Rana Alagöz - Her Şey Bitmiştir Artık [1971]



ismi rana olan ya$itlarim icin önemi cok büyük bir insan. o zamanlar* rana öyle cok rastlanan bir isim degil. ismini sorduklarinda icinden dua ediyorsun ilk söyleyiste anlasinlar diye. düsünün 80'lerde tek bir ünlü var bu isimde -ve ünlü dediysem öyle arkadaslarinizin filan bilecegi derecede ünlü de degil, anneler babalar filan biliyor ancak. bilen büyükler hemen "aa cok güzel, rana alagöz gibi" (kafa anlayisli bicimde sallaniyor bu esnada) diyorlar. cok cok kücük bir yüzde de rana cabbar'i biliyor. ama zaten rana alagöz'ü bilmiyorlarsa, büyük ihtimal bu ismi ilk kez duyuyorlar. anlamayanlara re-a-ne-a diye kodluyorsunuz isminizi olduk olmadik yerde. kom$u teyzeye bile. taaa 90'lara kadar, star tv acilip rana elik i$e girene kadar bu eziyet sürüyor asagi yukari. ondan sonra isminizle ilgili örneklemelerde rana alagöz giderek daha az kullanilir oluyor. (vefa duygusuyla ilgili karisik birseyler giriyor burada yaziya ama cok karisik oldugu icin cümle haline getirmeye üsendim.) simdi bakiyorum yasitlarimin rana isminde yegenleri, cocuklari filan var. büyük ihtimalle rana alagöz'ü duymadan büyüyüp gidecekler. garip.
Read more

One Direction Grup Üyeleri Gay Mi?



Gençler tarafından çok sevilen ve ülkemizde de büyük ilgi gören One Direction grubunun internette yayılan resmini görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor.

Resim çektirirken birbirlerini taciz eden ekip üyelerinden, henüz konuyla ilgili bir açıklama gelmedi.
Read more

Beatles'ın yıldızı John Lennon'un yanındaki Türk Rockçıyı tanıdınız mı?

Usta gazeteci Arda Uskan’ın arşivinden çıkardığı 1971 tarihli bu fotoğraf, sosyal paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kırdı.
Cannes’da çekilen karede, efsane ıngiliz grup Beatles’ın cinayete kurban giden solisti John Lennon, sevgilisi Yoko Ono, Erkin Koray ve Arda Uskan bir arada görülüyor. Uskan, fotoğrafı Lennon ve Ono ile yaptığı röportaj için çektirdiğini açıkladı.
Read more

Lily Allen Müziğe Geri Mi Dönüyor ?



2009 yılında müziği bıraktığını açıklayan Lily Allen’ın yeni bir albüm üzerinde çalıştığı söylendi. Çıkardığı iki başarılı albümden sonra müziği bırakma kararı alan Lily Allen ile ilgili yapılan açıklamada, sanatçının stüdyoda olduğu ve farklı soundlar üzerinde çalıştığı, şu anda albüm için şarkılarını yazma aşamasında olduğu ve yeni albümünün önümüzdeki senenin başında piyasaya çıkması planlandığı belirtildi
Kaynak: Fenomen
Read more

Kıtaların Nüfus Dağılımı Nedir? Özellikleri , Konu Anlatımı

Antarktika:Antartika,kutup bölgesinde bir kıtadır.Bundan dolayı kalıcı nüfusa sahip değildir.

Kuzey Amerika:Kuzey Amerika dünya nüfusunun %5'ini barındırır.Kıtanın doğusunda nüfus yoğunluğu fazladır.Bunun sebepleri;Avrupa'yla ulaşımı sağlayan limanların bulunması,iklimin elverişli olması,sanayi şehirlerinin doğuda bulunmasıdır.Güney Amerika: Dünya nüfusunun %9'unu barındırır.Amazon Havzası'nın Kuzey ve Güney kısmlarında bölgenin dağ kesimlerinde ve And dağlarının batı kesimdeki kıyı şeridinde nüfus yoğundur.Okyanusya(Avustralya):Dünya nüfusunun %1'ini barındırır.Kıtanın iç kesimleri çöllerle kaplı olduğundan nüfus çok seyrektir ya da boştur.Kıtanın güneydoğusunda ve doğusunda nüfus yoğunluğu fazladır.




Nüfus Dağılışı: Belirli bir yerdeki nüfusun sık veya seyrek olma durumudur. Nüfusun sayısı ve özellikleri yanında dağılışının da iyi bilinmesi gerekir. Çünkü dünya genelinde veya dünyanın herhangi bir alanında ekonomik ve sosyal özelliklerin ve sorunların tespit edilmesi, çözülmesi açısından nüfusun mekânsal dağılışını iyi bilmek gereklidir.
Nüfusun dağılışında kullanılan kavramlar.
Nüfusu fazla olan yerler için—Yoğun nüfuslu ( Sık nüfuslu)
Nüfusu fazla olmayan yerler için – Orta nüfuslu ( Orta yoğunlukta veya sıklıkta)
Nüfusu az olan yerler için -- Seyrek nüfuslu ifadeleri kullanılır.( Tenha)

Dünyada nüfusunda geçmişten bu güne doğru sürekli bir değişim yaşanmıştır. Bu değişimlerden bir de dünyada nüfusun alansal dağılışıdır.
Şu anki nüfus miktarları
Kuzey Amerika:328.387.059 Güney Amerika:546.723.509
Afrika:896.721.874 Asya:3.810.252.136
Avrupa:804.574.696 Okyanusya:33.443.448

Dünya nüfusu yeryüzünde eşit ve dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Nüfus kıtalara, ülkelere, ülkeler içerisinde bölgelere ve illere göre de farklılıklar gösterir. Dünya nüfusunun yeryüzündeki dağılımı çok dengesiz bir şekilde olup, İnsanların üçte ikisi karaların onda birinden daha az topraklar üzerinde toplanmıştır. Diğer taraftan kuzey yarı küre insanların 90’nını, eski dünya karaları da %85 ini barındırmaktadır.

Dünya nüfusunda tarih boyunca sürekli artış yaşanırken, bu artışlar kıtalara göre aynı olmamıştır.
Nüfus dağılışını etkileyen etmenler

A) Yer şekilleri (Topografik özellikler):
1 -Yükselti: Genel olarak yükselti arttıkça nüfus yoğunluğu azalır. Dağlık alanlarda nüfus az ve dağınıktır. Yüksek dağ ve platolarda 1500 m ‘den sonrası yaklaşık olarak boştur. Bunun nedeni, kışların uzun yazların kısa sürmesi, tarımsal etkinliklerin kısıtlanmasıdır. Ulaşım güçlükleri de nüfuslanmanın az olmasında etkilidir.
Ekvatoral bölgede alçak kesimler çok yağışlı, nemli ve sıcak olmasından dolayı bu bölgelerde nüfus, iklim koşullarının elverişli olduğu yüksek kesimlerde toplanmıştır.
2 -Eğim ve Bakı: Dünyada eğimi az olan ve düz alanları sık nüfusludur. Çünkü buralardaki iklim ve arazi şartları Tarıma müsait, ulaşım imkânları da gelişmiştir. Eğimin fazla olduğu engebeli sahalar seyrek nüfusludur. Kuzey Yarımkürede dağların güneye bakan yamaçları daha fazla ısınır. Güney yarım kürede ise dağların Kuzeye bakan yamaçları daha fazla ısınır Bu yüzden dünyada Kuzey Yarımkürede dağların güneye bakan yamaçlar, kuzeye bakan yamaçlara göre daha sık nüfuslanmıştır.
3-Dağların Uzanış doğrultusu: Kıyı paralel uzanan dağların denize bakan yamaçları deniz etkisi ile daha nemli, ılıman şartlara sahiptir. Genel olarak sıcaklık yüksektir. Bu yüzden dağların denize bakan yamaçları sık nüfuslu iken, içlere bakan yamaçları seyrek nüfusludur.
B-)İklim şartları: İklim elemanlarından SICAKLIK ve YAĞIŞ nüfus dağılışında en etkili olanlardır. Ilıman ve yeterli yağış alan yerler sık nüfusludur. Dünya nüfusunun zaten çoğu ılıman iklim kuşağında yaşar. İklim koşullarının insan yaş***** uygun olmadığı soğuk iklim, çöl iklimi, karasal iklim, çok aşırı sıcak ve yağışlı ekvatoral iklimle kutup altı iklim bölgeleri seyrek nüfusludur.
C)Bitki örtüsü: Bitki örtüsünün, özellikle ormanların sık ve gür olduğu alanlarda nüfus az ve seyrektir. Çünkü ormanlık alanlarda tarıma ve yerleşmeye elverişli alanlar sınırlıdır.
D)Toprak verimliliği: Kıyılardaki verimli düzlükler, delta ovaları ve verimli iç ovalar nüfusun yoğun olduğu alanlardır. Kalkerli arazinin yaygın olduğu alanlar, tuzlu, çorak, jipsli ve aşırı yıkanmış verimi az topraklar tarıma uygun olmadığı için seyrek nüfusludur.
E)-Su kaynakları: İçme ve kullanma suyu temini, tarım ve sanayide suya ihtiyaç duyulması nedeniyle nüfusun çoğu, akarsu, göl vb. su kaynakları çevresinde yoğunlaşmıştır.
F)- Enlem: Dünyada insanlar çok sıcak şartların yaşandığı ekvatoral iklim bölgesi ( Sıcak kuşak) ta, çok soğuk şartların yaşandığı kutup bölgeleri insan yaş***** uygun olmadığı seyrek nüfusludur.
Buna karşın insanların çoğu ılıman kuşakta yaşar. Sıcak ve soğuk kuşakların az, ılıman kuşağın sık nüfuslu olmasının temel nedeni iklimdir.
Nüfus Dağılışını Etkileyen Beşeri ve Ekonomik faktörlerin başlıcaları şunlardır:
A- Tarihi, İdari faktörler ve Askeri Faktörler: Dünyada eskiden beri yerleşme alanı olan ve çok eski dönemlerden beri ticaret yollarının kavşak noktası yerler ve buralarda kurulan yerleşmeler daha sık bir nüfusa sahiptir.
Dünyada bazı kentler başkentlik yapmış olmaları sayesinde, bazı kentler de tarihten günümüze gelen askeri önemi ile yoğun nüfuslanmıştır.
B-Ekonomik faktörler: Dünyada bazı alanlar da sanayi, madencilik, tarım, turizm, ticaret, hizmet ve ulaşım şartlarının iyi olması veya önemli kara, demir, deniz yolları, önemli havaalanları ve limanları ile insanları kendine çok çekmiş ve yoğun nüfuslanmıştır.
1. Dünyada sık nüfuslu alanların ortak özellikleri:
2. Arazisi düz ve verimli alanlardır.
3. İklim şartlarının uygun olduğu alanlardır.
4. Endüstrinin geliştiği alanlardır.
5. Ulaşımın kolay olduğu alanlardır.
6. Yeraltı ve yer üstü kaynakları bol olan alanlardır.
7. Tarım, hayvancılık, ticaret, turizm etkinliklerinin yoğunlaştığı alanlar.
Dünyada seyrek nüfuslu alanların ortak özellikleri:
1-Arazinin yüksek, engebeli ve eğimli alanlar ile toprağı verimsiz alanlar.
2-Ulaşımın zor yapıldığı yerler.
3-İklimin sert, yağışın az, kuraklığın fazla olduğu yerler.
4-Sanayi, ticaret, turizm ve bayındırlık çalışmalarının gelişmediği alanlar.
5-Sık ve gür ormanların olduğu alanlarda nüfus seyrektir.
6-Kurak karakterli çöl alanları,
7-Buzullarla kaplı kutup bölgeleri.
Dünya üzerinde en sık ve seyrek nüfuslanmış yerler ve nedenleri:

A- Sık Nüfuslanmış Yerler: Dünya nüfusunun büyük bir bölümü uygun yasama koşulları taşıyan ılıman iklim kuşağında toplanmıştır.

Muson Asyası Nil Deltası Güneybatı Avrupa
Muson Asyası: Asya kıtasının güney ve güneydoğusundaki ülkeleri kapsayan bu bölgede, bol yağışlı iklim nedeniyle pirinç ve çay tarımı önem taşır. Dünya’nın en kalabalık ülkeleri olan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan bu bölgede bulunmaktadır. ( tarım) Japonya: Sanayileşmenin ve kısmen madenciliğin etkisiyle sık nüfuslanmıştır.
Akarsu Havzaları: Tarım koşullarının elverişli olduğu Ganj, İndus, Fırat, Nil gibi akarsu havzaları sık nüfuslanmıştır. Akarsu boyları enleme göre farklı nüfus yo*ğunluğuna sahiptir. Örneğin sıcak kuşakta Amazon, Kongo nehirlerinin havzası seyrek nüfuslu iken, orta kuşakta, Tuna, Ren, Fırat nehirlerinin havzası yoğun nüfusludur.
Güney ve Batı Avrupa: Madencilik, endüstri ve ticaretin çok geliştiği Avrupa’nın bütünü sık nüfuslanmıştır.
Amerika: Kuzey Amerika’nın kuzeydoğu kıyıları; Sanayi, tarım imkânları, deniz etkisi, uygun iklim şartları ve ulaşım kolaylığı.
B- Seyrek Nüfuslanmış Yerler
İklim şartlarının olumsuzluğuna bağlı olarak nüfusun çok az olduğu, tenha yerlerdir.

Alaska Himalayalar Amazon
Soğuk Bölgeler: Kuzey Kutup Dairesi içinde bulunan Gröndland, Alaska, Kanada’nın Kuzeyi, İskandinav Yarımadası ve Sibirya’nın kuzey bölgeleri düşük sıcaklık nedeniyle seyrek nüfuslanmıştır.
Yüksek Dağlar: İklim koşullarının her türlü ekonomik faaliyeti, özellikle tarımı sınırlamasına bağlı olarakseyrek nüfuslanmıştır. ( Himalayalar)
Sıcak ve Nemli Ekvatoral Bölgeler: Tropikal kuşakta, Amazon, Kongo havzaları gibi alçak yerler, yüksek sıcaklık, aşırı nemlilik, sık ormanlar ve geniş alan kaplayan bataklıklar nedeniyle az nüfuslanmıştır.
C-Nüfuslanmamış Yerler
İklim ve zemin koşulları nedeniyle insanlarin yerleşmesine elverişli olmayan, nüfuslanmamış yerlerdir.

Kutup Çöl Bataklık
Kutup Bölgeleri: Güney Kutup Bölgesi’nde bulunan Antarktika Kıtası 14 milyon km2 genişliktedir. Kalın buzullarla kaplı bir kıta olduğu için nüfuslanmamıştır.
Bataklıklar: Bataklık, yağış miktarının fazlalığı nedeniyle, toprağın çok ıslak olduğu, yer yer suların yüzeyde biriktiği yerlerdir. Yerleşmeyi ve ekonomik faaliyeti sınırlandırdıkları için nüfuslanmamıştır.
Çöller: Dönenceler çevresindeki Meksika, Büyük Sahra, Arabistan, Kalahari, Avusturalya çölleri ile Asya’nın iç kesimlerindeki Iran, Kızıllkum, Kara kum, Taklamakan ve Gobi çölleri, insanlarin yaşamasına ve yerleşmesine uygun değildir. Bu nedenle nüfuslanmamıştır. Ancak vaha adi verilen sulak yerlerde az da olsa nüfuslanma görülür.
Read more

Tevhid-i Tedrisat Kanunu Nedir? Nedenleri ve Sonuçları Nelerdir?

TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birliği bir sistem olarak benimsenmiş bulunmaktadır. Yeni Türkiye'nin kültür hayatında çok önemli bir aşamayı başarıya ulaştıran Tevhid-i Tedrisat Kanunu, aslında büyük bir kültür hamlesidir. Eğitimin birleştirilmesi ile, özellikle 19. yüzyıl sonlarından beri Türkiye eğitiminde görülen medrese ve okul (mektep) diye devam eden ikililiğe son verilmiştir. "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile öğretim ve eğitim birliği sağlanarak milli kültür birliğine yönelmek istenmiştir. Öğretim ve eğitime milli ve laik bir karakter veren Tevhid-i Tedrisat Kanunu, milli gelişme tarihinde daima büyük yer tutacak bir inkılabın da adı olmuştur.

3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim ve eğitimin birliğini sağlamakla beraber medreselerin de kaldırılmasını sağlamıştır. Keza 3 Mart 1924 tarihli, Şer'iye ve Evkaf Vekaletlerinin kaldırılmasına dair kanunla da, vakıfların bağlı bulunduğu vekalet (bakanlık) kaldırıldığından ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun üçüncü maddesi ile de Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mektepler (okullar) ve medreseler için ayrılan ödenek Maarif Vekaletine (Milli Eğitim Bakanlığına) devredildiğinden, medreselerin kaderini tayin Maarif Vekaletine bırakılmıştır.

2 Mart 1926'da kabul edilen, "Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunun ilkelerinin ışığı altında eğitim hizmetlerini düzenlemiştir. Devletin izni olmadan hiç bir okulun açılmayacağını öngören Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun aynı zamanda çağdışı bütün derslerin okul müfredat programlarından kaldırılmasını da sağlamıştır.
Read more

Sert Karasal İklim Nedir? Sert Karasal İklimin toprak özellikleri nelerdir?

Ekvator çevresinde, 0° - 10° Kuzey ve Güney enlemleri arasında görülür. Yıllık ortalama sıcaklık 25°C dolayındadır. Yıllık sıcaklık farkı 2 - 3°C yi geçmez. Yıllık yağış miktarı 2000 mm den fazladır. Her mevsim yağışlı olmakla birlikte, ekinoks tarihlerinde yağış maksimum düzeye erişir. Tabii bitki örtüsü oldukça gür ve geniş yapraklı ormanlardır. Ekvatoral iklim, Amazon ve Kongo havzalarının büyük bir kesiminde, Gine Körfezi kıyılarına yakın bölgelerde, Endonezya ve Malezya nın büyük bir bölümünde etkili olmaktadır.

* Tropikal İklim (Subtropikal - Savan)
10° - 20° Kuzey ve Güney enlemleri arasında ve 0° - 10° enlemlerinde 1000 m. den sonra görülür. Ekvatoral kuşak ile çöller arasında bir geçiş iklimidir. Yıllık ortalama sıcaklık 20°C dolayındadır. Yıllık sıcaklık farkı 4 - 5°C dir. Yıllık yağış miktarı 1000 - 2000 mm. arasındadır. Güneş ışınlarının dik geldiği yaz ayları yağışlı, kışlar kuraktır. Tabii bitki örtüsü yüksek boylu ve gür bitki toplulukları olan savanlardır. Tropikal iklim, Sudan, Çad, Nijerya, Mali, Moritanya, Brezilya, Venezuela, Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde etkili olmaktadır.

* Muson İklimi
Muson rüzgârlarının etki alanlarında görülür. Yıllık ortalama sıcaklık 15 - 20°C dir. Yıllık sıcaklık farkı 10°C civarındadır. Yıllık ortalama yağış 2000 mm. dolayındadır. Yıllık yağışların % 85'i yaz aylarında düşer. Kış mevsimi kurak geçmektedir. Tabii bitki örtüsü kışın yaprağını döken, yazın yeşillenen ormanlardır. Yağışların azaldığı yerlerde ise savanlar görülür. Muson iklimi, Güney Hindistan, Güney Çin, Güneydoğu Asya, Japonya ve Mançurya gibi bölgelerde etkili olmaktadır.

* Çöl İklimi (Sıcak ve Kurak İklim)
Dönenceler civarında, Asya ve Kuzey Amerika da karaların iç kısımlarında ve Güney Amerika da görülür. Bu iklim tipini, yağışların yok denecek kadar az olması belirler. Çöllerdeki nem yetersizliği, günlük sıcaklık farkının büyümesine zemin hazırlamıştır. Günlük sıcaklık farkının 50°C yi bulduğu zamanlar olmaktadır. Yıllık yağış miktarı 100 mm nin altındadır. Yağışlar daha çok sağanak yağmurlar şeklindedir. Tabii bitki örtüsü bazı kurakçıl otlar ve kaktüs bitkileridir. Afrika da B. Sahra, Ortadoğu da Necef, Asya da Gobi, Taklamakan, Avustralya da Gobbon ve Gibson, Güney Afrika da Kalahari ve Namib, Güney Amerika da Patagonya, Atacama ve Peru yeryüzündeki başlıca çöl alanlarıdır.

Ilıman İkllimler
* Akdeniz İklimi
Genel olarak, 30° - 40° enlemleri arasında görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Yıllık ortalama sıcaklık 15 - 20°C dir. Yıllık sıcaklık farkı ise 18°C kadardır. Yıllık yağış miktarı 600 - 1000 mm arasında değişir. En fazla yağış kışın, en az yağış yazın görülür. Karakteristik bitki örtüsü, kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir. Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanabilen, çalımsı bodur bitkilerdir. Mersin, defne, kocayemiş, zeytin, süpürge çalısı, bodur, ardıç gibi bitkiler başlıca maki türleridir. Akdeniz ikliminde yağışın az çok yeterli olduğu orta yükseklikteki yamaçlarda iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar (Kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları gibi) yer alır. Akdeniz iklimi en belirgin olarak Akdeniz çevresinde görülmekle birlikte, Güney Portekiz, Afrika nın güneyinde Kap Bölgesi, Avustralya nın güneybatısı ve güneydoğusu, Orta Şili ve ABD nin Kaliforniya eyaletinde de etkili olmaktadır.

* Okyanusal İklim
Genel olarak, 30° - 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Yazlar fazla sıcak, kışlar da fazla soğuk olmaz. Yıllık sıcaklık ortalaması 15°C dir. Yıllık sıcaklık farkı 10°C yi bulmaktadır. Yıllık yağış ortalaması 1500 mm. dir. En fazla yağış sonbaharda görülür. Tabii bitki örtüsü yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlardır. Ormanların tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur. Okyanusal iklim, Batı Avrupa, Kuzey Amerika nın kuzeybatısı, Güney Şili, Avustralya nın kuzeydoğusu ve Yeni Zelanda da etkili olmaktadır.

* Karasal İklim
Genel olarak, 30° - 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisinden uzak iç kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülmektedir. Kışlar çok soğuk geçer ve uzun sürer. Yazlar ise sıcaktır. Yıllık sıcaklık ortalaması 0 - 10°C arasında değişir. Yıllık sıcaklık farkı 20 - 40°C dir. Yıllık yağış miktarı 500 - 600 mm dolayındadır.
En fazla yağış yazın, en az yağış kışın düşer. Kış yağışları daha çok kar şeklindedir. Tabii bitki örtüsü iğne yapraklı ormanlardır. Yağışın azaldığı kesimlerde de bozkırlar (step) görülür. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Taygalar, Dünya ormanlarının % 15'ini oluştururlar. Karasal iklim, Sibirya, Kanada ve Doğu Avrupa da geniş bir yayılış sahasına sahiptir.

* Step İklimi (Yarıkurak İklim)
Step iklimi, bir geçiş iklimi özelliği gösterir. Step iklimlerinde yıllık sıcaklık farkı 15 - 30°C dir. Yıllık yağış miktarı 300 - 500 mm. dir. Step iklimlerinde en fazla yağış ilkbaharda ve yazın düşmektedir. Tabii bitki örtüsü yağışlı mevsimde yeşeren, kurak mevsimde sararan step (bozkır) tir. İnsanlar tarafından ağaç kesilerek, yakılarak ormanların ortadan kaldırılması sonucunda oluşan bozkırlara antropojen bozkır denir. Bu tür bozkırlar, ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıktığından yer yer orman ağacı topluluklarına rastlanır.

Soğuk İklimler
* Tundra İklimi (Kutupaltı İklimi)
Genel olarak, 65° - 80° Kuzey enlemleri arasında görülür. Sıcaklığın çok düşük olduğu bir iklim tipidir. Bu iklimde en sıcak ayın ortalaması dahi 10°C yi geçmez. Kışın değerler -30°C ile -40°C ye iner. Yıllık sıcaklık farkının 65°C yi bulduğu yerler vardır. Yağışlar ortalama 200 - 250 mm kadardır. En fazla yağış yaz aylarında görülür. Tabii bitki örtüsü çalı, yosun ve yazın yeşeren kurakçıl otlardan oluşan tundralardır. Tundra iklimi, Avrupa nın kuzey kıyıları, Kuzey Sibirya, Kuzey Kanada, Grönland Adası kıyıları ve Orta kuşaktaki yüksek dağlarda etkili olmaktadır.

* Kutup İklimi
Karlar ve buzullarla kaplı kutup bölgelerinde görülür. Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C nin altındadır. Sıcaklık, çoğu zaman -40°C ye, hatta daha altına iner. Yıllık sıcaklık farkı 30°C dolaylarındadır. Yağışlar son derece az ve kar şeklindedir. Ortalama yağış 200 mm. civarındadır. Bu iklim tipinde bitki örtüsü yoktur. Kutup iklimi, Kuzey Kutbu çevresinde Grönland Adası nın iç kısımlarında ve Antarktika da etkilidir.

Dünyada görülen başlıca yağış rejimieri

1-Ekvatoral İklim:
* Her mevsim yağışlıdır.
* Güneş ışınlarının dik geldiği aylarda yağış daha fazladır.
2- Savan iklimi :
* Güneş ışınlarının dik geldiği yaz aylarında yağış fazladır, diğer aylar kuraktır.
3- Muson İklimi :
* Musonlarda kışlar kurak, yazlar yağışlıdır.
* Nedeni yaz musonlarının denizden karaya doğru esmesidir.
4- Akdeniz iklimi:
* Kış mevsimi yağışlı, yazlar kurak.
Read more

Kıbrıs Sorunu Nedir? - Türkiyenin Kıbrıs politikası Nedir ? Kıbrıs Sorunu Tarihi

ÖZET
Bu makale, tarihsel boyutu içinde Kıbrıs adasında yaşanılan olayları ve Türkiye’nin izlediği Kıbrıs politikasını incelemekte ve değerlendirmektedir. Kıbrıs’ta yaşanılan olaylar, şu üç safhada ele alınmaktadır: (1) Kıbrıs’taki İngiliz koloni yönetim dönemi, (2) Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ve mevcudiyet dönemi ve (3) 1974 Yunan askeri darbesi ve arkasından Kıbrıs adasının Türk ve Rum toplumları arasında taksim dönemi.

1. GİRİŞ
Doğu Akdeniz’de yer alan Kıbrıs adası, 9 251 km2 bir yüzölçüme sahip ve stratejik açıdan çok önem arzetmektedir. Adanın bu stratejik önemi; Türkiye’nin güney sahillerine ve İsrail’e ait deniz yollarına hakim olması, Süveyş Kanalı’ndan yapılan deniz taşımacılığını kontrolü ve Orta Doğu petrol bölgelerine ulaşmayı mümkün kılması gibi sebeplere dayanmaktadır. Bu sebeplerden ada, bölge ülkeleri ve bölgede çıkarları bulunan güçler tarafından son derece önemlidir.
Kıbrıs adası; Mısır, Asur, Pers, Roma, Arap ve Venedikliler yönetimi altında bulunduktan sonra 1571’de Osmanlılar’ın eline geçmiştir. Kıbrıs Adası, 1571’den 1878’e kadar Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Osmanlı Devleti, Anadolu’dan adaya yolladığı Türkler ve adanın fethinde katkısı olan askerleri, Venedikliler’den boşalan topraklara yerleştirmiştir. Böylece 1571’den bu yana da adada iki ayrı kültür, ırk ve dine sahip Ortodoks Rumlar ve Müslüman Türkler bulunmaktadır.
Bu makale, tarihsel boyutu içinde Kıbrıs’ta yaşanılan gelişmeler ve Türkiye’nin izlediği Kıbrıs politikasını incelemekte ve değerlendirmektedir. İkinci kısım kapsamında adanın Osmanlı Devleti’nden nasıl İngilizlere geçtiği ve arkasından adada uygulanan İngiliz koloni yönetim dönemi kısaca açıklanacaktır. 3. Kısım’da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ve sonrası süreçte yaşanılan olaylar ele alınacaktır. 1974’te Kıbrıs’ta Enosis amaçlı yapılan Yunan darbesi, buna karşılık Türkiye’nin düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatları ile Kıbrıs Türk Federe Devleti ve akabinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğuşu, 4. Kısım’da özetlenecektir. Son olarak 5. Kısım’da, Lozan Barış Anlaşması’ndan günümüze Türkiye’nin Kıbrıs politikası öz bir şekilde incelenecek ve değerlendirilecektir.
2. KIBRIS’TA İNGİLİZ YÖNETİMİ
1877-78 Rus Savaşında mağlup olan Osmanlı Devleti, büyük toprak kaybına uğramıştır. Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos Andlaşması’nı çıkarların uygun bulmayan İngiltere, bu andlaşma hükümlerini Türkler lehine değiştirmek gerekçesiyle Berlin Kongresi’ni topladı. Bu kongrede Türkiye’yi Rusya’ya karşı koruma bahanesi ile (ve bu iki ülke arasındaki savaş süresince), Kıbrıs’ta askeri üsler kurma hakkı elde etti. Ancak Türkiye ve Rusya arasında barış sağlanmasından sonra da İngilizler, bir daha adadan ayrılmadı, . Bu hukuk dışı tutumu Türkiye, 1923 Lozan Andlaşma’sının 16 ve 20’ci maddeleri ile tanımıştır. Böylece Türkiye, Lozan Andlaşması ile Kıbrıs üzerindeki haklarından vazgeçmiş ve ada egemenliğinin İngiltere’ye geçmesini kabul etmiştir. 1925’ten başlayarak İngiltere Kıbrıs’ta tam bir sömürge statüsü uygulamıştır.
1960’a kadar sürecek olan bu koloni yönetimi, adada yaşayan Türk ve Rumlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Adayı İngilizlerden kurtarmak isteyen Rumlar, 1931’de Yunan Konsolos Krou ve Piskopos Nikodemas önderliğinde ayaklandılar. İngillizlerin bu başkaldırıyı kısa sürede bastırmasından sonra, 1950 yılına kadar adada önemli bir olay olmamıştır. Ancak bu arada İngiltere Kıbrıs’a 1947 yılından itibaren muhtariyet vermek istemiştir. Bu amaçla; Türk, Rum ve çeşitli meslek kuruluşlarından oluşan bir danışma meclisi kurmayı denemiş; ancak Rum ve Komünisler ile İngilizler arasında vali yetkileri konusunda çıkan anlaşmazlıkla bu girişim sonuçsuz kalmıştır.
1950’de kilise önderliğinde Rumların gerçekleştirdiği plebisite (halk oylaması) Türkler katılmamış ve sonuçlarını İngilizlerle birlikte kabul etmemişlerdir. Bu plebisit sonrası Türkiye ve Yunanistan, daha önce ilgisiz kaldıkları Kıbrıslı soydaşlarına sahip çıkmaya başlamışlardır. Bu kapsamda; 16 Ocak 1950 tarihinde İstanbul’da düzenlenen büyük gençlik mitinginde “Rum plebisiti” protesto ediliyor; 16 Şubat 1951’de Yunan Başbakanı Venizelos (ilk kez) “Kıbrısı ilhaktan” bahsediyor ve Türkiye Dışişleri Bakanı Köprülü 24 Şubat - 24 Nisan 1951 tarihlerinde verdiği demeçlerde ise “Kıbrıs’ta mevcut durumun korunması ile birlikte mutlaka bir değişiklik gerekiyorsa bunun Türkiye’ye iade biçiminde olabileceğini” belirtiyordu. Böylece Kıbrıs, Türkiye ile Yunanistan arasında bugün dahi devam eden bir çekişme konusu olacaktır.
Yunanistan, Mart 1954’te İngiltere’ye bir nota vererek Kıbrıs’ın kendisine devredilmesini görüşmeyi resmen istemişse de bu talebi İngilizler reddetmiştir. Bunun üzerine Yunanistan, Kıbrıs halkına (yani Rumlara) “self - determinasyon” (kendi geleceğini belirleme) hakkı verilmesini 1954’te Birleşmiş Milletler’den (BM) resmen talep etmiştir. Bu talebin BM Siyasi Komisyonunda (Genel Kurula götürülmesi uygun bulunmayarak) reddedilmesi üzerine; Türkiye konunun kapandığını belirtirken, Yunanistan girişimlerini sürdüreceğini açıklıyordu. Yunanistan ne BM’den ne de İngiltere’den istediği cevabı alamayınca Makarios’un telkinlerine uyarak meseleyi (Enosis’i) silah zoru ile halletmek yoluna girmiş ve EOKA adlı bir terör örgütü kurmuştur. Bu örgütün önce İngiliz ve arkasından Türkleri de hedef alan saldırıları, 1 Nisan 1954’ten 1960’a kadar aralıksız sürecektir. Türkler, bu terör saldırılarına karşısında Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuş ve tüm kötü şartlara rağmen direnmişlerdir.
Bu arada olayların Kıbrıs’ta buhran haline gelmesi üzerine İngiltere, 29 Ağustos 1955 tarihinde adayla ilişkili olan üç ülkenin Dışişleri Bakanlarının katıldığı Londra’a bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıda Türk ve İngiliz Bakanların mevcut statüyü koruma; Yunan Bakanın ise, değiştirme yönünde görüş bildirmeleri üzerine bir anlaşma sağlanamamıştır. Böylece Türkiye, İngiltere tarafından Kıbrıs meselesi içine ister istemez çekilmiş oldu. Bu durum, ince İngiliz siyasetinin bir taktiği idi. Daha sonra Yunanistan konuyu tekrar BM götürmüş ama bir netice alamamıştır. Bu gelişmelerin arakasından adada terörün gittikçe tırmanması üzerine İngiliz Vali Harding, olayların sorumlusu olarak gördüğü Başpiskopos Makarios’u 9 Mart 1956’da Hint Okyanusundaki Sychelles Adalarına sürecek ve böylece adada bir Makarios efsanesi doğmasına yol açacaktır.
Adada tırmanan terör olaylarının önlenememesi üzerine İngiltere, Lord Radcliff’e bir anayasa tasarısı hazırlattı. Yunanlılar, bu tasarıyı “self-determinasyon” içermediği için kabul etmezken; Türkler, bir “taksim” havası sezdiğinden olumlu bulmuştur. Yunanistan, bu anayasa çalışmasına cevaben konuyu tekrar ve üçüncü kez BM götürdü. Bu sefer BM, Kıbrıs sorununun Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında ve üçlü görüşmeler yoluyla çözülmesine karar verdi. Yunanistan açısında tam bir diplomatik hezimet olan bu sonuç, Türkiye’de sevinçle karşılandı. Bu esnada EOKA örgütü, adada İngilizlerden sonra Türkleri de hedef alan terör eylemlerini yoğunlaştırdı. Türkiye bu olaylardan sonra tepkisini Aralık 1956’da Başbakan Menderes’in ağzından “taksim tezi” ile ortaya koydu. Daha sonra Türk kamuoyundan büyük destek gören bu tez, İstanbul Taksim meydanında yapılan gösterilerde (8 Haziran 1958), milletçe “ya taksim ya ölüm” şeklinde haykırılıyordu.
Kıbrıs’ta terör olaylarının bir türlü önlenemesi üzerine İngiltere, Vali Harding’i görevden aldı ve Makarios’u da adaya dönmemesi şartı ile (1 Mart 1959’da dönebildi) serbest bıraktı. Bu arada Yunanistan, Türkiye’nin taksim tezinde israrı üzerine, tekrar ve dördüncü kez BM’e başvurarak Kıbrıs’a “self-determinasyon” hakkı tanınmasını istedi. Bu isteğin Siyasi Komisyonda kabul edilmesi üzerine Türkiye ve İngiltere’nin büyük çaba ve kulis faaliyetleri ile konu, Genel Kurulda reddedildi.
Kıbrıs’ta EOKA terörü 1958 yılında doruğa çıkmış ve sadece Temmuz ayında 48 Türk katledilmiştir. Bu arada Ağustos başlarında İngiltere Başbakanı McMillan, Yunan ve Türk meslekteşları ile ayrı ayrı görüştükten sonra 15 Ağustos 1958’de yeni bir plan açıkladı. Bu plan, ada yönetiminde Türklere de geniş yetkiler veriyordu. Rumlar tarafından reddedilen bu plan, Türkiye tarafından (taksim ihtimali doğmasından ötürü) olumlu karşılandı. Daha sonra 1 Ekim 1958’de Türkiye, Kıbrıs Başkonsolosu Burhan Işın’ı bu plan uyarınca Kıbrıs’taki Türkiye temsilciliği görevine atadı. Bu durum Rumlarda büyük kaygı uyandırdı. Bu arada Yunanistan, konuyu beşinci kez BM’e götürdü ise de bir sonuç alamadı. Bu gelişmelerden sonra Rum ve Yunanlılar adanın taksim edilmesinden endişe duyarak anlaşma yoluna gitmişlerdir. Böylece bölgede çıkarları (üstleri) olan İngiltere, Yunanistan’ın karşısına Türkiye’yi çıkaracak ve bu iki ülke arasındaki çatışmalarda hakemliği üstlenecektir.
3. KIBRIS CUMHURİYETİ ( 1960 - 1974 )
3.1. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulması
11 Şubat 1959 Zürih ve 19 Şubat 1959 tarihli Londra Anlaşmalarında belirlenen esaslara göre Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile İttifak, Garanti ve Kurucu Anlaşmalar hazırlanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti, 16 Ağustos 1960 tarihinde resmen kurulmuştur. Böylece Türk ve Rum toplumları, adayı oluşturan eşit hak ve statüye sahip iki toplum olarak kabul edilmiştir. Bu durum, soğuk savaş dönemi ve NATO bekasını korumanın bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca Zürich ve Londra Anlaşmalarına İngiltere’nin Türkiye’yi de taraf olarak davet etmesinde, ABD baskısı ve Türk diplomasisinin maharetleri de etken olmuştur. Ancak asıl neden, Kıbrıs yüzünden Türk - Yunan milletleri arasında çıkabilecek muhtemel bir savaş ile NATO’nun güneydoğu kanadının zayıflama ve Doğu Akteniz’deki Sovyet nüfuzunu önlemektir.
Garanti Anlaşması’yla, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gerektiğinde “bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve güvenliği ile anayasal düzenini”, bu üç devlet birden veya bunlardan birisi koruyacaktı. İttifak Anlaşması’yla, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti, ortak savunma amaçlıişbirliği yapacak ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü tehdit edecek saldırılara karşı koyacaklardı. Bu maksatla kurulacak ortak karargahta Türkiye 650 ve Yunanistan 950 asker bulunduracaktı. Nisan 1960’da Anayasa şeklini alacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı, öz olarak şu hususları içermekteydi:
· İki toplumun yapacakları ayrı seçimlerde Rumlar, Cumhurbaşkanını; Türkler ise, Yardımcısını seçecekti. Resmi dil; Rumca ve Türkçe olacak; tüm yasa ve resmi belgeler bu iki dilde yazılacaktı. Cumhurbaşkanı ve Yardımcısı, 7 Rum ve 3 Türk bakandan oluşan bakanlar kurulu yardımı ile yürütme görevini yapacaklar ve kurulun kararlarını birlikte ve ayrı ayrı veto edebileceklerdi.
· Yasama yetkisi, 50 üyesinin %70’i Rum ve %30’u Türklerden oluşan ve iki ayrı toplumun kendi üyelerini seçtiği bir Temsilciler Meclisi ve iki toplumun kendi işlerinde yetkili iki ayrı Cemaat Meclisi tarafından kullanılacaktı. Cumhurbaşkanı ve Yardımcısının Temsilciler Meclisinden geçen yasaları birlikte veya ayrı ayrı veto yetkisi vardı.
· Beş büyük kente (Lefkoşe, Limasol, Magosa, Larnaka ve Baf), iki toplumun ayrı belediyeleri olacaktı. Her türlü kamu hizmetinde %70 Rum ve %30 Türkler görev yapacaktı (Polis ve Jandarma da dahil). 2000 kişilik ordunun %60’ı Rum ve %40’ı Türklerden olacaktı. Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Mahkeme Başkanlıklarına adayla ilgisi olmayan milletlerden tarafsız birisi getirilecekti.
Mart 1959’da İngilizler, ada yönetimindeki yetkilerin önemli bir kısmını bağımsızlığa geçişi hazırlayacak ortak bir komisyona bıraktı. 13 Aralıkta iki toplum ayrı sandıklarda oy kullanarak, Cumhurbaşkanlığına Makarios’u ve Yardımcılığına ise, Dr. Fazıl Küçük’ü seçti. Cumhuriyet ilanından kısa bir süre sonra, iki toplum arasında bazı görüş ayrılıkları belirdi. Makarios, anayasaya göre büyük şehirlerde kurulması gereken bağımsız Türk belediyelere karşı çıktı ve 1 Ocak 1963’ten itibaren belediye hizmetlerinin hükümetce yapılacağını açıkladı. Ada kısa sürede iki toplum arasında çıkacak bir iç savaşın eşiğine geldi.
3.2. 1960 - 1967 Arası Kıbrıs’ta Yaşanılan Olaylar
Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren Türk toplumunun Rumlarla eşit şartlara sahip olmasını içine sindiremeyerek bunları geri alma planları yapmaya başlamıştır. Ancak Yunanistan’dan gerekli desteği görememeleri ve Türkiye’nin de mevcut düzeni korumadaki kararlılığından ötürü Kıbrıs’taki Rumların Türklere karşı saldırıları, Aralık 1963’e kadar ertelenmiştir. Bu tarihte Rumların özlemle beklediği şartlar: “Türkiye’de İnönü’nün istifası ile koalisyon hükümetinin yıkılmasıve Yunanistan’da ise, Karamanlis’in istifası ile yerine Zurich ve Londra Anlaşmalarına muhalif Papandreu’nun yeni hükümeti kurması” ile oluşuyordu. Bu şartlardan istifade etmeyi amaçlayan Makarios, bir oldu bitti ile Türkler ile Rumların eşit statüsünü bozacak 13 maddelik bir anayasa değişikliği gündeme getirdi. Böylece Türklere karşı Rumların başlatacağı kanlı saldırıların işareti veriliyordu. 20 Aralık’ta Rum polisinin Lefkoşe’de Türklere ateş açması ile başlayan bu saldırılar, kısa zamanda adaya yayıldı. Türkler, bu saldırılara kısıtlı imkan ve silah gücü ile karşı koymaya çalışıyor ve zaman zaman da çok kanlı çatışmalar oluyordu. Rumların, 24 Aralık’ta, Türk Alayı doktorlarından Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğunu katletmesiyle doruğa çıkan vahşet üzerine (“Kanlı Noel”) Türk savaş uçakları, 25 Aralık’ta Lefkoşe semalarında ihtar uçuşu yaptılar. Kısa bir süre için duruluyor gibi görünen Rum saldırıları, 6 Şubat 1964’te tekrar başladı ve tüm hızıyla bütün adaya yayıldı. Bunun üzerine 60’tan fazla Türk savaş uçağı, Rum mevzilerini bombaladı ve önemli kayıplar verdirdi. Bu müdahaleye rağmen Rum saldırılarının durmaması üzerine, Türk Hava Kuvvetleri 8-9 Ağustos günlerinde daha büyük bir operasyon yaptı. Türkiye’nin bu kararlı tutumu karşısında Makarios, zaman kazanmak amacıyla Rum saldırlarını durdurmuş ve Türkiye’nin tüm şartlarını kabul etmiş gibi gözüktü. Ancak çok geçmeden Makarios, 1 Ocak 1964’ten itibaren Garanti ve İttifak Anlaşmalarını da feshettiğini açıkladı. Ne var ki İngiltere’nin sert müdahalesi karşısında bu isteğinden vazgeçti. Bu gelişmelerden sonra Kıbrıs’ta bir NATO Barış Gücü görevlendirmek istenilmişse de, SSCB ve Makarios’un muhalefeti ile konu 4 Mart 1964 tarih ve S/5575 sayılı karar ile BM Barış Gücü şekline dönüşmüştür, .
BM Barış Gücünün Kıbrıs’ta göreve başlamasından sonra da Rum saldırılarının sürmesi üzerine Türkiye, adaya müdahale etmek istemişse de BM Güvenlik Konseyi’nin 13 Mart 1964’te aldığı bir kararla engellenmiştir. Bu kararın alındığı tarihten üç gün sonra toplanana TBMM ise, gerektiğinde Kıbrıs’a askeri müdahale kararı alır. İnönü Hükümeti’nin Kıbrıs’a kesin müdahale kararı alması üzerine ABD Başkanı Johnson’un, 5 Haziran 1964 tarihli, ültümatom mahiyetindeki meşhur mektubu ile Türkiye’nin müdahalesi önlenmiştir.
Kıbrıs, 1965 - 66 yıllarında, EOKA’nın küçük eylemleri dışında kısmen de olsa sakindi. Ancak konu uluslararası alanda güncelliğini korudu ve yoğun diplomatik temaslar sürdü. Bu diplomatik temaslar çerçevesinde Türk ve Yunan Başbakanları, ayrı ayrı ABD’yi ziyaret etmişler ve temaslarda bulunmuşlardır. Bu görüşmeleri takiben ABD, eski Dışişleri Bakanlarından Acheson’u Kıbrıs sorununa çözüm bulmakla görevlendirmiştir. Daha sonra Acheson tarafından hazırlanan plana göre: “Kıbrıs Yunanistan’a verilmekte, Türkiye’ye Karpas Yarımadasında bir üs ile Meis adası verilmekte, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ait olacak bölgelerindeki Türkler için mahalli otonomi sağlanmakta ve azınlık statüsü tanınmaktadır”. Bu plan, bazı küçük değişikliklerle Türkiye ve Yunanistan tarafından kabul edilmesine rağmen Makarios’un reddetmesi üzerine uygulamaya konamamıştır. Bunun üzerine ABD’nin, Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan arasında paylaşılması fikrini savunduğu bazı yazarlarca belirtilmektedir.
3.3. 1967 Olayları
1967’de meydana gelen olaylar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çöküşüne ve adada özerk bir Türk yönetiminin kurulmasına yol açtı. Nisan 1967’de askeri darbe yapan ve yönetime el koyan Yunan Cuntası, Türkiye ile Kıbrıs konusunda görüşme ve pazarlık yapmak istedi. Bu maksatla Türk ve Yunan Başbakanlarının 9-10 Eylül 1967’de yaptıkları Keşan ve Dedeağaç görüşmelerinde bir uzlaşma sağlanamdı. Bu arada Ankara’da sürgün olan Rauf Denktaş ve arkadaşlarının Kıbrıs’a dönmeleri üzerine Rumlar tarafından tutuklanmaları, tansiyonu tekrar yükselti. Türkiye’nin sert tepkisi ile Denktaş ve arkadaşları, 12 Kasım’da serbest bırakıldı ve Ankara’ya geri gönderildi.
Bu olayın hemen akabinde 15 Kasım’da Grivas yönetiminde binlerce silahlı Rum, Kıbrıs’ta bulunan tüm Türklerin imhasını amaçlıyan ‘Akritas planını’ tatbik etmek için Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırdı. Bu durum karşısında 16 Kasımda Türkiye’nin Yunanistan’a verdiği ültümaton üzerine Rumlar, işgal ettiği köylerden çekilmiş ve Grivas ile adadaki Yunan gönüllüler de adadan ayrılmıştır. Böylece kararlı Türk diplomasisi, ‘Rum Akritas planını’ bozmuştur.
Bu olaylar, Kıbrısta’taki iki ayrı toplum arasında anlaşma olamayacağını bir kez daha ortaya koydu. Adada 28 Aralık 1967 günü “Geçici Türk Yönetimi” ilan eden Türkler; Başkanlığa Doktor Fazıl Küçük ve Yardımcılığına da Rauf Denktaş’ı getirdiler. Ayrıca Bakanlar Kurulu da oluşturuldu. Bu yönetim, 5 Temmuz 1970 tarihinde yapılan seçimlerden sonra, “Kıbrıs Türk Yönetimi” ismini aldı. Bunu izleyen günlerde Türk ve Rum toplumları arasında ikili görüşmeler başladı ve daha sonra Türk, Yunan ve BM temsilcilerin de katılması ile “Genişletilmiş Toplumlararası Görüşmeler” şeklinde devam etti. Bu esnada Fazıl Küçük’ün Türk Yönetimi Başkanlığı ve Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevlerinden çekilmesi üzerine, 16 Şubat 1973’te, yerine Rauf Denktaş seçildi.
1968 - 69’daki uluslararası destek çabalarında başarısız olan ve Kıbrıs’ı bir diktatör gibi yönetmeye kalkan Makarios, Rum toplumu içinde de itibarını büyük ölçüde kaybetti. Adaya tekrar dönen Grivas’ın terör eylemleri ve Yunan Cuntası’nın tertiplediği suikast girişimlerinin hedefi oldu. 1973’te Grivas’ın ölümü ile rahatlayan Makarios, bu kez karşısında tekrar örgütlenmiş EOKA’yı EOKA-B olarak buldu. Bu örgüt ve Yunan Subayları, Temmuz 1974’te askeri bir darbe ile Kıbrıs’ta yönetime el koydular.
4. 1974 DARBESİ VE KIBRIS’IN TAKSİMİ
4.1. 1974 Darbesi ve Amacı
Enosis’i gerçekleştirme hususunda Makarios ve Yunan Cuntası aynı idealleri paylaşmakla birlikte uygulanacak yöntem konusunda anlaşmazlık içindeydi. Makarios, konuyu zamana yayarak Kıbrıs Türklerini ekonomik açıdan zayıflatmak ve böylece ada dışına göçmelerini sağlamak (örneğin İngiltere) gibi yöntemleri benimserken; Yunan Cuntası ve Kıbrıstaki maşası EOKA, konuyu mümkün olduğunca çabuk ve kestirme yoldan (silah zoruyla) çözmek istiyordu. Makarios ve Yunan Cuntası arasındaki bu ve benzeri konulardaki anlaşmazlıklar, 1973 ve 74 yıllarında oldukça belirginleşti ve sürtüşme vesilesi oldu. Bunun üzerine Yunan Cuntası, Makarios’u Enosis’e giden yolda önemli bir engel olarak gördü ve ortadan kaldırılması için planlar yaptı. Bu amaçla; Yunanlı Subaylar, Rum Milli Muhafız Ordusunun yönetimini ele geçirdi, Grivas yönetiminde EOKA (EOKA-B olarak) tekrar örgütlendi. Nihayet 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta Makarios’a karşı kanlı bir darbe yapıldı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başına azılı EOKA katili Nikos Sampson getirildi. Makarios, İngilizlerin yardımı ile 16 Temmuz’da ada dışına kaçıp canını zor kurtarırken; binlerce taraftarı darbeciler tarafından öldürüldü. Darbe sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ismi, “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” olarak değiştirildi , , .
Türkiye, darbe yönetimini kesinlikle tanımayacağını Başbakan Ecevit’in ağzından açıkladı ve arkasından mümkün olabilen tüm diplomatik ve barışcı girişimleri kullanarak önceki statüyü korumak istedi. Bu çabaların bir sonuç vermemesi üzerine Türkiye, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını amaçlayan bu darbe karşısında diğer garantör devletlerden birisi olan İngiltere ile ortak hareket etmek istedi. Bu amaçla 18-19 Temmuz tarihlerinde Londra’da İngiliz Başkanı ile görüşen Ecevit, Kıbrıs’a Türkiye ve İngiltere’nin birlikte askeri müdahale etmesini önerdi ise de, İngilizler buna yanaşmadı (Türkiye’yi kararından vazgeçirmek istedi). Bu arada NATO daimi konseyi, 17 Temmuz 1974’te, üyeleri arasında muhtemel bir savaşı önlemek için Kıbrıs’taki Yunan subayların derhal geri çekilmesini öngören bir karar aldı. Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco’nun diplomatik çabaları da bir sonuç vermedi, .
4.2. Kıbrıs Barış Harekatları
Kıbrıs’a askeri müdahale etmemesi için yapılan baskılara karşı Türkiye, “Türk Toplumunun güvenliği için adada Türk askerinin bulunması, Sampson’un değiştirilmesi, Yunan subaylarının çekilmesi, Türk Toplumuna denize çıkışı olan bir bölgenin verilmesi ve adaya giriş çıkışı kontrol edecek bir sistemin kurulması” şartlarını öne sürmüştür. Rum ve Yunanlıların oyalama taktiğine girmesi üzerine Türkiye, 20 Temmuz sabahı Garanti Anlaşmasının 4. maddesinin kendisine verdiği hakka dayanarak Kıbrıs’a, “I. Kıbrıs Barış Harekatı” olarak adlandırılan bir askeri müdahale başlatı. Konu Başbakan Ecevit tarafından saat 03.00’de basına yapılan kısa açıklamada “Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri şu anda Kıbrıs’a çıkmış bulunuyor” şeklindeki bir demeçle ve aynı anda Bayrak Radyosunda konuşan Rauf Denktaş’ın “Bu anda Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ın her yanından, havadan ve denizden çıkartma yapmaktadır. Gazanız kutlu olsun” ifadeleri ile ilan ediliyordu. Bu durum karşısında Rumlar, iç çatışmalarına son vererek savunmasız Türk Köylerine saldırdı ve bir çok masum sivili katletti.
Üç gün süren bu harekatla Türk birliklerinin Girne ve civarında önemli bir üs elde etmesinden sonra Türkiye, BM Güvenlik Konseyinin çağrısına uyarak 22 Temmuz 1974’te saat 19.00’da ateşkes ilan etti. Ateşkesle birlikte Kıbrıs’ta darbeci Sampson yerini Glofkos Klerides’e; Yunanistanda ise Başbakan Adrocopulos yerini Karamanlis’e bıraktı. Ateşkesten sonra 25-30 Temmuz arası, I. Cenevre görüşmeleri Türk, İngiliz ve Yunan Dışişleri Bakanları arasında yapıldı. 30 Temmuzda imzalanan anlaşma ile, “adada iki otonom yönetimin varlığı, Türk ve Rum birlikleri arasında bir güvenlik bölgesi oluşturma, Rumların işgal ettikleri bölgelerden çekilmesi ve karma köylerdeki Türklerin güvenliğinin BM’ce sağlanması” kabul edilmiştir. Ancak Rumlar, varılan anlaşmaya sadık kalmayarak; işgal ettikleri yerleri boşaltmamış, bazı Türk köylerine saldırarak büyük katliamlar yapmışlar, adaya Yunanistan’dan sürekli asker ve silah nakletmişlerdir. Rum ve Yunanlılar, bir taraftan oyalama taktikleri güderken diğer taraftan da diplomatik faaliyetler ile dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirme çabasındaydı.
10 Ağustosta başlayan II. Cenevre görüşmelerine Türk toplumu adına Denktaş ve Rum toplumu adına Klerides de katıldı. Bu görüşmelerde Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş, “Kıbrıs’ın %38’ini kapsayacak federe bir Türk yönetimi kurulmasını” savundu. İngiliz ve Yunan Bakanlar, bu öneriyi reddetmiş ve oyalama taktikleri içine girmişlerdir (askeri hazırlık amacıyla). Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine 14 Ağustos 1974 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri, iki yönden doğu ve batıya doğru II. Barış Harekatını başlattı. Üç gün süren bu harekat sonucu Türk birlikleri, Magosa-Lefkoşe-Omorfo hattı boyunca 4 000 km2 büyüklüğünde bir alan (adanın %38’i) ele geçirildi (I. Harekatta 130 km2 alınmıştı). Türk Silahlı Kuvvetleri, BM Güvenlik Konseyi’nin çağrısına uyarak 16 Ağustos saat 16.00’dan itibaren ateşkes ilan etti.
Bu harekatla Türkiye; düşmanın karşı saldırı harekatlarını önledi ve uluslarası politikada daha etkili bir pozisyon kazandı. Adanın tek limanı Magosa ve bütün sahil turizm bölgesi (Turizm merkezi Maraş’ı da kapsayan), önemli bakır ve demir maden yatakları, endüstri bölgeleri ve narenciye bölgelerinin büyük bir kısmı Türklerin eline geçti.
Aralık başında Makarios, adaya döndü. Makarios, ikili görüşmelerde tüm sorumluk Klerides’te şeklinde demeçler verse de perde arkasından bu görüşmeleri çıkmaza soktu.
4.3. Kıbrıs Türk Federe Devleti
18-27 Ocak 1975 tarihleri arası Güneyde kalan Türkler, sığındıkları İngiliz üslerinden ve mağdur kaldıkları köylerden Kuzeye geldiler. Bu durum, yeni bir iskan ve istihtam sorunu oluşturmuştu. Diğer taraftan adadaki iki toplum arasında başlayan görüşmeler, bir müddet olumsuz bir şekilde sürdükten sonra kesilmişti. Bu arada ABD Kongresi, 5 Şubat 1975’te, Kıbrıs konusunda baskı yapmak amacıyla Türkiye’ye askeri ambargo kararı alması, Türkiye ve Kıbrıs Türk Kamuoyunda büyük tepki gördü. Ayrıca 30 Temmuz 1974 Cenevre Anlaşmasının 5. maddesine göre “adada Kıbrıs Rum ve Türk Toplumu” olarak iki otonom yönetimin kabulü, 1 Kasım 1974’te BM Genel Kurulunda alınan kararın 3. ve 4. maddelerinde “adada iki toplumun varlığı ve eşitliğinin” kabulü ve aynı günlerde tüm dünyada “Kıbrıs’ta en uygun çözümün federasyon olduğu” kanaatinin yaygınlaşması, KTFD için uluslararası şartları hazırlamıştı.
Bu şartlar altında demokratik hayata geçme ve eşitlik temelinde bir federasyon Türkler için kaçınılmaz oluyordu. Tüm bu gelişmeler üzerine toplanan otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi, 13 Şubat 1975’te, oybirliği ile aldığı bir kararla “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD)” kurulduğunu ilan etti. Bu kararla Türkler; iki bölgeli bir federasyonun bir parçası olarak eşit şartlarda insanca yaşamayı amaçlamıştır. Denktaş, 14 Şubat 1975’te Kıbrıs sorununun adada kurulacak ikili bir coğrafi federasyonla çözülebileceğini belirtiyor ve bu amaçla bir anayasa tasarısı öneriyordu. Bu anayasa tasarısı; “iki toplumlu, eşit statülü, demokratik laik ve cumhuriyet esasına dayalı Türk ve Rum federal devletlerinden oluşan bir Kıbrıs Federasyonu” temeline dayanıyordu.
KTFD ilanından sonra Karamanlis-Makarios, sorunu BM Güvenlik Konseyi’ne götürdü. BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’ta kesilen ikili görüşmelerin Genel Sekreter gözetiminde ada dışında tarafsız bir ülkede yapılmasına karar verdi. Konu hakkında Yunanistan’da bir fikir birliği yokken, Türkiye’de tüm siyasi partiler birlik ve beraberlik örneği gösterdi.
BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca Denktaş ve Klerides, BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın yönetimi altında 28 Nisan 1975’te biraraya geldiler. Bu toplantıda, Lefkoşe Hava alanının BM tarafından onarılması dışında somut bir gelişme kaydedilemedi. Diğer taraftan, 31 Mayıs 1975’te, Yunan Başbakanı Karamanlis ile Türk Başbakanı Demirel, yaptıkları görüşme sonucu Viyana görüşmelerini desteklediklerini belirttiler.
II. Viyana görüşmeleri, 5-7 Haziran 1975’de yapıldı. Burada Klerides, iki toplumun ortak bir geçici hükümet kurmaları fikrine şiddetle karşı çıktı ve Zurich anlaşmasına dönülmesini istedi. Bu öneri, Denktaş tarafından kabul edilmedi ve böylece bir anlaşma sağlanamadı.
4.4. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)
KTFD’nin ilanından sonra da Kıbrıs Rum Toplumu ile ikili görüşmeler sürmüştür. Bu kapsamda; 1977’de Makarios ve Denktaş; 1979’da ise Kiprianu ile Denktaş arasında iki zirve görüşmesi yapılmıştır. Ancak Rumlar, bu görüşmelerde imzaladığı anlaşmalara uymamıştır. İlaveten Rumlar, bir taraftan Türklere amborgo uygularken diğer taraftan tüm uluslararası platformlarda Türkiye ve Federe Devlet aleyhinde karalama ve karar aldırma çabalarını sürdürmüşlerdir. Bu çerçevede BM Güvenlik Konseyi, 13 Mayıs 1983’te aldığı 37/253 sayılı karar Kıbrıs Türkünün sabrını taşırmıştır. Bu karar; Kıbrıs Türklerinin varlığı ve kurucu ortaklığını yok saymakta, eşitliğini reddetmekte, Türk Barış Harekatınıbir istila olarak göstermekte ve Kıbrıs Rum yönetimine yardım çağrısında bulunmaktaydı. Ayrıca Türk Barış Kuvvetlerinin adadan çekilmesi ve tüm göçmenlerin evlerine dönmelerini içeriyordu. Diğer taraftan Rum Kesimi, hem silahlanma ve hem de Yunanistan’dan asker getirme çabaları içindeydi. Böyle bir ortamda “self-determinasyon” hakkını kullanan Kıbrıs Türk Halkı, 15 Kasım 1983’te Federe Meclisten oybirliği ile aldığı karar ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan etti.
KKTC ilan edildikten sonra Türkiye tarafından tanındı. Pakistan ve Bangaldeş gibi bazı dost ülkelerin tanıma girişimleri, ABD baskısı ile engellendi. Rumlar, konuyu bir kez daha BM Güvenlik Konseyine getirdiler (17-18 Kasım 1983). Buradan cumhuriyet ilanını kınayan ve kararın geri alınmasını isteyen bir karar çıkartılar. Rumlar, benzer çabalarını Avrupa Konseyi, Bağlantısızlar Konferansı gibi bazı uluslararası platformlarda da sürdürdü. Türklerin kararlarından dönmemesi üzerine Rumlar, cumhuriyet ilanı geri alınmadıkça Türk tarafı ile görüşme masasına oturmayacaklarını açıkladılar.
Rumlar, tekrar BM’e başvurarak Türkiye ve KKTC’nin 17 Nisan 1984’te karşılıklı büyük elçi atadıkları ve KKTC’inde anayasa halk oylaması ile genel seçimler yapılacağını şikayet ettiler. Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi, “tüm ayrılıkçı girişimleri” kınayan ve karşılıklı elçi atamalarını “yasa dışı ve geçersiz” sayan bir karar aldı. Bu arada iki taraflı görüşmeleri sürdürmek isteyen BM Genel Sekreteri, Rumların aynı masada oturmayacağında diretmesi (Cumhuriyet ilanı geri alınmadan) üzerine, iki tarafı ayrı odalarda bir araya getirmeyi denedi. Üç gün süren bu dolaylı görüşmeler ve Rum tarafının uzlaşmaz tutumu ile, 17 Ocak 1985’te, başarısızlıkla sona erdi. Bu arada 5 Mayıs 1985’te halkoyuna sunulan anayasa %70’in üzerinde bir çoğunlukla evet oyu aldı.
21 Şubat 1988’de Kıbrıs Rum Kesimi Başkanlığını, Kıbrıs sorununa yeni bir boyut getireceğini vaad eden Yorgo Vasiliu kazandı. Bu lider ile Denktaş, 24 Ağustos 1988’de Cenevre’de biraraya geldi. Burada varılan uzlaşma gereği toplumlararası görüşmeler, 15 Eylül 1988’de Lefkoşe’de başladı; daha sonra BM Genel Sekreterinin de katılımı ile New York’ta bir değerlendirme toplantısı yapıldı. Burada varılan mutabakat gereği Lefkoşe’de sürdürülen dolaylı görüşmelerde, Türk tarafıdan sonra Rumlar da 30 Ocak 1989’da yazılı öneriler sundular. Ancak taraflar arası görüşlerde derin farklılıklar olduğundan (Rumlar, garanti hakkının BM gibi uluslararası kuruluşlara verilmesi ve 60 anayasısı benzeri bir yapıya dönülmesini isterken; Türkler, Türkiye’nin etkin garantörlüğü altında iki bölgeli federasyon istiyorlardı) bir sonuç alınamadı.
5. SONUÇ: TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI
Türkiye’nin Kıbrıs ve Kıbrıs Türklerine yönelik izlediği dış politikayı, dört ana safhaya ayırmak mümkündür. Bunlar: (a) Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile 1950 yılı arası dönem (İngiliz koloni yönetimi), (b) 1950 - 1960 arası dönem (İngiliz yönetiminden ayrılma çabaları), (c) 1960 - 1974 arası dönem (Kıbrıs Cumhuriyeti) ve (d) 1974 sonrası dönemi (Adanın taksimi) olarak belirtilebilir.
Türk Milli Mücadelesinin nihai hedefi olan Misak-ı Milli sınırları içinde Kıbrıs bulunmuyordu. Ayrıca Türkiye, Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın İngiliz egemenliğine geçmiş olduğunu ve ada üzerinde herhangi bir hak talep etmiyeceğini kabul ediyordu. Böylece Türkiye, II. Dünya Savaşı sonuna kadar Kıbrıs’la ilgili İngiltere ve Yunanistan ile bir sorun çıkartmamaya özen göstermiş; sadece adadaki gelişmeleri uzaktan izlemiştir.
Türkiye, 1950 yılından itibaren çok önemli bazı iç ve dış siyasi gelişmelere sahne olmuştur. 1946’da çok partili hayata geçen ülkede yeni bir parti olan DP, 1950’de iktidara gelmiş; kısa bir süre sonrada (1952) NATO savunma ittifakına girilmiştir. Bu esnada Kıbrıs’taki Rum toplumu ile Yunanistan’ın, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması konusunda büyük ortak gayretleri gözlenmektedir. 1950-60 yılları arasındaki Türkiye’nin benimsediği Kıbrıs politikası, değişik üç dönemde farklı üç temaya dayanmaktadır. Bunlar:
(a) 1950-55 arası dönemde ‘mevcut statüyü koruma’. Bu dönemde Türk hariciyesi, Kıbrıs’taki İngiliz koloni yönetiminin korunması; şayet bu statüde bir değişiklik olacaksa bunda Türkiye’nin de söz sahibi olması fikrini benimsemiştir. Genelde takip edilen politikalar, İngiliz hariciyesinin paralelinde ve tesiri altında tezahür etmiştir.
(b) 1956-58 arası dönemde ‘taksim tezi’. Bu dönemde Türk hükümeti, bazı iç ve dış faktörlerin etkisi altında Kıbrıs adasının Türk ve Rum toplumları arasında taksim edilmesi politikasını işlemiştir. Anılan iç faktörler, kamuoyu baskısı; dış faktörler ise, İngilizlerin tutumudur (ayrıca ABD ve Yunanistan’da da konunun o yıllarda dolaştığı belirtilmektedir).
(c) 1958-60 arası dönemde ‘bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’. Kıbrıs yüzünden Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş çıkması ile bölgedeki NATO gücünün zayıflaması ve Sovyet nüfuzunun artması ihtimalini doğurmuştur. Bu nedenden ABD ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a baskı yaparak Kıbrıs’ta eşit statülü iki halktan oluşan bağımısız bir devlet kurma fikrini empoze etmişlerdir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta bağımsız bir devlet kurulması fikrini benimsemesinde, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve bu sıkıntıların giderilmesinde katkıda bulunacak dış mali yardımların bu şarta bağlanması da etken olmuştur. Bu dönemde kabul edilen ‘Kıbrıs’a bağımsızlık’ politikası bir önceki dönemdeki ‘taksim tezi’ (veya bu tezin kamuoyunca benimsenmesi) ile tezat teşkil etmektedir.
1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetin’de Türkler, büyük ortak Rumlar ile görünürde eşit statülü rol almışlardır. Ancak Rumlar ve Yunanistan’ın Enosis hülyaları hiçbir zaman değişmediğinden, Kıbrıs’daki Rum yöneticilerinin ayırım ve baskı politikalarına, Yunanistan menşeyli Rum terör örgütlerinin de saldırı ve katliamlarına maruz kalmışlardır. 1960-74 arası Türkiye’nin Kıbrıs politikası, adadaki soydaşlarını Rum baskı ve saldırılarına karşı korumak (garantör devlet sıfatı ile) şeklinde olmuştur. Türkiye genellikle diplomatik yolları tercih etse de bunun fayda sağlamaması üzerine bazan da geçte olsa geçici askeri tedbirler almak durumunda kalmıştır. Adadaki Türklere, yeterli askeri malzeme yardımı yapmadığı gibi Yunanistan’ın bu konudaki aşırı çabalarını sadece diplomatik yöntemlerle önlemeye çalışmış ve bunda da genelde başarısız olmuştur. 1964’lü yıllarda Kıbrıs’a kalıcı Türk askeri müdahalesi (çıkartma) gündeme geldi ise de, ABD baskısı ve yeterli askeri hazırlıkların bulunmamasından ötürü gerçekleştirilememiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Türkiye’nin adaya yönelik politikası genelde “bekle, Rumlar Türk’lere saldırsın, diplomatik girişimlerle bu saldırıları önlemeye çalış, Rumlar saldırılarını daha da artırsın ve en sonunda Türk kamuoyu baskısı altında sınırlı bir hava harekatı yap” (bir savunma politikası) şeklinde tezahür etmiştir.
Kıbrıs’ta yaşanılan olaylar, Yunan tezgahlı Temmuz 1974 darbesi ile yeni bir döneme girdi. Türkiye, bu gelişmeler karşısında ya buna seyirci kalacak - ki böylece Enosis’in gerçekleşmesine resmen izin vermiş olacak - ya da bütün riskleri göze alarak duruma kesin bir müdahalede bulunacaktı. İkinci yolu seçmekten başka hiçbir alternatifi bulunmayan Türkiye, önce Kıbrıs’a İngiltere ile birlikte bir askeri müdahale yapmayı denedi. Ancak İngilizlerin buna yanaşmaması üzerine, Kıbrıs’a tek başına bir askeri müdahale (I. Barış Harekatı) başlattı. Bu harekatla Girne ve civarında önemli bir üs elde eden Türkiye, Kıbrıslı Rumlara, Yunanistan’a ve bütün dünyaya Kıbrıs’taki haklarından vazgeçmediğini ve bunun için savaşı göze aldığı mesajını veriyor, BM çağrısına uyarak kabul ettiği ateşkes ile konuyu barışçı ve diplomatik yollarla çözmeyi tercih ettiğini gösteriyor, diğer taraftan da tedbiri elden bırakmayarak bu ateşkes süresinde gerekli askeri ikmal ve hazırlıkları yapıyordu. Ateşkes sonrası diplomatik görüşmelerin bir sonuç vermemesi üzerine Türkiye, insiyatifi elden bırakmayarak düzenlediği II. Barış Harekatı ile adanın kuzey kısmını aldı. Böylece daha önceleri dile getirilen ‘taksim tezi’ fiilen gerçekleşmiş oluyordu. Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesi sonrası Kıbrıs Rum toplumu ve Yunanistan, konuyu sürekli milletlerarasıplatformlara taşıyarak tarihsel alışkanlıkları olan batıdan destek bulma ve Türkiye üzerine siyası baskı politikalarını sürdürdüler. Zaman zaman başarılı olan bu Rum-Yunan taktiği karşısında Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu, bir taraftan iki taraflı iki toplumlu bir federasyon fikrini savunurken diğer taraftan da uluslararası baskı ve/veya Kıbrıs’lı Rumların çeşitli adımlarına göre yeni kararlar aldılar. Bu kapsamda Kıbrıs Otonom Türk Yönetimi, önce Kıbrıs Türk Federe Devleti ve arkasındanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne dönüştü. Son zamanlarda Kıbrıs Rum halkının almış olduğu iki yeni karar konuya yepyeni bir boyut kazandıracak mahiyettedir. Bu kararlar: Kıbrıs Rum Bölgesinin AB’ne girme girişimleri ve Rumların Rus SS füzeleri alarak topraklarına yerleştirme çabasıdır. Kıbrıs Rum Bölgesinin AB’ne üye olması, bir taraftan Yunanistan açısından Enosis’in gerçekleşmesi anlamına gelmekte iken; diğer taraftan Kıbrıs sorunun taraflarından birisinin birleşik Avrupa devletleri olacağı manasındadır. Böyle bir gelişmeye seyirci ve sessiz kalamayacağını açıklayan Türkiye ve KKTC, bu durumun gerçekleşmesi halinde Kıbrıs Türk Bölgesinin de Türkiye ile birleşeceğini ve bütünleşeğini ilan etmişlerdir. Rumların yerleştireceği Rus SS füzeleri, KKTC’nin olduğu kadar Türkiye’nin de güvenlik ve savunmasını oldukça önemli etkileyebilecek mahiyettedir. Türkiye, bu konuda füzelerin mevzileneceği yerde vurulması da dahil her türlü tedbiri alacağını resmen açıklamıştır.
Read more

Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir Sözü Nedemektir? Anlamı Nedir?

Türkiye Cumhuriyeti'nin, tarihinde varsayılan bir sloganı olmadığı için, T.C.'nin sloganı bu cümle olarak kabul edilir. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu cumhuriyetin, halk egemenliğine dayalı olduğunu bilerek ve buna inanarak bu cümleyi söylemiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin değer, misyon ve vizyonlarına uyan bu cümlenin slogan olarak kabul edilmesi bu yüzdendir. Bu ilke 23 Nisan 1920 de TBMM nin açılması ile hayata geçmiştir ve 20 Ocak 1921 de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye (T.C. nin ilk anayasası) ile resmiyet kazanmıştır.

Atatürk Diyor ki!
" Türk demek dil demektir.Millet olmanın en önemli
özelliklerinden birisi de dildir.Türk Milleti'ndenim diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.Türkçe konuşmayan bir insan Türk Kültüründen ve Türk Toplumundan olduğunu ileri sürerse buna inanmak doğru olmaz."
" Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.Dilin millî ve zengin olması millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.Türk Dili dillerin en zenginlerindendir...Yeter ki bu dilbilinçle işlensin."
" Türk Dilinin kendi benliğineaslındaki güzellik ve zenginliğine
kavuşması için bütün devlet kuruluşlarımızın özenle ilgili olmasını isteriz."
" Türkiye Cumhuriyeti'nin Resmî Dili Türkçe'dir.Resmî işlerde Türk Dilinin kullanılması gerektiğini herkes bilmelidir."
Kesinlikle bilmeliyiz kiiki parça hâlinde yaşayan milletler
zayıftırhastadır. Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsunonlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
1-Türk Milleti'ne
2-Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne
3-Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
Düşman olanlarla mücadele etme. Bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan milletler için yaşama hakkı yoktur.
Read more

Bilim, Sanat Ve Spor Dalında İnsanlığa Hizmet Etmiş Kişiler Kimlerdir?

Spor Alanında Hizmet Vermiş Kişiler
B. Ziya Eytemiz
Sami Yavrucuk
Muhittin Yıldız
Nezir Sonakın
İsmail Serim
Necati Yeğenoğlu
Vezir Balcıoğlu
Yusuf Yöreli
Haşmet Yöreli
İhsan Soyalp
Ali Kılınçoğlu
Duran KOÇAK
Nusret Ergül
Hasan Özkaplan
Yılmaz Ermiş
Abdullah Loras
Naci Renklibay
Kerim Özbek
Sadık Keleş
Muzaffer Gezer
Orhan Şener
İlhami Coşkun
Mehmet Serin
Emin Görmüş
Haldun Üstel
A. Bülent Melik
Kenan Erdağı
Köksal Gürler
Bilim Sanat Adına Hizmet Vermiş Kişiler

Abdüsselam : ( 1926 – 19 ) Pakistanlı Fizik Bilgini İlk nobel ödülü alan müslüman bilim adamı.
Ahmed Bin Musa : ( 10 yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin Öncüsü. Astronom ve Mekanikçi.
Akşemseddin : ( 1389 – 1459 ) Pasteur önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı. İstanbulun fethinin manevi babasıdır. Fatih sultan Mehmet” in Hocasıdır
Ali Bin Abbas : ( ? – 994 ) 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan bilim adamı. Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır. Eski çağın en büyük hekimlerinden olan hipokratesin (Hipokrat) Doğum olayı görüşünü kökünden yıktı.
Ali Bin İsa : ( 11 yüzyıl ) İlk defa göz hastalıkları hakkında eser veren müslüman bilim adamı.
Ali Bin Rıdvan : ( ? – 1067 ) Batıya tedavi metodlarını öğreten islam alimi.
Ali Kuşçu : ( ? – 1474 ) Ünlü Bir türk astronomi ve matematik bilginidir.
Ammar : ( 11 yüzyıl ) İlk katarak ameliyatını kendine has biçimde yapan müslüman bilim adamı.
Battani : ( 858 – 929 ) Dünyanın en meşhur 20 astrononumdan biri trigonometrinin mucidi, sinus ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgin.
Beyruni : ( 973 – 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan bilim adamı ümit burnu, amerika ve japonyanın varlığından bahseden ilk bilim adamı.
Beyruni amerika kıtasının varlığını kristof colomb”un Keşfinden 500 sene önce bildirmiştir. Matematik, Jeoloji, Coğrafya, Tıp, Felsefe, Fizik, Astronomi gibi dallarda eserler yazmıştır. Çağın En Büyük Alimidir.
Bitruci : ( 13 yüzyıl ) Kopernik”e yol açan öncülük eden astronom bilim adamı.
Cabir Bin Eflah : ( 12 yüzyıl ) Ortaçağın büyük matematik ve astronom bilginidir . Çubuklu güneş saatini bulan ilk bilim adamıdır.
Cabir Bin Hayyan : ( 721 – 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası sayılır. Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir.
Cahiz : ( 776 – 869 ) Zooloji İlminin öncülerindendir. Hayvan gübresinden amonyak elde etmiştir.
Cezeri : ( 1136 – 1206 ) İlk sistem mühendisi ve ilk sibernetikçi ve elektronikçi Bilgisayarın babası; oysa bilgisayarın babası yanlış olarak ingiliz matematikçisi Charles Babbage olarak bilinir..
Demiri : ( 1349 – 1405 )Avrupalılardan 400 yıl önce ilk zooloji ansiklopedisini yazan alimdir … Hayatül hayavan isimli kitabı yazmıştır.
Dinaveri : ( 815 – 895 ) Botanikçi Ve astronom bir alim olarak bilinir.
Ebu Kamil Şuca : ( ? – 951 ) Avrupaya matematiği öğreten islam bilgini.
Ebu”l Fida : ( 1271 – 1331 ) Büyük Bir bilgin tarihçi ve coğrafyacıdır.
Ebu”l Vefa : ( 940 – 998 ) Matematik ve Astronomi bilginidir trigonometriye tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı kazandıran matematik bilginidir.
Ebu Maşer : ( 785 – 886 ) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden bilgindir.
Evliya Çelebi : ( 1611 – 1682 ) Büyük Türk seyyahı ve meşhur seyahatnamenin yazarıdır.
Farabi : ( 870 – 950 ) Ses olayını ilk defa fiziki yönden ele alıp açıklayıp izah getiren ilk bilgindir.
Fatih Sultan Mehmet : ( 1432 – 1481 ) İstanbulu feth eden ve Havan topunu icad eden yivli topları döktüren padişahtır fatihin kendi icadı olan ve adı “şahi” olan topların ağırlığı 17 ton ve bakırdan dökülmüş olup 1.5 ton ağırlığındaki mermileri 1 km ileriye atabiliyordu bu topları 100 öküz ve 700 asker ancak çekebiliyordu..
Fergani : ( 9 yüzyıl ) Ekliptik meyli ilk defa tesbit eden astronomi alimi.
Gıyasüddin Cemşid : ( ? – 1429 ) Matematik alimi. Ondalık kesir sistemini bulan çemşid cebir ve astronomi alimi.
Harizmi : ( 780 – 850 ) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebiri öğreten bilgin. Adı algoritmaya isim oldu rakamları Avrupa” ya öğreten bilgin. Cebiri sistemleştiren Bilgin.
Hasan Bin Musa : ( – ) Dünyanın çevresini ölçen, üç kardeşler olarak bilinen üç kardeşten biri..
Hazini : ( 6 – 7 yüzyıl ) Yerçekimi ve terazilerle ilgili izahlarda bulunan bilgin.
Hazerfen Ahmed Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Havada uçan ilk Türk. Planörcülüğün öncüsü.
Huneyn Bin İshak : ( 809 – 873 ) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin.
İbni Avvam : ( 8 yüzyıl ) Tarım alanında ortaçağ boyunca kendini kabul ettiren bilgin.
İbni Battuta : ( 1304 – 1369 ) Ülke ülke , kıta kıta dolaşan büyük bir seyyah.
İbni Baytar : ( 1190 – 1248 ) Ortaçağın en büyük botanikçisi ve eczacısıdır. İbni Cessar : ( ? – 1009 ) Cüzzam hastalığının sebeb ve tedavilerini 900 sene önce açıklayan müslüman doktor.
İbni Ebi Useybia : ( 1203 – 1270 ) Tıp Tarihi hakkında eşsiz bir eser veren doktor.
İbni Fazıl : ( 739 – 805 ) 12 asır önce ilk kağıt fabrikasını kuran vezir.
İbni Firnas : ( ? – 888 ) Wright kardeşlerden önce 1000 sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştiren alim.
İbni Haldun : ( 1332 – 1406 ) Tarihi ilim haline getiren sosyolojiyi kuran mütefekkir. Psikolojiyi tarihe uygulamış, ilk defa tarih felsefesi yapan büyük bir islam tarihçisidir. Sosyolog ve şehircilik uzmanı.
İbni Hatip : ( 1313 – 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklayan doktor.
İbni Havkal : ( 10 yüzyıl ) 10 asır önce ilmi değeri yüksek bir coğrafya kitabı yazan alim.
İbni Heysem : ( 965 – 1051 ) Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi. İslam dünyasının en büyük fizikçisi, batılı bilginlerin öncüsü, göz ve görme sistemlerine açıklık kazandıran alim. Galile teleskopunun arkasındaki isim.
İbni Karaka : ( ? – 1100 ) Dokuzyüz yıl önce torna tezgahı yapan bilgin.
İbni Macit : ( 15 yüzyıl ) Ünlü bir denizci ve coğrafyacı. Vasco da Gama onun bilgilerinden ve rehberliğinden istifade ederek hindistana ulaştı.
İbni Rüşd : ( 1126 – 1198 ) Büyük bir doktor, astronom ve matematikçidir.
İbni Sina : ( 980 – 1037 ) Doktorların sultanı. Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktor. Hastalık yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör” e ışık tutması, ilaç bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babası.
İbni Türk : ( 9 yüzyıl ) Cebirin temelini atan islam bilgini.
İbni Yunus : ( ? – 1009 ) Galile”den önce sarkacı bulan astronom.
İbni Zuhr : ( 1091 – 1162 ) Endülüsün en büyük müslüman doktorlarından asırlarca Avrupa”da eserleri ders kitabı olarak okutuldu.
İbnünnefis : ( 1210 – 1288 ) Küçük kan dolaşımını bulan ünlü islam alimi.
İbrahim Efendi : ( 18 yüzyıl )Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren mühendis.
İbrahim Hakkı : ( 1703 – 1780 ) Büyük bir sosyolog, psikolog, astronom ve fen adamı. En ünlü eseri marifetnâme, Burçlardan, insan fizyoloji ve anatomisinden bahsetmiştir.
İdrisi : ( 1100 – 1166 ) Yedi asır önce bügünküne çok benzeyen dünya haritasını çizen coğrafyacı.
İhvanü-s Safa : ( 10 yüzyıl ) çeşitli ilim dallarını içine alan 52 kitaptan meydana gelen bir ansiklopedi yazan ilim adamı. Astronomi , Coğrafya, Musiki, Ahlâk, Felfese kitapları yazmıştır.
İsmail Gelenbevi : ( 1730 – 1791 ) 18 yüzyılda osmanlıların en güçlü matematikçilerinden.
İstahri : ( 10 yüzyıl ) Minyatürlü coğrafya kitabı yazan bilgin.
Kadızade Rumi : ( 1337 – 1430 ) Çağını aşan büyük bir matematikçi ve astronomi bilgini. Osmanlının ve Türklerin ilk astronomudur.
Kambur Vesim : ( ? – 1761 ) Verem mikrobunu Robert Koch”dan 150 sene önce keşfeden ünlü doktor.
Katip Çelebi : ( 1609 – 1657 ) Osmalılarda rönesansın müjdecisi coğrafyacı ve fikir adamı.
Kazvini : ( 1203 – 1283 ) Ortaçağın Herodot”u müslümanların Plinius”u , astronom ve coğrafyacı bilgin.
Kemaleddin Farisi : ( ? – 1320 ) İbni Heysem ayarında büyük islam matematikçisi, fizikçi ve astronom.
Kerhi : ( ? – 1029 ) İslam Matematikçilerinden.
Kindi : ( 803 – 872 ) İbni Heysem”e kadar optikle ilgili eserleri kaynak olan bilgin. Fizik, felsefe ve matematik alanında yaptığı hizmetleri ile tanınmıştır.
Kurşunoğlu Behram : ( 1922 – ? ) Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya atan beyin güçlerimizden. Halen prof. Behram Kurşunoğlu Amerika da florida üniversitesinde teorik fizik merkezinde başkanlık yapmaktadır
Lagarî Hasan Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Füzeciliğin atası, osmanlılarda ilk defa füze ile uçan bilgin.
Macriti : ( ? – 1007 ) Matematikte başkan kabul edilen Endülüslü Matematikçi ve astronom.
Mağribi : ( 16 yüzyıl ) Çağının en büyük matematikçilerinden . Mağribinin eseri olan Tuhfetü”l Ada isimli kitabında üçgen, dörtgen, daire ve diğer geometrik şekillerinin yüz ölçümlerini bulmak için metodlar gösterilmiştir.
Maaşallah : ( 72? – 815 ) Meşhur islam astronomlarındandır. Usturlabla İlgili ilk eseri veren bilgindir.
Mes”ûdi : ( ? – 956 ) Kıymeti ancak 18. 19. Yüzyıllarda anlaşılan büyük tarihçi ve coğrafyacı. Mesudi günümüzden 1000 sene önce depremlerin oluş sebebini açıklamıştır. Mesûdinin eserlerinden yel değirmenlerinin de müslümanların icadı olduğu anlaşılmıştır.
Mimar Sinan : ( 1489 – 1588 ) Seviyesine bugün dahi ulaşılamayan dahi mimar. Mimar Sinan tam manası ile bir sanat dahisidir.
Muhammed Bin Musa : ( 9 yüzyıl ) Dünyanın Çevresini ölçen 3 kardeşten biri. Matematikçi ve astronom.
Mürsiyeli İbrahim : ( 15 yüzyıl ) Piri reisten 52 sene önce bugünkü uygun Akdeniz haritasını çizen haritacı. Günümüzden 500 sene önce kadar önce yaşamıştır.
Nasirüddin Tusi : ( 1201 – 1274 ) Trigonometri sahasında ilk defa eser veren, Merağa rasathanesini kuran, matematikçi ve astronom.
Necmeddinü-l Mısri : ( 13 yüzyıl ) Çağının ünlü astronomlarından.
Ömer Hayyam : ( ? – 1123 ) Cebirdeki binom formülünü bulan bilgin. Newton veya binom formülünün keşfi ömer hayyama aittir.
Piri Reis : ( 1465 – 1554 ) 400 sene önce bu günküne çok yakın dünya haritasını çizen büyük coğrafyacı. Amerika kıtasının varlığını kristof kolomb ”dan önce bilen ünlü denizci.
Razi : ( 864 – 925 ) Keşifleri ile ün salan asırlar boyunca Avrupa”ya ders veren kimyager doktor ünlü klinikçi. Devrinin En büyük bilgini İbni Sina ile aynı ayarda bir bilgin.
Sabit Bin Kurra : ( ? – 901 ) Newton” dan çok önce diferansiyel hesabını keşfeden bilgin. Dünyanın çapını doğru olarak hesaplayan ilk islam bilgini. Matemetik ve astronomi alimi.
Sabuncu Oğlu Şerefeddin : ( 1386 – 1470 ) Fatih devrinin ünlü doktor ve cerrahlarındandır. Deneysel fizyolojinin öncülerindendir.
Seydi Ali Reis : ( ?-1562 ) Ünlü bir denizci, matematik ve astronomi alimidir.
Şemsettin Halili : ( ?-1397 ) Büyük bir astronomi bilginidir.
Şihabettin Karafi : ( ? – 1285 ) orta çağın en büyük fizikçi ve hukukçularından.
Takiyyüddin Er Rasit : ( 1521 – 1585 ) İstanbul rasathanesi ilk kuran çağından çok ileride asrın önde gelen astronomi alimidir.
Uluğ Bey : ( 1394 -1449 ) Çağının en büyük astronomu ve trigonometride yeni çığır açan ünlü bir alim ve hükümdar.
Zehravi : ( 936 -1013 ) 1000 sene önce ilk çağdaş ameliyatı yapan böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ve ilk böbrek ameliyatını gerçekleştiren bilim adamı..
Zerkali : ( 1029 – 1087 ) Keşif ve hizmetleri ile ün salmış astronomi alimidir.
Read more

Hücre Nedir? Doku Nedir? Hücre, doku organ, sistem ve organizma arasındaki ilişkiler nelerdir

Hücre ya da göze, bir canlının yapısal ve işlevsel özellikleri gösterebilen en küçük birimidir.
Doku, bitki, hayvan ve insan organlarını meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olup, aynı vazifeyi gören, birbirleriyle sıkı alâkaları olan aynı kökten gelen hücrelerin topluluğudur.

Organ Nedir?
Canlı bir vücuttaki dokuların bir araya gelerek anatomik ve işlevsel bir bütün oluşturduğu, belirli bir görev yapan ve sınırları kesin olarak belirlenmiş vücut bölümüne organ denir.
Organlarımız; iç organları, duyu organları gibi de gruplandırılabilir.
Sistem, Aynı amaç için bir yapı sisteminde çalışan organların bütünüdür.
Organizma, Canlı bir varlığı oluşturan organların tümü, °uzviyet. Herhangi bir canlı varlık.
Read more

Türkiye'nin Doğal kaynakları Nelerdir? Ülkemizdeki Doğal Kaynaklar - Doğal kaynaklardan nasıl yararlanılır?

DOĞAL KAYNAKLARDAN VERİMLİ YARARLANMA
Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve maden­ler doğal kaynakları oluşturur. Doğal kaynaklar in­san ve toplum hayatı için vazgeçilemez nitelikte önemli değerlerdir. Su, oksijen, bitki örtüsü, petrol gibi doğal kaynakların büyük hızla azalması, canlı­ların yaşam alanlarını kısıtlamakta, çevresel felaket­lere yol açabilecek iklim değişikliklerine yol açmak­tadır.
Türkiye çeşitli maden kaynakları bakımından zen­gindir. Ülkemizde madenlerimizin bilimsel olarak iş­letilmesi Cumhuriyet döneminde 1935 yılında Ma­den Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü’nün kurul­ması ile başlamıştır. Doğal kaynakların verimli bir şekilde değerlendirilmesi ülkemizin kalkınmasına doğrudan katkı sağlayacaktır.

Ülkemizdeki doğal kaynakların verimli kullanıl­masıyla ilgili projelerden bazıları şunlardır:
Su
Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına dü­şen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşa­yan bir ülke konumundadır. Üstelik Türkiye mevcut su potansiyelinin tamamını kullanamamaktadır. Devlet Su İşleri’nin verilerine göre 2003 yılında su­lama, içme suyu ve sanayi sektöründe mevcut su potansiyelimizin yaklaşık olarak % 36’sı kullanılabilmiştir.

Su, günümüzde en önemli enerji türlerinden biri olan elektrik üretiminde de önemli bir kaynaktır. Ül­kemizde kurulan hidroelektrik santralleriyle elektrik üretimi yapılmaktadır. Türkiye bu alanda potansiye­linin % 20’sini değerlendirebilmektedir.
Devlet Su işleri (DSİ), su kaynaklarının değerlendi­rilmesi ve verimli bir şekilde kullanılması amacıyla projeler üretmektedir. DSİ ürettiği projeler ile 2030 yılına kadar su potansiyelinin tamamını de­ğerlendirmeyi ve ülke ekonomisine yıllık 27,8 milyar dolar gelir sağlamayı amaçlamaktadır.
Petrol
Türkiye, çevresinde yer alan komşularının zengin petrol yataklarına sahip olmasına karşın bu doğal kaynak bakımından yetersiz bir rezerve sahiptir. Türkiye enerji ihtiyacının yarısına yakınını petrolden karşılamaktadır. Bu durum Türkiye’yi enerji bakı­mından dışa bağımlı hale getirmektedir.
Ülkemizde petrol arama ve üretimiyle Türkiye Pet­rolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) görevlendirilmiş­tir. TPAO son yıllarda yeni teknolojilerle petrol ara­ma faaliyetlerine hız vermiştir. Özellikle son iki yılda denizlerde yapılan araştırma çalışmalarının sayısı 50 yılın toplamından daha fazladır. Bu çalışmalar sonunda zengin petrol yataklarının bulunması umut edilmektedir.
Türkiye coğrafi konumu nedeniyle petrol rezervleri zengin üretici ülkelerle, enerji tüketimi yoğun sana­yileşmiş batı ülkeleri arasında ve Asya – Avrupa yo­lu üzerinde yer almaktadır. Türkiye’nin öncelikli hedefleri arasında bu potansiyelin değerlendiri­lerek “21. yüzyılın Avrasya Enerji Koridoru” konu­muna getirilmesi yer almaktadır.
Bor
Türkiye, kimya sanayinin önemli ham maddelerin­den biri durumunda olan bor madeni bakımından dünyanın en zengin yataklarına sahiptir. Dünyadaki bor rezervlerinin % 63′ü ülkemizde bulunmaktadır.
Bor madeni günümüzde, camdan elektroniğe, se­ramikten uzay teknolojisine, sağlıktan enerjiye, ah­şaptan metalürjiye ve izolasyondan tarıma kadar yüzlerce alanda kullanılmakta, yaşam kalitemizi önemli ölçüde etkilemektedir.
Ancak Türkiye’nin bu rezervleri istenilen oranda ekonomik kazanca dönüştürdüğü söylenemez. Bor madeni rezervlerimize eş değer oranda ekonomik fayda elde edilebilmesi bora dayalı sanayinin geliş­tirilmesine bağlıdır. Bu amaçla Ulusal Bor Araştır­ma Enstitüsü (BOREN) kurulmuştur. BOREN en­düstriyel uygulama amaçlı projelere gerekli desteği sağlamaktadır.
Toryum
Türkiye’de toplam rezerv yaklaşık 380.000 ton civa­rındadır. Günümüzde toryumla çalışan ticari ölçekli bir santral bulunmamaktadır.
Toryumun, gelecekte nükleer santrallerde kullanıl­ması beklenmektedir. Bu yüzden dünyadaki tekno­lojik gelişmelerin paralelinde ülkemizde de toryum tabanlı yakıt çevrimi konusundaki araştırma – geliş­tirme çalışmalarına devam edilmelidir. Bu amaçla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu 2000 yılında Ulus­lararası Yenilikçi Nükleer Reaktörler ve Yakıt Çevri­mi adlı projeye katılma kararı almıştır
Read more

Manyetizma nedir ? Mıknatıs Nasıl Yapılır? Mıknatıs Çeşitleri Nelerdir? Mıknatıs Özellikleri

MANYETİZMA: Mıknatıslık olaylarını inceleyen bilim dalına denir. M.Ö. 600 yıllarında Manisa ili Magnesia olarak biliniyordu. Mıknatıs ilk olarak burada bulunduğu için(Eski Yunanlılar,bu kayaların bazı metalleri çekerek kendilerine yapıştıklarını gördüler) siyah taşı andıran demir,nikel,çelik ve kobaltı çeken demir filizine manyetit adı verilmiştir. Bugün mıknatıs diyoruz.
Demir,nikel,kobalt gibi metalleri çekme özelliği gösteren cisimlere mıknatıs denir. Cisimlerin bu özelliğine de mıknatıslık denir. Doğal ve yapay mıknatıs olmak üzere iki çeşittir.
DOĞAL MIKNATIS: Doğada manyetit adı verilen demir oksit (Fe2O4) bileşiği taşlara denir.
YAPAY MIKNATIS: İnsan eliyle yapılan mıknatıslardır. Günlük hayatta sıkça kullanılır. U,çubuk,at nalı pusula,elektro mıknatıs gibi çeşitleri vardır.
Mıknatıs;demir,nikel,kobalt gibi maddeleri çekme özelliği gösterir.Mıknatısın çekme özelliği gösterdiği bu maddelere manyetik maddeler denir.
Cam,tahta,plastik,kağıt,deri gibi maddeler mıknatıs tarafından çekilmezler.Mıknatıs tarafından çekilmeyen bu tür maddelere manyetik olmayan maddeler denir.
MIKNATISIN KUTUPLARI
Mıknatısın çekme özelliği en fazla olan uç kısımlarına kutup denir. Ortadan asılan mıknatısın kuzeye yönelen ucu Kuzey(N) kutbu,diğeri ise güney (S) kutbudur. Her iki kutupta aynı çekme özelliğine sahiptir. Mıknatıs kaç parçaya bölünürse bölünsün daima iki kutbu vardır. Aynı isimli kutuplar birbirini iter. Farklı isimli kutuplar birbirini çeker.
Mıknatıslar;çubuk,at nalı,yuvarlak,halka,kare ve pusula iğnesi,biçiminde yapılır.
YER KÜRENİN MANYETİK ALANI:
Ortasından bir iplik ile bağlanarak asılan çubuk mıknatısın belirli bir doğrultuyu alması, mıknatısa bir manyetik alanın etki ettiğini gösterir. Bu alan Yer’ in manyetik alanıdır. Bu alan, yer’ in dönme ekseni ile yaklaşık 150 lik açı yapacak şekilde Yer’ in merkezine konmuş büyük bir çubuk mıknatısın manyetik alanına çok benzer.
Bir pusula ibresinin daima kuzey-güney doğrultusunda olması, Yer’ in manyetik alanının varlığını gösterir. İbrenin kuzey kutbu, kuzeye yöneldiğinden, kuzeyde bir güney mıknatıs kutbu, güneyde de kuzey mıknatıs kutbu vardır. Böylece yer kürenin coğrafi kutupları ile manyetik kutupları aynı noktalara rastlamaz.
Yer kürenin coğrafi kutupları ile manyetik kutupları çakışık olmadığından pusula ibresi Yer üzerinde çok yerde coğrafi kuzey kutbu göstermez. Pusula ibresi ile coğrafi kuzey-güney doğrultusu arasında bir açı vardır. Bu açı sapma açısıdır. Sapma, bulunulan yere göre doğuya veya batıya doğru olur. Sapma, yıllara ve mevsimlere göre değişir.
Yer kürenin manyetik alan çizgileri ile çubuk mıknatısın manyetik alan çizgileri birbirine benzer.
Dünya dönme ekseniyle küçük bir açı yapacak şekilde Kuzey yarım kürede mıknatısın S kutbu,diğer kürede N kutbu varmış gibi davranır.
Bu nedenle mıknatısın S kutbunu gösterdiği yere manyetik güney kutbu,diğerine manyetik kuzey kutbu denir.
Yerkürenin coğrafi ve manyetik kutupları birbirinin tersidir. Pusula iğnesinin de farklı kutuplar birbirini çekeceğinden dünyanın coğrafi kuzey kutbunu gösterir.
Pusula iğnesinin yatayla yaptığı açıya eğilme açısı denir. Manyetik eğilme dünyanın her yerinde farklıdır. Türkiye’de yaklaşık 60,kutuplarda 90,ekvatorda 0 derecedir.
PUSULA
Mıknatısın kuzey-güney doğrultusunu göstermesi özelliğinden dolayı yapılmış yön bulmaya yarayan aletlere pusula denir. Pusulanın kutusu manyetik özelliği olmayan cisimlerden yapılır. Manyetik sapmadan dolayı pusula iğnesi tam kuzeyi göstermez. Teknik hesaplarla kuzey bulunur.
MIKNATISIN KULLANILDIĞI YERLER
1- Denizciler pusula ile yönlerini bulurlar.
2- Hurda yığınları arasındaki demir parçalarının ayıklanmasında
3- Vinçler de ağır yükleri kaldırmak için elektro mıknatıs kullanılır.
4- Elektrik motorlarında,kapı zillerinde,telgraf ve telefon gibi araçlarda
5- Elektrik santrallerinde jeneratörlerde elektrik elde etmek için kullanılır.
MANYETİK ALAN KUVVET ÇİZGİLERİ:
Altında mıknatıs bulunan cam levha üzerindeki demir tozları belirli bir şekil alır. Demir tozlarının belirli bir şekilde sıralanmasını sağlayan bir kuvvet bulunmaktadır. Demir tozları cam levha altında kapalı eğriler şeklinde dizilirler. Demir tozlarının dizilişi, bize bir mıknatısın çevresinde oluşturduğu manyetik alan kuvvet çizgilerinin dağılımını gösterir.
Mıknatıs etrafındaki manyetik alan, yalnız yatay düzlemde olmayıp, mıknatısın çevresinde her yöndedir. Manyetik alan kuvvet çizgilerinin, mıknatısın kuzey kutbundan çıkıp güney kutbuna girdikleri kabul edilir.
Bir mıknatıs çubuğun manyetik alan kuvvet çizgileri, mıknatısın uçlarına yakın bölgelerde daha sık, uzak bölgelerde daha seyrektir. Manyetik alanın şiddeti, alan çizgilerinin sık olduğu yerde daha büyük, seyrek olduğu bölgede ise daha küçüktür.
Manyetik Bir Alan Oluşturan Bir Mıknatısın Kutuplarını Pusula İle Belirleme
Kutupları belirlenmemiş bir mıknatısın hangi ucunun kuzey , hangi ucunun güney olduğunu bir pusula kullanarak belirleyebiliriz. Pusula içindeki ibre de bir mıknatıstır. Mıknatısın bir kutbunu, pusula ibresinin kuzey yönü gösteren ucuna yaklaştırdığımızı düşünelim. Eğer bir çekme etkisi gözlersek, mıknatısın bir ucu, S kutbu demektir. Diğer ucu ise, N kutbudur.
KAPI ZİLİ, RADYO, TELEFONDA MIKNATIS BULUNUR
Kapı zili: Kapı zilinin esas yapısını elektromıknatıs oluşturur. Elektromıknatısın karşısında, elektromıknatısın kutuplarına değmeyen şerit şeklinde bir yayla tutturulmuş ve yumuşak demirden yapılı bir armatürü vardır. Armatürün arkasında değme vidası bulu¬nur.
Zilin anahtarı kapalı du¬ruma getirilince devreden akım geçer ve elektromıknatıs mıknatıslanır. Elektromıknatıs
armatürü çeker ve tokmak çana vurur. Tokmak çana vururken armatür değme nokta¬sından ayrılacağından, devredeki akım kesilir. Akım kesilince elektromıknatısın çekme özelliği kaybolacağından tokmak geriye gelir. Armatür yay yardımıyla değme vidasına dokunduğunda, devre tekrar kapanır ve zil tekrar çalar.
Radyo :Sesin bir yerden başka bir yere iletilmesini sağlayan düzeneklere radyo denir. Radyo verici ve alıcı olmak üzere iki kısımdan oluşur.
Radyo Vericisi : Ses sinyalleri uzaklara iletilirken elektromanyetik dalgalar üzerine bindirilir. Bu olaya MODÜLASYON denir. Modülasyon sonucu oluşan dalgaya da radyo dalgası denir. Bu dalgalar ışık hızı gibi hareket ederler.
Mikrofona ses verilince,mikrofonun direnci ses titreşimlerine göre değişir. Böylece ses frekansı ile aynı olan alçak frekanslı bir akım oluşur. Oluşan elektrik akımı amplifikatör tarafından yükseltilir. Bu sinyaller,osilatörün ürettiği yüksek frekanslı sinyallerle beraber modülatöre gider. Modülatör; ses sinyallerini,osilatörün ürettiği elektromanyetik dalgalara yükleyerek dalgaları modüle eder. Modüle edilen sinyaller antene gönderilmeden önce amplifikatörde güçlendirilir. Anten ise elektromanyetik dalgaları atmosfere yayar.
Radyo Alıcısı : Havadaki elektromanyetik dalgalar radyo alıcısı tarafından alınabilir. Radyo bu dalgayı DEMODÜLASYON işlemine sokarak ses sinyalinin taşıyıcı sinyalden ayrılmasını sağlar.
Antene gelen sinyaller amplifikatörde yükseltildikten sonra dedektöre gelir. Dedektörün görevi radyo vericisindeki modülatörün yaptığını tersine çevirmektir. Alıcıdaki dedektör ise ses sinyallerini radyo dalgalarından ayırır. Yani dedektörde ses frekansında elektriksel sinyaller elde edilir. Daha sonra bu sinyaller amplifikatörde yükseltilerek hoparlöre gönderilir. Hoparlör vericideki mikrofonun tam tersi görev yaparak elektrik sinyallerini ses sinyallerine dönüştürür.
Telefon: Günümüzün en yaygın haberleşme aracı olan telefon, 1 876’da Ameri¬ka Birleşik Devletleri’nde Graham (Gıraham Bell) tarafından bulundu. Ülkemizde tele¬fon 1908’de kullanılmaya başlandı. İlk otomatik telefon görüşmelerine ise 1926’da An¬kara’da başlandı.
Basit bir telefon devresinde, mikrofon, batarya ve kulaklık bulunur. Mikrofonun içinde kömür tanecikleri vardır. Konuşma, mikrofon önünde yapılır. Konuşma esnasın¬da çıkan sesin şiddetine göre diyafram titreşir. Buna bağlı olarak mikrofonun direnci de¬ğişir. Ses dalgalarının şiddetine göre kömür tanecikleri sıkışır veya gevşer. Değişen di¬renç, akım şiddetini artırır veya azaltır. Akım şiddetinin değişmesi, kulaklıktaki elektro¬mıknatısın çekme kuvvetini değiştirir. Kulaklıkta bulunan diyafram titreşir ve havayı titreştirir. Bu titreşimler, insan kulağının duyabileceği düzeydedir. Bu nedenle titreşimler ses olarak duyulur.
Telgraf: Haberlerin bir yerden başka bir yere işaretlerle iletilmesini sağlayan araca telgraf denir. Telgraf Amerikalı bilgin Samuel Mors (Semyıl Mors) tarafından 1887’de icat edildi.
Telgraf; biri alıcı, diğeri verici ol¬mak üzere iki istasyondan oluşur. İstasyonlar iki telle birleştirilerek devre ta¬mamlanır. Telgrafta ha¬berler ve rakamlar, nokta ya da çizgi ile gösterilir. Bu işaretlerin tümüne Mors alfabesi denir. Böylece gönderilmek istenen işaret, kağıt üzerine kaydedilir. Bu işaretler çözü¬lünce harfler, sözcükler ve sonuçta tümce ortaya çıkar. Yapılan işlem tekrarlanarak me¬saj gönderilmiş olur.
Televizyon : hem ses hem de görüntüyü uzaklara elektrik enerjisiyle ileten araçlardır.
Tv de iletilecek resim önce noktalar halinde kaydedilir. Bu noktaların her birinin renkleri,açıklık ve koyuluğu birbirinden çok farklı olur. Bu farklı noktalar elektrik enerjisine çevrilip,elektromanyetik dalgalarla uzaklara iletilir. İletilen yerde aynı sıra ile noktalar bir araya getirilirse görüntü oluşur.
Televizyon Vericisi : Görüntü kamera yardımıyla alınıp,elektrik sinyallerine dönüştürülür. Bu sistemde cisim aydınlatılır. Cismin görüntüsü bir mercek yardımıyla kameranın foto katot denen ekranı üzerine düşürülür. Ekran kamera tüpü içindedir. Görüntü nün her noktası aynı şiddette ışıklı değildir. Bu görüntü ekranın karşısındaki elektron tabancasının gönderdiği elektronlar tarafından taranır. Bu tarama sonunda tüpün çıkış devresinde bir akım oluşur. Bu akım ekran üzerindeki görüntünün çeşitli yerlerindeki aydınlanmalara uygun bir biçimde dalgalara çevrilir. Daha sonra bu akım amplifikatörde yükseltildikten sonra modüle edilerek antene gönderilir. Antenden de atmosfere elektromanyetik dalgalar halinde yayılır.
Televizyon Alıcısı : Anten tarafından alınan sinyaller amplifikatörde yükseltildikten sonra detektöre gelir. Bu sırada televizyon alıcısındaki osilatörün ürettiği sinyaller de detektöre gelir. Detektörden ses sinyali hoparlöre ,görüntü sinyali ise resim tüpüne gönderilir.
Vericiden gönderilen her resim saniyede 30 defa ekran üzerine düşürülür. Böylece resimleri hareketli görürüz.
MIKNATIS VE ELEKTRİK AKIMI MANYETİK ALAN DOĞURUR
Mıknatıs tarafından çekilen maddelere manyetik maddeler denildiğini öğrendi¬niz. Acaba mıknatıs, manyetik maddelere her uzaklıkta etki edebilir mi? Mıknatısın manyetik maddeleri çekme özelliğini gösterdiği bir alan var mıdır?
Mıknatısın çekim etkisini gösterdiği alana manyetik alan denir.
Elektrik motorları, elektrik enerjisini mekanik enerjiye çevirir. Elektrik motorların¬da başlıca iki kısım vardır.
Stator: Yerinde duran kısımdır. Motorların çoğunda bu kısım bir elektromıknatıs¬tır. Elektrik akımı elektromıknatıstan geçirilince kutupların arasında manyetik alan olu¬şur.
Rotor:Mıknatısın kutupları arasında dönebilen makara sistemidir. Makaradaki tellerin uçları toplaçlara bağlıdır. Bu toplaçlara, bir elektrik devresine bağlı fırçalar değer. Toplaçlar, motorun mili üzerine mil boyunca yalıtılarak yapıştırılmış bakır ve pirinç¬ten şeritlerdir.Rotora fırçalardan akım verilince motor çalışır.
Günümüzde matkaptan çamaşır makinesine kadar, elektrikle çalışan ve hare¬ketli parçalara sahip hemen her makine bir elektrik motoru içerir.
Buzdolabı, çamaşır makinesi, saç kurutma makinesi, torna, freze, dikiş makine¬si gibi aletlerin çalışması elektrik motoru ile gerçekleşir.
Üzerinden elektrik akımı geçen iletken telin, çevresinde bir manyetik alan oluş¬turduğunu öğrenmiştiniz.
Faraday, 1831 yılındaki çalışmaları ile, bir akım makarasına mıknatıs çubuğun yaklaşması veya uzaklaşması sırasında, makaraya sarılı tellerden akım geçtiğini gör¬dü. Bu şekilde elde edilen akıma indükleme akımı veya indüksiyon akımı adını verdi. Böylece Faraday, mıknatıs ve bir makara yardımıyla hareket enerjisinden elektrik ener¬jisi elde edilebileceğini gösterdi.
Yaptığınız deneyde, mıknatıs bobinin içerisinde hareket ettirildiğinde miliamper¬metrenin ibresinin saptığı görülür. Miliampermetrenin ibresinin sapması, bobinden ya¬ni iletken telden akım geçtiğini gösterir. Eğer mıknatıs hareket ettirilmezse miliamper¬metrenin ibresinin sapmadığı, yani iletken tel üzerinde akım oluşmadığı gözlenir.
iletken tel üzerinde akımın oluşmasının nedeni, tele etki eden mıknatısın man¬yetik alan kuvvet çizgileri sayısının değişmesidir. 0 halde, kapalı devre halinde bulu¬nan bir iletken telin sınırladığı alandan geçen manyetik alan kuvvet çizgilerinin sayısı değişirse, telde bir akım oluşur. Bu akıma indükleme akımı denir.
Deneyde mıknatısı hızlı hareket ettirdiğinizde, miliampermetrenin ibresinin daha fazla saptığını gözlediniz. Yani İletken telden geçen indükleme akımı daha büyüktür. Aynı şekilde deneyi daha kuvvetli bir mıknatısla yaparsak yine akımın değerinin arttı¬ğını görürüz.
Kullandığınız bobindeki sarım sayısının azlığı veya çokluğu da indükleme akımı¬nın değerini değiştirir. Mıknatıs, bobinin içine doğru hareket ettirildiğinde miliampermet¬renin ibresi bir yöne sapar. Mıknatıs bobinin dışına doğru hareket ettirildiğinde ise ters yönde sapar. Yani mıknatıs bobine yaklaşırken bobinden geçen manyetik kuvvet çizgi¬lerinin sayısı artar. Ters yöndeki harekette azalır.
Bir pilin sağladığı akımın yönünün değişmediğini ve kısa süreler göz önüne alın¬dığında şiddetinin sabit kaldığını geçen yıllarda öğrenmiştiniz. Bu tür akımlara doğru akım denir.
Çevrenizde kullandığınız elektrikli aletlerin üzerinde “AC” ve “DC” simgelerini görmüşsünüzdür. “AC’ alternatif akımı; “DC” de doğru akımı ifade etmektedir.
Pil, akümülatör ve dinamo gibi doğru akım kaynakları, bazı araçların çalıştırılma¬sında kullanılmaktadır. Örneğin; akümülatörlerin doldurulmasında, elektroliz işlemlerin¬de, kaplamacılıkta, sabit hızlı motorların çalıştırılmasında, metro, tramvay, troleybüs gibi şehir içi ulaşım araçlarında, asansörlerde ve motorlu taşıtların motorlarına ilk hareketi vermede doğru akım kullanılır.
Doğru akım kaynaklarından elde edilen akımın şiddeti azdır. Doğru akım kayna¬ğı belli bir süre akım verebilir. Sürekli değildir.
Diğer bir akım türü de alternatif (dalgalı) akım dır. Alternatif akım, günlük yaşa¬mın her alanında kullanılmaktadır. Aydınlatma, ısıtma ve her türlü makinenin çalıştırıl¬masında alternatif akımdan yararlanılır.
Evlerde aydınlatma, ısıtma ve bazı araçların (buzdolabı, çamaşır makinesi, rad¬yo, televizyon vb.) çalıştırılmasında alternatif (dalgalı) akım kullanılır.
Alternatif akım kaynakları, doğru akım kaynaklarına göre daha uzun süreli ve is¬tenilen şiddette akım verir. Elde edilen akım daha ucuza gelir. Alternatif akım elde et¬meye yarayan düzeneklere alternatör ya da alternatif akım jeneratörü denir.
Elektrikle ilgili deneylerinizi yaparken kesinlikle alternatif akım kullanmayınız. Bu,tehlikeli sonuçlar doğurur. Deneylerinizi doğru akım üreten pillerle yapınız.
Alternatif akım Jeneratörü:
Alternatif akım, değişen akım demektir.
Eşit zaman aralıkları ile yön değiştirme ve akım elde etmeye yarayan
sisteme alternatif akım jeneratörü de
Manyetik alan içinde hareket eden tel çerçeveye bağlı fırçalardan
akım dış devreye alınır. Tel çerçevenin manyetik alan içinde tam bir dönüş yapması demek, akımın yönünün iki kez değişmesi demektir.
Elde edilen alternatif akım doğru akıma çevrilebilir.
Alternatif akımın gerilimini artırmak içinde transformatörleri kullanırız.
Evlerimize gelen elektrik, alternatif akımdır. Evdeki tüm aletler ve lambalarımız
bu akımla çalışır.
Pil ve akümülatörler doğru akım verirler. Akım yönü (+) dan (—) ye doğ¬rudur. Ancak bu üreteçlerde kimyasal enerji elektrik enerjisine çevrilmekte¬dir. Oysa jeneratörlerde mekanik enerjiden, elektrik enerjisi elde edilir.
Doğru akım Jeneratörü:
Manyetik alan içindeki tel çerçevenin uçlarındaki halkalara bağlı fırçalar, olu¬şan indüksiyon akımının yönünün değişmeden dış devreye aktarılmasını Sağlar.
Bisikletlerde kullanılan dinamo, bir doğru akım jeneratörüdür. Ancak unutulma¬ması gereken, alternatif akımın daha kolay elde edilmesinden dolayı, elde edilen al¬ternatif akımı doğru akıma çevirmek daha uygundur.
Adaptör:Alternatif akımı doğru akıma çeviren doğrultuculardır.
Elektrik enerjisi birimi Joule; Güç birimi Watt. 1000 watt = 1 kwatt P = W / t
Dalgalı akım üreten jeneratörlere alternatör,Doğru akım üreten jeneratörlere dinamo nedir ?
Alternatif akım gerilimini yükselten ve alçaltan araçlara transformatör denir.
Elektrik enerjisinin bir bölümünün termik santrallerden elde edildiğini, bu santral¬lerin çalışması için de kömür, petrol gibi fosil yakıtların gerektiğini biliyorsunuz. Fosil ya¬kıtlar yenilenemez enerji kaynaklarındandır.
Enerji tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak daha akılcı bir yol¬dur. Yenilenebilir enerji kaynakları su, rüzgar ve güneş enerjisidir.
İster yenilenebilir, isterse yenilenemez enerji kaynakları ile elde edilsin, enerjinin tutumlu kullanılması gerekir. Evlerimizde kullandığımız elektrikli aletler yaşantımızı ko¬laylaştırır. Ancak bu aletleri kullanırken harcadığımız elektrik enerjisinin sadece bize ait olmadığını; tüm topluma, hatta gelecek nesillere ait olduğunu unutmamalıyız. Bu ne¬denle evde ve okulda, elektrik enerjisini tutumlu kullanmak için bazı önlemler almalıyız.
Bu önlemleri şöyle sıralayabiliriz:
• Kullanılmayan alanların elektrik lambalarını söndürünüz.
• Bulunduğunuz yerde işiniz bittikten sonra lambayı söndürünüz.
• Gündüz yapabileceğiniz işleri geceye bırakmayınız.
• Radyo, televizyon gibi elektrikli aletleri boş yere çalıştırmayınız.
• Elektrikli ev aletlerini kullanılma kılavuzlarına uygun şekilde kullanınız.
• Elektrikli ısıtıcılar yerine katı veya sıvı yakıtlı ısıtıcıları tercih ediniz.
• Buzdolabının kapısını sık sık açmayınız. Karlanma ve buzlanma varsa sık sık eritiniz. Buzdolabınızı, en düşük yeterli soğutmayı sağlayacak şekilde ayarlayınız.
• Isı yalıtımına özen gösteriniz. Böylece daha çok enerji tasarrufu sağlamış olur¬sunuz.
• Çok fazla ışığa gereksinim olmayan yerlerde (banyo, tuvalet vb) gücü az olan ampulleri kullanınız.
• Elektrik enerjisini boşa harcayanları uyarınız.
Elektrik kullanımında dikkat edilecek hususlardan biri de elektriğin kazaya neden olmayacak biçimde güvenli kullanılmasıdır. Bilinçsizce kullanılmak istenen elektrik,kazalara neden olur ve kazalar ölümle sonuçlanabilir.Elektriğin kullanılması ve kazalardan korunma konusunda halk eğitilmelidir.
Siz de sınıfça hazırlayacağınız “elektrik kazaları ve korunma yöntemleri” konulu bir broşür ile ailenizin ve yakın çevrenizin eğitimine katkıda bulunabilirsiniz.
Çevremizin az zarar görmesi için yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmamız gerekir. Çünkü fosil yakıtlarla elde edilen enerji, çevreyi kirletmekte ve zamanla yok olmaktadır.
Elektrik enerjisinin üretiminde, kullanımında, dağıtılmasında ve çoğaltılmasında akılcı bir yol izlenmelidir.
Bayram TOSUN
FEN VE TEKNOLOJİ ÖĞRETMENİ
OSMAN MANİSALI İLKÖĞRETİM OKULU
ACIPAYAM-DENİZLİ
Read more

Nicki Minaj Twitter Sayfasını Sildi / Kapattı. Nicki Minaj Neden Twitter Sayfasını Sildi

Son yılların en iyi çıkışlarından birisi olan Nicki Minaj 16 nisan günü resmi twitter adresi @nickimianj'i kapattı.

son yazdığı twit
“And that’s exactly why I’m paying the barbz DUST right now! And deleting my twitter. Smdh – don’t cry 4 me argentina.”
olan nicki minaj'a dakikalar sonra #NickiComeBack htag'i altında başlatılan akım trind topic olsada Nicki Minaj twitter'a geri dönmedi.

11 milyon takipci olan Nicki Minaj'in neden twitter sayfasını kapattığı hala bilinmiyor.

Ama Nicki Minaj twitter'i terkeden ilk ünlü değil daha önce Keyshia Cole Chris Brown, Cassie, ve Kid Cudi gibi isimlerde twitter sayfalarını kapattı, aylarda sonra tekrar açmışlardı.

Read more