Julius ve Ethel Rosenberg'lerin Aşk Hikayesi, Ölümleri

Ethel Greenglass Rosenberg (d. 25 Eylül 1915 – ö. 19 Haziran 1953) ve Julius Rosenberg (d. 12 Mayıs 1918 – ö. 19 Haziran 1953), ABD'li vatandaşı ve Amerikan Komünist Partisi CPUSA üyesiydiler. 


Sovyetler Birliği adına casusluk yapmakla suçlanıp yargılandılar, suçlu bulundular ve idam edildiler.
SSCB'ye atom içerikli gizli bilgiler sızdırmakla ilgili suçlamaların doğruluğu o zamanlarda tartışmalıdır. On yıllarca sonra Sovyet haberleşmeleri Venona projesi ile deşifre edilmiş ve kamuya açılmıştır. Bu haberleşmelerde Julius Rosenberg'in aktif olarak casusluk yaptığı yer almakta ancak, suçlu bulunduğu casuslukla ilgili ya da Ethel Rosenberg'in ilgisi olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Çift casusluk yapmak için komplo ile ve nükleer silah sırlarını Rus ajanlara iletmekle suçlanmışlardı.
 İdam kararına bütün dünya tepki göstermiştir. Amerikan yetkilileri "yalan söyledik" diye ifade verin idamınızı 30 yıla hapis cezasına indirelim diye teklif götürmüş fakat kabul görmemiştir. Daha sonra yapılan 20 yıl teklifide kabul edilmemiştir. Sanıklar yalan söylemediklerini ifade etmişlerdir. Son yapılan teklifle Bayan Rosenberg'e bütün şuçu eşine yüklersen seni serbest bırakalım denilmiş fakat yine reddedilmiştir. Bu teklifler idam gününe kadar devam ettirilmiştir. Venona projesi kapsamında yayınlanan haberleşmelerin Amerika Birleşik Devletleri tarafından yayınlandığı ve bu davada Amerika Birleşik Devletleri'nin taraf olduğu gerçeği suçlamalar ve dava sonucu hakkındaki tartışmaları sürdürmektedir.




"korkunç gerçek şu ki, bizim davamız ilerici insanları felç etmek için bahane olarak kullanılıyor..."


ikinci paylaşım savaşı'nın ardından amerika birleşik devletleri yıllarca "soğuk savaş" olarak ifade edilecek bir döneme giriyordu. 1950'li yıllar komünist avcısı faşizmin, gericiliğin, mccarthy'nin, sovyetler birliği'ne karşı kışkırtmaların, kore savaşı'nın, aşırı silahlanmanın amerika'sıdır. ekonomik krizin yol açtığı yoksulluk, faşist eğilimlerin yaygınlaşmasına karşı direniş ve sosyalist sovyetler birliği'nin kazanımları, bu dönemde abd'de komünist hareketi güçlendirmişti. abd komünist partisi'nin 1930'da 7500 üyesi varken, bu sayı 1939'da yaklaşık 100.000'e çıkmıştı. yeni hükümet, mccarthy gibi faşist politikacılarının onayıyla ülkeye bir korku hayaleti saldı. bu hayaletin ismi "komünizm"di. kısa süre içerisinde "polis devleti" önlemleri uygulamaya konuldu. adalet sistemi de buna uydu ve tüm yurttaşların özgürlük ve temel anayasal haklarını tehdit etmeye başladı. abd'nin bu dönemde dünyaya karşı asıl tehdit aracı atom bombası tekeliydi. ikinci paylaşım savaşı sırasında japonya'nın hiroşima ve nagazaki kentlerine atılan atom bombaları bunun göstergesi olmuştu. fakat 1949 yılında sovyetler birliği ilk atom bombası denemesini yapınca abd'nin tekeli kırılmış ve bu alandaki politikaları iflas etmişti. yaşanan teknolojik yenilginin örtbas edilmesi için abd'nin bir komploya ihtiyacı vardı. komplonun amacı; sovyet atom araştırmalarının temelinin sosyalist bilginlerin başarıları değil de abd'den çalınan bilgiler olduğunun kamuoyuna gösterilmesiydi. abd'de mutlaka sovyetler birliği'nin casusları olmalı ve bu casuslar sırları sovyetler birliği'ne kaçırılmalıydı. çünkü abd kendi dışında kimsenin atom bombası yapabileceğine inanmıyordu. aynı günlerde fbi'nin denetimi altında ve senatör mccarthy yönetiminde ülkede büyük bir oyun sahnelenmeye başlamıştı: "abd'de bir rus casusluk ağı vardır, yoksa bile yaratılmalıdır".
komünistlere ve ilerici insanlara karşı cadı avında 6000 fbi elemanı, 1800 adalet bakanlığı memuru, amerikan silahlı kuvvetlerinin 22 000 güvenlik elemanı, 16 000 maliye bakanlığı memuru ve diğer hükümet kurumlarının 7000 güvenlik elemanı kullanıldı. binlerce amerikalı siyasi düşüncelerinden dolayı mahkûm oldu, hapishaneye girmek, işlerini yitirmek zorunda kaldı ve bir daha iş bulamadı. abd komünist partisi politbürosu'nun 12 üyesi tutuklandı, bunlardan 10'u 5'er yıl ağır hapis ve yüksek para cezalarına çarptırıldı. yüzbinlerce insan şu günlerde de modasını yitirmeyen "amerika'yı yıkıcı faaliyetlerden koruma" adına fişlendi, suçlandı, hapse atıldı, julius ve ethel rosenberg örneğinde olduğu gibi bazıları katledildi. julius ve ethel, bu kampanyaya bağlı bir komplo ile tutuklandı, tarihe hukuksuzluğun en büyük örneklerinden biri olarak geçen bir mahkeme sonucunda da idam edildi.


ethel rosenberg 28 eylül 1915'te, abd'nin en yoksul semtlerinden birinde, manhattan'ın lower east side semtinde doğdu. rusya göçmeni babası ve avusturya göçmeni annesi, ikisi de ortodoks yahudi'ydi. ethel ailenin en büyük çocuğuydı, üç erkek kardeşi daha vardı: samuel, bernard ve david. david, ethel'in geleceğinde çok büyük rol oynayacaktı. ethel yetenekli bir öğrenciydi ve liseye devam edebildi. öğrencilik dönemi boyunca iyi bir oyunculuk yeteneğine de sahip olduğu görüldü. üniversite eğitimi almayı düşünüyordu, fakat 30'lu yıllardaki ağır ekonomik buhran ve anne-babasının yoksulluğu nedeniyle bunu başaramadı. bir yandan iş ararken, bir amatör tiyatro grubuna girip şarkı söylemeye başladı. iş bulamayınca, muhasebe ve sekreterlik kursuna kaydoldu. kursu bitirdikten sonra yarım günlük bir iş buldu. burada ilk kez komünist ve devrimci kadın, erkek işçilerle karşılaştı. çalıştığı işyerinde grev komitesine seçildi, direnişlere katıldı. işten atıldı ama haklarını arayarak tekrar işine dönmeyi başardı. sanatsal yeteneğini, şarkı söylemeyi, sosyal ve siyasi yaşamıyla birleştirmeyi de başardı. mitinglerde de şarkı söyledi. 1936 yılbaşında julius ile bir işçi toplantısında tanıştı ve birbirlerine aşık oldular. 1939 yılında evlendiler.


ethel, 1940'ta daha sonra davasını çok etkileyecek olan komünist partisi'nin bir seçim çağrısını imzaladı. fbi, anti-komünist cadı avında kapsamında ethel'i de bu imza nedeniyle fişlemekten geri durmadı. dosyasına ikinci "mim", istatistik dairesi'ne sırf kızlık soyadıyla iş başvurusunda bulunduğu için kondu ki o zamanlar evli kadınların iş bulma konusunda nerdeyse hiçbir şansı yoktu. ethel çok derin bir antifaşist yaklaşıma sahipti. kırklı yıllarda, faşizmin saldırısına uğrayanları desteklemek için çeşitli komitelerde çalıştı. ev işleriyle ve çok ciddiye aldığı çocuklarının eğitimiyle de uğraştı. çocuklarıyla otoriter değil, dostluğa dayalı bir ilişki geliştirmeye çalıştı. bu, o zamanki koşullar için olağanüstü bir şeydi.


beş kardeşin en küçüğü julius rosenberg ise 12 mayıs 1918'de doğdu. babası harry ve annesi sophie çarlık rusyası'ndan göçmüşlerdi. julius'un anne ve babası da ortodoks yahudi'ydi. julius başarılı bir öğrenciydi ve new york city college'a devam edip, mühendislik bilimleri okudu. elektrik mühendisi oldu. üniversitede "genç komünistler birliği" ile temasa girdi ve bu birliğe üye oldu. sanayi sendikasında örgütlü olan julius, 1939'da komünist partisi üyesi oldu ve kendi semtindeki bir parti örgütünde çalıştı. kamu sektöründe kendine bir iş buldu. cadı avcılarının komünistlere karşı ağlarını genişlettikleri bu dönemde julius 1941'de iki kez "sadakat testi"nden geçmek zorunda kaldı. soruşturmalar sırasında komünist partisi'ne üyeliğini inkâr etti. komünist avcılarının ana karargâhı fbi, 1945'te komünist partisi'ne üye olduğu için julius'un işine son verdirdi. işsizlik yüzünden rosenbergler'in mali durumu acı bir şekilde kötüleştikten sonra, julius, ethel'in en küçük erkek kardeşi, kayınbiraderi david greenglass ile birlikte küçük bir tamirhane açtı fakat bu işyeri kısa bir süre içerisinde iflas etti. üstelik david, birlikte yapmış oldukları yatırımları ondan geri istiyordu. aralarında para nedeniyle sorun çıkmıştı. bütün bunlar olurken julius, siyasi eylemlere ve kampanyalara katılmaya devam etti.


atom bombası, küçük kardeş david ve komplo!


rosenberg ailesi işte tam bu sırada komplo ile yüz yüze geldiler. komplo, 1945'te tutuklanan bir abd komünist partisi üyesinin, sorgulamalar sonucunda casusluk faaliyeti içerisinde 80 kişinin ismini fbi'ya açıklamasına ve bu soruşturmanın ethel'in küçük kardeşi david greenglass'a kadar ulaşmasına dayandırıldı. bundan sonrası planlanmış bir oyunun parçalarıydı. rosenbergler için ölüm kararı anlamına gelecek olan bir casusluk iddiası uyduruldu. esas şahit, ethel rosenberg'in kardeşi david greenglass idi, bir başka satılık şahit ise, david'in karısı gelin ruth olmuştu. david greenglass, gençliğinde, abd komünist partisi'nin gençlik örgütü üyesiydi. askerlik hizmeti sırasında, atom bombasının gizlice üretildiği yer olan los alamos'ta işleme makineleri fabrikasında çalışmış, terhis edilirken uranyum ve bazı aletler çalmış ve sonra da yakalanmıştı. böylece fbi'nin şantajlarına müthiş uygun bir duruma gelmişti. david, casusluk iddiasıyla tutuklandı ve hapishanede iddia makamlarının "profesyonel baş şahidi" harry gold'un yanındaki hücreye konuldu. iki yalancı, 8 ay boyunca -daha sonra anlaşılacağı üzere- atom bombası yapımı üzerine kitaplar incelediler, ifadelerinde neler söyleyecekleri hakkında anlaşma ve savcıyla birlikte rosenbergler ve julius'un üniversiteden arkadaşı morton sobell aleyhine iddianame uydurma olanağına sahip oldular. david greenglass ve karısı, davada rosenbergler'le doğrudan ilişki içinde bulunan biricik şahitler durumundaydı. david karısıyla birlikte, ablası ve eniştesi hakkında tanıklık etmeyi kabul ederek itiraflarda bulunmuştu. savcının gösterdiği şahitler arasında onlar dışında hiçbiri, rosenbergler'le hiçbir zaman doğrudan temasa geçmemişlerdi. 


yargılama ve hüküm


iddia çok basitti: rosenbergler, david'den aldıkları atom bombasının yapımına ilişkin bilgileri casus harry gold'a vermişler, gold'da bu bilgileri sovyetler birliği konsolos yardımcısı anatoli yakovlev'e iletmişti. basının şiddetli saldırıları altında 8 mart 1951'de başlayan ve tüm dikkatleri üzerine çeken bir yargılama sonunda ethel ve julius rosenberg ölüme mahkûm edildi. hâkim kaufmann'ın gerekçeli kararı nefretin dilini, soğuk savaşın ve tam bir hukuksuzluğun dilini konuşuyordu. rosenbergler'in "suç"u için elle tutulur tek bir kanıt yoktu. daha kasıtlısı yapılamayacak bir biçimde yürütülen bir yargılamada, hukuk adına karar verecek olan hâkim, julius'u peşinen komünist olarak damgalayıp jüriyi kışkırttı. julius ve ethel lehine sonuçlanan tüm sorgularda hâkim, yorumlarıyla soğuk savaşın siyasi-ideolojik değerlendirmesini geçerli kıldı. ortada rosenbergler aleyhine, abd'nin sovyetler birliği'nin atom bombasını geliştirmesinin "suçluları"nı ortaya sunma şartlanmışlığı dışında hiçbir şey yoktu. gerek savcılar ve gerekse hâkim kaufmann ve daha sonraki davanın tüm yeniden görülme girişimlerindeki tüm diğer hâkimler washington tarafından yönlendirildi. 200 000'den fazla sayfayı kapsayan fbi dosyaları, cia notları, dava belgeleri ve kopyalar bu tavrı kanıtlıyordu. aleyhte "esas kanıt", güya bombanın mekanizmasını gösteren çocuksu bir krokiydi. amerikalı atom fizikçisi ve nobel ödülü sahibi prof. urey bile abd başkanına gönderdiği mektupta davanın her türlü mantığa ve adalete aykırı olmasını yanı sıra, david greenglass gibi bir kişinin atom bombasının fiziğini, kimyasını ve matematiğini herhangi bir kimseye kesinlikle veremeyecek durumda olduğunu söylüyordu.


rosenbergler 29 mart'ta jüri tarafından "suçlu" bulundu ve 5 nisan'da hâkim kaufmann tarafından ölüme mahkûm edildi. morton sobell "suç ortağı" olarak 30 yıl hapse mahkûm edildi. aleyhte esas tanık olan david greenglass 15 yıla mahkûm oldu, erken tahliye edildi ve kendisine yeni bir kimlik verildi. casusluk faaliyetinde bulunduğunu itiraf eden karısı ruth hakkında dava bile açılmadı. onyıllar sonra yayınlanan belgeler her şeyin baştan sona fbi ve devlet tarafından planlanmış, kotarılmış ve uygulanmış olduğunu kanıtlıyordu.


11 nisan'da ethel, idam edilinceye kadar bir daha terk etmeyeceği sing sing cezaevinin idamlıklar kanadına kondu. daha sonra julius da buraya getirildi. her biri için 100 bin dolarlık kefalet konuldu ama rosenbergler bu parayı hiçbir zaman bulamadılar. bir anda "normal" yaşamlarından koparılıp alınan, zindana atılan, yalan ve iftiralar ağıyla karşı karşıya kalan ethel ve julius, bu davada masumiyetlerini kanıtlamak için büyük bir güç gösterdiler. sendika avukatı emanuel "manny" bloch, bu konuda onların dostu ve avukatı haline geldi. sonraki birkaç yılda tüm enerjisini ve çalışmasını rosenbergler'in savunmasına ayırdı.


julius ve ethel, mahkûmiyetlerinden sonra da pes etmediler. hukuku incelediler, yargılama usulü sorunlarında uzman haline geldiler ve avukatlarıyla birlikte sürekli yeni dava dilekçeleri hazırladılar. amerikan yargıtayı, davanın yeniden incelenmesini tam beş kez reddetti. yeni bir mahkeme daha yoktu ve daha yüksek hiçbir adli merci de kararı incelemiyordu. çok sayıda usûl hatası en titiz bir şekilde kanıtlanmış olmasına, onları aklayan yeni kanıtlar sunulmasına rağmen, amerikan adaleti, devletin sadık emireri olmaya devam etti. idam hukuken dört kez ertelendi. bu gaddar oyuna 18 haziran'a kadar devam edildi. idamdan bir gün önce, bir hâkimin idamın ertelenmesi kararı üzerine yine bir ümit ışığı doğdu, fakat bu karar bir başka mahkeme tarafından derhal iptal edildi.


şantaj ve direniş


rosenbergler, sadece davanın yeniden görülmesi için ellerinden geleni yapmakla uğraşmadılar. tekrar tekrar, amerikan adalet ve devlet temsilcilerinin bir pazarlığa yanaşma yönündeki baskı ve çabalarına da direndiler. özellikle ethel, annesi tessie greenglass'in, ifade verip kendisini ve özellikle de kardeşini "kurtarması" yönündeki manevi şantajlarına maruz kaldı. annesi fbi'nin planına uygun olarak ethel'i hapishanede sadece iki kez ziyaret etti ama ethel'in tavrını değiştiremedi. rosenbergler idamlarından kısa süre öncesine kadar tekrar tekrar şantajlara maruz kaldılar. ifade vermelerine karşılık yaşamları bağışlanacaktı. teklif buydu. idamlarından 11 gün önce hükümet adına bir aracı olan mr. bennett, sing sing hapishanesine geldi. görüşme hapishane kurallarının aksine hiçbir şahit olmadan yapıldı. rosenbergler şantaja boyun eğmediler. bu ziyaret hükümet tarafından resmen yalanlanacak, fakat daha sonra yayınlanan belgelerde kanıtlanacaktı. ethel ve julius, görüşme hakkında avukatlarına şu bilgiyi vermişlerdi: "bennett: ‘hükümetle işbirliği yapmaya hazır olursanız, elde af için bir gerekçe olurdu.' ethel ona şöyle yanıt verdi: ‘elektrikli sandalyede idam edilme tehdidiyle ne sizin saygınlığınızı kurtaracak kadar gözümüzü korkutabilirsiniz, ne de biz yurttaşlar olarak hakkımız olan adaleti talep etmek yerine çirkin, kirli bir pazarlık yaparak gittikçe daha sık uygulanır hale gelen antidemokratik polis devleti yöntemlerine ortak oluruz. bu hitler almanya'sında geçerli olabilir, ama özgürlük ülkesinde değil. gerçekten büyük ve gerçekten onurlu bir ulusun görevi, haksızlığı gidermektir, haksızlığa uğramış olanlardan, istemeye istemeye hayatlarını bağışlamak için haraç talep etmek değil."


kendilerinden washington'a bir telefon açarak özür dileyip af talep etmeleri karşılığında evlerine, 6 ve 10 yaşındaki çocuklarına kavuşabilecekleri söylenmiş ancak ethel "ya suçsuzluğumuza inanan milyonlarca insan ne olacak?" diyerek bu teklifi reddetmişti.


dayanışma


rosenbergler'e karşı davanın ve kararın amerikan basınındaki yansıması, nerdeyse tek bir günün bile kışkırtıcı bir makale yayınlanmadan geçmemesi şeklinde oldu. tüm mizansenin amacı da zaten buydu. amerikan kamuoyunu, halkını sovyetler birliği'ne karşı kışkırtmak, ülkede anti-komünist program havasını kaynama noktasına getirmek ve kore savaşını komünizme karşı intikam seferi olarak satmak, amaçlanan buydu ve amerikan medyası, gazeteleri ve radyo istasyonları bu işe dört elle sarıldılar. rosenbergler'e karşı cıvık, kışkırtıcı makaleler yayınlamakta birbiriyle yarıştılar. ethel ve julius'un yorulmak bilmez avukatı emanuel bloch, gerçeğin mutlaka yaygınlaştırılması gerektiği olduğu bilinciyle arayışlara koyuldu. sadece gerçeği, julius ve ethel'in ifadelerini, davanın gözden geçirilmesine yönelik hukuki dilekçeleri basan gazeteleri aradı. ağustos 1951'de, 58 000 tirajlı sol bir gazete olan "national guardian" konuyla ilgili olarak "amerika'nın dreyfus olayı" başlıklı ilk makaleyi yayınladı. bu, kin ve iftira örtüsünü kaldıran ilk röportajdı. tüm dünyada yankı bulan bir kampanyanın başlangıcıydı. kasımda new york'ta, rosenbergler'in bir komşusunun oturma odasında, "rosenbergler'e adalet için ulusal komite" oluşturuldu. bu komitenin birçok kentte şubeleri oluşturuldu. julius'un kardeşleri tüm güçlerini komiteleri geliştirmeye verdiler. ilk büyük açık toplantı 12 mart 1952'de new york'ta pythian temple'da yapıldı. gösterilen ilgi, dayanışma, julius ve ethel için çok büyük bir öneme sahipti. tüm mektuplarında, bu dayanışmanın kendilerine yeniden yeniden cesaret toplamada ne denli yardımcı olduğunu vurgulamışlardı.


sosyalist devletler, komünist, devrimci ve ilerici dünya hareketi sesini yükseltti. ethel ve julius'u kurtarmak için dünya çapında bir protesto ve uluslararası dayanışma kuşağı oluştu. "national guardian", ethel ve julius'un "ölüm evinden mektuplar"ını yayınlamaya başladı. beyaz saray'a üç milyonu aşkın telgraf ulaştı. thomas mann'dan albert einstein'e, jean paul sartre'dan anna seghers'e ilerici kültürün ve bilimin önde gelen kişileri seslerini yükseltti. fransa ve italya, hatta katolik kilisesinin başı papa bile, abd hükümetine rosenbergler'i affetme çağrısı yaptı. işte bugünlerde hollanda'nın rotterdam kentinde genç bir hollandalı anne, bayan van haaren, yeni doğan kızına ethel julia adını verdi. ethel, bunu genç kadının ve bebeğinin resminin de yer aldığı bir gazete haberinden öğrendi. mektubunda ona şöyle teşekkür ediyordu:


"bayan van haaren için,
sing sing'den hollanda'ya! binlerce mil uzaklık, binlerce mil su, binlerce insan ayırıyor bizi akan kanlarla ve kölelikle, durmak bilmez çalışma ve zahmetle dolu koca bir dünyanın yarısı. yine de insan kalbinin aşamayacağı hiçbir uzaklık, yeni yaşamın sevinçli çığlığının yeniden cesaret ve yeniden umut veremeyeceği hiçbir zorlu mücadele yok... sevgili sıcak yürekli kız kardeşim, fiziken benim çocuğum olmasa da, adını sevginin koyduğu talihsizliğimin bu çocuğunu sizinle birlikte paylaşabilir miyim? o halde cesurca şarkını söyle, cesurca şarkını söyle, güçlü hollandalı kızcığım ve büyük atlas okyanusu'nun öbür yakasında, oradaki uyuyanları uyandır. cani deniz, tehlikelerle dolu dalgalarını her kumsala çarptırıyor."


ethel, bayan van haaren'in cevabını hiçbir zaman okuyamayacaktı. çünkü cevap gelmeden önce katledilmişti.


ethel ve julius iki yıl aynı cezaevinde, bir koridorla ayrılmış hücrelerde kaldılar, birbirlerini haftada sadece bir kez iki saatliğine görebildiler. iki ayrı demir kafes içinde, birbiriyle konuşabiliyorlardı fakat birbirine dokunmaları yasaklanmıştı. sadece idamlarından kısa bir süre önce birbirlerini sarılabildiler. birbirlerine duydukları derin ilgi, sevgi ve saygı, cezaevi hücresinin yalnızlığı ve mahkeme kararlarının bir öyle, bir böyle şekillenmesi karşısında ve her an idam edilme perspektifiyle onların tutunacak dalı oldu.


ethel ve julius 19 haziran 1953'te elektrikli sandalyede idam edildi.


ethel ve julius komünist liderler değildi, mücadele içerisinde sınanmış ileri, deneyimli kadrolar ya da devrimciler değildi. ethel ve julius, büyük insanlık mücadelesinin sıra neferleriydi. insanlığın kurtuluşu davasına eğilimli ve bağlıydılar. mektuplarında kendilerinden sık sık "sade insanlar" diye bahsettiler. onlar sade insanlardı, tarihi yapan sade insanlar. onlar emperyalizmden ve onun kültüründen dünyalar kadar ilerideydi, çünkü onlar düşüncelerini, insanlığı ve ideallerini savundular. ethel ve julius yaşamı seviyorlardı. fakat özsaygıya ve inançlarına bağlılığa daha da büyük değer biçtiler.


david greenglass mahkemede yalan söylediğini, ethel ve julius'un suçsuz olduğunu yıllar sonra itiraf etti.


notlar:


"barış, ekmek ve gül için savaşta, celladı sakin bir onurla, güvenle ve geleceğe bakarak bekliyoruz. inancımızı yitirmeyeceğiz. her zaman olduğu gibi." (avukata gönderilen son mektuptan)


"...(kendimi) davamızla ilgili hayallere kaptırmıyorum, çünkü biliyorum ki ancak halkın örgütlü baskısı bizi kurtarabilir ve iki masum insanın öldürülmesine yol açacak korkunç siyasi suçu açığa çıkarabilir. biz gerçekte herhangi bir suç işlemediğimiz için, bu rezil komploya alet olmaya ve sırf ülkemizdeki savaş isterisi tırmandırılıp dünya barışı perspektifleri kötüleştirilsin diye başka masum ilerici insanlara karşı yalancı şahitlik yapmaya yanaşmayacağız." (julius, ölüm evinden mektuplar)


"sevgili kocacığım, (...) bu alçaklık ve rezalete duyduğum hisleri herhangi bir şekilde dile getirmek zorundayım. güzel yurdum, başın eğik, özgürlük güneşi battı, halkın yas tutuyor! faşizm tehlikesi dev gibi ve tehditkâr bir şekilde üstünde yükseliyor, toplama kampları şimdiden hazırlanıyor! ah, kız ve erkek kardeşlerim, altında yaşamak zorunda kaldığınız bu korkunç tehlikeyi kaçınız kavrayacak; kaçınız korkuyla haykıracak: ‘mahvolduk!'. kaçınız birleşik öfkeyle ayaklanıp bu haksızlığı telafi edeceksiniz." (ethel, ölüm evinden mektuplar)


"şu konuda gayet açık olmalıyız ki, biricik umudumuz halktadır. bizi tehdit eden idam kararının çıplak terörü bunda hiçbir şeyi değiştirmez. sadece halk, bu legal linç cinayetini engelleyebilir..." (ethel, ölüm evinden mektuplar)



  İnsanlık var olduğu günden beri bir özgürlük mücadelesini içinde. Kendi yarattığımız bu “oyun” içerisinde hukukun varlığı ve etiği Roma Devletlerinden bu yana tartışmasını sürdürüyor. Modern hukuk devletlerinde, “yargı bağımsızlığı” ilkesine siyasetin çözüm üretememesine bu durumda; siyaset-özgürlük ikileminin bir paradoks yaratmasına sebebiyet veriyor. İktidar-hukuk dengesinin gözardı edilmesi değil sadece ikinci dünya ülkeleri, dünya siyasetine ve ekonomisine yön veren ülkelerde bile insan haklarının suistimal edilmesine, insanlar arasındaki eşitsizliğe ve vahşi kapitalizmin her yerde hayat bulmasına yol açtığını söyleyebiliriz.

  Ethel ve Julius Rosenberg 1953’te idam edildiklerinde belki de bu dünyadaki en büyük suçları, ABD vatandaşı ve Amerikan komünist partisi (CPUSA) üyesi olmalarıydı. ABD McCarthy döneminin tekdüzeleştirilmeye çalışılan ortamında adeta bir “cadı” avına çıkıldı. Rosenbergler’in hayatı sıradan bir günde FBI ajanlarının evlerini basarak sorguya çekmeye başlamasıyla tamamen değişti. Sovyet yazışmalarında Julius Rosenberg’in adının geçip geçmediği konusunda şu anda bile kesin kanıt bulunamazken; eşi Ethel Rosenberg’in “Dünya barışı için Rus’lara Atom Bombası verirdim.”  cümlesinden başka herhangi suçu yok. Amerikan medyasının ve FBI’ın Rosenberglerin yakın çevresini bile ele geçirip sahte ifadelerde bulunmaları dava sürecini tamamen çarpıtıyor. 3 yıl süren yargı sürecinin sonucunda hiçbir geçerli kanıt bulunmamasına karşın idama mahkum ediliyorlar. Yalan söylediklerini ve Sovyetlere atom içerikli bilgiler verdikleri yönünde ifade verirlerse idam cezaları 20 yıl hapis cezasına düşüreceklerini söyleselerde Julius ve Ethel Rosenberg; elektrikli sandalyede oturdukları son ana kadar dürüstlüklerini koruyorlar.

“Böylesine bir diktatörlükle yönetilen ülkemde bireyler üzerinde baskı kurularak toplumda korku yaratılmak isteniyor.” Julius Rosenberg

  Dünya tarihinin kanlı sayfalarında yer alan soykırımlar, savaşlar, cinayetler olmasa sanat nasıl bir boyutta olurdu bilinmez. Ama savaş sonrası toplumların geçirdiği çalkantılı süreç tiyatroyada büyük oranda yön vermiş. “Alain Decaux” savaş sonrası yaşanan sancılı dönemde, iki dünya devinin kutuplaşmaasını ve McCarthynizm’in de etkisiyle Rosenbergler’in kasıtlı bir şekilde öldürülmesini oyunlaştırmış. “Rosenbergler Ölmemeli” metni ülkemizde ilk kez Dostlar Tiyatrosu’nda Genco Erkal ve Ayla Algan’lı bir kadro tarafından sahnelenmiş. 1970’lerin üstünden 40 küsur sene geçmesine rağmen Türkiye’de yaşanan hukuk kaosunda Rosenbergler Ölmemeli’nin sahnelenmesiyle aslında hiçbir şeyin değişmediğini görebilmek açısından da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarını kutlamak gerekiyor. 1980 sonunda 1402 sayılı Sıkıyönetim kanunuyla “Çalışmasında sakınca görülen kişi” denerek görevinden uzaklaştıran Orhan Alkaya oyunun yönetmenliğini üstleniyor. Alkaya’nın “Türkiye’de bugün hesaplaşmayla başlanıp sonra nereye gideceğini kestiremediğimiz derin devlet yapılanmaları oluşuyor” şeklinde ifade ettiği üzere oyun boyunca tanık olacağımız hesaplaşma bize hiçte uzak değil. ABD’de komünizm korkusuyla başlayıp sayısız aydın insanın susturulması, yargılanması en sonunda idamıyla ile devam eden dönem; Türkiye’de yaratılan korku imparatorluğundan ne yazık ki farklı değil. İster faşizm ister komünizm isterse tiranlık olsun diktatörlüğün olduğu her yerde irade serbestisinden bahsetmek çok zor.

"Sovyetler’in de atom bombası yapmaları, dünyayı nükleer savaştan kurtarmıştır. Şimdi artık kimse bu bombayı kullanmaya cesaret edemez..Julius Rosenberg"
Read more

Dorlan Pabon Kimdir?

Dorlan Pabon, 24 Ocak 1988 yılında doğmuştur. 1,68 cm boyundadır. Kamerun'un Atletico Nacional takımında forma giymektedir.

Geçtiğimiz sezon bu formayla 14 gol ve 17 asistle oynamıştır.

Sağ ve sol kanatlarla birlikte forvet mevkiisinde de oynayabilmektedir.

Kamerun Milli Takımı'nda ise 11 maça çıkıp, 2 gol atmıştır.

Hızlı olması, uzaktan iyi şutları ve frikikleri ile önplana çıkmaktadır.

Dorlan Mauricio Pabón Ríos 21.01.1988 Medellín Kolombiya doğumludur. Boyu 1,68 Mevkisi Forvet – Santrafor’dur. Piyasa değeri 6.700.000 TL’dir

 



Read more

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım Tahliye Edildi


Aziz Yıldırım Tahliye!!!! 

Beklenen karar açıklandı

Şike davasında 5 aydır devam eden duruşmalarda sona gelindi. Cuma günü tutuklu sanıkların tahliye taleplerini reddeden mahkeme heyeti, bu gün Aziz Yıldırım ve diğer tutukluları tahliye etti!!!

image

Read more

Jay Sean ft. Sonu Nigam – The One

Read more

Beyonce Ödülle Döndü




"BET Awards" sahiplerini buldu

2001 yılından bu yana her yıl Afrikalı-Amerikalıların ve diğer azınlık müzik, oyunculuk, spor ve diğer eğlence alanlarındaki başarılarını kutlamak amacıyla düzenlenen BET Awards görkemli bir törenle sahiplerini buldu.
Çok sayıda ünlünün katıldığı geceye Kanye West de sevgilisi Kim Kardashian ile birlikte geldi.
Kısa bir süre önce doğum yapan Beyonce, törende "En İyi Kadın R&B Şarkıcısı" ödülüne layık görüldü.
İşte ödül kazananların listesi ;

En İyi Grup : The Throne (Kanye West & Jay-Z)
En İyi Aktör : Kevin Hart
En İyi Aktrist : Viola Davis
En İyi Film : The Help
En İyi Yeni Şarkıcı : Big Sean
Genç Star : Diggy
En İyi Erkek R&B Şarkıcısı : Chris Brown
En İyi Kadın R&B Şarkıcısı : Beyonce
En İyi Gospel : Yolanda Adams
En İyi Erkek Hip-Hop Şarkıcısı : Drake
En İyi Kadın Hip-Hop Şarkıcısı : Nicki Minaj
En İyi Erkek Sporcu : Kevin Durant
En İyi Kadın Sporcu : Serema Williams
Yılın Videosu : Otis (The Throne)




Read more

Ece Hakim Kimdir?

Umutsuz ev kadınları dizinde gamze karakteri ile karşımıza çıkan Ece Hakim genç yaşına rağmen oyunculuğu ile bizleri büyüledi. Umutsuz Ev Kadınları Yasemin’in kızı Gamze’yi yani Ece hakimi daha yakından tanımanız için bu yazı dizimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Ece Hakim 1998 doğumludur.

Filmleri – Oyuncu

2011 _ Umutsuz Ev Kadınları (Gamze)

2006 – Candan Öte (küçük Gülen)

2006 – Iyi ki Varsın (Aymelek)

2004 – Yağmur Zamanı (Naz)

2004 – Anlat İstanbul


Read more

Ömer Döngeloğlu Kimdir?


1968 de  TOKAT-  Zile de doğdu.İlkokulu Yavuzselim (Altunyurt) İlkokul’unda orta ve liseyi ise  Zile İmam-Hatip Lisesi’nde tamamladı. Daha sonra Sosyal Bilimler ve İlahiyat Fak. Önlisans programlarından mezun oldu.
1986-1996 yılları arasında DİB ‘na bağlı olarak Tokat - Almus’ta İmam-Hatip olarak 10 yıl görev yaptı. Halen yaşadığı ve çok sevdiği İstanbul’a 1996 yılı’nda geldi.Kamu da  Şef, Müd. yrd. ve kısa bir süre de Arşiv Müdür’lüğü gibi çeşitli idari görevlerde bulundu. İmkan ve fırsatı buldukça yurt içi ve yurt dışında İslam tarihi ve Siyer-i Nebi ağırlıklı pek çok söyleşi, sohbet, seminer ve konferanslara katıldı ve halen imkan ölçüsün de katılmaya devam ediyor.
Çeşitli Ulusal tv. ve radyo kanalların da proğramlar yaptı.bunlardan bazıları şunlardır son dört yıldır (2006,07, 08 ve 09) da Ramazan da Kanal-7  ekranların da yayınlanmış bulunan ‘Eyüb Sultan da SAHUR ÖZEL’ ve ‘Ömer Döngeloğlu ile  Sahur Vakti’ isimli proğramı, haftalık olarak yayınlanmış olan ‘O’NUN İZİNDE’ ve  2008 yılı ağustos ayında kutsal topraklar Mekke ve Medine de çekimleri  yapılmış olan ‘ÖNDEN GİDENLER’ isimli Tv Proğramları  yayınlandı.
Çeşitli zamanlarda TRT, Hilal tv., Mehtap tv., Kanal a, Kon.tv gibi kanallarımız da misafir katılımcı olarak çeşitli Proğramlara katıldı. Radyo-7 de 2006 yılı ramazanın da ‘İftara doğru’ proğramını hazırladı.Ayrıca  2007 ve 2008 de 2 yıl boyunca Lalegül fm de ‘Gönüllerin Gülü’ isimli proğramı hazırlayıp sundu.Radyo 15 , Burç Fm, Moral Fm , Özel Fm, Marmara Fm gibi radyolarımız da çeşitli vesilelerle proğramlara misafir olarak iştirak etti. Her çarşamba 19:30 da  102.2  Seyr Fm, www.seyrfm.com da -Yeryüzünün Yıldızları-… adlı radyo proğramları devam etmektedir.
  ESERLERİ: Peygamberin İzinde serisi olarak Mavi Yayıncılıktan çıkmış 1-Peygamberin İzinde,2- Yeryüzünün Yıldızları ve 3- Allah’a Adanmış Hayatlar isimli kitapları ve  4- Uhud konuşması (görüntülü) isimli 4 adet basılmış  eserleri bulunmaktadır.   Halen Sakarya Üniv. İlahiyat fakültesi son sınıf ta  eğitimine devam eden ve  İstanbul da yaşayan  Ömer DÖNGELOĞLU  evli ve beş çocuk babasıdır.
İSTİFADE ETTİĞİ ve-veya TAVSİYE ETTİĞİ KİTAPLARDAN BAZILARI
-KURAN-I KERİM Elmalı Tefsiri – Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır (10 cilt)
-Hadislerle Kuran-ı kerim Tefsiri – ibni kesir (16 cilt)
-Riyazu’s-Salihin-Hadis-i şerif (8 cilt)- Erkam Yayınları
-İbni Abidin (Fıkıh) 16 cilt
-Hz.Muhammed sav. in Hayatı- Bediüzzaman Said-i Nursi (R.Nurlardan derleme)
-Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhi Bilmen(Kitaş yayınları)
-İslam Tarihi (8 cilt) – M.Asım Köksal
-Hz.Hüseyin ve Kerbela Faciası-M.Asım Köksal
-Peygamberler Tarihi- M.Asım Köksal
-İhya-ı Ulumud-Din- İmamı Gazali (4 cilt)
-Hayat’üs-sahabe 4 cilt
-Asr-ı saadette İslam (4 cilt)Prof.Vecdi Akyüz(kurul)
-Hulefa-i Raşidin,musahabe, Ashab-ı Kiram Menakıbı- Mahmud Sami Ramazanoğlu ks.
-Örnek Nesil-Dr.Şerafettin Kalay
-Üsve-i Hasene (2 cilt)- Erkam yayınları
-Çöle inen nur – Necib fazıl kısakürek
-Sonsuz Nur (3 cilt)) – M.Fethullah GÜLEN Hocaefendi
-Efendimiz- Dr.Reşit Haylamaz (2 cilt)
-Kainatın Efendisi- Salih Suruç (2 cilt)
-Gökteki Yıldızlar-Mahmud Şakir(Eseri tetkik Doç.Dr.Mustafa Ağırman) ravza yayınları
-Şefkat Peygamberi-Prof.Dr. Mehmet Emin Ay
-İslam Peygamberi- Prof.Dr.Muhammed Hamidullah (2cilt)
-1.Mekke dönemi ve işkence,2.Medine dönemi ve cihad, 3.Emeviler dönemi ve saltanat,4.Abbasiler dönemi-Prof.İhsan Süreyya Sırma
-En Öndekiler ve Fethin Müminleri- Işık Yayınları
-Fıkhus siyre – Prof.Dr.Ramazan El-Butî
2007 Ramazan – Hz. Ali (2)
2007 Ramazan – Kerbela
Cebeli Nur – Hira Mağarası
Read more

Tuğba Melis Türk Kimdir?

Tuğba Melis Türk'ün son filmi cehennem'deki sevişme sahneleri olay yarattı.Bazı seyirciler filmi çok fazla teşhirci bulurken akıllar bir kez daha karıştı.


Hatırlanacağı gibi Tuğba Melis Best model seçildiği sırada Bir kadının pornocu diye bağırması, akabinde Cansu Taşkın'ın bir televizyon kanalında Tuğba Melis önceden torpille yarışmayı kazandı iddiasını ortaya atmış; üzerine Tuğba melis çok sert bir yanıt vermişti. 


 O sevişme sahnesi, 30 saniyelik bir sahnedir. O sahnenin gerekliliğine inandığım için hiç düşünmeden kabul ettim. Konusu çok iyi olan üç boyutlu bir filmdi. Özellikle filmin bu şekilde gündeme gelmesi beni çok üzdü. Sanattan anlayanlar gülüyor ama yapılan gerçekten büyük bir ayıptır. Rol ne gerekiyorsa onu yapmak zorundasınız. Bir kere o sahnede çırılçıplak değildik. Altımızda şortlarımız vardı. Birçok filmde birçok sevişme sahnesi var. Benim çektiğim bu sahne, diğer filmlerin yanında bir şey değil? Göğüslerim açık olmasa porno yakıştırması olmayacaktı zaten. ‘Pornocu’ diye bağıran o Huriye Hanım’a dava açacağım. Çünkü bir anne, bir genç kıza haksız yere böyle bir yakıştırma yapamaz, buna hakkı yoktur. Ne olursa olsun ben çok mutluyum. Çok güzel bir mutluluk yaşadım, hiçbir şey üstüne gölge düşüremez. Ben hem mankenliğe hem de oyunculuğa aşığım. Ailem bana çok güveniyor. Akrabalarım, arkadaşlarım yaptığım her şeyin arkasındalar. Yine böyle bir rol gelse yine yaparım. Çünkü ayıp bir şey yapmadım. Ben oyuncuyum… Oyunculukta öyle katı kurallar olmaz. Tabii ki asla çıplak görüntü vermem ama bu sahneler yine gelse yine çekerim. Asla keşke demedim demeyeceğim de. Ailem de sabah gazetede gördüler. Hiçbir şey demediler. Kimseden sakladığım bir şey değildi. Oyunculukla özel hayat birbirine karıştırılmamalı. Şu an erkek arkadaşım yok. Filmi çektiğimde de erkek arkadaşım yoktu. Eğer hayatıma giren erkek bana karışacak birisiyse asla onu hayatıma sokmam, mesleğime müdahale etmesini istemem.”



Tuğba Melis Türk Üniversite Öğrencisi

Tuğba Melis Türk, 1990′da Sofya(Bulgaristan)’da doğdu.

Miss Turkey 2009 güzellik yarışmasında finalist, Miss Kemer Güzellik yarışmasında ise ikinci olmuştur.

Tuğba Melis Türk, genç yaşına rağmen birçok dizide başarıyla rol almayı başarmıştır.

Tuğba Melis Türk, 176 cm boyunda 57 kg. ağırlığında. Ayakkabı ve şapka tutkunu olduğu belirtileten Tuğba Melis, çileği sevdiğini de belirtiyor.

 Tuğba Melis Türk, Sevgili Düşmanım, Annem, Senin Uğruna gibi dizilerde başarıyla rol almıştır.
 

Tuğba Melis Türk’ün Rol Aldığı Filmler 
  • Sevgili Düşmanım (2008) (Ezgi)
  • Annem (2007) (Başak)
  • Senin Uğruna (2007) (Emel)
  • Arka Sokaklar (2006) (Nesrin)
  • Büyük Buluşma (2004) (Yasemin)


Tuğba Melis Türk, Türk sinema ve dizi oyuncusu. Best Model Of Turkey birincisi ve modellik yapmaktadır. Tuğba da ayakkabı ve şapka tutkunu kızlarımızdan. Tuğba’nın 50 çift ayakkabısı ve 20 tane şapkası var. Kampta (Best Model Of Turkey) özlediği şeyler ise cep telefonunun zil sesi ve çilek. tabi bir de annesi ve çorbaları… Tuğba’nın arkadaşlarına da küçük bir mesajı var. Biz iletelim kendilerine… “Tuğba’sız fazla gezmeyin ve O’nun yerine bol bol yemek yiyin!

Tuğba Melis Türk’ün birinci olduğu an 
Read more

Amerika'yı Karıştıran Yeni Lsd Maddesi Nedir? Etkileri Nelerdir?

ABD'nin gündeminde 'yeni LSD' olarak adlandırılan kimyasal madde var. 'Yeni LSD'yi gündeme taşıyan son olay New York'ta yaşandı. 

Komşuları, 35 yaşındaki Pamela McCarthy'nin küçük oğlunu dövdüğünü, kendilerine saldırdığını ve köpeklerini boğazladığını söyleyerek polisi aradı. 

ÇIPLAK KOVALADI 
Polisin gelmesinden önce tamamen kontrolden çıkan McCarthy, erkek arkadaşı tarafından uzaklaştırılan çocuğunun peşinden çıplak olarak koşmaya başladı. Komşuları tarafından fotoğraflanan bu görüntüden kısa süre sonra olay yerine gelen polis, şok tabancasıyla etkisiz hale getirildi. 

Daha sonra hastaneye kaldırılan McCarthy, burada hayatını kaybetti. Genç kadının otopsi sonuçları çarşamba günü açıklanacak ancak yetkililer Pamela McCarthy'nin de 'yeni LSD' kurbanlarından biri olduğunu düşünüyor. 

'DELİREN' KURBANLAR 
Yeni LSD'nin etkisindeki insanlar vahşi davranışlarda bulunabiliyor. Bunun en bilinen örneği, 'Miami Yamyamı' olarak bilinen Rudy Eugene'nin 3 hafta önce bir evsize saldırması ve kurbanının yüzünün yaklaşık yüzde 80'ini yerken yakalanması. 

Bir başka olayda da Brandon DeLeon, Miami'deki bir fast food restoranında müşterileri rahatsız ettiği için uyarılmış ve uyarı sonrasında gelen polis memurunun başını ısırmış ve "seni yiyeceğim" diye bağırmıştı. 
Pamela McCarthy, yeni LSD

Carl Jacquneaux isimli bir kişi de aynı uyuşturucunun etkisindeyken bir komşusunun yüzünü ısırmıştı. 

McCarthy'nin yaşadıklarına benzer bir olay da Shane Shuyler'ın başına geldi. 40 yaşındaki kadın, çırılçıplak soyunarak parktaki bir bankın üzerinde oyurmuş ve 3 yaşındaki bir kızı sözlü olarak taciz etmişti.
Read more

Euro 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası Adayları Hangi Ülkeler?

İrlanda, İskoçya ve Galler, adaylık başvurularının sona ermesine 1 gün kala Euro 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı birlikte düzenlemek için aday olduğunu açıkladı.

Daha önce Euro 2020 organizasyonu için tek aday olan Türkiye, böylece bu üç ülkenin ortaklığı ile yarışmak zorunda kalacak.Adaylık için başvuru süresi yarın saat 17.00'de dolarken, bu üç ülkenin adaylığını açıklaması ile Türkiye turnuva için tek aday konumundan çıkmış oldu. Eğer İrlanda, İskoçya ve Galler adaylığını açıklamasaydı turnuvanın ev sahipliği ülkemize kalacaktı. Türkiye Euro 2020 Avrupa Şampiyonası için adaylığını 17 Nisan'da açıklamıştı.

                                                                                      

2016'YI FRANSA'YA KAPTIRMIŞTIK
Türkiye daha önce 2016 Avrupa Şampiyonası'nın ev sahipliğine aday olmuş fakat küçük bir farkla evsahipliğini Fransa'ya kaptırmıştı.
Read more

Billur Yazgan Kimdir?

Billur Yazgan, (d. 1 Ekim 1985 – İstanbul) Ercan Yazgan’ın kızı. Televizyon sunucusu, oyuncu. 1.78 boyundadır. Billur Yazgan, İstanbul Üniversitesi Dil Edebiyat ve M.S.M. Tiyatro Bölümü eğitimi almıştır. Şöhret adlı dizide de ufak bir rol almıştır. S’nek adlı televizyon kanalında “Karşı Cinsin Casusları” adlı bir program sunmaktaydı. Bu programda birlikte program sunduğu Tuğçe Taşkıran ile birlikte Acemi Cadı adlı dizide okulun popüler kızı olan Tuğçe rolünü oynamaktaydı.Şu anda Papatyam adlı dizide Özge adlı karakteri canlandırmaktadır. Facebook üzerinden yayınlanan Enver Engin Karalar ve Egemen Şahin’ in yönettiği Kız Böyle Tavlanır isimli Eylül 2010 yapımı eğlenceli bir kısa filmde de rol almıştır. 






Read more

İnce Bacaklara Sahip Olmak, Evde Çalışarak İncelmek

Eğer bacaklarınız kalın ve kısaysa uzayıp giden bacaklara özenmenin pek bir anlamı yoktur. Ancak çalıştırdığınız takdirde bacaklarınızı şekle sokmak da mümkün.

Yüzme bisiklet ve yürüyüş hem yağ yaktıkları hem bacakları ve popoyu sıkılaştırdıkları hem de bunları vücudu kalınlaştırmadan yaptıkları için en ideal sporlardır. Bunun yanı sıra rollerblade de basen ve bacakları çalıştırdığından son derece etkilidir.

Bacaklarınızın 3 hafta kadar kısa bir sürede sıkılaşmasını istiyorsanız bu hareketleri haftada en az 3 kez yapın. Belli sayıda setler yapmak yerine artık devam edemeyecek kadar çok yorulana değin tekrar ederek hareketlerin etkisini artırabilirsiniz.


Baldırları şekillendirmek için
Bacaklarınızı 90 cm kadar açın ayak parmak uçlarınız dışarı baksın ellerinizi kalçalarınıza koyun. Üst bacaklarınız yere neredeyse paralel olana dek dizlerden kırın. Daha sonra elinizden geldiğince çok parmak ucuna kalkıp inin. Bu bacaklarınız için mükemmel bir egzersizdir ve baldırlarınızı da inceltir.

Bacaklarınızın iç kısımlarını inceltmek için
Sağ yanınız üzerine yatın ve sol bacağınızı sağ bacağınız üzerine atarak önünüzde durmasını sağlayın. Daha sonra sağ bacağınızı uzatarak yerden yavaşça 30 cm kadar kaldırın. Bunu yaparken sağ bacağınızı dizden hafifçe kırık tutun. Hareketi yaparken bacağınızın iç kısmındaki kasları kullanmaya özen gösterin. Daha sonra bacağınızı yavaşça indirin. Zaman içerisinde hafif ağırlıkları da egzersize katabilirsiniz. 

Sıkı dizler için
Bacaklarınızı omuz genişliğinde açarak ellerinizi kalçalarınız üzerine koyun. Sol bacağınızla ileri doğru elinizinden geldiğince uzun bir adım alın. Daha sonra dizden krın. Böylece sol üst bacağınız yere paralel ve sol diziniz de tam olarak ayak bileğinizin üzerinde olacaktır. Başlangıç pozisyonuna dönrerek sağ bacakla tekrarlayın. Bu egzersiz diz bölgesinde biriken inatçı yağ rezervlerini küçültür.

Bacaklarınızın dış kısımlarını inceltmek için
Sağ yanınız üzerinde yatarak bu bacağı 45 derecelik bir açıyla kırın. Yukarıda kalan bacağı ayağınızı gergin tutmaksızın önünüze doğru uzatın. Sol elinizden destek alarak ağırlığınızı öne doğru verin. Daha sonra bacağınızı yavaşça yukarı kaldırarak 2 sayı sayın ve gene 2 sayı sayarak yavaşça indirin. Bunu tekrar edebileceğiniz kadar tekrar edin. 
 
Üst bacaklarınızı inceltmek ve sıkılaştırmak için
Bir duvarın önünde duvardan yaklaşık 60 cm kadar uzak durun. Sırtınızı duvara dönün ve sanki bir sandalyeye oturacak gibi vücudunuzu alçaltın. Sırtınızı dik tutarak üst bacaklarınız yere paralel olana değin çömelin. Bacaklarınız iyice yorulana kadar pozisyonu koruyun. Bu hareketle bacaklarınızdaki tüm üst kasları da çalıştırmış olursunuz.
Read more

Dr. George Friedman Kimdir?



1949 yılında Macaristan’da doğan Friedman, aynı yıl ailesiyle birlikte ABD’ye göç etti. City College of New York’ta siyaset bilimi üzerine eğitim alan Friedman, daha sonra Cornell Üniversitesi’nde “Devlet” üzerine doktora yaptı. Friedman, doktorasının ardından 1974-1994 arası Dickinson College’da siyaset bilimi dersleri verdi.
“Amerika’nın Gizli Savaşı” ve “Savaşın Geleceği” gibi kitaplarıyla tanınan, Stratfor adlı stratejik danışmanlık şirketinin kurucusu olan Friedman, yeni kitabında Türkiye’nin balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi kaos coğrafyalarının ortasında bir istikrar platformu olduğunu ve Türkiye’nin ekonomik ve askeri gücü arttıkça bölgedeki etkisinin de artacağını yazıyor.
George Friedman’ın yazdığı ” Gelecek 100 Yıl ” adlı kitap 21. yüzyılda dünyada değişecek olan güç dengelerini anlatıyor. Kitabın içinde 2050 yılında Türkiye-Japonya ittifakıyla Amerika-Polonya ittifakı arasında olacak hayali bir 3. dünya savaşı senaryosuda var. Amerikada gölge cia olarak bilinen bir think-thank kuruluşuna başkanlık eden Friedman eski bir istihbarat görevlisi. Kitap 2009 yılında satışa sunuldu.
Türkiye ve Polonya afro-avrasya kıtasının yükselen güçleri olarak gösterilmiş, rusya’nın 2020 yılında doğru güçsüzleşeceğini, avrupanın özellikle 2030 lu yıllarda yaşlanan nüfusuna paralel olarak sönük kalacağını söylüyor kitabın yazarı. Türkiye nin osmanlıyı yeniden canlandıracağını, ortadoğu ve kuzey afrikayı hakimiyeti altına alacağını batı taraflarında ise kırıma kadar gideceğini anlatıyor. Senaryoya göre Türkiye ve ittifakları 2020 yılların başlamasıyla birlikte aşırı derecede güçlenir. Rusya’nın 2020 lerde geri çekilişinden yararlanan türkiye kafkaslarda ve doğu avrupada kendi yeni yerler edinir, aynı zamanda ortadoğuda hızla ilerlemeye devam eder. Avrupada ise polonya yeni bir güç odağı olarak ortaya çıkar, uzun süre yüksek büyüme hızına sahip olan çin’de ise karışıklıklar meydana gelir ve çin kendi içine kapanmak zorunda kalır. Yıl 2050′ye yaklaştığında Amerika ile Türkiye arasında sular iyice ısınır, Türkiye japonya ile bir ittifakın içine girip amerikaya savaş açar, japonlar uzaydan abd ye saldırır, türkler ise avrupaya asker sokar ve polonyanın sınırına kadar ilerler. Savaş yaklaşık 2 yıla yakın sürer, sonunda uzaya taşan savaşı abd kazanır, türkiye gücünden fazla bişey kaybetmez ama uzaydaki kontrolü abd ye bırakmak zounda kalır. 2080 li yıllara doğruda abd ile meksika arasında büyük bir savaş yaşanır.
Kitap genel olarak mantıklı gibi görünsede bazı konularda çok yüzeysel değerlendirmeler yapmış, örnek olarak çin ve rusya’nın adeta devre dışı kalacağını söylemiş. Geleceği bugünden tahmin etmenin ne kadar zor olduğunu düşünürsek kitabı okurken daha fazla keyif alabiliriz.






Türk basının yeni gözdesi o! 2008 sonundan başlayarak ve büyüyerek, sürekli kamuoyuna sunuluyor. Söylediklerini ve portrelerine yer vermeyen basın organı olmadığı gibi, herhangi bir basın grubunun, “bazı medya” ile “bir kesim medya”nın favorisi de değil!
Herkes onun söylediklerini söylüyor, yazıyor, resimlerini basıyor. Aslında söylediklerine bakarsanız, haber olmayacak gibi de değil. Türkiye’nin dünya liderliğinden, hatta dünyayı yönetmesinden, ABD, Rusya, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar’ı dize getirmesinden, yeni Osmanlı’dan, AB’yi terslememiz gerektiğinden, kimsenin Türkleri durduramayacağından bahsediyor!
Doğal olarak bütün gözler ona çevriliyor. Rastgele seçilmiş, basına yansıyan bir kaç manşetini verelim...
“Türkiye ve Japorya ABD’ye karşı savaşacak”! (27 Ocak 2009-Radikal), “(Dünyaya) Çince’yi bırakın Türkçe öğrenin!” (4 Mart 2009-Milliyet), “Türkiye’nin gücünün artması kaçınılmaz!” (4 Şubat 2009-Sabah), “AB yıkıldı, çağırsa da gitmeyin!” (04 Mart 2009-Hürriyet), “Türkler tarih sahnesine imparatorluk olarak dönecek!” (04 Mart 2009-Sabah), “Neo-halifeliğin merkezi Türkiye olacak!” (22  Şubat 2009-Hürriyet Pazar)

Kim bu George Friedman?
Ve tabii niye bunları söylüyor?.. Elbette temellendireceğiz ama sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: George Friedman paçalarından akacak kadar bir Cumhuriyetçi ve tam bir Neo-Con!”
Buyrun beraber bakalım. George Friedman, Macaristan doğumlu bir Yahudi. Amerikalıların “Holocaust survivor” dedikleri, Yahudi soykırımından kurtulmuş biri. Ailesi de öyle. (Friedman, Meredith Friedman (LeBard) ile evli. 4 çocuğu var. İkisi Amerikan ordusunda görev yapıyor.)
Aile önce Macaristan’dan Avusturya’ya kaçıyor, ardından da ABD’ye göç ediyor. Bundan sonra da Amerikan rüyası başlıyor ve Friedman okumaya başlıyor.
Friedman bir çok konuda çalışıyor, ekonomi, siyaset, ordu, ama genel eğilimi öngörüler/tahminler kulvarında gidiyor.
Friedman’ın uzun bir akademik geçmişi var. Yaklaşık 20 yıl. Siyaset bilimcisi. Ek olarak, SHAPE, ABD Harp Okulu, Milli Savunma Üniversitesi, meşhur RAND organizasyonlarında, milli güvenlik ve savunma dersleri vermiş, veriyor.
Sovyetler çökene kadar, ABD-Rusya ilişkilerinin askeri boyutlarını inceliyor. Soğuk Savaş’tan sonra, Japonya’ya odaklanıyor ve ABD-Japonya arasında olası çatışma noktaları üzerine eğiliyor. Hatta 1991 yılında “The Coming War with Japan” (Japonya ile yaklaşan savaş) kitabını yazıyor. Bu çalışmalarını ve doktorasını New York ve Cornell Üniversiteleri’nde yapıyor.
Bir seri kitabı var. The Political Philosophy of the Frankfurt School (Frankfurt Okulu’nun Politik Felsefesi-1981), Coming War With Japan (1991-eşiyle birlikte),
The Future of War (Savaşın Geleceği-1996, yine eşiyle birlikte), onu ünlü yapan çok satar America's Secret War (Amerika’nın Gizli Savaşı-2004), ve Türkiye’de popüler yapan “The Next Hundred Years: A Forecast for the 21st Century”. (Gelecek 100 yıl: 21. Yüzyıl için bir tahmin-2009)
Peki Freidman’ın siyasi görüşü ne? George Friedman bir “muhafazakar Cumhuriyetçi”! Bu tanımlamanın kaynağı da bizzat kendisi.
Stratfor!..
Freidman, global istihbarat konusunda çalışan, 1996 yılında, Amerikan Cumhuriyetçiliğinin coğrafi kalbi sayılan Texas’ta (Austin) kurulmuş “Stratfor”un (Strategic Forecasting, Inc.) kurucusu. Stratejik tahminler yapan bir think tank.
Zaten onu Türkiye’nin gündemine getiren söylem ve çalışmalarının kaynağı da burası.
Stratfor ABD istihbarat dünyası ile yakından ilgilenen ve tanınmış bir yapı. 70’den fazla çalışanı var. Kendisi şirketin Başkanı. Başkan Yardımcısı ise Fred Burton.
urton, Kontr-Terörizm ve Güvenlik işbirliği alanlarında çalışıyor. Eski Diplomatik Güvenlik Servisi’nin eski ajanı. İzak Rabin’e yapılan suikastten 11 Eylül saldırısana kadar bir çok konuda çalışmış.
“Ghost: Confessions of a Counterterrorism Agent” (Hayalet: Bir Karşı-terörizm ajanının itirafları-2008-Random House) isimli bir kitabı da var.
Stratfor’un müşterileri gizli. Fakat şirketin müşterileri içinde meşhur “Fortune 500” listesine girmiş firmalar ile kimi uluslararası hükümet kuruluşları olduğu biliniyor.
İşte, Türkiye’de görüşleri ve söyledikleri sayfa sayfa yazılan George Freidman ve Stratfor’un kısa öyküsü bu.
Aslında söylediklerini biraz parlatması dışında yeni birşey pek açıklamıyor Fredman. Neye göre yeni denirse, kuşkusuz geçtiğimiz yıl açıklanan ABD istihbarat örgütlerinin bir araya gelerek yayınladıkları gelecek raporuna göre.
Madem öyle, Freidman ülkemizde neden bu kadar meşhur oldu ve ilgi çekti. Belki de bu sorunun yanıtını Teksas’ın muhafazakar mimarisinde aramak gerekiyor.



Yıl 2020 Dünyada 2 büyük güç var

Dünyanın en çok sözü dinlenen stratejik araştırma şirketlerinden Stratfor’un kurucusu siyaset bilimci Dr. George Friedman Ocak ayının sonunda yeni bir kitap çıkardı: Gelecek 100 Yıl- 21. Yüzyıl için Öngörüler (The Next 100- A Forecast for the 21st Century). Kitapta inanılmaz senaryolar var. Mesela Rusya ve Çin gerileyip çöküyor, Üçüncü Dünya Savaşı çıkıyor ama uzayda gerçekleşiyor. Üstelik Türkiye de olayların merkezinde. Çünkü Ortadoğu, Balkanlar, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’ya hakim bir imparatorluğa dönüşüyoruz yeniden, hilafeti de canlandırmışız, ABD’nin sinirini bozuyoruz. İşte Friedman’ın kehanetleri.

Bir yanda Türkiye-Japonya bir yanda ABD-Polonya

RUSYA’NIN SONU GELİR

2010-2020 arasında Rusya güney sınırını genişletir, Gürcistan’ı içine alarak yeni komşusu Ermenistan’la ilişkileri sıkılaştırır. Bu durum Türkiye’ye Soğuk Savaş döneminde yaşadığı tatsızlıkları anımsatır. Bu kez karşılık verecektir, ulusal güvenliğini sağlamak için Kafkasya’daki sınırlarını gerektiği kadar ilerletecektir.

Rusya’nın Kafkasya’da ilerlemesi elbette Türkiye kadar ABD’yi de rahatsız eder. Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Romanya, Rusya’nın Avrasya hakimiyetine karşı ABD’yle her türlü anlaşmayı yapar. Böylece Soğuk Savaş gibi, yeniden Amerika-Rusya arasında bir sınır çizilir, ama bu kez Berlin’de değil, Karpat Dağları’nda. Ama endişelenmeye gerek yoktur çünkü Rus ordusu ve ekonomisi giderek zayıflar. 1917 ve 1991’de olduğu gibi bu kez 2020’de çöker.

ÇİN KAĞITTAN KAPLAN

Şu anda herkesi korkutan Çin’in ekonomik büyümesi, uzun vadede kárlı değildir. Dev ülke, ekonomik krize girer ve dünya lideri olma ihtimali ortadan kalkar. Ekonomik kriz, 2010’un sonlarında ülkede merkezi devletin gücünü de zayıflatır, bölgeler arasında rekabet başlar, geleneksel yabancı düşmanlığı hortlar. Çin 1920-30’larda yaşadığı kaosun içine yuvarlanır yeniden. Bundan yine o dönemde olduğu gibi en çok Japonya yararlanır.

NATO BİTER

2020’de Rusya ve Çin’in zayıflaması iki ülkenin sınırlarını savunmasız hale getirir. Türkiye’nin de dahil olduğu komşu ülkeler tarafından bir avlanma cennetine dönüşür Avrasya.

Japonya, Rusya’nın doğu kıyılarına ve Çin’in doğusuna gözünü diker. Çünkü nüfusu 107 milyona düşmüştür, bunun 40 milyonu 65 yaşın üstündedir. Enerji kaynakları tükenmiştir. Geleceğini garanti altına almak için bölgesel bir lider olmaya çalışmalı, Rusya’nın yeraltı kaynaklarından yararlanmalıdır.

Türkiye ise, Kafkasya’dan kuzeye doğru ilerleme niyetindedir. O sırada Polonya şahlanır. Rusya’ya doğru ilerlemeyi planlar; hem eski sınırlarına dönmek hem de Rus tehdidini tamamiyle bertaraf etmek istemektedir. Peşine de Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerini takar.

Bütün bunların uluslararası sonuçları müthiştir. Bir kere Avrupa’daki Fransız-Alman üstünlüğü yerini Polonya liderliğinde Doğu Avrupa ülkelerinin üstünlüğüne bırakır. Fransa ve Almanya’nın Polonya’nın istilacı ruhuna karşı küçük Baltık ülkelerini savunmakta çekimser davranması, NATO’yu pratik olarak bitirir.

BU ADAMI NİYE CİDDİYE ALALIM 
Friedman’ın 1996’da kurduğu, yaklaşık 70 analistin çalıştığı Teksas merkezli Stratfor (Strategic Forecasting Inc.), dış politika ve ekonomi konularında Pentagon dahil pek çok kuruluşa danışmanlık yapıyor. Analistlerinin çoğu eski CIA ajanı, o yüzden de Stratfor için ABD’de "gölge CIA" diyorlar. Friedman, kehanetlerini jeo-politikaya ve tarihe dayandırıyor. Tahminleri ABD halkı tarafından da çok ilgi görüyor. Örneğin 2004’te yayınladığı "America’s Secret War" (Amerika’nın Gizli Savaşı) çok satmış, hakkında çok konuşulmuştu.

NEO-HALİFELİĞİN MERKEZİ TÜRKİYE

Bugün dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olan Türkiye 2020’de 10’uncu sıraya yükselir. Rusya’nın çöküşüyle birlikte hem Avrasya’nın hem de Arap dünyasının en güçlü aktörü haline gelir... Türkiye’nin tarihi düşmanlarından Yunanistan, Balkanlar’daki kaos nedeniyle giderek güçsüzleşmiştir. Arap Yarımadası da, sadece petrole dayalı ekonomisiyle bir krizin eşiğindedir.

2020’ye yaklaşırken ABD’ye karşı son kozlarını kullanan Rusya’nın karıştırdığı Ortadoğu ve Balkanlar savunmasız ve güçsüz durumdadır. Türkiye için büyük fırsat! Bu fırsatı değerlendirecektir:

Etkisini Kafkasya’nın kuzeyine, Rusya ve Ukrayna’ya kadar ilerletir, Don ve Volga ırmaklarının arasındaki vadiye oturur, Rusya’nın tarım cennetine kurulur.

Kazakistan’ı din kartını kullanarak hakimiyeti altına alır, Orta Asya’ya iyice yerleşir. Artık Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir. Kırım ve Ukrayna’nın Odessa şehri bütün alışverişini Türkiye’den yapmaya başlar.

Asıl amaç hem Karadeniz hem Akdeniz’i kontrol etmektir: Bölgesel güç olmak istiyorsan bu şarttır. Bunun için de Türkiye Avrupa ülkelerini Boğaz’dan uzak tutmaya çalışır. Giderek büyüyen sınırlarını korumak için Balkanlar’ı da kontrol altına almak ister. Tabii orada çıkarları, o sırada sıkı bir ABD müttefiki haline gelen Macaristan ve Romanya ile çatışacak, taraflar Ukrayna’da kafa kafaya gelecektir.

Irak ve Suriye’de karmaşa vardır, Kürtler tam "Kendi ülkemizi kurmanın sırası" diye düşünürken Türkiye bu iki ülkeyi de kontrol altına alır. Bununla da yetinmez Arap Yarımadası’na kadar iner.

Türkiye’nin Akdeniz rüyasını gerçekleştirecek gelişme, Mısır’daki bir iç savaş sayesinde yaşanır. İslam dünyasının en önemli gücü haline gelen Türkiye, Mısır’daki huzursuzluğu bastırmak için bölgeye barış gücü gönderir. Böylece oraya da yerleşir ve Süveyş Kanalı’nı kontrol altına alır. Artık Kuzey Afrika’ya doğru ilerlemek çok daha kolaydır.

Ortadoğu’da Türkiye hakimiyetine girmeyen iki ülke kalmıştır: İran ve İsrail. İsrail direnir ama dört bir taraftan Türkiye’yle çevrilmiş durumdadır. Körfez’e hakim olan Türkiye, pratik olarak İran’ı da köşeye sıkıştırmıştır.

Ortadoğu’daki bu hakimiyetin sadece ekonomik ve askeri boyutta kalmasını yeterli görmeyen Türkiye işin içine dini de katar. Tam bir "halifelik" gibi davranır. Bu arada Osmanlı döneminin gücünü tüm dünyaya hatırlatmak istercesine başkenti de Ankara’dan İstanbul’a taşır. Böylelikle bölgedeki varlığını Müslüman ülkeler nezdinde meşrulaştırır.

Bu gelişmelerden hoşlanmayan ABD, boş durmaz ve bölgede Arap milliyetçiliğini körükler. Balkanlar’da da anti-Türk hissiyatı baş gösterir. Ne var ki büyük bir Avrasya ve Ortadoğu imparatorluğu haline gelmiş Türkiye için bunlar küçük sorunlardır.



2050-2052 ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI

* 2050’ye gelindiğinde dünya güçleri büyük bir gerilim içindedir. ABD, Türkiye’nin ve Japonya’nın Orta Asya ve Avrasya’daki hakimiyetinden son derece rahatsızdır. ABD’nin doğal müttefiki haline gelen Polonya, Ukrayna’yı ele geçirmesine ve Akdeniz’e inmesine engel olan Türkiye’yle çatışır. Türkiye ve Japonya da ABD’ye karşı ittifak kurar.

* ABD, Türkiye ve Japonya’yı büyük bir tehdit olarak görmesine rağmen ilk etapta sıcak savaşa girmek istemez. Türkiye ve Japonya’nın başka ülkelerin sınırlarına saygı göstermediğini, insan haklarını çiğnediğini iddia eder, ekonomik ambargolar uygular.

* Bu arada ABD uzayda müthiş bir insansız ordu kurmuştur. Yıldız Savaşı Sistemi adını verdiği teknoloji sayesinde uzayda oluşturduğu platformlardan dünyanın her yerine birkaç dakika içinde hipersonik insansız uçaklar gönderebilecek durumdadır. Bu platformlardan birini Türkiye’nin güneyine doğrultur. Ve ültimatom verir: Ukrayna ve Balkanlar’ın kontrolünü Polonya’ya ver, Kafkasya’dan çekil, Boğaz’dan istediğimiz gibi geçelim!

* Türkiye, ABD’nin ülkeyi parçalamak istediğine inanmıştır. Japonya’yı da yanına alarak savaşa girmekten başka çaresi yoktur. ABD’nin uzay sistemini hedef alan saldırı Kasım 2050’de Japonlar’dan gelir. Bundan sonra savaş hem uzayda, hem de karada devam eder. Türkiye, Polonya’dan kurtulmak için Almanya’dan yardım ister. Almanya, ABD’yi böyle bir savaşta yenmenin imkansız olduğunu bilmesine rağmen Türkiye’yi karşısına almamak için müttefik olmayı kabul eder.

* Üçüncü Dünya Savaşı 2052’de sona erer. Japonya, Türkiye ve Almanya harabeye dönmüştür. Neyse ki sivilleri hedef almayan ileri teknoloji uçaklar sayesinde sadece 50 bin kişi ölür. Sonuçta ABD’ye uzayda istediğini yapmasına imkan verecek bir anlaşma imzalanır.

* 2060’da hálá İslam dünyasının liderliğini elinde tutan Türkiye, Washington’la arayı düzeltir ve yeniden sevilen müttefikler listesine adını yazdırır...

Her şey eski hamam eski tas haline döner.  
Read more

18 Saat Çalıştıktan Sonra Evinde Ölen Polis

18 saat çalıştıktan sonra evinde ölen polis memuru polislerin mesai sıkıntısını gündeme getirdi. "Hepsinin isyanı ortak: Günde bazen 18-20 saat çalışıyoruz. Aile hayatımız kalmadı" 
"Bir gece görevine giderken oğlum 'Ben polislerden nefret ediyorum, sen hep onların yanındasın' diye ağlamaya başladı"

İstanbul'da, Kağıthane Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memuru Tamer Uyguner'in 18 saat çalıştıktan sonra evinde ölü bulunması üzerine Türkiye'nin dört bir tarafından polis memurları sıkıntılarını paylaştı. Uzun çalışma saatlerinden şikâyet eden memurlar; bütün toplumsal olaylarda, maçlarda, resmi etkinliklerde görev yapmalarından dolayı aile yaşamlarının olumsuz etkilendiğini, hiçbir şekilde dinlenemediklerini ve çoğu zaman uyumadan görev yaptıklarını anlattı.

ARTIK ADALET İSTİYORUM

Bu ölüm maalesef, aylardır dile getirdiğimiz sorunların acı bir sonucudur. Bu 18 saatlik çalışma istisna değildir. Çünkü başta İstanbul olmak üzere birçok ilimizde günlük normal mesai 12 saatten az olmamaktadır. Ek görevlerle, ikinci emirlerle bu çalışma günlük 18-20, ayda 300-320 saati bulmaktadır. Artık adalet istiyorum. Bu çalışmanın keyfi olup olmadığı araştırılmalı. Diğer tüm memurlar gibi ben de 160 saat çalışmak istiyorum. Ölçülü sendika ihtiyacımız bu ölümle bir kez daha ortaya çıktı. Ben de yorgunluktan ölmek istemiyorum.
Read more