Stephen Hawking Kimdir? Hayatı – Çalışmaları – Fikirleri


STEPHEN HAWKING’İN YAŞAMI VE SON ÇALIŞMALARI
45 kilodan daha ağır çekmeyen tam olarak felçli,konuşamayan ve başı öne düşerse kaldıramayan bu adam “Einstein’in mirasçısı”,” yirminci yüzyıl sonlarının en büyük dahisi”,” yaşayan en mükemmel zihin” hatta bir gazeteci tarafından “Evren Uzmanı” olarak tanımlanmıştır.Hawking kozmolojide temel hamleler yapmış ve belki yaşayan başka herhangi bir kişiden daha çok,içinde yaşadığımız Evren anlayışımızı ilerletmiştir.Eğer bu yeterli değilse düzinelerce bilimsel ödül kazanmıştır.Hawking,Kraliçe Elizabeth 2 tarafından CBE- Commander of British Empire- ve daha sonra Companion Of Honour (Onur Arkadaşı) yapılmıştır.Bu güne kadar dünya çapında on milyondan fazla satılmış olan Zamanın Kısa Tarihi adlı popüler bir bilim kitabı yazmıştır.
8 Ocak 1942’nin hem tarihin en büyük entelektüel kişiliklerinden biri olan İtalyan bilim adamı Galile’nin ölümünün üç yüzüncü yıldönümü,hem de savaş ve küresel mücadelenin parçaladığı bu dünyaya Stephen William Hawking’in gözlerini açtığı gün olması belki de şanslı tuhaflıklardan biriydi. Fakat,Hawking’in kendisinin işaret ettiği gibi,o gün iki bin civarında başka bebek doğmuştu ve bu nedenle bu durum hiçte o kadar şaşırtıcı bir raslantı değildi.
Stephen’ın annesi Isobel ve babası Frank Londra’nın bir kuzey banliyösü olan Highgate’de yaşıyorlardı fakat doğum için Oxford’a taşınılması gerektiğine karar vermişlerdi. Hem Frank hem de Isobel Hawking daha önce,öğreciyken,Oxford’da bulunmuşlardı.Her ikiside orta sınıf ailelerden geliyorlardı. Frank Hawking’in büyükbabası oldukça başarılı bir Yorkshire çiftçisiydi fakat Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen büyük tarımsal buhran sırasında servetini yitirmişti.Isobel,Glosgowlu bir doktorun kızıydı. Frank tıp eğitimi aldı ve tropik hastalıklar uzmanı oldu.Isobel ise Oxford’dan mezun olduktan sonra vergi müfettişliği dahil olmak üzere pek çok sevmediği işte çalıştı. Stephen iki aylıkken annesi onu geriye, Londra’ya,savaş saldırılarının içine götürdü. Stephen iki yaşındayken komşularının evine bir roket isabet edince kendi evleri de hasar gördü. Neyseki o zaman Hawkingler evde degildi.

On yaşına geldiğinde,Stephen Westminister okulu burs sınavına girdi. Babası tıbbi araştırmalarda başarılıydı ama bir bilim adamının geliri Westminister’daki okul ücretlerini karşılamaya yetmezdi. Bu yüzden bursla ödenecekti. Sınav günü geldi ve ne yazıkki Stephen hastalandı ve tabi ki giriş sınavına giremedi. Sonuç olarak İngiltere’nin en iyi okullarından birinde okuyamadı. Hayal kırıklığına uğramış olan Dr.Hawking oğlunu yerel özel okul St Albans School’a yazdırdı. Her adayın giriş sınavına girmesi gerekiyordu ve Stephen bu sınavı kolayca geçti. Okulda ise sınıfın eğlendiği,kızdırdığı ve ara sıra zorbalık ettiği,bazılarının gizlice saygı duyduğu,çoğunun uzak durduğu bir öğrenciydi.Stephen,ilgi alanları aynı olan küçük bir grubun üyesiydi.Hepsi birlikte 3A sınıfının en parlaklarının çekirdeğini oluşturuyorlardı.Bu grup birbirlerinin evinde toplanıp radyoda yalnızca klasik müzik dinleyip ertesi günkü fizik ödevlerini yaparlardı. Bir başka hobileri de kart oyunları icat edip oynamaktı. Kartları arkadaşları yaparken ortaya çıkmakta olan embiryonik bilim adamı ve mantıkçı Hawking kuralları geliştirirdi. Stephen ve arkadaşları kart oyunlarından çabuk bıktılar ve maket uçak ve elektronik aletler yaptılar. Hawking hiçbir zaman ellerini kullanmada beynini kullanmada olduğu kadar iyi değildi.

Ondört yaşına gelene kadar matematikle ilgili bir meslek istediğini biliyordu. Matematik ödevlerine çok az zaman harcayıp tam notlar alıyordu. “Ortalama” parlak çocuk şaşılacak bir yetenek sergilemeye başlıyordu. Stephen üniversite eğitimine hazırlık olarak matematik, fizik ve ileri matematik almak istiyordu. Ancak babası tıp eğitimi alıp kendisini izlemesini istiyordu. Bunun için Stephen’ın A düzeyi kimya alması gerekiyordu. Pek çok tartışmadan sonra Stephen A düzeyi matematik,fizik ve kimya almayı kabul etti. Herkes farklı farklı dersler seçtiği için grupları dağıldı ve Hawking’le birlikte olanlara yenileri katıldı. 1958 yılında gruba yeni katılanlarla birlikte LUCE -Logical Uniselector Computing Engine- adında bir bilgisayar yaptılar. Çalışmasında hiç bir sorun yoktu. Sadece bir çok lehimleme hatası vardı.
Kozmoloji
Kozmoloji genel olarak Evren’in başlangıcının, evriminin ve kaderinin incelenmesidir. Klasik fizik, 17. yüzyılda Dünya’yı araştırmanın bilimsel yönteminin temellerini koyan Isaac Newton’un fiziğidir. Newton fiziği 19. yüzyıl sonuna, ilki Einstein’in genel görecelik kuramı ve ikincisi kuantum teorisiyle ateşlenen iki devrim tarafından devrildiği zamana kadar egemenliğini sürdürdü. Bunların ilki kütlesel çekimin nasıl çalıştığı konusunda sahip olduğumuz en iyi teoridir; ikincisi maddi dünyada başka her şeyin nasıl çalıştığını açıklar. Bu iki konu, modern 20. yüzyıl biliminin ikiz sütunlarını oluştururlar.
Stephen Hawking’in yirmibeşinci yaş günü nü kutladığı 1967 yılı bizi pulsarların (radyo dalgaları veren gök cisimleri) keşfine götürür. Bu nesneler büyük patlamalarda (süpernovalar) yaşamlarını bitirmiş,kütleli yıldızların çöken çekirdekleri, nötron yıldızları olarak bilinirler. Hawking’in kuantum teorisiyle görecelik arasındaki ilk başarılı evliliği gerçekleştirmesini sağlayan şey de kara delikleri incelemesi oldu. Yaşıtlarının hepsi gibi Hawking de bir bilim adamı olarak Newton’un klasik fikirleri ve görecelik kuramı ve kuantum fiziğinin orijinal şekilleri temelinde yetiştirilmişti. Klasik kozmoloji; pulsarların keşfiyle harekete geçirilien devrimden önce bilinenleri gösterir.

Üniversiteye Giriş

1959 yılı bir patlamayla başladı. 2 Ocak’ta otuz iki yaşındaki Fidel Castro Küba’da iktidara geldi; bir ay sonra, Buddy Holly bir uçak kazasında öldü ve Indra Gandhi Hindistan’ın iktidardaki Kongre Partisi’nin lideri oldu. Baharda iki maymun uzaydaki ilk primatlar olmuştu ve yazar Raymond Chandler yetmiş yaşında ölmüştü. Bu arada Hertfordshire’da küçük bir şehirde on yedi yaşında Stephen Hawking adlı bir öğrenci, ailesinin dağınık Edward tipi evindeki büyük, karışık odasında Oxford giriş sınavlarına hazırlanmaktaydı.

Oxford’a giriş hiç de kolay değildi. Başlangıçtan beri düşünülen şey onun üniversitenin sunduğu en yüksek ödül olan bir burs almasıydı. Burs bazı ayrıcalıklar sunuyordu ama daha önemlisi öğrencinin Oxford’daki eğitim masraflarının bir kısmı üniversite tarafından ödeniyordu.

Üniversitede seçeceği eğitim dalı konusunda baba oğul sonu gelmeyen bir tartışmaya girmişlerdi. Stephen o zamanlar Doğal Bilimler olarak adlandırılan matematik ve fizik eğitimi almak istediği konusunda ısrar etti. Babası ikna olmuyordu, ona göre öğretmenlik dışında matematikte iş yoktu. Stephen ne istediğini biliyordu ve tartışmayı kazandı.

Giriş sınavı oldukça zordu. Sınav iki güne yayılmıştı. Herkes herbirinin iki buçuk saat süresi olan beş ayrı konuda sınava girmeleri gerekiyordu. İki fizik, iki matematik testi ve bunlardan sonra genel kültür testi vardı. Oniki buçuk saatlik teori ve bir fizik uygulama sınavının ardından mülakatlara sıra geldi. İlk olarak adayların başkan, dekan ve konunun öğretmenleri tarafından sözlü sınava tabi tutuldukları genel görüşmeler yapıldı. Bunlar Senior Common Room’da yapıldı. Aday öğrenciler kuvvetli alkışlarla karşılanarak tek tek içeri alınıyorlar ve bir dizi aptalca soruya zeki yanıtlar vermeleri bekleniyordu. Bunun amacı adayın hakkında biraz daha fazla bilgi edinmekti. Hawking her iki fizik sınavından doksan beş civarında ve diğerlerinden ise biraz daha az not almış olabileceğini aklından bile geçirmiyordu. Ve sonunda Universite College ona birinci sınıf burs sunuyordu. Ertesi Ekim ayında Oxford Üniversitesi’ne kaydolmaya çağrılmıştı.

Hawking’in Oxford’daki ilk yılı onun için her yönden oldukça kötü geçti. St Albans’daki okul arkadaşlarından çok azı Oxford’a girmiş, yakın arkadaşlarından hiçbiri girememişti. Dersler cok sıkıcıydı. Öğretmenlerin verdiği fizik ve matematik sorularını çözmekte çok az zorlanıyordu. Bu özgürlüğün tepesinde sınav yapısı çok gevşekti ve eğer Hawking ayarındaysanız istismara çok açıktı. Not, yalnızca öğrencinin finallerdeki performansı üzerine veriliyordu. Akademik şeylere karşı gevşek tavrına rağmen öğretmeni Dr. Berman ile sağlıklı ilişkiler kurmayı başarmıştı. Ara sıra Berman’ın evine çay içmeye giderdi. Hawking genellikle çay saatinden önce gidiyor ve ondan okuması için güzel bir kitap tavsiye etmesini istiyordu.

Burslu bir öğrenci olarak ikinci yılın sonunda kendi döneminde tüm diğer fizikçilerin de katıldığı Üniversite Fizik Ödülü için yarışması gerekiyordu ve Hawking az bir çabayla büyük ödülü kazandı.

Oxford’da finaller çok farklıydı. Üç yıllık çalışmanın son noktasıydı. Sonuç ya hep ya hiçti. Hawking kendince bir plan yaptı. Adayların kağıtlarındaki sorular arasında geniş bir tercih şansı vardı. O da yalnızca teorik fizik sorularını yanıtlayacak, ayrıntılı bilgi isteyenleri gözardı edecekti. Fakat işleri karıştıran bir sorun vardı. Hawking, dönemin en ünlü astronomu Fred Hoyle’nin öğrencisi olarak Cambridge’de doktora yapmak için başvurmuştu. Ama Cambridge’e kabul edilmek için Oxford’u birincilikle bitirmek gerekiyordu. Finallerden önceki gece Hawking panikledi. Tüm gece yatakta dönüp durdu ve çok az uyudu. Ve sabah kurallara göre giyinip okula gitti. Hawking masasının üzerine kağıt konurken biraz kendine geldi ve sınav öncesi yaptığı planı düşündüğü şekilde uyguladı. Sonuçlar ilan edildi. Hawking, birinci ile ikinci onur derecesi arasındaki sınırdaydı. Geleceğinin kararlaştırılması için sınavı yapanlarla kişisel bir mülakata girmesi gerkiyordu. Sözlü sınavındaki hocaları en azından kendilerinden daha zeki birisiyle karşı karşıya olduklarının farkındaydılar. Sınav başkanı ondan gelecekle ilgili planlarını anlatmasını istedi. O “Eğer bana birinci onur derecesi verirseniz Cambridge’e gideceğim, eğer ikinci onur derecesi olursa Oxford’da kalacağım. Bu nedenle bana birinci onur derecesi vereceğinizi umarım.” dedi.

Verdiler.

Doktora Ve Doktorlar

Yurtdışından henüz dönmüş olan üniversite mezunu, onur dereceli öğrenci Stephen Hawking, Cambridge’e Ekim 1962’de girdi. Cambridge’geçişi öncesindeki günlerde dıştaki dünya kendini parçalamaya hazır görünürken, Hawking adım adım bir kişisel kriz duyumsamaya başlıyordu. Oxford’daki günlerinin sonuna doğru ayakkabı bağlarını bağlamakta biraz güçlük çekmeye başlamıştı. Sürekli eşyalara çarpıyordu ve zaman zaman bacaklarının altından koptuğunu hissediyordu. Ağzına bir damla içki koymamışken ara sıra konuşmasında sarhoş gibi heceleri karıştırdığını, telafuzunun bozulduğunu fark etti. Bir sorun olduğunu kabul etmeyerek kimseye bir şey söylemedi.

Cambridge’e ulaştığında bir başka sorun çıktı. Üniversitede doktora yapmak için başvurduğunda iki açık araştırma alanı vardı: elementer parçacıklar, çok küçüğün incelenmesi ve kozmoloji,çok büyüğün incelenmesi. Ancak bir pürüz vardı. Alanında en ünlü bilim adamı olarak dünya çapında tanınan Fred Hoyle’le birlikte çalışmak istiyordu. Fakat Hoyle yerine adını hiç duymamış olduğu Dennis Sciama’nın sorumluluğuna verildi. Zamanla Sciama’nın daha iyi bir denetmen olacağını anlamaya başladı çünkü Hoyle çok uzun sürelerle yurtdışında oluyordu ve danışmanlık için çok az zaman bulabiliyordu. Kısa sürede Dr. Sciama’nın çok iyi bir bilim adamı ve müthiş yardımcı bir denetmen olduğunu, konuşmak için onu her zaman bulabileceğini keşfetti.

Yapacağı araştırmanın konusunun doktora eğitiminin ağırlığına denk düşmesi gerekiyordu. Ama o seviyede görecelik araştırmaları oldukça yeni ve alışılmamış olduğu için konu bulmakta zorlanıyordu. Sciama o zamanlar Hawking’in yolunu kaybetmek ve her şeyi yitirmek üzere olduğuna inanıyordu. Bu durum doktoranın ilk yılı boyunca sürüp gitti. Her şey ancak Hawking’in kendi vücudunun içinde açığa çıkmakta olan değişikliklerin başlattığı bir karmaşık olaylar dizisi çözülmeye başlayacaktı. 1962 sonunda Stephen Noel tatili için St Albans’a döndü. Kafasında bir şeylerin ters gittiğini biliyor olmalıydı. Yaşamakta olduğu tuhaf sakarlıklar sıklaşmıştı ama Cambridge’de kimse bunun farkına varmamıştı. Fakat ailesinin yanına geldiğinde, aylardır uzakta yaşadığı için, onlar bir aksaklık olduğunu hemen farkettiler. Onu bir aile hekimine götürdüler, o da bir uzmana yolladı. Yılbaşı akşamı 14 Hillside Road’da bir parti verdiler. Stephen’in önceden çok az tanıdığı Jane Wilde isimli bir genç bayan da partiye davet edilmişti. Akşam arkadaşları tarafından Stephen Jane’e resmen tanıştırıldı. Jane de St Albans’da yaşıyor ve şehirdeki liseye gidiyordu. 1962’nin son saatleri ağır ağır gidip 1963 başlarken , ikisi konuşmaya ve birbirlerini tanımaya başladılar. Jane gelecek sonbahar modern diller eğitimine başlamak üzere Westfield College’de okumaya hak kazanmıştı. Jane, yirmibir yaşındaki Cambridge doktora öğrencisini büyüleyici bulmuştu ve hemen onun cazibesine kapılmıştı. O akşamdan sonra arkadaşlıkları gelişti.

Tatil bitmişti, okula geri dönmesi gerekiyordu. Ama ondan önce bir dizi testten geçmek üzere hastaneye götürüldü. Doktorlar ona okuluna,kozmolojik araştırmasının başına dönmesini tavsiye ettiler. İş iyi gitmiyordu ve şimdi yaklaşan ölüm olasılığı her düşüncesine, her hareketine yansıyordu. Kısa bir süre sonra teşhis kondu: ALS (Amyotrophik Lateral Sclerosis). Çok ender görülen ve tedavisi olmayan bir hastalıktı. İngiltere’de buna motor nöron hastalığı deniyordu.

ALS, omurilik sinirlerini ve beynin istemli hareket fonksiyonları üreten bazı kısımları etkiler. Bir süre sonra adım adım hücreler bozulur ve vücutta kaslar dumura uğrarken felce neden olurlar. Bunun dışında beyin etkilenmez ve düşünce, bellek gibi daha yüksek fonksiyonlar dokunulmamış kalır. Kısaca beden adımadım çürürken hastanın zihni dokunulmamış kalır. Görülen belirti derece derece hareket kaybıdır. Belirtiler acısızdır, fakat hastalığın son aşamasında kronik depresyonu hafifletmek için hastalara sık sık morfin verilir.

Durumun hayret verici ironilerinden biri Stephen Hawking’in gereksinim duyduğu tek gerçek aracın zihni olduğu, çok az işten biri olan teorik fizik üzerine çalışıyor olmasıydı. Eğer deneysel fizikçi olsaydı kariyeri ona erecekti. Doktorlar onun iki yıl yaşayacağını düşünüyorlardı. Durumu öğrenince Hawking depresyona girdi. Jane, hastaneden ayrılışından kısa bir süre sonra Stephen ile görüştü ve onu kafası karışmış, yaşama arzusunu kaybetmiş gördü.
Jane’nin sahneye çıkışının Hawking’in yaşamında çok önemli bir dönüm noktası olduğuna pek kuşku yoktur. İkisi birbirini daha fazla tanımaya başladı ve aralarında güçlü bir ilişki gelişti. Bu arada doktora çalışmaları can sıkıcı bir yavaşlıkla ilerliyordu.
Stephen, Sciama ile çalışan tek öğrenci değildi. Sciama 1961 yılında bu göreve geldiğinde bir Güney Afrikalı olan George Ellis, denetmenin ilk öğrencisi olmuştu. Brandon Carter ve Martin Rees de onu izledi. Birlikte aynı saha içinde biraz farklı alanlarda çalışan küçük bir relativist ve kozmolog grubu oluşturdular. Birlikte çalışmalarının yanı sıra iyi arkadaş oldular. Jane hafta sonları Cambridge’e geldiğinde, tüm grup sık sık birlikte dışarıya yemeğe veya nehir kıyısında kayıkların kayıp gidişini seyrederek piknik yapmaya gidiyordu.
1960’lı yılların başlarında Fizik Departmanı başkanı George Batchelor, üniversiteyi Silver Street’deki Old University Press Building olarak bilinen yerde ayrı bir matematik ve teorik fizik bölümü kurulması konusunda ikna etmeyi başardı. Bu bölüm DAMTP (Department of Applied Mathematics and Theoretical Physics- Uygulamalı Matematik ve Teorik Fizik Bölümü)olarak bilinir oldu.

Cambridge’deki sistem kolejlerden birine kayıtlı olan lisans ve lisans üstü öğrencilerin diğerleriyle birlikte üniversite binalarında çalıştıkları bir sistemdir. Öğrenciler ofisleri paylaşırlardı ve kapıları hemen hemen her zaman herkese açıktı. Hiçbir zaman gizli çalışma ve fikirlerini kendine saklama diye bir şey olmazdı. Bu serbest iletişim atmosferinde Hawking doktora öğrencisi olarak ilk yıllarında ilk önemli projesine girişti. Cambridge’deki tartışmalar ve büyük değişimler sırasında Hoyle Evren’in değişmez durumlu kuramıyla çok ilgileniyordu. Hoyle bu fikri Londra King’s College’de Herman Bondi ve astronom Thomas Gold ile birlikte geliştirmişti, fakat o zamanlar bu basitçe iki yarışan teoriden bilimsel olarak daha gelişmiş olanıydı. O bir zamanlar bir doğum günü pastasından fırlayan bir eğlence kızı olarak tanımlamış olduğu Evren’in aniden yaratılışı şeklindeki alternatif teoriyi reddediyordu –bu basitçe ağır başlı veya ince düşünülmüş bir şey değildi. Daha sonra çok eğleneceği şekilde, fikri alaya almak üzere amaçlı olarak uydurulmuş bir ifade olan ve kendi değişmez durum teorisini savunmakta olduğu bir radyo programında geçen ”Büyük Patlama” teriminin yaratıcısı oldu.

Cambridge’deki ilk iki yılı sırasında ALS hastalığının etkileri hızla kötüleşti. Yürümede muazzam zorluk çekmeye başladı ve yalnızca birkaç adım atmak için bir baston kullanmaya zorlandı. Arkadaşları ellerinden geldiği kadar ona yardım ettiler, fakat o çoğu zaman herhangi bir yardımcı istemedi. Konuşması da ciddi olarak hastalığın etkisinde kalmaya başlamıştı. Yalnızca telafuz bozukluğu olmuyor, konuşması hızla anlaşılmaz oluyor ve en yakın arkadaşları bile onun ne söylediğini anlamakta güçlük çekiyorlardı. Ama hiçbir şey onu yavaşlatmadı, aslında o şimdi büyük adımlar atmaya başlamıştı. İşi daha hızlı ve tüm mesleğinde hiçbir zaman olmadığı kadar olumlu şekilde ilerliyordu. Bu onun hastalığına karşı tavrını göstermekteydi. Çılgınca görünse de ALS basitçe onun için o kadar önemli değildi. Hastalık onun varlığının özüne, zihnine dokunmadı, böylece işini etkilemedi. ALS ile uyuşmuş ve Jane Wilde’ın şahsında tamamen kişisel bir düzeyde yaşamını paylaşabileceği birini bulmuş olan Hawking verimli olmaya başladı. Çift nişanlandı ve haftasonu ziyaretlerinin sıklığı arttı. Hawking için Jane ile nişanlanması muhtemelen başına gelen en önemli şeydi. Bu onun yaşamını değiştirdi, ona uğrunda yaşayacağı bir şey verdi ve onu yaşamaya kararlı kıldı.

Evliliği Ve Öğretim Üyeliği

60’lı yılların ortaları Stephen Hawking’in yaşamında en önemli dönemlerden biri oldu. Jane ile nişanlanmış olan Hawking, evleneceklerse çabucak bir iş bulması gerektiğini kavradı. Doktorasını tamamladıktan sonra herhangi bir akademisyenin kariyerindeki bir sonraki adım genellikle araştırmaya devam etmek için üniversite öğretim üyeliği bulmaktır. Bu yüzden tezini yazma sıkıntıları içindeyken ve gelecek yaza planlanan bir evlilik varken Hawking, boş öğretim üyeliği aramak zorundaydı. Neyse ki çok fazla uzakta aramak zorunda kalmadı. Üniversitede başka bir kolej olan Caius’da bir teorik fizik öğretmenliği için yer olduğunu duydu. Hastalığının bu aşamasında yazamıyordu ve gelecek haftasonu Cambridge’e ziyareti sırasında Jane’den başvurusunu daktilo etmesini isteyecekti. Fakat nişanlısı trenden indiğinde onu kolu dirseğine kadar alçıda olarak selamladı. Ane’nin sol kolu kırılmıştı ve o sağ kolunu kullanıyordu.Hawking bilgileri dikte etti ve Jane başvuruyu elle yazdı. Cambridge’de onu kendileri için daktilo edecek bir arkadaş buldular. Başvurunun bir gerekliliği olarak, iki referans vermesi gerekiyordu. Dennis Sciama ilk referanstı. Herman Bondi de ikinci referansdı. Caius’daki Kolej Konseyi yeni öğretim üyelerini seçmek üzere her yıl Lent (büyük perhiz) dönemi sırasında toplanırlardı. Konsey Hawking’i rakiplerine tercih etti ve Caius’da öğretmenliğe alındı. Hawking kariyeri açısından o ve Jane geleceğe şimdi bir derece daha güvenle bakabilirlerdi.
Öğretim üyelerinin araştırmalarına devam etmeleri şeklindeki temel koşulun dışında çok az görevleri vardır. Onlardan öğrencilere denetmenlik yapmaları istenir fakat bunun düzeyi farklıdır. Cambridge’deki pek çok şey gibi öğretim üyesinin rolü Sir Isaac Newton’un zamanından beri çok az değişmiştir. Öğretim üyeliği büyük bir onurdur ve akademisyenlerin araştırmalarına devam etmeleri için bir araç sayılır.
Çift Temmuz 1965’de Hawking’in lisans üstü kolejinin kilisesi Trinity Hall’de evlendi. Bu bir tipik “akademik” evlenme değildi ama bir sosyete olayı da değildi. Her iki tarafın aileleri sıradan insanlardı. Düğün fotoğrafları için damadın bir değneğe dayanmak zorunda olmasının dışında düğün günü çift başka herhangi bir çifte çok benzer görünüyordu. Siyah beyaz fotoğraflarda Hawking koyu renk bir takım elbise giymiş ve ince, düzgün şekilde bağlanmış kravat takmıştı, koyu çerçeveli gözlükleri ve ince yüzü ona baykuş görünümü vermiştir. Jane, ellerinde bir çiçek buketi tutarak onun yanında duruyordu. Duvağı arkaya çevrilmişti ve günün modasına uygun kısa düğün elbisesinin boyun çizgisinin üzerinde omzuna dökülen dalgalı uzun saçları görülüyordu. Kuşkusuz her ikiside, o gün tüm diğerlerinin bildiği gibi, Stephen’in kısa bir süre içinde ölebileceğini biliyorlardı. Aslında tıbbi kestirimlere göre o ödünç alınmış bir zamanı yaşıyordu.

Yeni evliler Sulfolk’da bir hafta balayı yapabildiler. Hemen ardından işe geri döndüler, çünkü çift Stephen’ın New York’un kuzeyinde Cornell Üniversitesi’nde genel görecelik konulu bir yaz okuluna katımak zorundaydılar. Fakat döner dönmez karşılarına bir dizi sorun çıktı. Hawkingler nerede yaşayacaklardı? Jane hâlâ Londra Westfield College’de son sınıfta bir öğrenciydi. Stephen bisiklete binemediği ve kısa mesafeleri ancak bir çift baston yardımıyla yürüyebildiğiiçin kuşkusuz Hawkinglerin , merkezi Cambridge’de, Silver Street’de DAMTP’a yakın yaşaması zorunluydu. Birçok yer soruşturduktan sonra Little St Mary ‘s Lane denen eski evlerin bulunduğu küçük bir caddede bir evin boşaldığını öğrendiler. DAMTP’den yaklaşık yüz metreden uzaktı ve ev onlar için uygundu. Orada kaldıkları süre içinnde aynı caddede başka bir evin boşaldığını duydular. İlk evin üç aylık sözleşmesi sona erince taşındılar ve orada yıllarca kaldılar. Hawkingler her zaman çoşkulu ev sahipleri oldular. Küçük ev hafta sonlarında sık sık akşam veye öğle yemeği için gelenlerle doluyordu.
Bu arada Hawking’in kara delikler üzerindeki çalışması iyi ilerliyordu. Aralık 1965’de Hawking Miami’deki bir görecelik toplantısına davet edilmişti. Miami toplantısına kadar Hawking’in konuşması ciddi şekilde kötüleşmişti ve dinleyicilerin kendisini anlamakta zorluk çekeceklerini biliyordu. Eski arkadaşlarından biri University of Texas’da bir yıl geçiriyordu ve o da Miami’deki toplantıya katılacaktı. Hawking onunla görüştü ve konuşmayı Hawking adına George Ellis yapacaktı. Büyük bir başarı kazandı ve diplomasının mürekkebi daha kurumamışken tekiller üzerine çalışması dünyanın her tarafından gelen bilim adamları tarafından coşkuyla karşılandı.

Evliliklerinin ilk yılı sırasında Jane, eğitimine devam etmeyi başardı ve 1966 yazında mezun oldu. Bu sürede Stephen’in doktora tezini daktilo etti. Jane, nihayet, 1966 yazında hafta boyunca kocasıyla birlikte Little Mary’s Lane’deki evlerinde kalmaya başladı. Bu arada Stephen kötüleşmeye başlamıştı. Dolaşabilmek için bastonlar yerine koltuk değnekleri kullanmaya başlamıştı. Evlerindeki merdivenleri yardımsız çok zor çıkıyordu ve yardım edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Kendisini kozmozun yapısı ve kökeniyle tamamen meşgul tutarak ve kendi deyişiyle “Evren Oyunu” oynayarak, sağlık durumu hakkında düşünmeye zaman ve enerji harcamasına izin vermiyordu. Artan kas körelmesine karşın, yakın arkadaşları için o hâlâ aynı Stephen’dı ve onun kişiliğinin sıcaklığını hissediyorlardı. Ve artık Jane ve Stephen tam bir aile olmuşlardı; ilk çocukları Robert 1967’de doğdu. Şimdi tüm olumsuzluklara karşın o bir babaydı ve 1970’de de ikinci çocukları olan Lucy doğacaktı.

Atılım Yılları

1960’lar Hawking’in fiziksel durumuna taviz vermeye zorlanmasıyla sona erdi. Jane’in yoğun ikna çabalarıyla koltuk değneklerinden bir tekerlekli sandalyeye geçmeye karar verdi. Ancak Hawking bunun kendisini yıkmasına izin vermedi.

Yurt dışındaki geziler ve kara delikler üzerindeki çalışmaları arasında Hawking, George Ellis’le “The Large Scale Structure of Spacetime” olarak isimlendirilecek bir kitap üzerinde çalışıyorlardı. Her ikiside diğer projelerle ve ev değişiklikleriyle meşgul oldukları için müsvedde üzerindeki çalışma çok yavaş ilerledi.kitabın yazılımı altı yıl aldı. Aralarında konuları paylaştılar. Tüm daktilo etme işlemini Ellis yaptı. Hawking artık yazamaz durumda olduğundan kendi malzemesini Ellis’e dikte etti. Ellis Hawking’in konuşmasını anlayan en yakın arkadaşlarından biriydi. The Large Scale Structure of Spacetime çok uzun zaman almış olduğu için bazı alanlarda Ellis’i aştı. Özellikle Hawking’in kara delikler üzerindeki çalışmasının metni düzeltebileceklerinden daha hızlı gelişmişti. Kitap yalnızca kozmolojinin klasik teorilerini ele alıyordu. Kitap 1973 yılında yayınlandı. Kitap akademik çevreleri oldukça hareketlendirdi ve serinin genel prestijine büyük katkıda bulundu.
1978 yılında Hawking’e fizikteki en saygın ödül olan ve Lewis and Rose Strauss Memorial Fund tarafından verilen “Albert Einstein Ödülü” verildi. Bu ödül prestij açısından Nobel ödülüne eşdeğer sayılmaktadır. Hawking meslektaşlarının saygısını kazanıyor ve halk içinde gittikçe daha fazla “yeni Einstein” olarak beğeni topluyordu.
Stephen Hawking
Hastalık ani atlamalar yaparak ve daha sonra bir düzlükte kestirilemeyen bir süre kalarak gelişir. Bir kere daha kötü gelişme olacağı ve bunun yolun sonu olacağı hissi yaygındır. Ama insanlar Hawking’in 20 yıldan uzun bir süredir gidici olduğunu yazıyorlardı. Ve şimdi onların yanıldıklarını kanıtlamıştı. O her günü geldiği gibi alır ve ondan elinden geldiğince yararlanırdı.
Stephen Hawking kimdir o zaman? O hesaba katılması gereken bir güçtür. Onun kişiliği müthiştir. O acımasız olabilir, yaşamla sert bir pazarlık sürdürüyor ve ona başı yukarda yaklaşıyor. Birçok insan onu can sıkıcı bulur ama diğer taraftan mizah dygusu ile ünlüdür. Pek çok yakın arkadaşı ve hayranı vardır. Kendisinin seven ve şefkatli bir baba olduğunu kanıtlamıştır. Makinalara, hareket etmesini, konuşmasını ve soluk almasını sağlayan bir dizi soğuk cihaza o kadar yakından bağlı olan bir adamın iç düşlerini bilmek imkasızdır. Yüzü pek çok kişinin yüzünden daha anlamlıdır. Çünkü kısa ve öz dil armağanı dışında bu hemen hemen onun zihnine tek penceremizdir.

Kaynaklar
Dünya’yı Değiştiren Beş Denklem, Michael Guillen, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları Galileo’nun Buyruğu, Edmund Blair Bolles, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları Stephen Hawking –Kuramı ve Son Çalışmaları, Michael White-John Gribbin, Sarmal Yayınevi
Read more

Öğretici Metinler Nedir? Öğretici Metinlerin Özellikleri Nelerdir?


ÖĞRETİCİ METİNLER
1. TARİHÎ METİNLER: Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına “tarih” tarih incelemeleri sonucunda yazılan metinlere de tarihi metin denir.
2. FELSEFÎ METİNLER: Felsefe konularını ele alan, felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefî metin denir. Yunanca “seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum” anlamına gelen “phileo” ile “bilgi bilgelik” anlamına gelen “sophia” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “felsefe” kavramı üzerinde herkesin uzlaştığı net bir tanım yoktur. İnsan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara cevap bulmaya, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışır. Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir. Felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı her türlü malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir. Felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.
3.BİLİMSEL METİNLER : Bilimsel bilgiyi iletmeyi sağlayan metinlere “bilimsel metinler” denir. Bu yazılarda açıklık ve kesinlik önemlidir. Alanında gerekli donanıma sahip kişilerce kısa, öz ve hemen anlaşılabilir tarzda yazılır. Bu yazıların en önemli amacı bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir. Bilimsel metinler; bilimsel makale, tarama, değerlendirme yazıları, konferans raporları, toplantı özetleri olarak gruplandırılabilir. Bu metinler; başlık, özet, giriş, asıl metin, sonuç ve tartıma bölümlerinden oluşur.
4.GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİN TÜRLERİ:
MAKALE: Herhangi bir konuda bilgi verme, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak, desteklemek veya ispatlamak amacıyla yazılmış yazılardır. Temel ögesi “düşünce” olan metin türüdür. Makaleler sanat, edebiyat, bilim siyaset ve toplumu ilgilendiren her konuda yazılabilir. Günlük gazete ve dergilerin dışında belirli bir bilim dalı ile ilgili makaleler de vardır. Her makale belirli bir alandaki uzmanlığın ürünü olmalıdır. Makalenin belli bir hedef kitlesi bulunur. Toplumun ilerlemesi açısından önemi vardır. Makalelerde kanıtlama vardır. Yazar işlediği konuyu her yönü ile araştırıp açıklamak ve okuyucuya benimsetmek durumundadır. Makalenin sonuç bölümünde değerlendirme yapılmalı ve öneriler sunulmalıdır.
DENEME : Denemeler özel görüş ve düşünceleri kesin kurallara varmadan iddiasız, söyleşi havası içinde anlatan metinlerdir. Her türlü konuda yazılabilir. Düşündürürken öğretici olmasından ve yazarın içtenliğinden gücünü alır. Ufuk açıcı özelliğe sahiptir. Denemelerde, felsefi, sosyolojik, ilmî, tarihi temalar ve olaylar bireysel dilin sağladığı rahat ve duygu yönü olan söyleyişle anlatılır. Deneme metinleri; öğretici ve eleştirel deneme, felsefî ve sosyal konularda bireysel düşünceyi ifade eden deneme olarak gruplanır.
SOHBET: Yazarın, herhangi bir konu üzerindeki kendine özgü düşüncelerini, duygularını okuyucularıyla karşılıklı konuşuyormuş gibi içten bir anlatımla ortaya koyan metinlerdir. Konuşma edasıyla, fikirleri derinleştirmeden ifade ederler. Anlatım biçimi samimi konuma tavrıyla beslenir. Sohbet metinlerinde mahalli ve kişisel söyleyişlere yer verilir. Her türlü konu işlenebilir. Ele alınan konu okuyucuyu sıkmadan günlük konuşma havası içinde verilir.
FIKRA : Günlük gazetelerde yayınlanan düşünce yazılarıdır. Her konuda fıkra yazılabilir. Fıkralarda geniş kitleyi ilgilendiren günlük olaylardan seçilmiş farklı konular ele alınır. Gazetelerde yayınlanan fıkralarla sözlü kültür ürünü olan fıkralar birbirinden ayrılır.l Fıkra yazarı öne sürdüğü görüşleri ispatlamak, verdiği bilgilerin doğruluğunu belgelemek zorunda değildir. Yazdığı konu ile ilgili kendi düşüncelerini, görüşlerini, duygularını rahatlıkla anlatabilir. Fıkralarda kesin bir sonuca varılmaz. Fıkra yazarı kişisel anlayışını herhangi bir kanıt göstermeden kendine özgü bir dille anlatır.
ELEŞTİRİ : Bu metinler eseri, yazarı, uygulamaları, dönemi ele alırlar. Nesnel ve öznel olanları vardır. Eleştiri ya doğrudan eleştirisi yapılacak olanın kendisinden veya onun hakkında verilmiş yargılara dayanılarak yapılır. Eser eleştirilerinde, eserin toplum açısından yararlı olup olmadığı incelenir. Genel olarak sonuca varılır.
RÖPORTAJ: Gazete haberlerinden daha genişletilmiş ve yazarın kişisel görüşleriyle zenginleştirilen yazılardır. Bir bölgeyi, bir kişiyi veya bir eşyayı konu alan röportajlar olabilir. Bu yazılarda konu olan habere röportajı yapan kişi de düşüncelerini ekler, insanın gördüğü ve bildiği şeyleri ustaca dile getirir. Röportajlarda alışılmıştan farklı yönleri fotoğraf, film ve ses kayıtlarıyla belgelemek önemlidir. Bu tür metinlerde öğretici, açıklayıcı, kanıtlayıcı, betimleyici anlatım kullanılabilir.
HABERYAZILARI : Kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla kullanılan metin türüdür. Verilen haberlerin güncel, doğru, kolay anlaşılır, ilginç ve önemli olması gereklidir. Haber yazıları kaynaklarına göre gruplandırılır. 5N 1K, haber yazılarında önemlidir.
5. KİŞİSEL HAYATI KONU ALAN METİNLER :
HATIRA : Anılar öğretici ve bilgi verici niteliktedir. Anı yazarı; yaşadıklarını, gördüklerini ve izlenimlerini aradan zaman geçtikten sonra yazar. Bu metinlerde yaşanılmış zaman dilimi “ben” etrafında anlatılır. Anılarda anlatılanların kanıtlanması amacı güdülmez. Olay, kişi, dönem hakkında bilgi, gözlem ve izlenimler anlatılır. Bu türde yazılmış metinlerde anlatılanlar bazen belge niteliği taşıyabilir.
GEZİ YAZISI : Gezilip görülen yerler hakkında yazılmış metinlerdir. Bu metinlerde görülen yer yazarın dikkati ile anlatılır. Yazar gördüğü yerlerle ilgili dikkatini çeken hususları ve izlenimlerini anlatır. Aynı yeri gezen iki gezi yazarının yazıları bu nedenle farklı olabilir. Bu yazılarda tanımlama, betimleme ve açıklama önemlidir. Bu metinler; görülen yerin kültür ve tabiat zenginlikleri, tarihi özellikleri, yaşama biçimi hakkında bilgi verdiği için önem taşır.
BİYOGRAFİ : Çeşitli alanlarda şöhret olmuş insanlar hakkında oluşturulan metinlerdir. Biyografinin boyutu, bur makale uzunluğunda olabileceği gibi kir kitap büyüklüğünde de olabilir. Biyografi yazılırken, biyografisi yazılacak kişiyle ilgili belgeler ve bilgilerin toplanması önemlidir. Ayrıca konu olan kişinin yaşadığı çevreyle ilişkisi kurulur. Ailesi ve çevresi hakkında bilgi toplanır. Çünkü söz konuşu kişinin mizacının ve bazı önemli kişisel özelliklerinin açıklanması gereklidir. Biyografi metinleri örnek teşkil ettikleri için eğitici yönleri de vardır.
MEKTUP : İnsanların duygu ve düşüncelerini birbirine iletmek için yazdıkları yazılardır. Mektupların; özel mektup, resmî mektup, iş mektubu, edebî mektup gibi türleri vardır. Özel mektuplar; açık, sade ve samimi bir ifade taşır. Dostlar arasında konuşulan her konuda özel mektup yazılabilir. Özel mektuplarda anlatım türünü yazanla okuyan arasındaki ilişki belirler.
GÜNLÜK : Günlükler yaşanılanların ve görülenlerin günü gününe yazılması sonucu ortaya çıkan metinlerdir. Bu metinler inandırıcı nitellik taşır. Yazıldığı günün tarihini taşır. Bu yazılarda yaşananlarla ve görülenlerle yazıda dile getirilenler arasında herhangi bir zaman farkı yoktur. Günlükler genellikle okuyucu düşünülmeden yazılır. Bu yazılarda gözlem önemlidir. Günlük yazarı gördüğünü ve yaşadığını, duygularını, düşüncelerini içtenlikle ifade eder. Bu metin türü; anı, gezi yazısı, roman gibi metin türlerinde kullanılır.
Konu olarak ise “Globalleşen dünyada devlet ve sınırlar” diye bir yazı yazmak bir öğretice metindir
Read more

Lozan Antlaşmasının Türk Tarihi İçin Önemi Nedir?


LOZAN’DAN KALAN PROBLEMLER VE LOZAN ANTLAŞMASI’NIN TÜRK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ
İtilaf Devletleri bu antlaşmayla Misak-ı Milliyi ve Yeni Türk Devletinin bağımsızlığını tanımıştır.
Boğazlar Komisyonunun kalması milli egemenliğimizi sınırlamıştır. Boğazlar sorunu kalmıştır.
Musul alınamamış ve Irak sınırı kesinlik kazanmamıştır .Musul sorunu kalmıştır.
LOZAN ANTLAŞMASI (24 TEMMUZ 1923)
Mustafa Kemal; Yunanlıların İzmir’de yaptığı tahri­batın görülerek, Yunanistan’dan daha fazla savaş tazminatı alınması ve görüşmeleri daha ya­kından takip edebilmek için barış görüşmelerinin İzmir’de olmasını istemiştir. Görüşmelerin tarafsız bir ülkede olmasını isteyen Avrupalı devletler ise görüşmelerin İsviçre’nin Lozan kentinde olmasına karar vermiştir.
Rauf Orbay bakanlar kurulu başkanı olduğu için görüşmelere katılmak istemiş; fakat görüşmelere Mondros Mütarekesini imzalayan bir kişinin gide­meyeceğini savunan Mustafa Kemal; barış görüş­melerine İsmet paşa’nın gitmesini uygun bulmuştur.
http://www.ataturktoday.com/Resim/24Temmuz1923TurkDelegasyonLozan.jpgGörüşmelere TBMM adına baş delege olarak İs-met İnönü, Rıza Nur ve Hasan Saka katılmıştır.
Mustafa Kemal TBMM delegelerinden; barış görüşmeleri esnasında kapitülasyonlar ve Ermeni meselesi hakkında taviz verilmemesini istemiştir.
Lozan’da barış görüşmeleri 20 Kasım 1922’de başladı. Borçlar, Irak sınırı, kapitülasyonlar, Bo­ğazlar ve İstanbul’un boşaltılması meselesinden dolayı görüşmeler 4 Şubat 1923’de kesildi.
Yahudi cemaati lideri Haim Naim Efendi’nin ara-buluculuğu sonucunda görüşmeler 23 Nisan 1923-de tekrar başlayıp, 24 Temmuz 1923’de sonuçlandı.
a-Sınırlar:
1-Doğu SınırıKars Antlaşması ile belirlenen sınır ölçü alındı.
2-Irak Sınırı:Musul petrol bölgesini Türkiye’ye bırakmak istemeyen İngiltere Irak sınırının çizilme­sinde sorun çıkardı. Görüşmelerde vakit kaybedil­mek istenmediğinden dolayı, Irak sınırı meselesi-nin, Lozan Görüşmelerinden sonra Türkiye ile İn-giltere arasındaki ikili görüşmelerle halledilmesi kararlaştırıldı.
Açıklama: Irak sınırının çizilmesi, Lozan’da çö­züme ka­vuşturulamayan tek meseledir.
3-Suriye Sınırı:Ankara Antlaşması ile belirlenen sınır ölçü alındı.
b-On İki Ada:İtalya’ya bırakıldı.
c-Ege Adaları:Bozcaada ve Gökçeada dışındaki diğer adaların Yunanistan’a, silahlandırmamak şar-tıyla bırakılmasına karar verildi.
d-Boğazlar:Boğazlar başkanlığını Türk delege­nin yapacağı şekilde bir komisyon tarafından yöne­tilecektir. Bu komisyon milletler cemiyeti tarafın­dan denetlenecek ve statü milletler cemiyetinin garantisinde olacaktır.Boğazlardan serbest geçiş olacaktır. Ticaret gemilerinin geçişi serbest olacak; fakat savaş gemileri tonaja tabi tutulacaktır. Türk askeri olağanüstü durumlar hariç boğazlar bölgesi­nin 20 km gerisinde duracaktır.http://www.yeniadana.net/ResimUpload/0E457404CE5041F32A4DFCA698BB9451BEAD372B.jpg
Açıklama: Türkiye açısından Lozan antlaşmasının en sakat maddesi boğazlarla ilgili maddesi olmuş­tur. Bu madde adeta Türkiye’yi malüb durumuna düşürerek, Türkiye’nin egemenlik haklarını kısıt­lamıştır.
e-İstanbul’un Boşaltılması:Antlaşmanın imza-lanmasından 6 hafta sonra İstanbul boşaltıla­caktır.
Açıklama:İşgalciler 2 Ekim 1923’de İstanbul’u terk etti.
f-Kapitülasyonlar ve Düyun-ı Umumiye:
Kapitülasyonlar ve Düyun-ı Umumiye kaldırıldı.
g-Borçlar:Osmanlı’nın en fazla Fransa’ya borcu olduğundan dolayı, borçlar en fazla Fransa ile tartı­şıldı. Borçların I. Dünya Savaşı sonucunda Os­manlı’dan ayrılan devletlerle TBMM arasında pay­laştırılarak ödenmesine ve TBMM’nin üzerine düşen borcu taksitler halinde ödemesine karar ve­rildi.
h-Ermeni Meselesi: Kapandı.
ı-Azınlıklar:TBMM, azınlıklar bahane edilerek iç işlerine karışılmaması için bütün azın­lıkları Türk vatandaşı kabul etti. İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler hariç; diğer azınlıkların ve dışarıdaki Türklerin ülkelerine dö­nebileceği kabul edildi.
i-Yabancı Okullar:Yabancı okulları iç mese­lesi sayan TBMM Lozan Görüşmelerinde yabancı okulları tartışma konusu yaptırmadı.
k-Savaş Tazminatı:Yunanistan, Karaağaç böl-ge­sini savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verecektir.
Açıklama: Bu madde Trakya’nın I. Dünya Savaşı öncesin­deki sınırını değiştirmiştir.
l-Patrikhane:Patrikhane İstanbul’da kalacaktır. Patrik seçimini, başka devletleri iç işlerine karış-tırmak istemeyen Türkiye yapacaktır. Türkiye Or­todoks din adamlarının belirlediği üç adaydan birini patrik olarak tayin edecektir. Patriğin siyasal yetki­leri olmayacaktır.
m-Kıbrıs: İngiltere kendi toprağı saydığı Kıbrıs’ı görüşmeler esnasında tartışma konusu yaptırmadı.
Lozan Antlaşmasının Önemi:
1-Türkiye Devleti tanındı.
2-Osmanlı devletinin sona erdiği kabul edildi.
3-Türk devletinin tam bağımsızlığı kabul edildi.
4-Osmanlı’nın bıraktığı asırlık sorunlar kapandı.
5-Devrimler için ortam hazırlandı.
6-Sevr Antlaşması yürürlükten kalktı.
7-Sömürge altında yaşayan milletlere örnek oldu.
Lozan Antlaşmasının Eleştirilen Yönleri:
1-Batı Trakya ve Ege Adaları’nın geri alınamaması
2-Patrikhanenin İstanbul’da kalması
3-Musul’un alınamaması
4-Boğazların statüsü
Açıklama:Lozan’ı eleştirenlerin; günün şartlarını, bilme­diği veya düşünmediği anlaşılmaktadır. Ta­rihçi araştırdığı olayın geçtiği dönemin şartlarını bilmek zorundadır.
Lozan Antlaşmasının Özellikleri:
1-I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan antlaşma­lar arasında günümüze kadar geçerliliğini koruyan tek antlaşmadır.
2-I. Dünya Savaşı sonucunda imzalanan en son antlaşmadır.
3-Yeni bir devletin kurulduğunu belgelemiştir.
4-23 Ağustos 1923’de II. Meclis tarafından onay-landı.
5-Rusya ve Bulgaristan sadece Boğazlar rejimi için katıldı.
6-143 maddedir.
Lozan’ı I. Dünya Savaşından Sonra İmzalanan Antlaşmalardan Ayıran Farklar:
1-Askeri kısıtlamalar yoktur.
2-Türkiye savaş tazminatı vermemiştir
3-Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulanmamış­tır.
4-Zaferi simgelemektedir.
5-Türkiye eşit devletler statüsündedir.
Read more

Atomun Tarihsel Gelişimi? Atom Nedir? Atomun Yapısı


Hava,su,dağlar,hayvanlar,bitkiler,koltuk,kısacası en ağırından en hafifine kadar
gördüğümüz ,dokunduğumuz ,hissettiğimiz herşey atomdan meydana
gelmiştir.Elinizde tutuğunuz kitabın herbir sayfası milyarlarca atomdan
oluşur.Atomlar öyle küçük parçalardır ki,en güçlü mikroskopla dahi bir tanesini
görmek mümkün değildir.Bir atomun çapı ancak milimetrenin milyonda biri
kadardır.

Bu küçüklüğü bir insanın
gözünde canlandırması pek mümkün değildir.O yüzden bunu bir örnekle açıklamaya
çalışalım:

Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki
atomları görebilmemiz mümkün degildir.Atomları mutlaka görmek istiyorum
diyorsanız,elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirmemiz
gerekecektir.Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse,işte o zaman anahtarın
içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve sizde onları
görebilirsiniz.
Yine bu küçüklügü kavraya bilmek ve herseyin nasıl atomlarla dolu
olabildigini görebilmek içinbir örnek daha verelim:
Bir tuz tanesinin tüm atomlarını saymak istedigimizi düsünelim.Saniyede
bir milyar (1.000.000.000) tane sayacak kadar eliçabuk olduguuzuda varsayalım.Bu
dikkate deger beceriye karsın bu ufacık tuz tanesi içindeki atom sayısını tam
olarak tesbit edebilmek için besyüz yıldan fazla zamana ihtiyacımz olacaktır.
Peki bu kadar küçük bir yapının içinde ne vardır?
Bu derece küçük olmasına rağmen atomun içinde evrende gördüğümüz sistemle
kıyaslayabileceğimiz derecede kusursuz bir sistem bulunmaktadır.
Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde
dönüp-dolaşan elektronlardan oluşmuştur.Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron
ismi verilen başka parçacıklar vardır.

Çekirdek,atomun tam merkezinde
bulunmaktadır ve atomun niteliğine göre belirli sayıda proton ve nötrondan
oluşmuştur.Çekirdeğin yarı çapı,atomun yarıçapının onbinde biri kadardır.Rakam
olarak erilirse;atomun yarıçapı 10-8cm, çekirdeğin yarıçapı ise 10-12cm
kadardır. Dolayısıyla çekirdeğin hacmi atomun hacminin 10 milyarda biri eder.

Bu küçüklüğü yine
gözümüzde canlandıramayacağımıza göre, kiraz örneğimizden devam edebiliriz. 
Biraz önceki sayfada bahsettiğimiz gibi elinizdeki anahtarı dünya boyutuna
getirdiğimizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği
arayalım.Ama bu arayış boşunadır,çünkü böyle bir ölçekte de çok daha küçük olan
çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle bulunamaz.Gerçekten bir şey
görebilmek için yine ölçü değiştirmek gerekecektir.Atomumuzu temsil eden kiraz
yeniden büyüyüp ikiyüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olacaktır. Bu akıl
almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden
daha iri duruma gelmeyecektir.

Öyle ki, çekirdeğin 10-13cm olan ile atomun 10-5cm
olan çapını kıyasladığımızda şöyle bir sonuç ortaya çıkar:Atomu bir küre
şeklinde kabul ederek bu küreyi tamamen çekirdekle doldurmak istediğimiz
taktirde bu iş için 1015 atom çekirdeği gerekecektir.
ancak bundan daha şaşırtıcı bir durum vardır;Boyutları 10 milyarda biri
olmasına rağmen, çekirdeğin kütlesi atomun kütlesinin %99.95'ni
oluşturmaktadır.Peki birşey nasıl olurda bir yandan kütlesinin yaklaşık tamaını
oluştururken,diğer yandan da hemen hemen hiç yer kaplamasın?
Bunun sebebi şudur:Atomun kütlesini oluşturan yoğunluk tüm atoma eşit
olarak dağılmamıştır, yani atomun bütün kütlesi atomunçekirdeğine birikmiştir.
Diyelim ki ,sizin 10 milyon m2 bir evimiz var ve bu evin tüm eşyasını
1 m2 'lik bir odada toplamanız gerekiyor .Bunu yapabilir misiniz?
Tabii ki hayır. Ancak atom çekirdeği dünyada eşi-benzeri ,olmayan çok büyük bir
güçle bunu yapabilmektedir.
1932 yılına dek ,çekirdeğin proton ve elektronlardan oluştuğu sanılıyordu.
Ancak yapılan araştırmalarla elektronların değil nötronların atom çekirdeğini
oluşturduğu anlaşıldı.Atom çekirdeine sığabilen bir protonun büyüklüğü ise 10-15
metredir.Elektronlar, çekirdeğin etrafında belirli yörüngelerde durmaksızın
dönen parçacıklardır ve çekirdeği elektrik yükünden oluşan bir zırh gibi
kuşatırlar. Elektronları daha yakından inceleme ve onlara bakabilme imkanımız
olsaydı, onların tıpkı dünyamız gibi hareket ettiklerini görürdük. Evet;
elektronlar tıpkı dünyanın güneş çevresinde dönerken aynı zamanda kendi
çevresinde dönmesi gibi dönerler.
Ancak kuşkusuz, elektronların büyüklüğü dünyanın büyüklüğünden çok
farklıdır. Eğer bir kıyas yapmak gerekirse; bir atomu dünya kadar büyütsek, bir
elektron sadece bir elma boyutuna gelecektir.
En güçlü mikroskopların bile göremeyeceği kadar küçük bir alanda
dönüp-duran onlarca elektron, atomun içinde çok karışık bir trafik yaratır.
Ancak, elektronlar atomun içinde en ufak bir kazaya yol açmazlar. Üstelik atomun
içinde yaşanacak en ufak bir kaza atom için felaket olabilir ama atom, kendi
sonunu getirecek bu felaketi hiçbir zaman yaşamaz ve varlığını sürdürür.
Elektronlar, nötron ve protonların neredeyse ikibinde biri kadar ufaklıkta
parçacıklardır. Bir atomda, protonlarla eşit sayıda elektron bulunur ve her
elektron her bir protonun taşıdığı artı (+) yüke eşit değerde eksi (-) yük
taşır. Çekirdekteki toplam artı (+) yük ile elektronların toplam eksi (-) yükü
birbirini dengeler ve atom nötr olur. Elektronların taşıdıkları elektrik yükü
itibariyle bazı fizik kurallarına uymaları gerekir. Bu fizik kuralları �aynı
elektrik yüklerinin birbirini itmesi ve zıt yüklerin birbirlerini çekmesi�dir.
İlk olarak; normal koşullarda hepsi eksi yüklü olan elektronların bu kurala uyup
birbirlerini itmeleri ve çekirdeğin etrafından dağılıp-gitmeleri gerekir. Ancak
durum böyle olmaz. Eğer, elektronlar çekirdeğin etrafından dağılsalardı, tüm
evren boşlukta dolaşan, proton, nötron ve elektronlardan ibaret olurdu.

Bu durum da tabii olarak evrenin sonunun gelmesine sebep olurdu. kinci olarak;
artı yüke sahip olduğu için çekirdeğin, eksi yüklü elektronları kendine çekmesi
ve elektronların da çekirdeğe yapışmaları gerekir. Böyle bir durumda da çekirdek
bütün elektronları kendine çeker ve atom içine çöker. Ancak bu olumsuzlukların
hiçbiri olmaz! Elektronların az önce belirttiğimiz (1.000 km/s) olağanüstü kaçış
hızları, bunların birbirlerine uyguladıkları itici kuvvet ve çekirdeğin
elektronlara uyguladığı çekim kuvveti o kadar hassas değerler üzerine
kurulmuştur ki bu üç zıt etken birbirlerini mükemmel bir şekilde dengelerler.
Sonuçta atomdaki bu muazzam sistem dağılıp parçalanmadan sürüp gider. Atoma etki
eden bu kuvvetlerden birinin olması gerekenden çok az daha fazla veya az olması
atom diye bir kavramın hiç varolmamasına neden olurdu


Kaynak:http://stu.inonu.edu.tr/~e0499229/


Read more