sağlanıyor.



Ama, ayaklanma önceden haber alınarak önleniyor ve bir Türk gemisine kaçmak üzere anlaştığı bir kayıkçıyı bekleyen Campanella bir kulübede yakalanarak Napoli'ye götürülüyor. Atıldığı hapisevinde korkunç işkencelere uğruyor. «Atheimus triumphatus» adlı eserinin önsözünde Campanella çektiği işkenceleri şöyle anlatıyor:«Elli hapisevine girdim çıktım. Yedi kez, tüyler ürpertici işkencelere uğradım. Son işkence kırk saat sürdü. Bedenimi iplerle sıkı sıkı sarıp kan revan içinde bıraktılar. Ellerimi arkaya bağlayıp, sivri bir kazığın üstüne sallandırdılar beni. Kırk saat sonra beni öldü sandılar, işkenceyi durdurdular. İşkencecilerimden bazıları, daha da canımı yakmak için, asılı bulunduğum ipi habire oynatıyor, boyuna küfür savuruyorlardı. Bazıları da, «Yaman adam, doğrusu» demekten kendilerini alamıyorlardı. Hiç bir şeyle sarsamadılar, alt edemediler beni, bir tek söz bile alamadılar ağzımdan.1 Tam altı ay süren bir hastalıktan, bir mucizeyle kurtulduktan sonra, bir çukura attılar beni. On beş ay kaldım orada. Sonra yargıç önüne çıkarıldım. Önce bana: «Öğrenmediğin şeyi nasıl bilebilirsin? Şeytan mı var senin emrinde?» diye sordular. Ben de: «Bildiklerimi öğrenmek için, sizin içtiğiniz şarapların on misli kandil yağı harcadım» diye karşılık verdim. Üç Düzmeci adlı kitabı yazmakla suçladılar beni. Oysa, ben daha dünyaya gelmeden basılmıştı bu kitap. Beni Demokritos'un düşüncelerini benimsemekle, kiliseye karşı düşmanca duygular beslemekle, din kurallarının dışına çıkmakla suçladılar. Güneş'te, Ay'da ve yıldızlarda devrimleri haber veren belirtileri ileri sürüp ayaklanmalar hazırlamakla, dünyayı sonsuz ve bozulmaz gösteren Aristoteles'e karşı çıkmakla suçladılar beni. Bütün bunlardan ötürü, beni tıpkı Jeramiah gibi, havasız, ışıksız bir çukura tıkadılar.»



Campanella'nın hapislik hayatı yirmi yedi yıl sürüyor. Böylesine uzun bir işkence hayatına Campanella gibi ruh ve kafaca sağlam, inançlarında sarsılmaz bir insan dayanabilirdi ancak. Nitekim işkencecilerine karşı başı hep havada kalıyor, onlardan ne bağışlanmasını istiyor, ne de yardım bekliyor. İstediği tek şey, kitap, kâğıt ve kalem; yani, kafasını beslemek ve kafasının ürünlerini dışarıya saçmak.



Campanella'nın hapis hayatı 1626'da sona eriyor. İspanya kralı Philip III'ün ölümünden sonra (1621), papa Urbanus VIII ‘in beş yıl süren çabasıyla serbest bırakılıp Roma'ya gidiyor. Çok geçmeden, pusuda bekleyen düşmanlarının saldırısına uğruyor ve Fransız elçisinin yardımıyla Fransa'ya kaçıyor. Kardinal Richelieu ve Louis XIII.'den yakınlık ve yardım gören Campanella ömrünün geri kalan kısmını Paris'te dominiken manastırında sessiz ve rahat, geçiriyor. 1639'da, yetmiş bir yaşında ölüyor.



Campanella,hemen hepsi Lâtince olan sayısız eserler yazmıştır. Felsefe tarihinde Campanella'nın adı, Aristoteles felsefesinin düşmanı ve deneysel yöntemin öncüsü olarak anılmaktadır. Bacon'dan önce, fizik alanında, gözlem olmadan, varsayımlar deneylemeyle kontrol edilmeden sağlam hiç bir bilgiye varılamaz, diyen o olmuştur (G. Fonsgrive), Calabria'lı filozof, her şeyden önce, felsefeyle tanrıbilimi birbirinden ayırmak gerektiğini ileri sürüyor. Ona göre, felsefe duygu ve akıl yoluyla varılan tabiat bilgisidir, İncil'se imanla tabiat-üstü dünyasını tanımayı amaç edinmiştir. Tabiatı öğrenmek, günlük yaşayışımızda ondan faydalanmak anlamına geldiği halde, tanrıbilim sadece ruhun kurtuluşuyla ilgilenmektedir. Onun için, felsefe, tabiatın sırlarına yönelmiş bir araştırma olarak, Kutsal kitapların baskısından kendini kurtarmalıdır. Çünkü, bu kitapların böylesi bilgiyle hiç bir ilişkisi yoktur. Ayrıca felsefe, kendini insandan (örneğin, Aristoteles'ten) gelen her türlü otoriteden de kurtarmalıdır. (Bruna Widmar)



Felsefe eserlerinin değeri ne denli büyük olursa olsun, Carnpanella'dan bugüne kalan, adını ölümsüzleştiren şey, hiç şüphe yok ki, Güneş Ülkesi'nde dile getirdiği toplumsal bir düzen düşüncesidir. İlk defa Utrecht'de 1643'de basılmış olan Güneş Ülkesi, (Civitas Solis), Platon'un Devlet'i ve Thomas More'un Utopia'sıyla aynı düşünce çizgisi üzerinde, insanoğlunu mutlu bir yaşayışa kavuşturma yolundaki isteklerin en temiziyle yazılmış eserlerin başında gelir.



Güneş Ülkesi, Campanella'nın, günün birinde gerçekleşeceğini düşündüğü filozofça bir devlet tasarısıdır. Campanella bütün kötülüklerin ve haksızlıkların kaynağı, insanın kendinden başkasını düşünmemesinde, dünya malının benim senin diye bölüşülmesinde buluyor. Ona göre, insanlar, genel yarar kaygusundan uzak oldukları sürece, kendi dar çevrelerinde, kendilerinden başkasını düşünmezler. Oysa, toplum halinde birleşen insanların amacı genel yarar olmalıdır. Özel çıkarları kaldıralım, toplum yararından başka bir şey kalmaz ortada. Bencil davranışlar, eninde sonunda, toplum güçlerinin çatışmasına yol açar. Oysa bu güçlerin genel yarara yönelmesi, güçler arasında tutarlı bir denge yaratır. Onun için, Güneş Ülkesi'nde her şey devletin, genel yararın buyruğu altındadır.



Ama, denilecektir ki, özel mal mülk olmazsa, insanları nasıl çalıştırırız? Campanella buna, insanlarda dayanışma bilinci, topluma yararlı olma isteği yaratarak, diye cevap verecektir. Tarih bize Romalıların, yoksulluklarına rağmen, yurtları uğruna seve seve savaşa atıldıklarını göstermiyor mu? İlk Hıristiyanlar zamanında, kazançtan, mal mülk düşüncesinden uzak, dünyadan elini eteğini çekmiş, topluluk uğrunda kendi çıkarlarını, sevgilerini, hattâ canlarını bile hiçe sayan rahipler aynı özgecilik örneği vermiyorlar mıydı bize? Bugünkü toplumda bile, kardeşçe çalışma, çıkarsız yarışma örnekleri görmüyor muyuz? Şimdilik devede kulak olan bu örnekler niçin bir gün genelleşmesin? Ayrıca şu da var: Güneş Ülkesi'nde çalışma bir angarya olmaktan çıkmış, bir zevk halini almıştır. Aylaklık ayıp, yüz kızartıcı bir şeydir orada.



Campanella filozofça devlet tasarısında, mal mülk ortaklığı yanında, kadın ortaklığını da ele alıyor. Kendinden önce, Platon da devlet içinde anlaşma, kaynaşma yaratır diye, kadın ve çocukların ortak olmasını savunmuştu. Ne var ki, Platon, bu ortaklığı yalnız yöneticiler için öngörüyordu. Campanella ise, bu ortaklığı bütün toplum için istiyor. Şunu unutmamak gerekir ki, kurmacı Platon'dan önce, kadın ortaklığı Heredotus'un da belirttiği gibi bazı İskit kabilelerinde varmış. Bu kabilelerde kadınlar ata biner, avlarda, savaşlarda erkeklere eşlik ederlermiş. Yunan tarihçisine bakılırsa bu ortaklığın amacı, kan bağıyla herkesi birbirine sıkı sıkıya bağlamak, kıskançlıkların, kinlerin önünü almakmış.



Öte yandan, Lykurgos Yasaları evlilik için birtakım yaş sınırları koymakta ve güçsüz düşen yaşlı erkeklere, aile yuvalarını bozmamak için, karılarını zaman zaman, evlenmeden çoluk çocuk sahibi olmak isteyen bekâr erkeklere sunma hakkı tanımaktadır.



Görülüyor ki, Campanella, soyun üremesine ve çocuk eğitimine verdiği önem dolayısıyla kadın ortaklığını benimserken, Platon'un düşüncelerinden faydalandığı kadar, antik çağ uluslarının yasalarından da esinlenmiştir.



Campanella, yeni bir altın çağın doğacağına ve bunun da Güneş Ülkesi gibi bir devlet düzeniyle gerçekleşeceğine inanıyordu. Aşağıda «Altın Çağ» adlı şiiri bunun sağlam bir kanıtıdır.



ALTIN ÇAĞ



Mutlu bir altın çağ olduysa eskiden

Niçin bir kez daha olmasın?

Her şey dönüp dolaşıp

Gelmiyor mu eski yerine?

Düşündüğüm, öğütlediğim gibi benim

Paylaşsaydı insanlar

Yararları, mutluluğu ve ahlâkı

Cennet olurdu dünya…

Uyanık, temiz sevgiler gelirdi diyorum

Azgın, kör sevgiler yerine

Yalan dolan, bilgisizlik yerine

Gerçek bilgi gelirdi

Ve kardeşlik zorbalığın yerine.

 

Campanella'nın çağdaşı Rossi adında bir yazar şöyle yazıyor: Campanella'ya otuz beş saat boyunca yaptıkları işkence öylesine vahşiceydi ki «kıçının bütün kan damarları kopmuş, açılan yaralardan durmadan kanlar boşanıyordu. Bununla beraber, dişlerini sıkıp işkenceye öylesine dayandı ki, ağzından, bir filozofa yakışmayacak tek kelime bile alamadılar.»
Read more

347. Kısa Dönem Askerlik (Yedek Subay Sınavı)


347. Dönem Askerlik Sonuçları Ne Zaman Açıklanacak? 347.KSD Yedek Subay Sınav Sonucu Sorgulama Sayfası… https://pertem.kkk.tsk.tr/sonuc/sonuc.aspx
1-2-3 Ağustos 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen 347. Dönem Kısa Dönem Askerlik – Yedek Subay Aday Adayı sınav sonuçları ne zaman açıklanacak? 347. Ksd sınav sonuçları açıklandı mı? 2012 Ağustos Kısa Dönem Askerlik Sınav Sonuçlarının Açıklanma Tarihi ve Detayları şu şekilde…
1-2-3 Ağustos 2012 tarihlerinde yapılan 347. Dönem Askerlik Sınav sonuçları 10 Ağustos 2012 Cuma günü akşamı/gecesi açıklanacak. 347. Yedek Subay Sınav sonuçlarına sitemizden ulaşabilirsiniz.
Read more

50 Yıldır Uyumayan Mehmet Dede


50 yıldır uyumuyor!
86 yaşındaki Mehmet dede "Allah herkese uykusuzluk nasip etsin" dedi


Kaynak; GAZETE HABERTÜRK


Eskişehir’de yaşayan 86 yaşındaki Mehmet İnanç 50 yıldır uyumuyor. 1960 yılından bu yana uyumadığını belirten İnanç “Uykusuzluğum sebebiyle hastanede yattım. Doktorlar beni çeşitli testlere tabi tuttular. Sonunda ‘Uyumuyor’ diye rapor verdiler. Gözlerim açıkken bir dakika dalıyorum ama yine uyumuyorum” dedi. Uyumadığı için çok sağlıklı olduğunu vurgulayan Mehmet İnanç, “Halimden çok memnunum. 40 yıldan bu yana bir kez safra kesesi ameliyatı için hastaneye gittim, o günden bugüne ne hastaneye gittim, ne de ilaç kullandım. Allah herkese uykusuzluk nasip etsin. Çok faydalı bir şey” diye konuştu.
Read more

İstanbul'da Nerede Elektrik Kesilecek ? 6 - 10 Ağustos 2012

Istanbullular dikkat! 10 Ağustos’a kadar birçok ilçede uzun süreli elektrik kesintileri yaşanacak
İstanbul'da elektrik kesintisi! İstanbul’da elektrik kesintileri başlıyor. 10 Ağustos’a kadar her gün devam edecek uzun süreli kesintiler vatandaşa zor saatler yaşatacak. Bakırköy, Zeytinburnu, Çatalca, Fatih, Bağcılar, Güngören, Eyüp, Sultangazi ve daha bir çok ilçede 13 saate varan kesintiler yapılacak. BEDAŞ’tan yapılan açıklamaya göre, kesinti programı şöyle:

6 AĞUSTOS PAZARTESİ

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Kazım Karabekir Mahallesi Ahmet Yesevi ve Mevlana Caddesi, Barbaros Mahallesi.

Saat 09.00-16.00 arasında Avcılar Yeşilkent Mahallesi Amasyalılar Caddesi, Birlik Caddesi ve Uğur Mumcu Caddesi’nin bir kısmı.

Saat 07.00-19.00 arasında Güngören Güneştepe Mahallesi Güngören Caddesi 4, 225/4 sokaklar ve civarı.

7 AĞUSTOS SALI

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Mahmutbey Caddesi Kaplan İş Merkezi, 13, 15, 16-A, 14, 11, 12. sokaklar ve civarı, Kazım Karabekir Mahallesi Pazaryolu Sokak.

Saat 09.00-17.00 arasında Bahçelievler Soğanlı Mahallesi Akdeniz Sokak.

Saat 09.00-16.00 arasında Sultangazi Cebeci Mahallesi 1. Cebeci Yolu No: 147148, 2495. Sokak No: 34, 2494. Sokak, 2500. Sokak, Atatürk Bulvarı No: 39 ve civarı.

Saat 09.00-16.00 arasında Eyüp Çırçır Mahallesi, Uludağ Caddesi Betül, Sevimli, Sevda ve Zuhal Sokak.

Saat 09.00-18.00 arasında Sarıyer Pınar Mahallesi Çamlıbel Caddesi ve civar sokaklar.

8 AĞUSTOS ÇARŞAMBA

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Barbaros Mahallesi, Ahmet Yesevi Caddesi, Kazım Karabekir Mahallesi.

Saat 09.00-17.00 arasında Esenler Havaalanı Mahallesi Göral Sokak, Görenek Sokak, Gürsel Sokak ve civarı. I Saat 09.00-16.00 arasında Sultangazi Uğur Mumcu Mahallesi.

Saat 09.00-16.00 arasında Eyüp Akşemsettin Mahallesi Alperen Caddesi Vural Sokak, Işık Konutları, Tekel Blokları, Billur Blokları ve civarı.

09.00-15.00 arasında Esenyurt Örnek Mahallesi Erzurum Kongre Caddesi’nin bir kısmı.

08.00-21.00 arasında Bahçelievler Fevzi Çakmak Mahallesi Millet, Umman, Güvercin, Orkide, Yakut, Gülibrişim, Gençlik, Taşkın, Ulus, Oğuzhan, Gülen, Bahadır, Kandilli, Mihriban, Bozkurt sokaklar.

9 AĞUSTOS PERŞEMBE

09.00-17.00 arasında Bağcılar Yıldıztepe Mahallesi, Yenigün Mahallesi Bakırköy Caddesi.

09.00-17.00 arasında Bahçelievler Soğanlı Mahallesi Karadeniz Sokak.

09.00-16.00 arasında Sultangazi 50. Yıl Mahallesi.

09.00-16.00 arasında Gaziosmanpaşa Şemsipaşa Mahallesi Eski Edirne Asfaltı.

09.00-18.00 arasında Sarıyer Pınar Mahallesi Çamlıbel Caddesi ve civar sokaklar.

09.00-15.00 arasında Bağcılar Kemalpaşa Mahallesi, Namık Kemal Caddesi, 20. Cadde ve civarı.

10 AĞUSTOS CUMA

09.00-17.00 arasında Bağcılar Yıldıztepe Mahallesi Bakırköy Caddesi, Yenigün Mahallesi.

09.00-17.00 arasında Esenler Havaalanı Mahallesi Göral, Gurbet, Giden Sokak ve civarı.

09.00-16.00 arasında Gaziosmanpaşa Karayolları Mahallesi Cebeci Caddesi.

09.00-16.00 arasında Avcılar Yeşilkent Mahallesi Amasyalılar Caddesi ve Gazi Caddesi’nin bir kısmı.
Read more

Türkiye Son 10 Yılda Kaç Şehit Verdi ?


10 yılda 818 şehit

Terörle mücadele ağır bedeller ödeyen Türkiye, son 10 yılda meydana gelen 10 bin 80 olayda, toplam 818 askerini şehit verdi.

Kaynak; Ntvmsnbc.com
CHP Aydın Milletvekili Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması talebi ile terör olaylarında şehit düşen TSK personeli sayısını sordu. Cevap Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'dan geldi. 

Bugün Gazetesi'nde yayınlanan cevapta terörün son 10 yılda kaç asker ailesinin ocağına ateş düşürdüğünü ortaya koydu. En acı bilgi ise 268 vatan evladının yaşanan çatışmalarda değil, terör örgütünün kurduğu mayın ve bomba tuzaklarında hayatını kaybetmesi.
BİN 152 OLAYDA ÇATIŞMA YOK
Bakan Yılmaz, meydana gelen 10 bin 80 olayın, 2 bin 152'sinde sıcak çatışma olmadığını açıkladı. Bu olayların mayınlı saldırı, patlayıcı madde kullanma, sabotaj, yol kesme, adam kaçırma şeklinde gerçekleştiğini söyledi. Terör örgütünün hain tuzaklarında hayatını kaybederek şehit düşen asker sayısı 268, yaralı sayısı ise bin 33.
Milli Savunma Bakanı Yılmaz, 1 Ocak 2010 - 16 Temmuz 2012 tarihleri arasında meydana gelen tüm iç güvenlik olaylarında ise 233 askerin şehit düştüğünü, 537'sinin ise yaralandığını açıkladı. Bu dönemde mayın ve patlayıcı nedeniyle hayatını kaybeden asker sayısı 55, yaralı sayısı ise 197.
Read more