Osho Kimdir?


Osho’nun, ölümü de içeren yaşama bakış açısını anlatan kitabının adı. kitapta osho, yaşamı anlayabilmek yalnızca varolmak değil, gerçekten yaşayabilmek için, kişinin ölümü tanıması gerektiğine işaret ediyor. kişinin ölümden korkmaması ya da ona karşı zafer kazanma yollarını aramaması gerektiğini, yalnızca onu bilmesi gerektiğini, bu bilmenin kendi içinde ölümün gerçek anlamını açığa çıkaracağını söylüyor. osho şuna dikkat çekiyor; her an ölebileceğimize göre ölüm her zaman burada ve şu andadır. yaşam ve ölüm ayrı değildir. bu yüzden osho, ölümü anlamanın bir yolunun da egonun yaşamın merkezi olmadığını, asıl merkezin bilinç olduğunu anlatır ve meditasyonun kişiyi ölüme hazırladığını, ölmeden önce ölümü tanımamızı sağladığını vurgular. benzeri bir görüş islam tasavvufunda da vardır. salik, seyri sülukunu tamamladığında ‘ben’den kurtulur ve bir ile bir olur. kitaba ismini veren bu cümleyi peygamberimizin de söylediği bilinmektedir. ayrıca başlıkta ‘ölünüz’ kelimesinin ‘olunuz’ olarak okunması da manidardır.
Meditasyonda nefes alır, sevgide nefes verirsin. Sevgi ve meditasyon bir aradayken nefesin bütündür, eksiksizdir, tamdır.
“Ben senin dansa dönüşmeni istiyorum; senin erişilmemiş olan yüksekliklere kadar çikabilmeni istiyorum.”
Sevgi korkusuzluğun ifadesidir. Sevdiğin zaman korku kaybolur, sevdiğin zaman korku yoktur. Birini seversen korku kaybolur; ne kadar çok seversen korku o kadar kaybolur. Bütünüyle seversen korku mutlak şekilde yoktur. Korku sadece sen sevmediğinde ortaya çıkar. Korku sevginin yokluğudur, kanun sevginin yokluğudur.
“Sevgi korunmasızdır, kanun ise savunmaya yönelik bir düzenlemedir. Birisini sevdiğinde yasadan bahsetmezsin. Sevdiğinde yasa kaybolur çünkü sevgi nihai yasadır. Onun başka hiçbir kanuna ihtiyacı yoktur, o kendi başına yeterlidir ve sevgi seni koruduğunda başka hiçbir korunmaya ihtiyaç duymazsın. Yasal olma, aksi taktirde hayattaki tüm güzel şeyleri ıskalayacaksın.”
“Kendini kabul et ve kendini sev. şayet kendini sevmezsen nasıl başka bir varlığı seveceksin?
“Ben sana öz-sevgiyi öğretiyorum”
OSHO
mağaralara yerleşebilirsin, fakat diğer mağaralarda başka azizler varsa, rekabet yine olacaktır
”ne olacagin hakkinda bir fikrin olmadan dünyada yasa. bir kazanan mi yoksa kaybeden mi olmanin hiçbir önemi yok. ölüm her seyi senden alir. kazanman ya da kaybetmen maddesel bir sey degildir. önemli olan tek sey oyunu nasil oynadigindir. hosuna gitti mi? oyunun kendisi? o zaman her an bir cosku anidir.” şeklinde özetlenecek bir hayat felsefesi vardır. rahat ol yani, kasma.
sonuncu olmaya çalışırsanız sonuncu değilsinizdir, bunu unutmayın.”
“sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir”
“sufizm bir metafizik değil, mecazdır. ‘ay’ı işaret eden parmaktır. parmağı analiz ederek ‘ay’ı anlayamazsınız, ama içtenlikle o yöne bakarsanız, ‘ay’ı görürsünüz. “
“entelekte karşı olmak da entelektüel bir davranıştır.”
“varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır – sanki varoluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir. savaşır.”
“sufizm der ki gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım? suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmek varken ne diye teorilerle boğuşayım? otantik bir şey yaşamamak niye”
“aslında sıradan zihinler sıradışı olmayı ister; sıradışı zihinler ise sıradanlığın içinde rahat eder.”
“düşünmeye gerek yok. yaşayın onu! gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz
zevk pesinde kosmakla fazlasiyla sarmalandiginda sevemezsin, cunku zevk pesinde kosan kimse digerini bir arac olarak kullanir. ve bir kimseyi bir arac olarak kullanmak mumkun olan en ahlak disi eylemlerden birisidir. 
cunku her varligin ta kendisi amactir…
herhangi bir korkuyu bırakmanın tek yolu korktuğun şeyin ta içine girmektir.
Nietzche Hakkında:
dahiler yanlış anlaşılır:
dahilerin kaderi yanlış anlaşılmaktır. bir dahi yanlış anlaşılmıyorsa aslında dahi filan değildir. kişi kitleler tarafından anlaşılabiliyorsa o zaman sıradan zekanın düzeyinde konuşuyor demektir.
friedrich nietzche yanlış anlaşılıyordu ve bu yanlış anlaşılma korkunç bir felakete neden oldu. ama belki de bu kaçınılmaz bir şeydi. nietzche gibi bir adamı anlayabilmek için onunla aynı veya daha yüksek bilinç düzeyinde olman gerekir.
adolf hitler öylesine geri zekalı bir insandı ki nietzche’nin anlamını kavramış olabilmesi olanaksız.; ama onun felsefesinin mesihliğine soyundu. ve o geri zekasının doğrultusunda yorumlar yaptı, yorum yapmakla da kalmayıp bunları eyleme döktü ve bunun sonucunda ikinci dünya savaşı patlak verdi.
nietzche güç isteminden söz ederken bunun hakim olma isteğiyle hiç ilgisi yoktur.
ama nazilerin ona yüklediği anlam budur.
güç istemi, hükmetme isteğiyle taban tabana zıttır. hükmetme isteği aşağılık kompleksinden ileri gelir. kişi kendine, onlardan aşağı değil üstün olduğunu kanıtlayabilmek için diğerlerine hükmetmek ister. ama bunu kanıtlaması gereklidir. kanıt olmazsa onarlın altında kalacağını bilir; bu yüzden bunu saklayacak birçok kanıta ihtiyacı vardır.
gerçekten üstün olan kişinin kanıta ihtiyacı yoktur, o zaten üstündür. bir gül güzelliğiyle ilgili bir tartışmaya girer mi? dolunay ihtişamını kanıtlamakla uğraşır mı? üstün insan bunu zaten bilir, hiçbir kanıta ihtiyacı yoktur; bu yüzden hükmetme isteği de duymaz. kesinlikle bir güç isteğine sahiptir ama burada çok ince bir ayırım yapmak gerekir. güce istek duyması demek kendini bütünüyle ifade edecek olgunluğa erişmek istemesi demektir.
bunun başka kimseyle alakası yoktur, yalnızca bireyin kendisiyle alakalıdır. o çiçek açmak, potansiyelinde gizli olan tüm çiçekleri açığa çıkarmak, gökyüzünde ulaşabileceği kadar yukarıya uzanmak ister. burada kıyas bile söz konusu değildir, başkalarından daha yukarıya çıkmak istemez- yalnızca kendi potansiyeline erişmek ister.
güç istemi mutlak surette bireyseldir. gökyüzünün en yukarılarında dans etmek, yıldızlarla konuşmak ister ama kimseye üstünlüğünü kanıtlamak gibi bir derdi yoktur. rekabetçi değildir, kıyaslayıcı değildir.
adolf hitler ve takipçileri, naziler, dünyaya çok büyük bir zarar verdiler çünkü nietzche’nin doğru şekilde anlaşılmasının önüne geçtiler. ve bu yalnızca tek bir şey için değil, diğer kavramlar için de geçerliydi; tümüyle yanlış anladılar.
bu daha önce hiçbir mistiğin veya şair içine düşmemiş olduğu kadar üzücü bir yazgı. isa’nın çarmıha gerilmesi ve sokrates’in zehirlenmesi bile nietzche’nin yazgısı kadar kötü değil: o öyle büyük bir ölçekte yanlış anlaşıldı ki, hitler onun ve felsefesinin adına sekiz milyon kişiyi öldürdü. bu biraz zaman alacak. adolf hitler ve naziler ve ikinci dünya savaşı unutulduktan sonra nietzche’nin gerçeği su yüzüne çıkacak. o geri gelecek.
daha geçen gün japon sannyasinlerimden biri bana kitaplarımın kendi dilinde en çok satanlar arasına girdiğini ve hemen yanlarında da nietzche’nin kitaplarının yer aldığı haberini verdi. birkaç gün önce de aynı haber kore’den gelmişti. belki de insanlar bizim kitaplarımız arasında benzer bir şeyler buluyor.
ama nietzche’nin yeni baştan yorumlanması gerek ki naziler tarafından onun güzel felsefesinin üzerine yüklenmiş onca saçmalık bir kenara atılabilsin. onun arındırılmaya, vaftiz edilmeye ihtiyacı var.
küçük sammy dedesine ünlü bilim adamı albert einstein’dan ve onun görecelilik kuramından söz ediyordu.
“peki” dedi dedesi. “bu kuram ne anlatıyormuş?”
“öğretmenimizin dediğine göre bunu tüm dünyada yalnızca birkaç kişi anlayabiliyormuş.”dedi sammy. “ ama yine de bize nasıl bir şey olduğunu anlattı. görecelilik şöyle: bir adam güzel bir kızın yanına oturduğunda bir saat bir dakika gibi geliyor ama bir dakikalığına kızgın ateşin üzerine oturunca bu bir saat gibi geliyor ve buna görecelilik kuramı deniyor.”
dede sessizce başını sallayıp yavaşça, “sammy” diye sordu, “senin einstein bununla mı geçiniyor?”
insanlar bir şeyi kendi bilinç düzeylerince anlayabilirler.
nietzche’nin nazilerin eline düşmüş olması yalnızca bir rastlantıydı. onlara savaşmak için bir felsefe gerekiyordu ve nietzche savaşçının güzelliğini taktir eder. uğrunda savaşılacak bir düşünceye ihtiyaçları vardı ve nietzche onlara iyi bir neden verdi- üstün insan için savaşmak .
tabi hemen üstün insan fikrine sahip çıktılar. nordik alman aryanları nietzche’nin yeni insan ırkı- üstün insanı olacaktı. dünyaya hükmetmek istiyorlardı ve nietzche buna çok yardımcı oluyordu çünkü insanın en temel özleminin güç istemi olduğunu söylüyordu. onlar bunu hükmetme istemiyle değiştirdiler.
şimdi tam bir felsefeleri olmuştu: nordik alman aryanları üstün bir ırktı çünkü onlar üstün insanı yaratacaklardı. güç istemine sahiptiler ve tüm dünyaya hükmedeceklerdi. daha alt seviyelerdeki insanlara hükmetmek onların kaderiydi. bariz bir matematik söz konusuydu, üstün olan daha alt seviyede olanı yönetmeliydi.
bu güzelim kavramlar…nietzche onların böylesine tehlikeli olabileceğini ve tüm insanlığın üzerine bir kabus gibi çökebileceğini asla hayal bile edemezdi. ama yanlış anlaşılmanın önüne geçemezsin, elinden hiçbir şey gelmez.
viski, puro ve ucuz losyon kokan bir sarhoş sallanarak otobüse bindi ve bir katolik rahibinin yanına oturdu.
kendisinden rahatsız olmuş olan rahibe bakan sarhoş, “hey peder, sana bir sorum var.” dedi. “arterite ne sebep olur?”
rahip soğuk ve ters bir şekilde, “ahlaksız yaşam tarzı, fazla içki, sigara ve hafif kadınalrla düşüp kalkmak” diye yanıt verdi.
“vay canına!” dedi sarhoş.
bir süre yola sessizlik içinde devam ettiler. rahip kendini suçlu hissetmeye başladı. bariz şekilde hıristiyan merhametine ihtiyacı olan birine soğuk davranmıştı. sarhoşa dönüp, “üzgünüm oğlum” dedi. “sert çıkmak istemezdim. ne kadar zamandır bu arterit belasından muzdaripsin?”
“ben mi?” dedi sarhoş. “ben de arteritten muzdarip filan değilim de gazetede okuduğuma göre papa öyleymiş!”
elden ne gelir? bir şey bir kez ağzından çıktıktan sonra karşındakinin onu nasıl alacağı tamamen ona kalmış.
ama nietzche öylesine önemli ki nazilerin onun düşüncelerine bulaştırdığı tüm bu pislikten arındırılması gerekiyor. tuhaf olan yalnızca nazilerin değil, dünyadaki diğer filozofların da onu yanlış anlamış olmaları. belki de o öylesine büyük bir dahiydi ki sözde büyük adamlar bile onu anlayamıyorlardı.
o düşünce dünyasına sayısız yeni görüş kazandırıyordu ve ki tek bir görüş bile onu dünyanın en büyük filozoflarının arasına sokabilirdi- oysa onun düzinelerce görüşü vardır ve hepsi de insanlığın daha önce hiç aklına gelmemiş olan, mutlak derecede özgün görüşlerdir. doğru anlaşılmış olsaydı, nietzche şüphesiz, o üstün insanın oluşması için gereken havayı ve toprağı sağlayabilirdi. o insanlığın dönüşüme uğramasına yardımcı olabilir.
ona karşı müthiş bir saygı ve yanlış anlaşıldığı için de üzüntü duyuyorum- ki yanlış anlaşılmakla da kalmayıp tımarhaneye tıkılmıştır. doktorlar onu deli olduğuna kanaat getirmişti. onun görüşleri sıradan zihnin öylesine uzağındaydı ki sıradan insan onun deli olduğunu kabul etmekten mutluluk duyuyordu: “o deli değilse biz çok vasatız.” o deli olmalı, tımarhaneye tıkılmalıydı.
benim hissime göre o hiçbir zaman delirmedi. yalnzıca kendi zamanının fazla ilerisindeydi, fazla içten ve doğrucuydu. siyasetçilere, rahiplere ve cüce zihinlilere aldırmadan ne yaşadıysa tam olarak onu aktardı. ama bu cüceler öyle kalabalık ve o öylesine tek başınaydı ki onun deli olmadığını duyamadılar. delirmediğinin kanıtı da tımarhanede yazdığı son kitabıdır.
ama onun deli olmadığını söyleyen ilk adam benim. öyle görünüyor ki bu dünya öylesine kurnaz ve politik zihniyetli ki insanlar sadece kendilerine şöhret kazandıracak, kalabalıktan alkış alacak olan şeyleri söylüyorlar. senin o büyük düşünürleriniz bile o kadar büyük değil.
onun tımarhanede yazdığı kitap en iyi kitabıdır ve kesin bir delildir çünkü deli bir adam onu yazamazdı. son kitabı güç istemi’dir. onun basıldığını göremedi çünkü kimse deli bir adamın kitabını basmak istemedi. birçok yayıncının kapısını çaldı ama hep geri çevrildi-ve şimdi herkes bunun yazdığı en iyi kitap olduğu konusunda hemfikir. ölümünden sonra kız kardeşi bu kitabı bastırabilmek için evini ve bazı başka şeyleri sattı çünkü bu onun son arzusuydu, ama kitabın basıldığını göremedi.
o mu deliydi yoksa biz mi delirmiş bir dünyada yaşıyoruz? deli bir adam güç istemi gibi bir kitap yazabiliyorsa o zaman deli olmak nükleer silahları üst üste yığmakta olan amerikan başkanı gibi akıllı olmaktan daha iyidir.
bu adama aklı başında, friedrich nietzche’ye de deli mi diyorsunuz? 
Read more

Lozan Antlaşmasının Türk Tarihi İçin Önemi Nedir?


LOZAN’DAN KALAN PROBLEMLER VE LOZAN ANTLAŞMASI’NIN TÜRK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ
İtilaf Devletleri bu antlaşmayla Misak-ı Milliyi ve Yeni Türk Devletinin bağımsızlığını tanımıştır.
Boğazlar Komisyonunun kalması milli egemenliğimizi sınırlamıştır. Boğazlar sorunu kalmıştır.
Musul alınamamış ve Irak sınırı kesinlik kazanmamıştır .Musul sorunu kalmıştır.
LOZAN ANTLAŞMASI (24 TEMMUZ 1923)
Mustafa Kemal; Yunanlıların İzmir’de yaptığı tahri­batın görülerek, Yunanistan’dan daha fazla savaş tazminatı alınması ve görüşmeleri daha ya­kından takip edebilmek için barış görüşmelerinin İzmir’de olmasını istemiştir. Görüşmelerin tarafsız bir ülkede olmasını isteyen Avrupalı devletler ise görüşmelerin İsviçre’nin Lozan kentinde olmasına karar vermiştir.
Rauf Orbay bakanlar kurulu başkanı olduğu için görüşmelere katılmak istemiş; fakat görüşmelere Mondros Mütarekesini imzalayan bir kişinin gide­meyeceğini savunan Mustafa Kemal; barış görüş­melerine İsmet paşa’nın gitmesini uygun bulmuştur.
http://www.ataturktoday.com/Resim/24Temmuz1923TurkDelegasyonLozan.jpgGörüşmelere TBMM adına baş delege olarak İs-met İnönü, Rıza Nur ve Hasan Saka katılmıştır.
Mustafa Kemal TBMM delegelerinden; barış görüşmeleri esnasında kapitülasyonlar ve Ermeni meselesi hakkında taviz verilmemesini istemiştir.
Lozan’da barış görüşmeleri 20 Kasım 1922’de başladı. Borçlar, Irak sınırı, kapitülasyonlar, Bo­ğazlar ve İstanbul’un boşaltılması meselesinden dolayı görüşmeler 4 Şubat 1923’de kesildi.
Yahudi cemaati lideri Haim Naim Efendi’nin ara-buluculuğu sonucunda görüşmeler 23 Nisan 1923-de tekrar başlayıp, 24 Temmuz 1923’de sonuçlandı.
a-Sınırlar:
1-Doğu SınırıKars Antlaşması ile belirlenen sınır ölçü alındı.
2-Irak Sınırı:Musul petrol bölgesini Türkiye’ye bırakmak istemeyen İngiltere Irak sınırının çizilme­sinde sorun çıkardı. Görüşmelerde vakit kaybedil­mek istenmediğinden dolayı, Irak sınırı meselesi-nin, Lozan Görüşmelerinden sonra Türkiye ile İn-giltere arasındaki ikili görüşmelerle halledilmesi kararlaştırıldı.
Açıklama: Irak sınırının çizilmesi, Lozan’da çö­züme ka­vuşturulamayan tek meseledir.
3-Suriye Sınırı:Ankara Antlaşması ile belirlenen sınır ölçü alındı.
b-On İki Ada:İtalya’ya bırakıldı.
c-Ege Adaları:Bozcaada ve Gökçeada dışındaki diğer adaların Yunanistan’a, silahlandırmamak şar-tıyla bırakılmasına karar verildi.
d-Boğazlar:Boğazlar başkanlığını Türk delege­nin yapacağı şekilde bir komisyon tarafından yöne­tilecektir. Bu komisyon milletler cemiyeti tarafın­dan denetlenecek ve statü milletler cemiyetinin garantisinde olacaktır.Boğazlardan serbest geçiş olacaktır. Ticaret gemilerinin geçişi serbest olacak; fakat savaş gemileri tonaja tabi tutulacaktır. Türk askeri olağanüstü durumlar hariç boğazlar bölgesi­nin 20 km gerisinde duracaktır.http://www.yeniadana.net/ResimUpload/0E457404CE5041F32A4DFCA698BB9451BEAD372B.jpg
Açıklama: Türkiye açısından Lozan antlaşmasının en sakat maddesi boğazlarla ilgili maddesi olmuş­tur. Bu madde adeta Türkiye’yi malüb durumuna düşürerek, Türkiye’nin egemenlik haklarını kısıt­lamıştır.
e-İstanbul’un Boşaltılması:Antlaşmanın imza-lanmasından 6 hafta sonra İstanbul boşaltıla­caktır.
Açıklama:İşgalciler 2 Ekim 1923’de İstanbul’u terk etti.
f-Kapitülasyonlar ve Düyun-ı Umumiye:
Kapitülasyonlar ve Düyun-ı Umumiye kaldırıldı.
g-Borçlar:Osmanlı’nın en fazla Fransa’ya borcu olduğundan dolayı, borçlar en fazla Fransa ile tartı­şıldı. Borçların I. Dünya Savaşı sonucunda Os­manlı’dan ayrılan devletlerle TBMM arasında pay­laştırılarak ödenmesine ve TBMM’nin üzerine düşen borcu taksitler halinde ödemesine karar ve­rildi.
h-Ermeni Meselesi: Kapandı.
ı-Azınlıklar:TBMM, azınlıklar bahane edilerek iç işlerine karışılmaması için bütün azın­lıkları Türk vatandaşı kabul etti. İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler hariç; diğer azınlıkların ve dışarıdaki Türklerin ülkelerine dö­nebileceği kabul edildi.
i-Yabancı Okullar:Yabancı okulları iç mese­lesi sayan TBMM Lozan Görüşmelerinde yabancı okulları tartışma konusu yaptırmadı.
k-Savaş Tazminatı:Yunanistan, Karaağaç böl-ge­sini savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verecektir.
Açıklama: Bu madde Trakya’nın I. Dünya Savaşı öncesin­deki sınırını değiştirmiştir.
l-Patrikhane:Patrikhane İstanbul’da kalacaktır. Patrik seçimini, başka devletleri iç işlerine karış-tırmak istemeyen Türkiye yapacaktır. Türkiye Or­todoks din adamlarının belirlediği üç adaydan birini patrik olarak tayin edecektir. Patriğin siyasal yetki­leri olmayacaktır.
m-Kıbrıs: İngiltere kendi toprağı saydığı Kıbrıs’ı görüşmeler esnasında tartışma konusu yaptırmadı.
Lozan Antlaşmasının Önemi:
1-Türkiye Devleti tanındı.
2-Osmanlı devletinin sona erdiği kabul edildi.
3-Türk devletinin tam bağımsızlığı kabul edildi.
4-Osmanlı’nın bıraktığı asırlık sorunlar kapandı.
5-Devrimler için ortam hazırlandı.
6-Sevr Antlaşması yürürlükten kalktı.
7-Sömürge altında yaşayan milletlere örnek oldu.
Lozan Antlaşmasının Eleştirilen Yönleri:
1-Batı Trakya ve Ege Adaları’nın geri alınamaması
2-Patrikhanenin İstanbul’da kalması
3-Musul’un alınamaması
4-Boğazların statüsü
Açıklama:Lozan’ı eleştirenlerin; günün şartlarını, bilme­diği veya düşünmediği anlaşılmaktadır. Ta­rihçi araştırdığı olayın geçtiği dönemin şartlarını bilmek zorundadır.
Lozan Antlaşmasının Özellikleri:
1-I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan antlaşma­lar arasında günümüze kadar geçerliliğini koruyan tek antlaşmadır.
2-I. Dünya Savaşı sonucunda imzalanan en son antlaşmadır.
3-Yeni bir devletin kurulduğunu belgelemiştir.
4-23 Ağustos 1923’de II. Meclis tarafından onay-landı.
5-Rusya ve Bulgaristan sadece Boğazlar rejimi için katıldı.
6-143 maddedir.
Lozan’ı I. Dünya Savaşından Sonra İmzalanan Antlaşmalardan Ayıran Farklar:
1-Askeri kısıtlamalar yoktur.
2-Türkiye savaş tazminatı vermemiştir
3-Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulanmamış­tır.
4-Zaferi simgelemektedir.
5-Türkiye eşit devletler statüsündedir.
Read more

Varlık Felsefesi Nedir? Ontoloji ve Diyalektik Materyalizm


VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ) VE BİLİM


Varlığı ele almak , varlık felsefesine özgü bir özellik değildir. Her türden bilgi etkinliğinin varlığı, var olanı ele aldığını söyleyebiliriz. Bilim de varlığı ele alır. Fakat bilim ve felsefenin varlığı ele alış biçimleri, varlık felsefesinin yukarıda belirtmeye çalıştığımız  sorularından da anlaşılacağı gibi çok farklıdır. 
Bilim adamı varlığı ele almakla birlikte, varlığın var olup olmadığını araştırma konusu yapmaz. 
Bilim adamı, ele alıp incelediği varlığı var olarak kabul eder. Onun bir görüntü mü yoksa gerçeklik mi olduğunu da sormaz. 

Bilim adamı kendisine verilmiş olanın bilgisine ulaşmaya çalışır. Bilim adamı varlığı genel anlamda ele almaz, her bilim varlığın belli bir cephesini, parçasını ele alır.

VARLIK MADDEDİR. MATERYALİZM

Materyalizm, varlığın esas olarak maddi yapıda olduğunu veya var olan her şeyin maddeye indirgenebileceğini ileri süren görüşe denir. 

DEMOKRİTOS VE ATOM ÖĞRETİSİ 

Demokritos(M.Ö 420 dolayları), atomcu materyalizmin temsilcisi olarak bilinir. Atomcu görüş daha sonra, Epikuros, Lucretios ve Yeniçağ başlarında Gassendi tarafından sürdürülmüştür. 
Demokritos’a göre varlığın en küçük yapıtaşı atomdur. Atomlar, herşeyin kendisinden geldiği, bölünemez ve maddi yapıda varlıklardır. Atomlar farklı büyüklük ve şekillerde olup boşlukta  hareket ederler. Aynı türden atomlar biraraya gelip varlığı oluştururlar. Canlı veya cansız, maddi veya düşünsel her şey atomlardan meydana gelmişlerdir. Ruh da maddeye indirgenebilir. Atomların hareketleri mekanik bir zorunluluk içinde gerçekleşir. 
DEMOKRİTOS (M.Ö. 420-…) 
“Bir-şey kadar  hiç-birşey de vardır. (Kosmosun kuruluşunda) bütünden her çeşit atom şekillerinden kurulmuş bir kasırga ayrıldı. Bu sırada atomlar çepeçevre serpildiler. (bu olurken “benzerler benzerlere” kanunu etkisini gösteriyor) zira güvercinlerle güvercinler, turnalarla turnalar arasında ve öteki hayvanlarda da olduğu üzere canlı varlıklar da aynı soydan canlı varlıklara  yoldaş oluyorlar. Cansızlarda da bu böyledir; bunu kalburlanan tohumlarda, dalgaların sürüklediği taşlarda da görmek mümkündür. Orada kalburun kasırgasıyla ayrı ayrı olarak, mercimekler mercimeklerin, arpa taneleri arpaların, buğday taneleri buğdayların yanına sıralanırlar, burada ise dalgaların hareketiyle uzunca taşlar uzuncaların bulunduğu yere, yuvarlaklar yuvarlakların yanına itilir, sanki nesnelerdeki benzerlikte birleştirici bir şey varmış gibi. (Atomlardan kurulmuş) bir takım hayaller insana sokulurlarmış;…” ANTİK FELSEFE / Walter Kranz / çev. S.Baydur
“İnsan hayvandan bilinciyle, diniyle veya aklınıza gelen herhangi bir başka şeyiyle ayrılabilir. Ama insanın kendisi, geçim araçlarını üretmeye başlayınca kendisini hayvandan ayırt eder; bu gelişmeyi de insanın fiziksel yapısı koşullar. Geçim araçlarını üretmekle insanlar, dolaylı olarak , maddi yaşamlarının ta kendisini üretiyorlar demektir.
K.MARX / Alman İdeolojisi / Çev:Gülnur Savran
Düşüncelerin, anlayışların, bilincin üretilmesi, başlangıçta, insanların maddi etkinlikleri ve maddi ilişkileriyle tümüyle içiçedir; gerçek yaşamın dilidir bu üretim. Kavrama , düşünme ve insanlar arasındaki düşünsel ilişki, bu aşamada, insanların maddi davranışlarının doğrudan ürünü olarak belirir.
K.MARX / Alman İdeolojisi /Çev:G. Savran
(METİN ÜSTÜNDAĞ / PAZAR SEVİŞGENLERİ / SEL YAY.)
KARL MARX (1818-1883) 
Diyalektik ve Tarihi Materyalizm 
“Bireyler yaşamlarını nasıl ortaya koyuyorlarsa öyledirler. Bu yüzden insanların ne oldukları üretimleriyle, hem ne ü 
rettikleriyle, hem de nasıl     ürettikleriyle örtüşür.” 
K.MARX / Alman İdeolojisi / Çev:Gülnur Savran 
“Bizim tarih anlayışımız, yaşamın doğrudan doğruya maddi olarak üretiminden kalkarak gerçek üretim sürecini açıklamamız ve böylelikle, maddi üretime bağlı olan ve onun tarafından yaratılan ilişki biçimini  bütün tarihin temeli olarak anlamamıza dayanır.”
K.MARX / Alman İdeolojisi / Çev:Gülnur Savran

Yukarıdaki alıntıları okuduğumuz zaman, yaşadığımız yüzyılı toplumsal ve siyasi  düşünceleriyle önemli ölçüde etkilemiş bir filozof olan K.Marx’ın materyalizmiyle ilgili olarak biraz olsun bilgi sahibi oluruz. Marx, varlığın temeline maddesel olanı koyar. Maddeden bağımsız bir gerçeklik yoktur. Madde kendiliğinden, yapısı gereği hareketlidir, meydana getirilmemiştir. İnsan düşüncelerini ve bilincini belirleyen de maddi yaşamın ta kendisidir.

Marx’a göre evrendeki herşey diyalektik bir çatışmalı gelişim içindedir. Tez ve antitez birbiriyle savaşırken aynı zamanda yeni sentezlerde biraraya gelir, ancak her sentez aynı zamanda yeni bir tezdir de. Bu kaçınılmaz bir süreçtir.
Marx, Hegel’den aldığı bu diyalektik anlayışı, tarihe uygulayarak, tarihin materyalist bir yorumunu elde eder. Bu anlayışa göre tarih, ekonomik olayların belirleyici rolü oynadığı bir tür sınıf savaşları tarihidir. 

Üretim araçları, üretim ilişkileri, üretim biçimi, üretim araçlarına sahip olma durumu Marx’a göre toplumal altyapıyı oluşturur. Bu alt yapı ise siyaseti, ekonomiyi, hukuk sistemlerini, ahlak teorilerini, felsefi sistemleri, düşünce dünyasını belirler. Marx, altyapının belirlediği bu unsurlara üstyapı der.
Marx’ a göre içinde bulunduğumuz çağdaş toplum da, diyalektik ve tarihsel yasalara bağlı olarak, yani içinde barındırdığı tezve antitezin çatışması sonucu yeni bir sentezle, komünist yani sınıfsız toplumla sonlanacaktır. 
Kaynak:lisefelsefe.org



Read more

Hamile Kalmak İçin Yapılması Gerekenler Nelerdir?


Kendinizi artık çocuk yapmaya hazır hissediyorsanız cinsel hayatınızı yeniden programlayın. Adetleri düzenli olan bir kadında hamile kalmak için en uygun dönem, adetin ilk gününden itibaren 11 ila 17′nci günler arasıdır. Eğer bu günlerde cinsel ilişkiye girerseniz hamile kalma şansınız artar.. 

ANNELİĞE ADIM ADIM HAZIRLANIN * Çocuk yapmaya hazır mısınız?
* Peki istediğiniz günden hemen sonra hamile kalabilir misiniz?
* Doğum kontrol yöntemini keser kesmez hamile kalmak mümkün mü?
* Hamilelik planlanmalı mı yoksa sürpriz şekilde ortaya çıkmasını mı beklemek lazım?
* Kız ya da erkek çocuk yapmanın kuralları var mı?
* Anne olmaya fiziki olarak hazır mısınız, şu sıralar neler yiyorsunuz?
* Acaba test mi yaptırmalısınız?
* Doğurganlığı artırıcı özel yöntemler var mı?
Hamileliğe sizi adım adım hazırlayacak tüm formülleri konunun uzmanı doktorlar verdi.
Bu hafta boyunca GÜNAYDIN’da…
Marmara Üniversitesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neşe Kavak; hamileliğe hazırlanma yöntemlerini anlattı:
Sizce en sağlıklısı planlı hamilelik mi, yoksa sürpriz olanı mı? Planlı hamilelik hem kadın hem de bebek için en sağlıklısıdır. Doğum kontrol hapını bırakır bırakmaz hamile kalan kişilerin bebeklerinde kromozom anomalisi olma ihtimali yüksek olduğu için, hapların bırakılmasından en az 3 ay sonra hamile kalınmalıdır.
Bir kadın hamileliğe kaç ay önceden hazırlanmalı? Öncelikle kadın fiziksel ve ruhsal açıdan anneliğe hazır olmalı. Özellikle doğum kontrol hapları kullanan kadınlar en az 3 ay önce hapları bırakmalı, geçen sürede kontrollü cinsel ilişkide bulunmalı. Hamile kalmadan 2 ay öncesinden başlayıp, hamileliğin ilk 3 ayında da devam edecek şekilde günde 0.4 mg. folik asit kullanımı, bebekte sinir sisteminde problem olma ihtimalini yüzde 80 azaltır. Eğer annenin daha önce böyle problemli bebeği varsa folik asit kullanımının günde 4 mg. olması gerekir. Bir ailede daha önceden sinir sistemi sorunlu bebek varsa; bir sonraki gebelikte kadının yine aynı problemle bebek doğurma ihtimali yüzde 3-5 daha fazla artmıştır.
YATAKTA BİRAZ BEKLEYİN 
Hamileliğe hazırlık için neler yapmalı? Anne adayı üç ay öncesinden genel bir check-up’tan geçip, smear testi ve jinekolojik muayene yaptırmalı. Türk kadınlarının büyük kısmında anemi (kansızlık) olduğu için anemi araştırması yapılmalı. Anemisi varsa hamilelik öncesi normal seviyeye getirilmeli. Enfeksiyon hastalıkları açısından da anne adayı taranmalı. Hepatit B, C, HIV ve kızamıkçık virüsleri bizim için gebelikteki en büyük sorunlardır. Eğer annenin kızamıkçık açısından bağışıklığı yoksa mutlaka kızamıkçık aşısı yapılmalı. Bu da hamile kalmadan en az 6 ay önce planlanmalı. Eğer hamilelikte kızamıkçık geçirilirse; bebekte ağır sakatlıklara yol açmaması için gebeliğin sonlandırılması gerekebilir. Bu arada kadın sigara ve alkol gibi alışkanlıklardan kendini uzaklaştırmalı. Eğer ağır bir iş hayatında çalışıyorsa bunu yeniden organize etmeli.
Ne sürede çocuk olmazsa çift sorun olduğundan şüphelenmeli? Normalde bir sene korunmamasına rağmen çiftin çocuğu olmamışsa ‘neden olmuyor’ diye araştırmaya başlaması gerekiyor. Anne ve babanın yaşı eğer 35 ve üzerinde ise gebe kalma süresi 6-8 aya iner. Sonrasında zaman kaybedilmeden uzman bir hekimden yardım alınmalı.
Çocuk sahibi olmak için ne zaman seks yapmalı? Adetleri düzenli olan bir kadında, hamile kalmak için en uygun dönem; adetin ilk gününden itibaren 11 ila 17′nci günler arasıdır. Bu günlerde cinsel ilişkiye girmek hamile kalma olasılığını arttırır. Cinsel ilişkiden sonra hemen yataktan kalmamak, vajinanın yıkanmaması gibi yöntemler de hamileliğin oluşmasında etkilidir.
HER GECE SEKS GEREKMEZ 
Her gün seks yapmak çocuk ihtimalini artırır mı? Önemli olan kadının yumurtlama dönemine yakın günlerde cinsel ilişkinin yaşanmasıdır. Her gece ya da gün aşırı seks yapılması, sonucu etkilemez. Adetleri düzensiz olan kadınlarda yumurtlama gününü tam olarak tayin etmek güç olabilir. O zaman vücut sıcaklığını ölçmek, işe yarayan bir işlem olabilir. Yumurtlamadan hemen sonra vücut sıcaklığı arttığı için adet dönemi test edilebilir. Bunu takiben 11 ila 17′nci günler arasında cinsel ilişkiye girildiğinde gebelik elde edilme olasılığı yükselir.
Çocuk yapmak için özel afrodizyaklar faydalı olur mu? Birtakım bilimsel araştırmalar; kız çocuk isteyen anne babaların hamile kalınmadan 4-5 ay önce vitamin ağırlıklı beslenmesinin etkili olduğunu gösterdi. Hem anne hem babanın protein ağırlıklı diyet yapmasının ise çiftin erkek çocuk ihtimalini arttırdığı söyleniyor.
Read more

Hıçkırık Nasıl Geçer? Sebepleri Nelerdir?


Halk arasında bilinen yöntemler yanlış çıktı.. İşte hıçkırığı geçirmenin yolu: Hıçkırığın az anlaşılmış bir fenomen olduğunu söyleyen Denizli Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Şükrü Daloğlu, "Hıçkırığın yararlı fizyolojik bir durumu şimdiye kadar bulunamadı. Herhangi bir hastalığa da tipik olarak eşlik etmez. Ama bazı hastalıklarda daha sık görülmektedir. Özellikle mide asidinin fazla olup yemek borusuna kaçması, beyin içi basıncın artması, üresinin yükselmesi gibi durumlarda ve steroid türü ilaç kullanan kişilerde daha sık görülmektedir. Genellikle solunum kasının ve göğüs kaslarının ani kasılması ve boğazdaki bir kapakçığın hızla kapanması veya sıkışması sonucu oluşabilir. Karın organlarından da oluştuğu görülür. Böyle düşünülmesi daha akılcıdır. Fakat bu gibi hastalıklar olmadan ve hiçbir sebebi olmadan da görülebilir" dedi.    Hıçkırığın sonlandırılması için karbondioksitin arttırılması gerektiğini kaydeden Uzman Dr. Daloğlu, "Kese kağıdına soluyarak karbondioksiti alırız, bu şekilde hıçkırığı azaltabiliriz. Kendi halimizde yapılabilecek tek yöntem budur. Çok fazla ve inatçı bir hıçkırığa yakalanılması durumundaysa hekime başvurulmalıdır. Biz, devamlı ve geçmeyen hıçkırıklarda birkaç farklı ilaç vererek, bunu geçiriyoruz. Yapılan bazı bilindik yöntemleri önermiyoruz. Örneğin, nefes tutmak, soğuk su içmek, ıkınmak, korkmak, dış kulak yolunu tıkamak ve limon içmek yanlış yöntemlerdir ve daha farklı hastalıklara neden olabilir" diye konuştu.
Sürekli Hıçkırık Tutarsa Dikkat! İnatçı hıçkırık kilo kaybı ve yutkunma güçlüğü gibi belirtilerle birlikte yemek borusu kanseri belirtisi olabilir İrlandalı bir bilim adamı, ısrarla geçmeyen hıçkırığın, kilo kaybı ve yutkunma güçlüğü gibi belirtilerle birlikte yemekborusu kanserinin belirtisi olabileceğini söyledi. Dublin'deki James Connolly Hastanesi Uzmanı Prof. Dr. Tom Walsh, bir toplantıda yaptığı konuşmada, bazı yemekborusu kanseri hastalarının ''inatçı hıçkırıktan'' yakındıklarını bildirdi. 99 kanser hastası üzerinde yapılan bir araştırmada, hastaların yüzde 27'sinin, ''inatçı hıçkırıktan'' yakındıkları, yüzde 6'sının ise hıçkırık nedeniyle doktora gittikleri kaydedildi. Hıçkırmanın bugüne dek kanser belirtisi olarak kabul edilmediğini belirten Dr. Walsh, hastalıkla hıçkırma arasındaki ilişkinin nedeninin tam olarak bilinmediğini ancak kanser hastalarındaki inatçı hıçkırığa diyaframdaki bir sinirin neden olduğunun düşünüldüğünü söyledi. Dünyada 6. en yaygın kanser türü olan yemekborusu kanseri, her yıl yaklaşık 400 bin kişide saptanıyor. Sigara içmek ve alkol kullanımı, en önemli risk faktörleri arasında sayılıyor.
Read more