2014 Yaban Romanı Özeti, Konusu ve Ayrıntılı İncilenmesi

Romanın Adı : YABAN

Yazarı           :  Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Basıldığı kitabevi ve yılı : İletişim Yayınları 1995

Kaçıncı baskı : 25. Baskı

Yazarın kaçıncı romanı : Beşinci romanıdır.

(1927      : Kiralık Konak-Nur Baba
 1928      : Hüküm Gecesi
 1932      : Sodom ve Gomore
 1932      : Yaban
 1934      : Ankara
 1937      : Bir Sürgün
 1953-54 : Panaroma
1956          : Hep O Şarkı)

Sayfa sayısı : 262


Romanın özeti :

Ahmet Celâl, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuzbeş yaşına basmadan kendisi için herşeyin bittiğini hissetmektedir. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine oraya dönemez ve emireri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Orta Anadolu’nun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celâl bir “Yaban”dır.
         Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Ulusunun bağımsızlık davasını anlatmaya çalışır köylülere fakat kimse ona inanmaz. Ancak emireri Mehmet Ali, annesi Zeynep Kadın, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ve onun karısı Emine ile dostluk kurabilir. Köyün en zengin adamı ve ağası olan Salih Ağa, köyü ekonomik bakımdan sömürmektedir. Şeyh Yusuf ise din adamı maskesi altında köyü manevi yönden sömürmektedir. Devleti temsil eden muhtarın ise herhangi bir gücü yoktur. Köyün etkin ve güçlü olan iki tipi Ahmet Celâl’i engellemeye çalışırlar.
         Sakarya Savaşı’nın hemen öncesinde Yunan birliği köye girer. Direnenleri öldürür. Kendisi ile işbirliği yapan Salih Ağa ve Şeyh Yusuf’u bile aldatır, sömürür, herkese zulmeder. Sakarya bozgunundan sonra köye ikinci Yunan birliği gelir. Köyü talan ederler. İnanılmaz derecede acımasız davranırlar.
         Ahmet Celâl, emireri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısı olan Emineyi sever. Köy düşman çizmesi altında inlemektedir. Köylü, kaderine razı olmuştur. Ahmet Celâl ise, Türk askerlerinin geleceği umudunu taşımaktadır. Sonunda o da dayanamaz ve Emine ile birlikte kaçar. İkisi de yaralanırlar. Emine’nin yarası ağır olduğu için kaçacak durumda değildir. Ahmet Celâl, Emine’yi  ve anılarını yazdığı defterini bırakarak tek başına bilmediği yollara bilmediği bir geleceğe doğru köyden uzaklaşır.



Yazarın edebi kişiliği (üslûbu) :
 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebi kişiliğini öykü anlayışı yönünden inceleyecek olursak bunun, iki dönemde geliştiği söylenebilir. Gençlik yılları sayılabilecek olan 1909-1916 yıllarında dili ve konularını işleyiş yönünden “Edebiyat-ı Cedide” beğenisi; yaşama bakışı, seçtiği olaylar ve kişiler yönünden Mauppassant etkisinde görünür.
A)   İlk dönemin ürünlerini topladığı”Bir Serencam”daki gerçekçi gözlemlere dayanan öykülerde bile yazar, öykünün akışını bozan belirtmelere yer verir.
B)   Betimlemeleri, “beyaz bir sis gibi”, “derin bir mezar sukûneti “ biçiminde Edebiyat-ı Cedide şiirinde çok rastlanan benzetmelerle süsler.
C)   Kişilerin ruhsal durumlarını yansıtma çabasıyla şairaneliğe kapılır.


D)   “Ah!” “Of!” gibi ünlemler, (..), (....) noktayla biten kısa cümleler kullanır.
E)   Dili eskidir. Fakat 1916’dan sonra Milli Edebiyat akımının ilkelerini benimseyerek dilini sadeleştirir.
Sanatçının romanlarında görülen üslûba geldiğimizde onun ilk romanı olan Kiralık Konak’tan itibaren bütün yapıtlarında bir dönemin özelliklerini, kendi tarih anlayışı içinde değerlendirerek yansıtmayı amaçladığı görülür. “Sanat sanat içindir” görüşünü savunarak yazı hayatına başlayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Balkan Savaşı ve 1. Dünya bozgununu görünce de, “Sanat önce bir toplumun, sonra bir ulusun,sonra da bir devrin ifadesidir.” İnancına varmış, böylece sanatın toplum için olduğu görüşünü benimsemiştir.
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu, realist ve natüralist yazarların yöntemine uyarak, romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Eserlerinin çoğu hep bir çöküşün hikâyesidir. “Bir Sürgün” ‘de Abdülhamit devrinin, “Kiralık Konak” ‘ta Meşrutiyet devrinin, “Hüküm Gecesi” ‘nde yine aynı devrin, “Nur Baba” ‘da Bektaşi tekkesinin, “Sodom ve Gomore” ‘de Mütareke devrinin, “Yaban” ‘da bir Anadolu köyünün çöküşü gösterilmiştir. Kişiler, çoklukla kafalarının içindeki hayatın dışarıdaki hayata uymamasından doğan hayâl kırıklığıyla dünyaya küserler. Yazarın eserlerindeki olumlu kişiler,  genellikle içinde yaşadıkları çevrenin kötü gidişini görür, çıkış yolları tasarlar, fakat bunları gerçekleştirmek için bir çaba göstermezler. Bunlar sadece düşünen,  gördüklerinden üzüntü ve acı duyan fakat bir türlü eyleme geçemeyen tiplerdir.
         Yazar kimi zaman romanlarında doğrudan doğruya okuyucuya seslenmiş, kimi zaman da roman kişilerinin düşünce ve davranışlarında kendi varlığını sezdirmiştir. Örneğin “Yaban” ‘da Ahmet Celâl birçok yönleriyle yazarın duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, konuşma dilinin aynı zamanda yazı dili olması gerektiğini savunmuşsa da Türkçede karşılıkları bulunan Arapça ve Farsça sözcüklere, bu dillerin kurallarıyla yapılmış tamlamalara romanlarında yine de çok yer vermiştir. Ayrıca Fransızca kelimelere de romanlarında sıkça rastlanır.

Romanın Konusu :
 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir
Anadolu köyünde köylüleri, köyün durumunu ve milli mücadeleye ilişkin tavırlarını anlatmaktadır...

Romanın konusunun geçtiği yer ve zaman (çevrenin özellikleri vb.) :
Yaban romanının konusu Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da Porsuk Nehri çevresindeki küçük bir köyde geçer. Köy son derece bakımsız, unutulmuş bir virane halindedir.

Eserin Kahramanları :

AHMET CELÂL :
Romanın baş kahramanıdır. 1. Dünya savaşında kolunu yitirmiştir. Yaşamaya küskün, karamsar bir şehirli tipidir. Köylüler ile olumlu ilişkiler kuramaz. Gerçekçi olmasına karşın gerçekler karşısında şaşkına dönen bir tiptir. İdealist düşüncelere sahiptir. Olaylara ve köy gerçeğine karamsar gözle bakar ve köylünün durumundan Türk aydınını sorumlu tutar.

MEHMET ALİ :
Ahmet Celâl’in emir eridir. Savaş sonrası köyüne dönmüştür. Ahmet Celâl’e saygı duymasına rağmen yine de köyüne ve köy geleneklerine bağlıdır. Köylüler gibi düşünür. Kaderine rıza göstermiş bir tiptir.

SALİH AĞA :
Köyün en zengin adamlarındandır.Fakat kılık kıyafeti ile bir dilenci gibidir. Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Köylüye kendini akıllı olarak tanıtmıştır. Onlara borç vererek kendine bağlı kalmalarını sağlamakta ve onları sömürmektedir. Son derece çıkarcı, acımasız ve yalancıdır. Köylü üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle köyün ekonomisine yön verir.

ŞEYH YUSUF :
Salih Ağa köyü ekonomik yönden sömüren, bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise, Şeyh Yusuf da köyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde dinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen, pasaklı bir adamdır.

ZEYNEP KADIN :
Mehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, acılar karşısında ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını askerde, savaşlarda yitiren, yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil eder.

EMİNE :
Romanda ağırlığını koyan ikinci kadındır. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Ahmet Celâl’in ilgi duyduğu tek kadındır. Emine de Zeynep Kadın gibi olaylar karşısında edilgen bir yapıya sahiptir. Erkeklerin kurduğu köy dünyasında erkeklerin güdümünde sessizce yaşamaktadır. Yunan birliğinin öldürme ve kıyım eylemlerinden korkarak sonunda Ahmet Celâl ile kaçar.


YARDIMCI KAHRAMANLAR :
Bu ana tiplerin yanında yardımcı kişilerde vardır. Bunlar; Emeti Kadın, oğlu Küçük Hasan, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Bekir Çavuş vb.dir. Bu tipler üzerinde fazla durulmamıştır.

Eserin adıyla konusu arasındaki benzerlik:

         Bu romanın adıyla konusu arasında çok kuvvetli bir benzerlik vardır. Çünkü köylüler Ahmet Celâl’i bir  “yaban” olarak görmektedirler.

Romanın ana düşüncesi:

    Cehaletin insanların başına çok kötü işler açabileceği ve cahil kalmış insanların sağlıklı
düşünemeyeceği vurgulanmıştır.Öyle ki bu durum milli duyguları dahi köreltebilmektedir.


Roman yazarının eserlerinde görülen özellikler:

         Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sanatının birinci dönemindeki, yani “sanatın sanat için olduğu” görüşünü savunduğu dönemde yazdığı eserlerinde aşk, ruhsal bunalımlar ve bozukluklar, bireyle toplum gelenekleri arasındaki çatışmalar vb. görülür.
İkinci yani, “sanat toplum içindir” görüşüyle yazdığı dönemdeki eserlerinde ise çoklukla savaş felaketleri işlenmiştir.
Gerek birinci, gerekse ikinci döneminde gözlemlerden yararlanmış, ya doğrudan doğruya kendisinin gördüğü, ya da başkalarından dinlediği olayları yazmıştır.
2.Abdülhamit devrinde gezi özgürlüğü olmaması yüzünden konuları İstanbul sınırları içinde kapalı kalan Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarına karşılık, Yakup Kadri, daha ilk kitabından başlayarak, konularının çoğunu İstanbul dışındaki bölgelerden, genellikle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden almıştır.
         Yakup Kadri’nin bütün eserlerinde batılı sanatçı ve düşünürlerin açık etkileri görülür. Batı Edebiyat ve kültürüne sıkı sıkıya bağlılık gösteren sanatçı, kendi edebiyatımızdaki geleneksel konulara da yabancı durmamış; örneğin “Bir Serencam” hikayesinde Tanzimat edebiyatında sık rastlanan “tutsaklık” konusunu işlemiştir.
Sanatının 1. döneminde dil bakımından Edebiyat-ı Cedide’nin tutumunu sürdürmüştür. Hattâ “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının

ileri sürdüğü dilde sadeleşme akımına karşı çıkmıştır. Fakat bir süre sonra Ziya Gökalp’in de etkisiyle “Milli Edebiyat” akımını benimsemiş ve bu yolun en önemli sanatçılarından biri olmuştur.
         Yakup Kadri; topluma, kişilere ve olaylara oldukları gibi değil, kendi mizacı ve fikirleri açısından bakan bir romancıdır. Romanını besleyen kaynaklar, yazarın özel
yaşamını, duygu, düşünce ve anıları ile toplumun geçirdiği tarih dönemleri ve büyük olaylardır.
Kişilerin (roman kahramanlarının) dış görünüşüne önem vermez. Bunları birkaç tasvir ile geçiştirir. Ruh bakımından ise kahramanları da kendisi gibi karamsardır.


Türk romancılığının tarihi :

         Türkiye’de roman türü, 19. Yüzyılın ikinci  yarısında Tanzimat Edebiyatı döneminde, batı edebiyatından yapılan çevirilerle  tanınmaya başladı. 1860-1880 arasında batının birkaç klâsik yazarının belli başlı yapıtları Türkçe’ye aktarıldı. Victor Hugo’dan Sefiller, Daniel De Foe’den Robinson, Saint Pierre’den Pol ve Viginie, Alexandre Dumas Pere’den Monte Cristo gibi. Bu ilk çevirilerde seçilen yapıtlar, Divan Edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”, “Ferhat ile Şirin”, Aşık Edebiyatının “Kerem ile Aslı” ‘sı, Meddah hikâyeleri ile yetişen Türk okuyucularına aykırı gelmeyecek türden yapıtlardı. Aynı dönemde ilk yerli romanlar da yazılmaya başlandı. Ahmet Mithat’ın “Hasan Mellah” adlı serüven romanında Monte Cristo’nun, Namık Kemal’in “İntibah” romanında Kamelyalı Kadın’ın etkileri görülür.
Daha ilk yapıtlardan başlayarak Tanzimat romancılarının bi bölümü aydınlara (N.Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem) seslenmeyi yeğlemişlerdir. Bir bölümü de halka (Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Nabizade Nazım v.b.) seslenmişlerdir. Bunun sonucu olarak da halka seslenen yazarlar yalın dille, aydınlara seslenen yazarlarsa yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yazmışlardır. Bu dönem romancılarının işledikleri başlıca temalar, aile kurumu, tutsaklık ve alafrangalıktır. Türk toplumundaki ataerkil aile düzeninin doğurduğu bunalımları çeşitli yönlerden işleyen en önemli yazarlar Şemsettin Sami (Taaşşuk-i Talât ve Fıtnat), Ahmet Mithat (Teehhül), Sami Paşazade Sezai (Sergüzeşt)’tir.
Tutsaklık konusunda Namık Kemal (İntibah), Nabizade Nazım (Zehra) ‘ı sayabiliriz.
Aynı dönemdeki temalardan alafrangalık üzerine de Ahmet Mithat (Felâtun Bey ile Rakım Efendi), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) çok önemlidir.
Edebiyat-ı Cedide döneminde batıya bağlanma eğilimi daha da güçlenmiş, Fransız gerçekçi ve natüralist yazarlar (Stendhal, Balzac, Flaubert, Mauppassant, Daudet) yolunda yazmaya özenilmiştir. Bunun sonucu olarak hep yaşamda görülen veya görülmesi olasılığı bulunan olay ve kişiler seçilmiştir. Bu aşırı batı hayranlığı dilimizi de etkilemiştir. Bu dönemde 2. Abdülhamit’in sıkı sansürü nedeniyle toplum sorunlarına değinilmemiş ve dolayısıyla “Sanat için sanat” görüşü benimsenmiştir. Bu dönemin başlıca yazarları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın v.b.’dir. Aynı dönemde yaşayan Hüseyin Rahmi Gürpınar ise “toplum için sanat” görüşünü savunmuştur.
İkinci Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde Fransız realist ve natüralist yazarların yolunu izleyen romancılarımızdan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Hep O Şarkı, Bir Sürgün, Kiralık Konak, Yaban, Sodom ve Gomore), İngiliz Edebiyatının etkisinde kalan Halide edip Adıvar (Handan, Kalp Ağrısı) ‘ı sayabiliriz. Halide Edip Adıvar Kurtuluş savaşı yıllarında toplumsal konulara eğilerek Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında savaşın acılarını işlemiş, daha sonra da Türkiye’nin toplumsal durumunu yansıtan töre romanlarını, “Sinekli Bakkal” ve “Sonsuz Panayır” ‘ı yazmıştır.
Bu dönemin diğer sanatçıları Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa v.b.’dir.
Daha sonra ise edebiyatın çeşitli dallarında eserler veren Memduh Şevket Esendal’ı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı, Osman Cemal’i, Mithat Cemal’i ve Abdülhak Şinasi Hisar’ı sayabiliriz.
         Cumhuriyet döneminde de realizm (Kemal Tahir, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar) natüralizm (Reşat Enis), toplumcu gerçekçilik (Sabahattin Ali, Orhan Kemal) gibi akımlar yanında izlenimleri öne alan (Sait Faik v.b.) davranışlar romanımıza çeşitlilik kazandırmıştır.

Romanın ait olduğu dönemin tarihi ve edebi özellikleri:

“Yaban” romanı, Batı Etkisindeki Türk Edebiyatının “Milli Edebiyat” dönemine ait bir romandır.

Milli Edebiyat Dönemi : Meşrutiyet devrinde Osmanlı toplumunda dört siyasi akım görülmektedir: İslâmcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık ve Türkçülük.
İslâmcılık; kavimcilik düşüncesine karşı koyup, birleşik bir İslâm birliği, büyük bir İslâm devleti kurma ülküsüydü.
Osmanlıcılık; çeşitli uluslardan (Türk-Arap-Arnavut-Ermeni-Yunan-Sırp-Bulgar v.b.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi.
Batıcılık; sürekli yenilgilerle çökmeğe başlayan devleti kurtarmak için toplumu doğu uygarlığından batı uygarlığına geçirme çabası idi.
Fakat gerek Balkanlarda yaşayan Hristiyan uluslar, gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hristiyan azınlıklar arasında, önce Rusya’nın, daha sonra da Avrupa’nın kışkırtmalarıyla başlayan “ulusçuluk” hareketi Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı
Devleti’nin yıkımını hazırlamış, ayrıca Müslüman uluslar arasında da uyanan bağımsızlık istekleri Osmanlıcılık ülküsünden başka İslâmcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır.
         İşte bu devirde, imparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, bazı aydınlar, devletin çeşitli uluslara değil, “millet-i hâkime” (egemen ulus) diye adlandırılan asıl sahibine, yani Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır.Bu düşünce aydınların halka yönelmesine yol açmış ve bu davranışa “Türkçülük” adı verilmiştir. Siyaset alanındaki bu “halka doğru” hareketi, edebiyatta “ulusal kaynaklara dönme “ düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. Bu düşünce dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma, şiirde aruz ölçüsü yerine hece ölçüsünü kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyata da “Milli Edebiyat” adı verilmiştir.
         Bu edebiyat hikâye ve romanlarının en önemli özelliği sade dille yazılmış olmalarıdır. Bu dönemde, “memleket edebiyatı” çığırının başarılı ilk örnekleri verilmiştir. Konular İstanbul sınırlarından çıkmış ve yurdun her köşesinden ve her tabakadan insan hayatı konu olarak alınmıştır.
         Gözleme çok önem verilmiş ve bunun sonucu olarak Meşrutiyet döneminin Turancılık (Halide Edip Adıvar: Yeni Turan-Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar v.b.), İslâmcılık (Reşat Nuri: Yaprak Dökümü, Peyami Safa: Fatih Harbiye), kimi eserlerde tema olarak alınmıştır.
Milli Edebiyat akımının hikâye ve roman yazarlarının başlıcaları şunlardır :
Ömer Seyfettin - Halide Edip Adıvar – Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Refik Halit Karay – E.Ekrem Talu – O.C. Kaygılı – Reşat Nuri Güntekin – Peyami Safa – Mahmut Şevket Esendal – Halikarnas Balıkçısı ( C.Ş.Kabaağaçlı) – M.C. Kuntay – A.Ş. Hisar- M.Yesari.

Kaynaklar :

Yaban : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Türk Edebiyatı : Ahmet Kabaklı
Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman : Cevdet Kudret
Çağdaş Türk Edebiyatı : Şükran Kurdakul
Edebiyat Bilgileri : Rauf Mutluay
Büyük Larousse Ansiklopedisi
Türk Edebiyatı Antolojisi : Şemsettin Kutlu
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü : Behçet Necatigil
Resimli Türk Edebiyatı : Nihat Sami Banarlı
Dile Gelseler : Vedat Günyol
Türk Dili, Türk Romanında Kurtuluş Özel Sayısı : Selim İleri
Read more

2014 Fatih Harbiye Romanı Özeti, Konusu ve Ayrıntılı İncilenmesi

KİTABIN ADI                          : FATİH-HARBİYE
KİTABIN YAZARI                  : PEYAMİ SAFA
YAYIN EVİ                               : ÖTÜKEN
BASIM YILI                             : 1987
SAYFA SAYISI                        : 120
KİTABIN KONUSU:
Neriman’ın kendi kültürüyle Batı kültürü arasındaki kayboluşu ve  doğru yolu buluşu.
TEMA: Doğu-Batı Çatışması
GENİŞ ÖZETİ: Eserin baş kahramanı Neriman lise yıllarında tanıştığı ve yedi yıldır birlikte olduğu dostuŞinasi’den gittikçe uzaklaşmaya başlar.Artık o Şinasi’nin ve çevresindekilerin tanıdığı Neriman değildir.Giyimi,zevkleri,derslerine ve çevresine karşı olan tavırları değişmiştir.

Neriman son zamanlarda Doğu medeniyeti ve ona ait herşeyden nefret etmekte buna karşılıkBatı medeniyeti ve ona ait her şeye sevgi ve hayranlık duymaktadır.Bu yüzden İstanbul’da batının etkilerini en çok üzerinde taşıyan Beyoğlu semtine karşı aşırı sevgi duyar ve herfırsatta evlerinin bulunduğu Fatih’ten tramvayla oraya dolaşmaya gider.

Neriman Beyoğlu’na gide gele konservatuvarın Batı müziği bölümü ve Beyoğlu’ndan tanıştığı zengin aile çocuğu Macit’le arkadaş olur. Macit, Neriman’ın gözünde Batıyı ve medeniliği temsil eden bir gençtir.Bu yüzden ona karşı bir sevgi duyar.Hatta Neriman bir gün Şinasi ile okuldan birlikte çıkar.Ancak Neriman Şinasi’ye belki de hayatında ilk defa yalan söyleyerek Macit ile buluşmaya gider.Fakat Şinasi bu yalanın farkına varır ve araları iyice bozulur.

Neriman Batı'ya ait şeylere merak sarmaya başladığından beri sürekli Beyoğlu’na gider gelirdi.Beyoğlu’na gidince sanki hapisten çıkmış gibi olurdu.Beyoğlu,onun için Newyork,Fatih ise Kabil gibidir.Yine Neriman bir gün Fahriye’yle birlikte Beyoğlu’nda gezerlerken Macit’e  rastlarlar.Macit Neriman’ı zengin insanların katılacağı büyük bir baloya davet eder.Neriman’da bu baloya katılmayı çok istemektedir.Baloya gitmeye izin alabilmek ve gerekli parayı temin edebilmek için,son zamanlarda değişen tavırlarından dolayı kendisine kızmakta olan babası Faiz Bey’in gözüne girmeye çalışır.Bu yüzden şimdiye kadar mutfağa girmekten iğreti duyan Neriman o akşam mutfağa girer ve babasının gözüne biraz da olsa girmeyi başarır.Neriman yine babasının hoşuna giden davranışlar yaparak babasının gözüne iyice girer.

Neriman ne kadar iyi kız rolünü oynamak zorunda olsa da akşamları evde durmaya tahammül edemez duruma gelir.Sokaktan geçen helvacılardan,başına koyduğu yastıktan gelen lavanta çiçeği kokusundan ve minarelerden yükselen ezanlardan bıkar.Oysa Neriman,eskiden bunların hepsinden çok hoşlanan biridir.

Neriman yine bir gün Şinasi’yi gerçekten sevip sevmediğini,Şinasi ile aralarındakilerin bir aşk mı yoksa çocukluktan gelen bir sevgi mi olduğunu düşünür.Şinasi’yle aralarının önceden çok iyi olduğunu ne olduysa Macit’le tanıştıktan sonra olduğunu düşünür ve Şinasi’yi gerçekten sevdiğini,eskiden de bir çok kere küsüp barıştıklarını,bu küskünlüğünde kuvvetli bir sevgi ile düzelebileceğini düşünür ve babasının akşam Şinasi’yi eve çağırması vesilesiyle Şinasi’nin yanına gider.Şinasi ile aralarındaki durumu dolaşırlarken konuşurlar.Şinasi bir ara sinirle Neriman’a dokunucu sözler söyler ve Neriman sapsarı kesilir.Neriman’ın önceden sinir krizleri geçirdiğini ve yine geçirebileceğini düşünen Şinasi Neriman’ın koluna girer.Neriman aldığı bu cesaretle kolunu şiddetle çeker.Tam bir şey söyleyecekken düşüp,bayılır.Daha sonra Şinasi Neriman’ı önce eczaneye sonra evine götürür.Burada Faiz Bey,Şinasi’ye artık evlenmeleri gerektiğini söyler ve Şinasi de bu evliliğin olacağını söyleyerek Faiz Bey’in sözüne itaat eder.

Faiz Bey kızıyla bir gün konuşurken evlilik konusunu ona da açar.Neriman,Şinasi’yle uzun zamandan beri birlikte olduğunu,onu çok sevdiğini ve bu evliliğin elbette olacağını babasına söyler.Ancak bir iki ay babasından müsaade ister.Buna sebep olarak ta karışık duygular içinde olduğunu,kafasını toparladıktan sonra bu işin olacağını söyler.Arkasından balo fikrini açmak için en uygun zaman olduğuna karar verir ve babasına böyle bir balo olduğunu bütün arkadaşlarının katılacağını kendisinin de bu baloya katılmak istediğini söyler.Faiz Bey de baloya katılmasına müsaade eder ancak Şinasi ile gitmesi şartıyla.

Şinasi Ferit’le buluşup Neriman’ın çok değiştiğini buna engel olamadığını anlatır.Ferit’te Şinasi’ye Neriman’ı bir daha Macit’le görüşmemesini sağlaması gerektiğini anlatır.Bu konuşmadan sonra Şinasi’nin bütün fikirleri bir anda değişir ve bir daha Neriman’ı Macit’le görüştürmemeye ve baloya gitmemesine karar verir.Akşam da Neriman’ı Feritlere çağırıp orada bütün bu konuşulanları Neriman’a anlatıp dediklerini yapmasını söylemeye karar verir.

Neriman baloya gitmesi için elbiseye ihtiyacı olduğunu biliyordu.Bunun için bir çok baloya gitmiş olan dayısının kızlarına danışmaya Şişli’ye gider.Fakat burada dinlediği bir olay Neriman’ın hayatını değiştirir.

Anlatılan olay şudur:”Fakir bir Rus gitaristiyle yaşayan bir Rus kızı,az parayla yaşamak kendisine ağır geldiği için onu terk ederek,tanıştığı zengin bir Rum ile evlenir.Fakat bu zenginlik içindeki hayatta eskisinden çok daha mutsuz olur.Bu hayattaki her şeyi ve çevresindeki insanların davranışlarını basit ve yapmacık bulur.Pişman olarak tekrar fakir Rus gitariste döner.Fakat adam kendisini kabul etmez.Buna dayanamayan Rus kızı intihar eder.”

Neriman dinlediği bu olayla kendi hayatı arasında büyük bir benzerlik bulur.Gittiği yolun yanlış olduğunu,mutlu olmak için sadece paranın ve medeniyetin yeterli olmadığını,iç huzurun da gerektiğini anlar.Balodan da Macit’ten de vazgeçer.

Neriman akşam Feritlere Gülter ile birlikte gider.Burada Nezahet,Şinasi,Faiz Bey,Müderris Şeref Bey,Ziya Bey,Muammer ve Ferit vardır.Sohbette doğu ile batı müziği arasındaki farklardan,doğu müziğinin her zaman batı müziğinden üstün olduğundan bahsediliyordu.Konuşma sırasında bütün laflar Neriman’a dokunduruluyordu.Neriman sonunda dayanamayarak ağlamaya başlar ve ağlarken “Ben alçak değilim baba,ben alçak değilim…”diyordu.Daha sonra ağlaması bitince her şeyi orada bulunanlara anlatır.Balodan ve Macit’ten vazgeçtiğini söyler.Doğu medeniyeti ürünü olduğu düşünerek bir kenara bırakmış olduğu udunu tekrar eline alır.Herkes Neriman’ın eski haline dönmesinden çok mutludur.

Ferit'lerden eve döndüklerinde herkes huzurludur.Mutsuz geçen günlerin ardından hepsi nihayet huzurlu günlerine geri dönmüşlerdir.Faiz Bey on gecedir, saatlerce uyumamıştı.Fakat bu gece öyle huzurlu öyle mutluydu ki rahat bir uykuya dalar. 
ŞAHIS KADROSU VE ÖZELLİKLERİ:


NERİMAN:Olayın baş kahramanlarından biridir.Neriman Darülelhan’da müzik eğitimi alan ve ud çalan bir kişidir.Batı kültürü ve ona ait olan şeylere merak eden biridir.Batıya merak sarmaya başladığından beri kıyafetleri ve tavırları değişmiştir.Neriman çoğu şeyde kendisinin haklı olduğunu düşünen karşısındakinin haksız olduğunu düşünen biraz bencil biridir.Lise öğrenimini Süleymaniye Kız Lisesi’nde yapmıştır.Sinir nöbetleri geçiren biridir.İstediği kişiyle arkadaş olabilen,bulunduğu ortama uyum sağlayan biridir.

ŞİNASİ:Olayın baş kahramanlarından biridir.Şinasi, Fatih’te oturan,sessiz,terbiyeli,haluk ve iyi bir eğitim almış biridir.Şinasi görünüş olarak asil birine benzemektedir.Şinasi üstüne başına giyindiğine pek fazla dikkat etmeyen biridir.Konuşmalarında daima pasif dövüşüp yani az konuşup karşısındakinin hücum etmesini ve sessiz bir müdafaa ile muzaffer olmayı seven biridir.Şinasi müzik aleti olarak kemençeyi çok sevmekte ve çok iyi çalmaktadır.Şinasi’de Neriman gibi Darülelhan’da müzik eğitimi almaktadır.Kitapta doğuyu temsil eden ve Neriman’a aşık olan kişidir. 

FAİZ BEY:Neriman’ın babasıdır.Müzik aleti olarak ney çalmayı sevmektedir.Faiz Bey Mesnevi,Rubaiyat gibi eserleri ve Gazali ile Farabi’nin eserlerini okumayı seven biridir.Türk kültürüne son derece bağlı tarihe merak eden biridir.Şu an emeklidir.Eskiden Üsküdar Maarif Evrak Müdürü’dür.Faiz Bey kızına son derece düşkün ve sessiz biridir.

MACİT:Temiz,bakımlı,giyimine dikkat eden ,nazik biridir.Kitapta batıyı temsil eden kişidir.Bir süre Darülelhan’da müzik eğitimi almış ve keman çalan biridir.Darülelhan’da Neriman’la tanışıp arkadaş olmuşlardır.Neriman’ın Şinasi’den uzaklaşmasına yol açan kişidir.
Birisine gösterdiği sevgi gerçek sevgi olmayan sevdiğim dediği kişiyle sadece gönül eğlendirmek için birlikte olan bir kişidir.

GÜLTER:Faiz Bey ve ailesinin uzun yıllardan beri hizmetçiliğini yapan kişidir.Faiz Bey’in sözünden dışarı çıkmayan,her dediğini yapan biridir.

FAHRİYE:Neriman’ın ve Şinasi’nin kız arkadaşıdır.Darülelhan’da müzik eğitimi alıyordur.Sürekli Neriman’la gezip dolaşan,Neriman’ın kafa dengi biridir.

NEZAHET:Şinasi’nin kız kardeşi aynı zamanda Neriman’ın kız arkadaşıdır.Neriman’la birlikte Süleymaniye Kız Lisesi’ne gitmiştir.

FERİT:Şinasi’nin erkek arkadaşıdır.

MUAMMER:Ferit’in arkadaşıdır.

NERİMAN’IN DAYISININ KIZLARI:Şişli’de oturuyorlar.Bir çok baloya gitmiş ve batı kültürüyle yetişmişlerdir.

ÜLVİYE:Neriman’ın kız arkadaşıdır.

NERİMAN’IN BÜYÜK ANNESİ:Becerikli,temiz,tertipli iyi bir ev kadınıdır.Tarih okumayı seven,Arapça ve Farisice bilen biridir.


MEKAN İNCELEMESİ:

Olaylar Fatih,Harbiye,Şişli ve Beyoğlu’nda geçmektedir.Fatih,genellikle Müslümanların oturduğu,doğuyu temsil eden yerdir.Harbiye,Şişli ve Beyoğlu genelde gayrimüslimlerin oturduğu,batıyı temsil eden yerdir.Fatih ve Harbiye ikisi de İstanbul’un Avrupa yakasında bulunmaktadır.Fakat ikisi de birbirinden çok uzak yerler gibidir.Oysa Fatih’ten Beyoğlu’na tramvayla kısa bir sürede gidilebiliyordu.

İstanbul içinde doğu ve batı kültürlerini barındıran,iki farklı medeniyetin birleştiği,her tarafı tarih kokan bir şehirdir.



DOĞU-BATI ÇATIŞMASI AÇISINDAN MEKAN İNCELEMESİ
Bu başlık için yararlanılan kaynak yazı  için : TIKLAYINIZ 
Romanda Doğu-Batı çatışması daha çok mekânlar üzerinden 
verilmiştir. Bu çatışmayı simgeleyen mekânlar ise Fatih ve Harbiye’dir. 
Çatışma kimi zaman roman kahramanlarının ağzından dile  getirilebilmektedir: 
Neriman, uzun süredir kendisini etkileyen sorunun çözümünü kedisi 
Sarman'da bulur. Batılıları köpeğe, Doğuluları kediye benzetir. Fatih 
halkının Doğulular gibi uyuduğunu, modern bir görüntüye kavuşan 
Beyoğlu'nun ve Beyoğlu halkının ise Batılılar gibi canlı, uyurken bile uyanık 
olduklarını, çok çalışıp çok kazanarak iyi yaşadıklarını düşünür ve bunu 
şöyle dile getirir:
Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benziyorlar. Kedi yer, içer, yatar, 
doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri 
uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; tapacı, tenbel ve 
hayalperest mahluk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik ve 
atılgandır. İşe yarar; birçok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. 
En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır. (s. 42) 
Romanın asıl tipi olan Neriman, roman kurgusunda Fatih-Harbiye 
çatışmasını şu satırlarla da ifade etmektedir:
– Çünkü ben bir Fatih kızı olmak istemiyorum. Anlıyor musun? 
Böyle yaşamaktan nefret ediyorum, eskilikten nefret ediyorum, 
yeniyi ve güzeli istiyorum, anlıyor musun? Eski ve yırtık ve pis 
iğrenç bir elbiseyi üstümden atar gibi bu hayattan ayrılmak, 
çıkmak istiyorum. İhtiyar adam, bozuk sokak, salaşpur ve gıy gıy, 
hey hey, ezan, helvacı... bıktım artık ben başka şeyler istiyorum, 
başka, bambaşka, anlamıyor musun?” (s. 64) Beni asıl 

sinirlendiren şey, bu semtte, bu evde her şeyden mahrum
yaşamaktır. Şinasi de beni bundan kurtaramayacak, o da benim 
arzularımı anlamıyor… Ben, dedi, ben....Nasıl söyleyeyim? Daha 
medeni yaşamak istiyorum... Siz bana hak vermezsiniz, ben...” 
Faiz Bey, kızının sözünü keserek, “hak veriyorum” diyerek, 
Neriman'ın bollukta büyüdüğünden istediklerinin olmadığı için 
sıkıldığını sanmaktadır.” (s. 76) Eskiden yalnız hissederdim, fakat 
ne istediğimi bilmezdim .. Bak ortalıkta da neler oluyor, her şey 
değişmiyor mu? Ben de bu memleketin kızı değil miyim? Benim de 
medeni yaşamaya hakkım yok mu? Söyle... Cevap ver... Bak 
susuyorsun... Ne düşündüğünü anlamak kabil değil ki işte, beni 
bu sinirlendiriyor.... Geçen gün de bunun için bayıldım... (s. 81) 
Ayten Genç, “Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye Romanında Doğu-Batı
Çatışması” adlı çalışmasında bu çatışmayı şöyle değerlendirir: 
Safa’nın eserindeki Doğu ile Batı arasındaki mücadele, bir insanın 
kendi nefsiyle mücadelesine benzer. Bunların sentezi, insanın var 
olmak için muhtaç olduğu vahdetin ifadesidir. İnsan, 
bütünlüğünü ve tamlığını ancak bu sentezde bulabilir. Ayrıca 
romanın Gazali'nin manevi değerlerin üstünlüğünü dile getiren 
sözleriyle bitmesi bu tezi doğrulamaktadır

Romanda asıl mekân Fatih ve Harbiye’dir ve Doğu-Batı çatışması
özellikle bu mekânların sosyal hayattaki tesirleri üzerinden 
anlatılmaktadır. Romanda olayların ve çatışmaların cereyan ettiği diğer 
mekânlar Darülfünün, Darülelhan, Maksim, löbon, tramvay ve Ferit’in 
evidir. 
Doğu kültüründe konak ve konak hayatının çöküşü birçok etmene 
bağlıdır. 
Fatih Harbiye, her ne kadar, asrileşme cereyanlarının bir genç kız 
üzerindeki etkilerini yansıtıyor gibi görünse de asrileşme hareketi 
içinde konağın da bundan nasıl etkilendiğini açıkça ortaya koyar. 
Özellikle bu etkilenmeler -somut bir şekilde- fiziksel atmosferi 
yansıtan mekân tasvirleri vasıtasıyla verilmiştir23.” 
Aşağıda Neriman ve Şinasi’nin önlerinden geçtiği tarihi konak tasviri 
de bu etkilenmelerin çemberinde kalan örneklerden biridir: 
İkisini o gün buluşturan meseleyi bir an için unutarak 
yürüyorlardı. Karanlık, harap ve dar bir sokağa saptılar. Sağ kolda 
bir tek, büyük, tahinî boyalı tahta konak vardı, ileri doğru çıkan 
şahnişi, karşısında bir yıkık duvar üstünden sokağa doğru eğilen 
büyük bir ağacın dallarına o kadar yaklaşıyordu ki havayı
kapatıyor ve sokağı bir tünel gibi karartıyordu. Bu, eski bir 
konaktı, her tarafı çağrılmış, pencereleri müstakillerinin 
intizamını kaybetmiş, saçaklarından bazı tahtalar ve çinkolar 
sarkmış, kaplamalarında bazı yarıklar peyda olmuş, çöküvermeye 
hazır ve üç yaşında bir çocuk tarafından itilse yıkılacak gibi 
görünen son derece viran bir konak. Neriman ve Şinasi, hiçbir 
gün, bu konağın kapısının açıldığını görmediler. Senelerden beri 
önünden geçtikleri bu binanın içinde ne bir ayak sesi, ne bir 
gürültü, ne bir pencere açılıp kapanması, ne bir öksürük… Hiçbir 
şey duymadılar. En alt kattaki mutfak ve kömürlük pencerelerine 
tel kaplanmıştı ve üstündeki örümcek ağlarının hiçbiri 
temizlenmemişti. Neriman ve Şinasi bu pencerelerden bakarlar ve 
koyu bir karanlıktan başka hiçbir şey görmeye muvaffak 
olamazlardı (s., 64). 
Fatih Harbiye romanında mekân olgusu Doğu-Batı çatışmasını ifade 
ederken, mekânın dönemi yansıtması açısından önemini, araştırmacı M. 
Bakır Engül şöyle dile getirmektedir: 
Mekan, romanda öncelikle sahne görevi görür. Bunun dışında 
romancı mekân unsurunu; a) olayların cereyan ettiği çevreyi 
tanıtmak, b) roman kahramanlarını çizmek, c) toplumu 
yansıtmak, d) atmosfer yaratmak cihetinde kullanabilir ve o, 
23 Ferda Zambak, Türk Romanında Mekan, (Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Muğla 2007, s. 95. Fatih Harbiye Romanına Edebiyat Sosyolojisi Açısından Bir Bakış |65
olayları şekillendirirken bunlardan birini devreye soktuğu gibi 
birkaçını da dikkate alabilir.

Şerif Mardin, Fatih Harbiye romanında eserin kurgusu içinde 
Harbiye’yi anlatırken; Harbiye’nin, Mülkiye ile birlikte birer total kurum 
olduklarını belirtmektedir. Mardin’e göre bu özgünlük içerisinde, XIX. 
yüzyılın sonlarında Harbiye’de yetişen gençler, Tanzimat’tan beri izlenen 
çizginin üzerinde yeni değerlerle donanıyorlardı

ZAMAN İNCELEMESİ

Zaman olarak 1930’lu yıllardır.Bu yıllar Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketlerinin iyice alevlendiği,Türk tipinde ve cemiyetinde farklılıklar oluşmaya başladığı dönemdir.Bazı Türklerin batı medeniyetini,doğu medeniyetinden üstün görmeye başladığı,doğu medeniyetine ait olan şeylerin çirkin görülmeye,batıya ait olanların benimsenmeye başladığı dönemdir.

Kitapta geçen olaylar on gün içinde olmaktadır.Ara sıra anlatım içinde eski günlere dönülmekte ve o günler anlatılmaktadır.


ROMAN HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME:
Sonuç 
Peyami Safa’nın olgunluk döneminin eseri olan Fatih Harbiye romanı
1920-1960’lı yılların sosyal yapısını, kültür çatışmalarını Doğu-Batı
karşıtlığı bağlamında yansıtan, incelenmeye değer metinlerdendir. Eserde 
tipler, mekân, kültürü yansıtan aletler ve kıyafetler Doğulular ve Batılılar 
olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Batılı tipler, Batıyı temsil eden 
mekânlarda yaşayıp, alafranga müzik aletleri kullanıp, batıya özgü 
kıyafetler giyinirler; Doğulu tipler, Doğuyu temsil eden mekânlarda 
yaşamakta, Doğu tarzı kıyafetler giyinmekte ve alaturka müzik aletleri 
çalmaktadırlar. Bunlar iki zıt kültürel değer olarak karşıt tematik güçler 
biçiminde karşımıza çıkmaktadırlar. 
Modernleşme -yani Batılı bir kimlik kazanma- sürecinde Doğu 
roman geleneğine karşı, onun yerini almaya çalışan erken dönem Türk 
romanlarından Fatih Harbiye, çağdaşı diğer roman örnekleri gibi dönemin 
karmaşık düşünsel yaşamının bir yansımasıdır. Bu bağlamda, yazarın 
yoğunlaştığı ve altını çizmek istediği nokta, özellikle bu sıkıntılı süreç 
olduğu için, roman karakterlerinin iç dünyasından ziyade, sürece ilişkin 
şablonik yaklaşımlar ve birtakım zihinsel açmazlar ön planda 
görülmektedir. Bununla beraber, dönemin siyasî, sosyal ve kültürel karmaşa 
iklimi çerçevesinde bu manzara, son derece anlaşılır durmaktadır. 
Aslı Çırakman, “Avrupa Fikrinden Avrupa Merkezciliğe”, Doğu Batı
Dergisi, S. 14, Ankara 2001, s. 46’da “Batı Oryantalizm’inin gözüyle Doğu, 
azgelişmişliğin, barbarlık ve ilkelliğin merkezi olup, ya izole edilmeli ya da 
hızla Batılılaştırılmalıdır. O günkü haliyle “Doğu hastalık ve yoksulluktur.” 
anlayışına Fatih-Harbiye’de tam da bunun tersi olan bir bakış hakîmdir. 
Peyami aynı yaklaşımı Batı’ya uygulamakta, yücelttiği Doğu uygarlığını
zihin ve ruhla donatıp Batı’yı ruhtan yoksun, salt maddi hazlar peşinde 

koşan bedene benzetmektedir. Denilebilir ki, her iki taraf “öteki” fikrini ve tanımlamasını kendi oluşturmakta, olanın değil olması gerekenin 
problematiği ile uğraşarak zaman kaybetmektedir. Eğer iki ayrı öze sahip 
iki farklı dünya tasarlanmışsa ve biri diğerine üstün olarak tanımlanmışsa 
bu imgelerin net, özcü ve indirgeyici olması kaçınılmazdır. O zaman gerçek 
ortada yoktur ve imgeler çatışmaktadır” der. Bu şekilde bakıldığında FatihHarbiye romanında da aynı durum –yani imgelerin çatışması- söz 
konusudur. 
Peyami Safa, Fatih Harbiye adlı romanında, geleneğin salt aktarım 
olarak dirilmesi için bütün değerleri o yönde tekrar canlandırır. Ona göre 
bu diriliş, büyük bir kopuşun dizginlenmesiyle mümkündür. Nan A Lee, 
Peyami Safa’nın Eserlerinde Doğu-Batı Meselesi, Ötüken Yay., İstanbul 1997, s. 
102’de “Fatih- Harbiye romanı, Türkiye’nin toplumsal değişmelerinden 
doğan bunalımlarını konu almaktadır. Doğu ile Batı arasındaki değerlerden 
ve bütün bir yaşayış tarzıyla seçim yapmak zorunluluğundan doğan 
bunalımlar, dengesizlikler kadın kahraman Neriman’ın aracılığı ile 
yansıtılmaktadır” diyerek, romanın içerik düzlemini çok doğru bir tahlille 
dile getirmektedir. 
Read more

11. Sınıf Edebiyat Sayfa 162 Soruları ve Cevapları [ Yıldırım Yayınları ]

SAYFA 162.
5.ETKİNLİK:
Metindeki ifadeler kesin ve açıktır.Metinde gündelik hayatla ilgili kelimelerden, kavramlardan, terimlerden faydalanılmıştır.

6.Milli edebiyat döneminde önceki dönemlerden (Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati'de bireysel temalar işlendiğinden dil kapalı ve ağır)farklı olarak halkı bilinlendirmek, aydınlatmak amaçlandığından Milli Edebiyatçılar sade dile çok önem vermişlerdir.

6.ETKİNLİK:
Metinde halkın yaşama tarzından ve tarihten gelen değerlere önem verilmiştir.Metinde yazar  Anadolu Türk halk kültürünü yoğun bir biçimde işlenmiş, bunları sade bir dille anlatılmıştır.
7.Metin öğretici metin geleneğine (fıkra) göre yazılmıştır.


7.ETKİNLİK:
FALİH RIFKI ATAY (1884 – 1971)
  • Fıkra, anı, makale ve gezi yazılarıyla tanınmıştır.
  • Kurtuluş Savaşı yıllarını, Batılılaşmayı, cumhuriyeti konu edinmiştir.
  • Yakından tanıdığı Atatürk’le ilgili anı türünde verdiği eser­leriyle ve gezi kitaplarıyla ün yapmıştır.
  • Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda da etkili bir isimdir.
Eserleri:
  • Anı: Ateş ve Güneş, Zeytindağı, Çankaya, Atatürk’ün Hatıraları, Babamız Atatürk
  • Gezi Yazısı: Deniz Aşırı, Taymis Kıyıları, Tuna Kıyıları, Hind, Bizim Akdeniz, Yolcu Defteri, Yeni Rusya, Gezerek Gördüklerim

Yazar edebi kişiliğini eserlerine yansıtmıştır.
Read more