2014 Mai ve Siyah Romanı Özeti, Konusu ve Ayrıntılı İncilenmesi

1) KİTABIN KONUSU:   Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi.
2) KİTABIN ANAFİKRİ:  İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli,hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.

MAİ VE SİYAH ROMAN ÖZETİ:
Ahmet Cemil Mülkiye’de okur. Babası öldüğü için annesi ve kızkardeşine o bakar. Akşamları, okuldan sonra, kitapçlara polisiye hikayeler çevirir. Aslında edebiyatı sever, bu tür işler onu açmaz. Ama geçinebilmek için çalışmak zorundadır.

Ayrıca, zengin aile çocuklarına özel dersler verir. Onların türlü kaprisleri, şımarık tavırları kendisini sıkar. Çaresizlik içinde kıvranır. Arkadaşları, Mir’at-ı Şuun gazetesine başvurmasını öğütlerler. Gazeteye bir roman çeviricisi aranmaktadır. Ahmet Cemil işe başlar, durumu biraz düzelir. Bu arada Mülkiye sınavlarına da girerek okulu bitirir. Amacı edebiyat alanmda üne ermektir. Bunun için, boş zamanlarında özenle bir esere çalışır. Tatlı hülyalar kurar.


Gazetenin başyazarı Ali Şekip ile okuldan arkadaşı Hüseyin Nazmi, onun en sevdiği kişilerdir. Ahmet Cemil Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı bir kez görmüş ve gönlünü kaptırmıştır.

Bir gün gazetenin sahibi ölür. Yerine oğlu Vehbi Efendi geçer. Ahmet Cemil’in kızkardeşi ile evlenir. Sonuç hiç de iç açıcı değildir. Kaba ve bencil bir adam olan Vehbi Efendi sık sık karısını döver. Bir keresinde karnına tekme atar. Kadın hastalanır ve çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil dayanamaz, kızkardeşini evine getirir. Ona özenle bakar, fakat kadıncağız çok hırpalandığından bir süre sonra ölür. Vehbi Efendi de Ahmet Cemil’i gazeteden kovar.

Zengin bir ailenin oğlu olan Hüseyin Nazmi, dışişlerinde iyi bir görev alarak Avrupa’ya gitmeye hazırlanır. Her zaman oturdukları kahvede arkadaşına bu müjdeyi verir. Ayrıca, kızkardeşi Lamia’nın da bir subayla nişanlandığını söyler. Lamia’yı içten içe seven Ahmet Cemil bu habere çok üzülür. Çünkü onunla evlenmeyi tasarlamaktadır. Belli bir işi, parası olunca ortaya çıkacak ve onu alacaktır.

Bütün bu acı olaylar Ahmet Cemil’i sarsar. Yıkılmasına yol açar. Üzerine titrediği eserini bir bunalım anında ocağa atıp yakar. Gereken makamlara başvurarak uzak bir yerde kaymakamlık alır. Annesiyle İstanbul’dan ayrılır.
3)  Romanın Kişileri ve Özellikleri:

Ahmet Cemil: Romanın başkahramanıdır. Huzurlu, mesut ve kendi kendisine yeten mütevazı bir ailenin çocuğudur.Ahmet Cemil kırılgan bir kişiliğe sahip, romantik bir şairdir. Pek çok hayali vardır. En büyük hayali, tanınmış bir edebiyatçı olmaktır.
  
Ahmet Cemil, hayalperestliği, kırılgan kişiliği, çekingenliği, karamsarlığı ve pasifliği ile Servet-i Fünun neslinin tipik bir örneğidir. Ahmet Cemil bir engelle karşılaştığında, mücadele etmeyi sevmez. Odasına kapanıp yalnız kalmayı, düşünmeyi, hayaller kurmayı, ağlamayı tercih eder. Hatta çoğu zaman ölmeyi arzular. 

İkbal: Ahmet Cemil’in kız kardeşidir. Vehbi Bey’le evlendikten sonra tam anlamıyla hayata küser. Bu evlilikte istediği hiçbir şeyi bulamaz. Maddî imkansızlıklar nedeniyle ayrı bir eve çıkamazlar, Süleymaniye’deki küçük evde kalırlar. İkbal, kocasından sevgi, saygı, incelik beklerken tam tersine aşağılayıcı, kaba, kırıcı davranışlar görür. Vehbi Bey sudan sebeplerle karısını azarlar. Utanıp sıkılmadan evin hizmetçisi Seher’i taciz eder. Bazı günler eve gelmez, başka kadınlarla birlikte olur. İkbal tüm bu rezilliklere rağmen ağzını açıp tek bir kelime edemez. İçine atar, hayata küser. Bir tartışma sonrasında kocasından yediği sert bir tekme yüzünden çocuğunu düşürür ve ölür.

Vehbi Bey: Ahmet Cemil’in çalıştığı Mir’at-ı Şuûn gazetesinin ortaklarından biri olan Tevfik Efendi’nin oğludur. Son derece küstah, sorumsuz, ahlâksız bir adamdır. Ahmet Cemil’in kız kardeşi İkbal’le evlenir. Fakat sorumsuz, kaba davranışlarıyla karısına hayatı zindan eder. Sürekli içer, karısını başka kadınlarla aldatır. Her gün karısıyla tartışır, onu azarlar. Evin hizmetçisi Seher’e sarkıntılık eder. Ahmet Cemil’i matbaaya ortak edip başyazar yapma vaatleriyle kandırır ve oturdukları evi ipotek ettirir. Vehbi Bey’in olumlu hiçbir özelliği yoktur. Bir gün karısıyla tartışırken attığı sert bir tekmeyle onun ölümüne sebep olur. Acımasız, kişiliksiz, duygusuz bir adamdır.

Hüseyin Nazmi: Ahmet Cemil’in en yakın arkadaşıdır. Okul yıllarında tanışıp yakın arkadaş olmuşlardır. Ortak bir duygu, zevk dünyaları vardır. Edebiyata dair görüşleri de aynı yöndedir. Divan şiirini yeterli bulmazlar, Batı kaynaklı yeni şiiri savunurlar. Okumayı ve şiir yazmayı çok severler. Hüseyin Nazmi zengin bir ailenin çocuğu olduğundan, hiçbir maddî sıkıntısı yoktur. Erenköy’de kız kardeşi Lâmia ile birlikte otururlar. Para sıkıntısı olmadığından eline geçen her kitabı alır. Zengin bir kütüphanesi vardır.

Lâmia: Ahmet Cemil’in yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşidir. Piyano çalan, kültürlü, güzel bir kızdır. Ahmet Cemil tarafından platonik bir aşkla sevilir. Ahmet Cemil, Lâmia’yı çok sever, onun için şiirler yazar. Fakat bu güzel duygulardan ne yazık ki, Lâmia’nın haberi yoktur. Lâmia bir subayla nişanlanır.

Seher: Ahmet Cemil’in ailesine uzun yıllar hizmetçilik eden, namuslu, saygılı bir genç kızdır. Âdeta aileden biri olmuştur. Sabiha Hanım ve İkbal onu çok severler. İkbal’in kocası Vehbi Bey tarafından sürekli taciz edilir. Kocasının ne mal olduğunu çok iyi bilen İkbal, bu konuda Seher’in bir kabahati olmadığını bilir.

Raci: Mir’at-ı Şuûn gazetesinin yazarlarındandır. Ahmet Cemil’in aksine eski şiiri savunur. Aslında çok cahil biridir, buna rağmen başta şairlik olmak üzere hemen her konuda bilgiçlik taslar. Ahmet Cemil’i şiddetle kıskanır, onu karalamak için elinden geleni ardına koymaz. Ona sürekli olarak çamur atar. Ahmet Cemil’in gazetedeki yazılarını dikkatle inceleyerek, hatasını yakalamaya çalışır. Bulduğu küçücük bir yanlışı, sanki çok önemli bir şeymiş gibi abartarak anlatır.

Raci, karısı ve çocuğuyla hiç ilgilenmez. Kazandığı üç kuruş parayı da bir Alman karısına yedirir. Çoğu gece evine uğramaz. Karısı, kocasını şikayet etmek için sürekli matbaaya gelir. Raci sürekli sarhoş bir halde ortalıkta gezinir. Sağlığına dikkat etmediği, düzensiz bir yaşam sürdüğü için hastalanır, sürekli öksürür. Hastaneye yatırılır, durumu iyi değildir.

Ali Şekip: Mir’at-ı Şuûn gazetesinin en bilgili yazarıdır. Çok fazla kitap okuduğundan her konuda bir parça bilgi sahibidir. Böyle olmasına rağmen son derece mütevazı bir insandır. En iyi bildiği konularda dahi, konuşup bilgiçlik taslamak yerine susmayı tercih eder. Vehbi Bey, babasının felçlik geçirmesinden sonra matbaanın yönetimini eline alır. Vehbi Bey’in ilk icraatı da yazar kadrosunun kalabalık olduğunu gerekçe göstererek Ali Şekip’i işten kovmak olur. Ali Şekip, kâğıt dükkanı açar, esnaflığa başlar.

Romanın Mekanı ve mekanın özellikleri

Mai ve Siyah adlı romanın genel anlamda dış mekanı İstanbul’dur. Olayların yaşandığı yerler: Tepebaşı Bahçesi, Ahmet Cemillerin Süleymaniye’deki evi, Erenköy’deki Hüseyin Nazmi’nin köşkü, Mir’at-ı Şuûn matbaası, Beyoğlu’nun sokak, kahve ve gazinoları…


Romanın Zamanı

Romanın ilk üç bölümünde, gerçek zamanda, Tepebaşı Bahçesi’nde yenen yemek, yemek masasında yaşanan Ahmet Cemil-Raci tartışması, Ahmet Cemil’in yarı karanlık, tenha bir köşede hayallere dalması anlatılır. Yazar, romanın başkahramanı olan Ahmet Cemil’in içinde bulunduğu ortamı, sanat anlayışını, çatışmalarını, hayallerini anlatır.

Dördüncü ve beşinci bölümlerde yazar, geriye dönüş tekniğini kullanarak Ahmet Cemil’in yirmi iki yıllık yaşamını; ailesini, eğitimini, Hüseyin Nazmi ile olan arkadaşlığını, şiir hevesini, babasının ölümüyle sırtına binen geçim mücadelesini anlatır.

Altıncı bölümde yeniden romanın gerçek zamanına dönülür. Olaylar üçüncü bölümün sonunda kaldığı yerden devam eder.

Romanın geri kalan bölümlerinde (6-20) Ahmet Cemil’in iki yıl boyunca yaşadığı olaylar anlatılır.

Kısaca, Mai ve Siyah romanında Ahmet Cemil’in yirmi iki yılı geçmişte, iki yılı da gerçek zamanda olmak üzere toplam yirmi dört yıllık hayatı anlatılmıştır.



Kitap Hakkında Yorumlar ve Yargı
«Mavi ve Siyah’ın tuhaf bir tecellisi var. Eserde, ikinci, üçüncü derecede ehemmiyet verilen şahıslar canlı, asıl yaşatılmasına ehemmiyet verilen Ahmet Cemü ölüdür. Diğer tali şahıslar, müelif tarafından kendilerine fazla ehemmiyet verilmediği, fazla süslenmedikleri için hayatta kalmışlar, halbuki asıl olayın kahramanı, kendisine çok dikkat edilirken, her şeyi iyi görünsün diye her tarafına süs, ziya verirken hayattaki çehresini kaybediyor. Mavi ve Siyah realizm ile romantizmin halita olduğu bir eserdir. Kahramana bakarken ayağı topraktan alınmış, muallakta, bulutlar arasında bir şair; diğer eşhasa bakarken Babıali kaldırımlarında gezinen canlı kimseler görüyoruz. Topraktaki insanlar, buluttaki insanla konuşuyor: Mavi ve Siyah, asıl işte bu levhanın romanıdır!» (İsmail Habip).
«Eser ana çizgileriyle realist olmakla birlikte, asıl kahraman Ahmet Cemil romantiktir. Ahmet Cemil hiç kusursuz bir insan olarak tasvir edilmiştir, bu yüzden biraz sönüktür; onun yanındaki öbür insanlara ise, yazar, imtiyazlı bir işlem yapmadığı içindir ki, onlar daha canlıdırlar. Yazar, romantizmin etkisiyle, kimi yerlerde kendi kişiliğini gizlememiş, hatta bir yerde eserin kahramanına seslenmiştir. Eserin kimi vakalarında Ahmet Mithat’ın Felatun Bey İle Rakım Efendi romanının izleri vardır. (Bu etkiyi, çocukluğunda Ahmet Mithat’m romanlarını çok okuması ile yorumlayabiliriz.)» (Cevdet Kudret).
«Tarihimizin belli bir devrinde, aydın orta sınıfın hayatı, bu hayatın tezatları, terbiye ayrılıkları, hasretleri, yeisleri, ümitleri bu kitapta az çok vardır. Fakat unutmamalı ki, Mai ve Siyah, bir san’at çevresini anlatır ve bu çevre, mektep, matbaa, kitapçı dükkanı, Bab-ı Ali Caddesi arasındadır. Bence Mai ve Siyah, bize esaslı bir maceramızı verir. Kitaba bulunacak asıl kusur, bu ideal iştiyakını çok dar bir çevrede ele alması ve yüzde kalmasıdır.» (Ahmet Hamdi Tanpınar).
Read more

2014 Ateşten Gömlek Romanı Özeti, Konusu ve Ayrıntılı İncilenmesi

KİTABIN KONUSU:
 İzmirli Ayşe etrafında, Anadolu da, önce çetelerle başlayan, sonra düzenli ordu ile devam eden ve zaferle sonuçlanan Türk Kurtuluş savaşının hikâyesi anlatılır.
KİTABIN ÖZETİ:
Peyami, Kurtuluş Savaşı’nda bacaklarını kaybetmiş, başına saplı kalan kurşun yüzünden sık sık hayallere dalan, eski bir hariciye nazırıdır. Başından geçen olayları kaldığı Cebeci Hastanesi’nde yazmaktadır. Olayları anlatmaya mütareke yıllarından başlar. Annesi onu amcasının kızı Ayşe ile evlendirmek istemiş fakat yurt dışına kaçmıştır. Geri döndüğünde Ayşe’nin ağabeyi Cemal görevi nedeniyle İstanbul’a atanmıştır. Onunla arası hiç iyi olmamasına rağmen kısa sürede iyi bir dost oluverirler. Düşman uçaklarının İstanbul’u bombaladıkları bir günde Cemal’in İhsan adında bir arkadaşıyla tanışır. O günden sonra her şeyi birlikte yaparlar sıralarda Bulgar Mütarekesi yapılır. Bununla birlikte dünyaya Türklerin barbar, ilkel insanlar olmadıklarını göstermek için toplumdan her kesimin katıldığı büyük mitingler yapılır.
Bunların en büyüğü olan Sultan Ahmet Mitingi ’ne İzmir’den yeni gelen Ayşe-kocası ve çocuğu Yunanlılarca öldürülmüştür de katılmıştır. Bir kesim de Ayşe’yi kullanarak İngilizlerin
dostluğunu kazanmak ister ama Ayşe’nin İngilizlere olan tutumu etrafındakilerde büyük bir savaş azmi doğurur. Düşmanlar tarafından da bu olay çok ciddi karşılanır ve Ayşe, Peyami ve Cemal’in öldürüleceği söylentileri yayılır. Bu arada Peyami ve İhsan arasında tatlı aşk rekabeti başlar. İşte Peyami bu aşk ve memleket mücadelesineATEŞTEN GÖMLEK adını verir. Peyami uzun süreli hastalığından sonra Ayşe ile birlikte Adapazarı’na, İhsan’ın yanına giderler. Burada bulunan Kezban Ayşe’yi çok kıskanır çünkü o da İhsan’ı sevmektedir. İhsan Ayşe’yi Eskişehir’e, Cemal’in yanına gönderir. Peyami’ye de askerlik eğitimi verdirir. Tam o sıralarda Kezban olayı patlak verir. Mehmet Çavuş uyarılmasına rağmen her şeyi göze alarak onu kaçırır. Konya’da çıkan isyanın ardında da o çıkar. İsyan bastırılır ve Mehmet Çavuş asılır ama Kezban’a ne olduğu asla öğrenilemez. Ardından Peyami Milli Savunma Bakanlığı’na atanır ve hepsinden uzakta kalır. Olan biten her şeyi Ayşe’nin mektuplarından öğrenir. Fakat Rumca bildiği ve fotoğraf çekebildiği için Batı Cephesi’ne atanır. Gittiği birlikte İhsan da vardır. İhsan, Ayşe ile arsında geçen tüm aşk hikâyesini anlatır ve Peyami de bir daha bu iki kutsal aşığın arasına girmez. Artık ordu Sakarya’nın doğusunda mevzi almış, savaş başlamak üzeredir. Hepsi aynı kolordudadırlar. Nihayet savaş, bir sabah düşman uçaklarının bombardımanıyla başlar ve birlikler taarruza geçer. İhsan alması gereken Karadağ’a tırmanırken alnına gelen bir kurşunla şehit düşer. Bu haberi alan Ayşe de yolda canını verir. Arkasından Cemal’in de ölüm haberi gelir. Artık Peyami tek başınadır. Nihayet o da bu yolda bacaklarını kaybeder ve başına bir kurşun saplanır. Fakat Peyami’nin bu tanımladığı tiplerin hiç biri gerçek değildir. Buna kafasında bulunan kurşun sebep olmaktadır. O da ameliyat masasında hayata gözlerini yumar.
OLAY öRGüSü:
1. Cemal İhsan
2. İzmir Kızı.
3.Ayşe Ayrı Eve Taşınıyor
4 .Anadolu’ya Doğru.
5 .İhtilal Günleri
6 .Mehmet Çavuş
7 .Kezban
8 .Kâbus
9 .Perde Arası.
10. Sakarya Günleri.
11 .Ateşten Gömlek.
12 .Karadağ.
ANAFİKİR:
Hem vatanın içinde bulunduğu felâketi hem de bu felaketi yaşayan; aşkları, ihtirasları, kıskançlıkları ve vazifeleri arasında kalan insanların ruh çatışmalarını da ifade etmektedir.
ŞAHIS KADROSU VE ÖZELLİKLERİ:
Peyami:
Romanda anlatılan olayları hatıra defterinden öğrendiğimiz bir hariciye memuru. Ayşe'ye duyduğu aşk yüzünden olaylara karışan ve kendini bir anda Milli Mücadele'nin içinde bulan bir genç.
Cemal:
Ayşe'nin ağabeyi. Milli Mücadele’nin önemli subaylarından birisidir. Daha o yıllarda cumhuriyetçi fikirlere sahip.
Ayşe:
İzmir'in ve Kurtuluş'un bir sembolü olarak görülen genç bir kadındır. Kocası ve oğlu İzmir'in işgali sırasında Yunanlılar tarafından öldürülünce, önce İstanbul'a gelir; oradan da Anadolu'ya geçerek Milli Mücadeleye bir hemşire olarak katılır. Cephe de, ön safhalar da hizmet görür.
İhsan:
Cemal'in ve Peyami'nin arkadaşı. Milli Mücadeleye ilk katılanlardan birisidir. Albaylığa kadar yükselir. Ayşe’yi sevmektedir. Birinci ve İkinci İnönü savaşlarına katılır. Sakarya savaşında şehit olur. Ayşe ile birlikte küçük bir köyün mezarlığına gömülürler.
Mehmet Çavuş:
Şahsi kini dolayısıyla çeteci olmuştur. Rumeli de Bulgar çeteleri ile vuruşmuş; Padişah'a düşmanlığı sebebiyle Milli Mücadele'ye katılmıştır. Kezban'a aşık olunca, onun ardından gider. Kezban'ı kaçırır. Fakat Kezban' ın İhsan'ı sevmiş olmasını gururuna yediremeyip Kuvva-yı  Milliye’den ayrılır. Bir isyan girişimi sırasında İhsan tarafından yakalanıp, asılır.
Kezban:
Anası ve Babası Yunanlılar tarafından öldürülmüş bir köylü kızı. İhsan'ı seviyor. Ve bu aşkın çekiciliği ile onun ardından giderek Milli Mücadele'ye katılıyor. Hem kıskanç hem fedakâr bir genç kız.
ROMANDA GEÇEN ZAMAN:
Olay Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren başlayıp kurtuluş savaşı yıllarını kapsıyor.
OLAYLARIN GEÇTİGİ MEKAN:
Olaylar İstanbul- Sultan Ahmet, İzmir, Eskişehir, Ankara, hastane odası ve bütün Anadolu’da geçiyor.
ROMANLAR İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER:
Eser ilk kez 1922 yılında İkdam’da (6 Haziran-11 Ağustos 1922 yılları arasında) tefrika edildi. Daha sonra kitap olarak yayınlandı. Yazarın en çok okunan eserlerinden biridir. Eserde Kurtuluş Savaşı adeta belgelenmiştir. Yazarın kendisi de olayların içinde yer aldığından, yakından bildiği bir çok gerçeği güçlü bir mantıkla anlatmaktadır. Sultanahmet mitingi, Düzce olayları bu örneklerden bazılarıdır.
Edebiyatçı Cevdet Kudret’e göre Ateşten Gömlek; edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı üzerine yazılmış romanların ilki ve hala en güzelidir.
Romanı değerlendiren yazılardan en güzellerinden birini yazmış olan İnci Enginün’ünyazmış olduğu değerlendirmeye göre; roman Sakarya Savaşı’nın hemen ardından yazılmıştır. Ateş’ten Gömlek Cumhuriyet devri romancılığının ilk örneği sayılmaktadır. İngilizceye çevrisi de Halide Edip tarafından yapılmıştır..
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’ya gidince (1921) bir süre Halide Edip Adıvar’da misafir kalmıştır. Adıvar o günlerde Yakup Kadri’nin ‘Ateşten Gömlek’ adında bir ‘Anadolu romanı’ yazmakta olduğunu öğrenince, bu adı çok beğenip, benimsemiş ve Yakup Kadri’den daha önce davranıp, iki ay içinde eserini tamamlamıştır. Böylece Yakup Kadri’nin bulduğu, Hallide Edib’in benimsediği ‘Ateşten Gömlek’ adı hem vatanın içinde bulunduğu felaketi, ne de bu felaketi yaşayan, aşkları, ihtirasları, kıskançlıkları ve vazifeleri arasında kalan insanların ruh çatışmalarının da ifade edildiği bir roman olarak okuyucusuyla buluşur. Halide Edip bu olayı da kitabının başında ‘Yakup Kadri’ye’ başlıklı açık mektupta anlatmıştır. Ayrıca bu konuyu ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’ başlıklı anılarında da anlatmıştır.
Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan romanların çoğu, bu savaşı yaşamayanların araştırmalarına dayanarak yazdıkları romanlardır. Oysa Halide Edip Adıvar Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir yazar, savaşı bütün acısıyla, üzüntüsüyle yaşamış ve Ateşten Gömlek’i 1922’de sıcağı sıcağına yazmıştır. Eleştirmen Fethi Naci’ye göre; Ateşten Gömlek bir bakıma Halide Edip’in tanıklığıdır. Romanın seksen yıldır süren başarısı ve gücü de bu tanıklıktan gelmektedir. Fethi Naci’ye göre Yazar romanını Ayşe ile Ayşe’yi, seven İhsan ve Peyami’nin duygusal ilişkiler içinde geliştiriyor ama aştan, tutkudan söz eden sayfaları romanın en güçsüz bölümleridir.
Romanı bugün de ilgiyle okutan özelliği Kurtuluş Savaşı’nı bir röportaj sadeliği içinde verebilmesi, canlı bir tarih gibi okunabilmesidir. Sultanahmet mitingi, İstanbul’un işgali, Kuvayı Milliye’ye katılmalar, Hilafetçilerle savaş, çete kuvvetlerinden düzenli orduya geçiş, çekilen acılar, katlanılan fedakârlıklar ancak bunları yakından yaşayan birinin anlatabileceği bir canlılıkla anlatılmıştır. Kitapta savaşı bütün korkunçluğuyla veren pek çok başarılı sahne bulunmakta ve bu bölümler kitabın sevilmesinde çok etkili olmaktadır. Fethi Naci’ye göre Yazar köylü kızı Kezban’ın İhsan’a duyduğu umutsuz aşkı ve Mehmet Çavuş’un Kezban’a olan aşkını anlatırken çok başarılıdır. Ancak İhsan’la Ayşe’nin duyguları fazla kitabı ve yapmacık olarak anlatılmış. Ona göre Ateşten Gömlek başarılı bir roman değil ama unutulmaz bir tanıklıktır. Romancı bu eserinde Atatürk’ün çetelerden düzenli orduya geçilmesi fikrini de çok kuvvetle işlemiştir.
Eleştirmen N. Ziya Bakırcıoğlu’na göre de Ateşten Gömlek’in Kurtuluş savaşı romanlarının ilki olduğu hükmü doğrudur ve bu konuyu ele alan romanlar için yolu açmıştır. Milli Mücadeleye verilen ‘Kurtuluş Savaşı’ ismi; bir ‘subaylar savaşı’ olduğu ve Padişah ile İstanbul Hükümeti’nin ihaneti gibi tezler romanın resmi görüşe dayandığını, adeta Atatürk’ün Nutku’nun bir tekrarı olduğunu göstermektedir. Küçük Ağa’ya gelinceye kadar yazılan bütün Kurtuluş Savaşı romanları bu görüşü benimsemişledir.
Yazar ve edebiyat eleştirmeni Selim İleri Halide Edip’in ‘Handan’ romanı ile başlayan serüveninin ‘Mor Salkımlı Ev’ ille başka bir boyuta taşındığını ve ‘Ateşten Gömlek’e ulaşan süreçte, bireyselden toplumsal olana bir yol alış vardır. Gerçekten bir ateşten gömlek sırta geçirilmiş, o ateşten gömlekle yanıp tutuşulmuş ama hiç pişman olunmamıştır.
Romanda İzmirli Ayşe etrafında, Anadolu’da önce çetelerle başlayan sonra düzenli ordu ile devam eden ve zaferle sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı’nın öyküsü anlatılmaktadır. Romanın önemli kahramanlarının hepsinin birer ateşten gömleği bulunmaktadır. Ayşe’nin ateşte gömleği İzmir’in kurtuluşudur. Peyami ile İhsan’ınki Ayşe’ye duydukları aşktır. Mehmet Çavuşun ki ise hem Kezban’a doyduğu aşk hem de şahsi kininin sükûnet bulmasıdır.
Roman, Peyami’nin hatıra defteridir. Bir ‘ben’ romanıdır. Bununla birlikte anıların yazıldığı zaman ile olayların geçtiği zaman farklı olduğundan Peyami kendini geri planda tutarak öteki kahramanları ve olayları ön plana çıkarmıştır. Ancak bu kahramanlar canlı ve fonksiyonel değildir. Onların duygu dünyalarını ancak Peyami’nin gözlemleri sayesinde öğreniyoruz.. Peyami roman boyunca çok değişmiş, züppelikten vatanperverliğe yükselmiştir. İki bacağı koptuğu halde defterinde Ayşe’ye dövüşmek için kolları olduğunu söyleyerek, bedeninin son parçası da kopana kadar İzmir’ için ve Ayşe için savaşacağını’ söyler. Ancak Ayşe’nin bu değişimin sonuçlarından haberdar olması mümkün olmamıştır.
Romanda Ayşe bir şahsiyet olarak değil, bir örnek kişi olarak ele alınmıştır. Kocasının ve oğlunun ölümünden başka hiçbir kişisel meselesine romanda değinilmemiştir. O sadece İzmir’i düşünmektedir. İhsan’ın ve Peyami’nin kendisine aşık olduğunu bildiği halde fazla umurunda değildir. Ayşe’nin Peyami’ye yazdığı mektuplardan onun işgal ile ilgili düşüncelerini öğreniriz. Ona göre işgal İngilizlerin Türklere hakaretidir ve ordumuz bunu cezalandırmalıdır. Ayşe’de Halide Edip’ten önemli izler bulunmaktadır. Halide Edip’in romandaki temsilcisidir. Onun Kurtuluş Savaşındaki görevlerini yapmaktadır.
Romandaki bir başka önemli karakter ise ihsan’dır. O Ayşe olmasa da savaşa katılacaktı. Çünkü bir subaydı. Nitekim İstanbul’un işgalinden hemen sonra Anadolu’ya geçti ve Adapazarı civarında Halife Ordusu ile savaştı. İhsan İnönü savaşlarında ve Sakarya’da önemli işler başarır ve Sakarya Savaşı sırasında şehit olur. Onun asıl trajedisi Ayşe’ye olan aşkıyla başlamıştır. İhsan karakteri son derece kararlı ve ateşli bir asker olmasına rağmen ‘Ayşe isteseydi savaş meydanını bile terk ederdim’ diyebilecek kadar da çelişkiler içinde anlatılmıştır.
Romandaki karakterler yeterince derin ve tutarlı işlenmemiştir. Romandaki aşk teması da çok zayıftır. Yazar ne gelişiminde ne de tiplerin yaratılmasında yeterli titizliği gösterememiş, derinleşememiştir. Kezban, Mehmet Çavuş, Miralay Haşmet Bey ve Ahmet Rıfkı tiplemeleri de romanın dramatik yapısına katkıda bulunmamıştır. Yazar kahramanlarına karşı son derece tarafsız davranmıştır. Aslında bu romanda keskin sınırlarla ayrılmış taraflar da yoktur. Kahramanların kendi aralarındaki veya iç dünyalarındaki çatışmalar çok basittir ve inandırıcı değildir. Örneğin Mehmet Çavuş’un cephe değiştirmesi sadece basit ve cahil biri insanın tavır değiştirmesinden ibarettir. Oysa doğru yolu bulmak veya bir tarafa ihanet etmek bu kadar kolay bir şey değildir.
Anadolu romanı tanımlaması ilk kez Ömer Seyfettin tarafından ‘Yalnız Efe’ için kullanılmış ancak o dönem yazarları tarafından kısa sürede benimsenerek yaygınlaşmıştır.
DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ:
Eserde coşkulu, heyecanlı bir dil kullanılmıştır. Ancak yazarın Türkçesinin zayıflığı yer yer çok belirgindir. Tanımlamalar, betimlemeler, analizler, tahlillerde kitabi bir dil kullanılmıştır. Örneğin ‘bu akşam içim hülya yapmak istiyor’ veya ‘seninle e gider, İzmir’de bir çiftlik yaparız’ vb. Öte yanda bu kusurları örten bir realizm, bir dürüstlük ve bir coşku, bir inanmışlık var ki okuru hala etkilemektedir.
Romanda bazı olaylar, örneğin bir yolculuk veya bir cephanenin gizlenişi çok ayrıntılı anlatılmış bu da romanın genel akışını ve dengesini olumsuz etkilemiştir.
Romanda teferruat boldur. Bir yolculuk olanca teferruatı ile anlatılmış. Bir cephenin bulunduğu yerden alınıp başka bir yere götürülmesi sayfalar sürüyor.
Bütün bunlara rağmen, romanın bütün kusurlarını örten bir realizm, okuyanı hayran bırakan bir dürüstlük ve inanmışlık var.
Read more

2014 Yaban Romanı Özeti, Konusu ve Ayrıntılı İncilenmesi

Romanın Adı : YABAN

Yazarı           :  Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Basıldığı kitabevi ve yılı : İletişim Yayınları 1995

Kaçıncı baskı : 25. Baskı

Yazarın kaçıncı romanı : Beşinci romanıdır.

(1927      : Kiralık Konak-Nur Baba
 1928      : Hüküm Gecesi
 1932      : Sodom ve Gomore
 1932      : Yaban
 1934      : Ankara
 1937      : Bir Sürgün
 1953-54 : Panaroma
1956          : Hep O Şarkı)

Sayfa sayısı : 262


Romanın özeti :

Ahmet Celâl, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuzbeş yaşına basmadan kendisi için herşeyin bittiğini hissetmektedir. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine oraya dönemez ve emireri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Orta Anadolu’nun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celâl bir “Yaban”dır.
         Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Ulusunun bağımsızlık davasını anlatmaya çalışır köylülere fakat kimse ona inanmaz. Ancak emireri Mehmet Ali, annesi Zeynep Kadın, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ve onun karısı Emine ile dostluk kurabilir. Köyün en zengin adamı ve ağası olan Salih Ağa, köyü ekonomik bakımdan sömürmektedir. Şeyh Yusuf ise din adamı maskesi altında köyü manevi yönden sömürmektedir. Devleti temsil eden muhtarın ise herhangi bir gücü yoktur. Köyün etkin ve güçlü olan iki tipi Ahmet Celâl’i engellemeye çalışırlar.
         Sakarya Savaşı’nın hemen öncesinde Yunan birliği köye girer. Direnenleri öldürür. Kendisi ile işbirliği yapan Salih Ağa ve Şeyh Yusuf’u bile aldatır, sömürür, herkese zulmeder. Sakarya bozgunundan sonra köye ikinci Yunan birliği gelir. Köyü talan ederler. İnanılmaz derecede acımasız davranırlar.
         Ahmet Celâl, emireri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısı olan Emineyi sever. Köy düşman çizmesi altında inlemektedir. Köylü, kaderine razı olmuştur. Ahmet Celâl ise, Türk askerlerinin geleceği umudunu taşımaktadır. Sonunda o da dayanamaz ve Emine ile birlikte kaçar. İkisi de yaralanırlar. Emine’nin yarası ağır olduğu için kaçacak durumda değildir. Ahmet Celâl, Emine’yi  ve anılarını yazdığı defterini bırakarak tek başına bilmediği yollara bilmediği bir geleceğe doğru köyden uzaklaşır.



Yazarın edebi kişiliği (üslûbu) :
 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebi kişiliğini öykü anlayışı yönünden inceleyecek olursak bunun, iki dönemde geliştiği söylenebilir. Gençlik yılları sayılabilecek olan 1909-1916 yıllarında dili ve konularını işleyiş yönünden “Edebiyat-ı Cedide” beğenisi; yaşama bakışı, seçtiği olaylar ve kişiler yönünden Mauppassant etkisinde görünür.
A)   İlk dönemin ürünlerini topladığı”Bir Serencam”daki gerçekçi gözlemlere dayanan öykülerde bile yazar, öykünün akışını bozan belirtmelere yer verir.
B)   Betimlemeleri, “beyaz bir sis gibi”, “derin bir mezar sukûneti “ biçiminde Edebiyat-ı Cedide şiirinde çok rastlanan benzetmelerle süsler.
C)   Kişilerin ruhsal durumlarını yansıtma çabasıyla şairaneliğe kapılır.


D)   “Ah!” “Of!” gibi ünlemler, (..), (....) noktayla biten kısa cümleler kullanır.
E)   Dili eskidir. Fakat 1916’dan sonra Milli Edebiyat akımının ilkelerini benimseyerek dilini sadeleştirir.
Sanatçının romanlarında görülen üslûba geldiğimizde onun ilk romanı olan Kiralık Konak’tan itibaren bütün yapıtlarında bir dönemin özelliklerini, kendi tarih anlayışı içinde değerlendirerek yansıtmayı amaçladığı görülür. “Sanat sanat içindir” görüşünü savunarak yazı hayatına başlayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Balkan Savaşı ve 1. Dünya bozgununu görünce de, “Sanat önce bir toplumun, sonra bir ulusun,sonra da bir devrin ifadesidir.” İnancına varmış, böylece sanatın toplum için olduğu görüşünü benimsemiştir.
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu, realist ve natüralist yazarların yöntemine uyarak, romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Eserlerinin çoğu hep bir çöküşün hikâyesidir. “Bir Sürgün” ‘de Abdülhamit devrinin, “Kiralık Konak” ‘ta Meşrutiyet devrinin, “Hüküm Gecesi” ‘nde yine aynı devrin, “Nur Baba” ‘da Bektaşi tekkesinin, “Sodom ve Gomore” ‘de Mütareke devrinin, “Yaban” ‘da bir Anadolu köyünün çöküşü gösterilmiştir. Kişiler, çoklukla kafalarının içindeki hayatın dışarıdaki hayata uymamasından doğan hayâl kırıklığıyla dünyaya küserler. Yazarın eserlerindeki olumlu kişiler,  genellikle içinde yaşadıkları çevrenin kötü gidişini görür, çıkış yolları tasarlar, fakat bunları gerçekleştirmek için bir çaba göstermezler. Bunlar sadece düşünen,  gördüklerinden üzüntü ve acı duyan fakat bir türlü eyleme geçemeyen tiplerdir.
         Yazar kimi zaman romanlarında doğrudan doğruya okuyucuya seslenmiş, kimi zaman da roman kişilerinin düşünce ve davranışlarında kendi varlığını sezdirmiştir. Örneğin “Yaban” ‘da Ahmet Celâl birçok yönleriyle yazarın duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, konuşma dilinin aynı zamanda yazı dili olması gerektiğini savunmuşsa da Türkçede karşılıkları bulunan Arapça ve Farsça sözcüklere, bu dillerin kurallarıyla yapılmış tamlamalara romanlarında yine de çok yer vermiştir. Ayrıca Fransızca kelimelere de romanlarında sıkça rastlanır.

Romanın Konusu :
 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir
Anadolu köyünde köylüleri, köyün durumunu ve milli mücadeleye ilişkin tavırlarını anlatmaktadır...

Romanın konusunun geçtiği yer ve zaman (çevrenin özellikleri vb.) :
Yaban romanının konusu Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da Porsuk Nehri çevresindeki küçük bir köyde geçer. Köy son derece bakımsız, unutulmuş bir virane halindedir.

Eserin Kahramanları :

AHMET CELÂL :
Romanın baş kahramanıdır. 1. Dünya savaşında kolunu yitirmiştir. Yaşamaya küskün, karamsar bir şehirli tipidir. Köylüler ile olumlu ilişkiler kuramaz. Gerçekçi olmasına karşın gerçekler karşısında şaşkına dönen bir tiptir. İdealist düşüncelere sahiptir. Olaylara ve köy gerçeğine karamsar gözle bakar ve köylünün durumundan Türk aydınını sorumlu tutar.

MEHMET ALİ :
Ahmet Celâl’in emir eridir. Savaş sonrası köyüne dönmüştür. Ahmet Celâl’e saygı duymasına rağmen yine de köyüne ve köy geleneklerine bağlıdır. Köylüler gibi düşünür. Kaderine rıza göstermiş bir tiptir.

SALİH AĞA :
Köyün en zengin adamlarındandır.Fakat kılık kıyafeti ile bir dilenci gibidir. Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Köylüye kendini akıllı olarak tanıtmıştır. Onlara borç vererek kendine bağlı kalmalarını sağlamakta ve onları sömürmektedir. Son derece çıkarcı, acımasız ve yalancıdır. Köylü üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle köyün ekonomisine yön verir.

ŞEYH YUSUF :
Salih Ağa köyü ekonomik yönden sömüren, bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise, Şeyh Yusuf da köyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde dinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen, pasaklı bir adamdır.

ZEYNEP KADIN :
Mehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, acılar karşısında ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını askerde, savaşlarda yitiren, yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil eder.

EMİNE :
Romanda ağırlığını koyan ikinci kadındır. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Ahmet Celâl’in ilgi duyduğu tek kadındır. Emine de Zeynep Kadın gibi olaylar karşısında edilgen bir yapıya sahiptir. Erkeklerin kurduğu köy dünyasında erkeklerin güdümünde sessizce yaşamaktadır. Yunan birliğinin öldürme ve kıyım eylemlerinden korkarak sonunda Ahmet Celâl ile kaçar.


YARDIMCI KAHRAMANLAR :
Bu ana tiplerin yanında yardımcı kişilerde vardır. Bunlar; Emeti Kadın, oğlu Küçük Hasan, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Bekir Çavuş vb.dir. Bu tipler üzerinde fazla durulmamıştır.

Eserin adıyla konusu arasındaki benzerlik:

         Bu romanın adıyla konusu arasında çok kuvvetli bir benzerlik vardır. Çünkü köylüler Ahmet Celâl’i bir  “yaban” olarak görmektedirler.

Romanın ana düşüncesi:

    Cehaletin insanların başına çok kötü işler açabileceği ve cahil kalmış insanların sağlıklı
düşünemeyeceği vurgulanmıştır.Öyle ki bu durum milli duyguları dahi köreltebilmektedir.


Roman yazarının eserlerinde görülen özellikler:

         Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sanatının birinci dönemindeki, yani “sanatın sanat için olduğu” görüşünü savunduğu dönemde yazdığı eserlerinde aşk, ruhsal bunalımlar ve bozukluklar, bireyle toplum gelenekleri arasındaki çatışmalar vb. görülür.
İkinci yani, “sanat toplum içindir” görüşüyle yazdığı dönemdeki eserlerinde ise çoklukla savaş felaketleri işlenmiştir.
Gerek birinci, gerekse ikinci döneminde gözlemlerden yararlanmış, ya doğrudan doğruya kendisinin gördüğü, ya da başkalarından dinlediği olayları yazmıştır.
2.Abdülhamit devrinde gezi özgürlüğü olmaması yüzünden konuları İstanbul sınırları içinde kapalı kalan Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarına karşılık, Yakup Kadri, daha ilk kitabından başlayarak, konularının çoğunu İstanbul dışındaki bölgelerden, genellikle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden almıştır.
         Yakup Kadri’nin bütün eserlerinde batılı sanatçı ve düşünürlerin açık etkileri görülür. Batı Edebiyat ve kültürüne sıkı sıkıya bağlılık gösteren sanatçı, kendi edebiyatımızdaki geleneksel konulara da yabancı durmamış; örneğin “Bir Serencam” hikayesinde Tanzimat edebiyatında sık rastlanan “tutsaklık” konusunu işlemiştir.
Sanatının 1. döneminde dil bakımından Edebiyat-ı Cedide’nin tutumunu sürdürmüştür. Hattâ “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının

ileri sürdüğü dilde sadeleşme akımına karşı çıkmıştır. Fakat bir süre sonra Ziya Gökalp’in de etkisiyle “Milli Edebiyat” akımını benimsemiş ve bu yolun en önemli sanatçılarından biri olmuştur.
         Yakup Kadri; topluma, kişilere ve olaylara oldukları gibi değil, kendi mizacı ve fikirleri açısından bakan bir romancıdır. Romanını besleyen kaynaklar, yazarın özel
yaşamını, duygu, düşünce ve anıları ile toplumun geçirdiği tarih dönemleri ve büyük olaylardır.
Kişilerin (roman kahramanlarının) dış görünüşüne önem vermez. Bunları birkaç tasvir ile geçiştirir. Ruh bakımından ise kahramanları da kendisi gibi karamsardır.


Türk romancılığının tarihi :

         Türkiye’de roman türü, 19. Yüzyılın ikinci  yarısında Tanzimat Edebiyatı döneminde, batı edebiyatından yapılan çevirilerle  tanınmaya başladı. 1860-1880 arasında batının birkaç klâsik yazarının belli başlı yapıtları Türkçe’ye aktarıldı. Victor Hugo’dan Sefiller, Daniel De Foe’den Robinson, Saint Pierre’den Pol ve Viginie, Alexandre Dumas Pere’den Monte Cristo gibi. Bu ilk çevirilerde seçilen yapıtlar, Divan Edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”, “Ferhat ile Şirin”, Aşık Edebiyatının “Kerem ile Aslı” ‘sı, Meddah hikâyeleri ile yetişen Türk okuyucularına aykırı gelmeyecek türden yapıtlardı. Aynı dönemde ilk yerli romanlar da yazılmaya başlandı. Ahmet Mithat’ın “Hasan Mellah” adlı serüven romanında Monte Cristo’nun, Namık Kemal’in “İntibah” romanında Kamelyalı Kadın’ın etkileri görülür.
Daha ilk yapıtlardan başlayarak Tanzimat romancılarının bi bölümü aydınlara (N.Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem) seslenmeyi yeğlemişlerdir. Bir bölümü de halka (Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Nabizade Nazım v.b.) seslenmişlerdir. Bunun sonucu olarak da halka seslenen yazarlar yalın dille, aydınlara seslenen yazarlarsa yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yazmışlardır. Bu dönem romancılarının işledikleri başlıca temalar, aile kurumu, tutsaklık ve alafrangalıktır. Türk toplumundaki ataerkil aile düzeninin doğurduğu bunalımları çeşitli yönlerden işleyen en önemli yazarlar Şemsettin Sami (Taaşşuk-i Talât ve Fıtnat), Ahmet Mithat (Teehhül), Sami Paşazade Sezai (Sergüzeşt)’tir.
Tutsaklık konusunda Namık Kemal (İntibah), Nabizade Nazım (Zehra) ‘ı sayabiliriz.
Aynı dönemdeki temalardan alafrangalık üzerine de Ahmet Mithat (Felâtun Bey ile Rakım Efendi), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) çok önemlidir.
Edebiyat-ı Cedide döneminde batıya bağlanma eğilimi daha da güçlenmiş, Fransız gerçekçi ve natüralist yazarlar (Stendhal, Balzac, Flaubert, Mauppassant, Daudet) yolunda yazmaya özenilmiştir. Bunun sonucu olarak hep yaşamda görülen veya görülmesi olasılığı bulunan olay ve kişiler seçilmiştir. Bu aşırı batı hayranlığı dilimizi de etkilemiştir. Bu dönemde 2. Abdülhamit’in sıkı sansürü nedeniyle toplum sorunlarına değinilmemiş ve dolayısıyla “Sanat için sanat” görüşü benimsenmiştir. Bu dönemin başlıca yazarları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın v.b.’dir. Aynı dönemde yaşayan Hüseyin Rahmi Gürpınar ise “toplum için sanat” görüşünü savunmuştur.
İkinci Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde Fransız realist ve natüralist yazarların yolunu izleyen romancılarımızdan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Hep O Şarkı, Bir Sürgün, Kiralık Konak, Yaban, Sodom ve Gomore), İngiliz Edebiyatının etkisinde kalan Halide edip Adıvar (Handan, Kalp Ağrısı) ‘ı sayabiliriz. Halide Edip Adıvar Kurtuluş savaşı yıllarında toplumsal konulara eğilerek Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında savaşın acılarını işlemiş, daha sonra da Türkiye’nin toplumsal durumunu yansıtan töre romanlarını, “Sinekli Bakkal” ve “Sonsuz Panayır” ‘ı yazmıştır.
Bu dönemin diğer sanatçıları Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa v.b.’dir.
Daha sonra ise edebiyatın çeşitli dallarında eserler veren Memduh Şevket Esendal’ı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı, Osman Cemal’i, Mithat Cemal’i ve Abdülhak Şinasi Hisar’ı sayabiliriz.
         Cumhuriyet döneminde de realizm (Kemal Tahir, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar) natüralizm (Reşat Enis), toplumcu gerçekçilik (Sabahattin Ali, Orhan Kemal) gibi akımlar yanında izlenimleri öne alan (Sait Faik v.b.) davranışlar romanımıza çeşitlilik kazandırmıştır.

Romanın ait olduğu dönemin tarihi ve edebi özellikleri:

“Yaban” romanı, Batı Etkisindeki Türk Edebiyatının “Milli Edebiyat” dönemine ait bir romandır.

Milli Edebiyat Dönemi : Meşrutiyet devrinde Osmanlı toplumunda dört siyasi akım görülmektedir: İslâmcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık ve Türkçülük.
İslâmcılık; kavimcilik düşüncesine karşı koyup, birleşik bir İslâm birliği, büyük bir İslâm devleti kurma ülküsüydü.
Osmanlıcılık; çeşitli uluslardan (Türk-Arap-Arnavut-Ermeni-Yunan-Sırp-Bulgar v.b.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi.
Batıcılık; sürekli yenilgilerle çökmeğe başlayan devleti kurtarmak için toplumu doğu uygarlığından batı uygarlığına geçirme çabası idi.
Fakat gerek Balkanlarda yaşayan Hristiyan uluslar, gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hristiyan azınlıklar arasında, önce Rusya’nın, daha sonra da Avrupa’nın kışkırtmalarıyla başlayan “ulusçuluk” hareketi Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı
Devleti’nin yıkımını hazırlamış, ayrıca Müslüman uluslar arasında da uyanan bağımsızlık istekleri Osmanlıcılık ülküsünden başka İslâmcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır.
         İşte bu devirde, imparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, bazı aydınlar, devletin çeşitli uluslara değil, “millet-i hâkime” (egemen ulus) diye adlandırılan asıl sahibine, yani Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır.Bu düşünce aydınların halka yönelmesine yol açmış ve bu davranışa “Türkçülük” adı verilmiştir. Siyaset alanındaki bu “halka doğru” hareketi, edebiyatta “ulusal kaynaklara dönme “ düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. Bu düşünce dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma, şiirde aruz ölçüsü yerine hece ölçüsünü kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyata da “Milli Edebiyat” adı verilmiştir.
         Bu edebiyat hikâye ve romanlarının en önemli özelliği sade dille yazılmış olmalarıdır. Bu dönemde, “memleket edebiyatı” çığırının başarılı ilk örnekleri verilmiştir. Konular İstanbul sınırlarından çıkmış ve yurdun her köşesinden ve her tabakadan insan hayatı konu olarak alınmıştır.
         Gözleme çok önem verilmiş ve bunun sonucu olarak Meşrutiyet döneminin Turancılık (Halide Edip Adıvar: Yeni Turan-Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar v.b.), İslâmcılık (Reşat Nuri: Yaprak Dökümü, Peyami Safa: Fatih Harbiye), kimi eserlerde tema olarak alınmıştır.
Milli Edebiyat akımının hikâye ve roman yazarlarının başlıcaları şunlardır :
Ömer Seyfettin - Halide Edip Adıvar – Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Refik Halit Karay – E.Ekrem Talu – O.C. Kaygılı – Reşat Nuri Güntekin – Peyami Safa – Mahmut Şevket Esendal – Halikarnas Balıkçısı ( C.Ş.Kabaağaçlı) – M.C. Kuntay – A.Ş. Hisar- M.Yesari.

Kaynaklar :

Yaban : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Türk Edebiyatı : Ahmet Kabaklı
Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman : Cevdet Kudret
Çağdaş Türk Edebiyatı : Şükran Kurdakul
Edebiyat Bilgileri : Rauf Mutluay
Büyük Larousse Ansiklopedisi
Türk Edebiyatı Antolojisi : Şemsettin Kutlu
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü : Behçet Necatigil
Resimli Türk Edebiyatı : Nihat Sami Banarlı
Dile Gelseler : Vedat Günyol
Türk Dili, Türk Romanında Kurtuluş Özel Sayısı : Selim İleri
Read more