Kimyada Bileşikler Yükseltgenme Basamaklari Nedir? Konu Anlatımı ve Örmek Sorular

Elektron alış-verişinin olduğu tepkimelere yükseltgenme-indirgenme yada redoks tepkimeleri denir. Yükseltgenme Bir maddenin elektron vermesi olayıdır. Zn0 --> Zn+2 + 2e- burada Zn0 dan Zn+2 ye 2 e- vererek yükseltgenmiştir. İndirgenme Bir maddenin elektron alması olayıdır. Cu+2 + 2e- --> Cu0 Cu0 bu olayda Cu+2' den 2e- alarak Cu0 a indirgenmiştir. *Bu iki tepkimenin tek başına olması imkansızdır. Redoks tepkimelerinde mutlaka en az bir indirgenen ve birde yükseltgenen madde olmalıdır. 5Fe+2 + MnO4-1 + 8H+ --> 5Fe+3 + Mn+2 + 4H2O yükseltgenme indirgenme yükseltgenme indirgenme Yukarıdaki tepkime incelendiği zaman Fe+2 iyonu Fe+3 iyonuna yükseltgenirken Mn+5 iyonu da 3 elektron alarak Mn+2 iyonuna indirgenmiştir. Burada Fe+2 iyonu indirgendir; Çünkü Mn+5 iyonunu Mn+2 iyonuna indirgemiştir. MnO4- iyonu ise yükseltgendir; Çünkü Fe+2 iyonunu Fe+3 iyonuna yükseltgemiştir. *Yukarıdaki ifadeye göre yükseltgenen madde inidirgen, indirgenen madde yükseltgen özellik gösterir diyebiliriz. * Elektron veren madde yükseltgenir.(indirgendir) * Elektron alan madde indirgenir.(yükseltgendir) * En iyi elektron veren metaller en aktiftir. Pil Redoks tepkimelerinin elektrik enerjisi üretebilecek şekilde düzenlenmesiyle yapılmış sistemlere elektrokimyasal pil denir. Elektronun akış yönü Zn Cu Anot Katot (elektrot) (elektrot) 1 M Zn+2 1 M Cu+2 Tuz köprüsü Elektrot Yükseltgenme ve inidirgenme olaylarının olduğu kısımlardır. Elektrolit Elektrik akımını ileten iyonik çözeltilerdir. Yukarıdaki pilde Zn+2 ve Cu+2 çözeltileri birer elektrolittirler. Yukarıdaki pilin çalışabilmesi için anottan katota sürekli bir elektron akışının sağlanması gerekir. Burada Zn(k) çubuğun çözünerek Zn --> Zn+2 + 2e- Zn elektron verecek ve zamanla Zn çubuğun kütlesi azalacak, 2. Kaptaki Cu+2 iyonları da bu elektronları alarak Cu+2 + 2 e- --> Cu tepkimesine göre Cu çubuğun üzerinde toplanacak ve katotun kütlesi zamanla artacaktır. Zn0 --> Zn+2 + 2e- Anot yarı tepkimesi (yükseltgenme) E0= 0,76 volt Cu+2 + 2e- --> Cu0 Katot yarı tepkimesi (indirgenme)E0= 0,34volt ---------------------------------------------------- Zn + Cu+2 ---> Cu + Zn+2 (pil tepkimesi) Epil =1,10volt Tuz köprüsü Zn nun bulunduğu kapta zamanla pozitif yük fazlalığı ve Cu ın bulunduğu kapta da negatif yük fazlalığı olacaktır. Bu yükleri iyon akışıyla dengeleyebilmek için kurulan içi genellikle iyonik tuzların çözeltisiyle dolu olan bir sistemdir. Pil gerilimi Elektron alıp verme eğiliminin ölçüsüne pil gerilimi denir. Epil = Eanot + Ekatot İki yarı pil tepkimesinin yükseltgenme potansiyelleri verildiği zaman potansiyeli büyük olan her zaman anot, küçük olan ise katot olacak şekilde tepkimeler düzenlenerek (küçük olan ters çevrilerek) pil tepkimesi ve potansiyeli hesaplanabilir. * Bir tepkime ters çevrildiğinde E0 işaret değiştirir. * Bir tepkime bir sayıyla çarpıldığında E0 bu sayıyla çarpılmaz, çünkü E0 pilin büyüklüğüne değil ortamdaki maddelerin derişimine bağlıdır. Örnek Zn --> Zn+2 + 2e- E0 = 0,76 volt Ag --> Ag+ + e- E0 = -0,80 volt pil tepkimesi ve pilin potansiyeli ne olur ? Çözüm Yükseltgenme gerilimlerine bakıldığı zaman Zn>Ag olduğu görülür. O zaman Zn anot (yükseltgenecek), Ag ise katot(indirgenecek). Zn tepkimesi aynen alınırsa yükseltgenme olur, Ag tepkimesi ters çevrilirse indirgenme olur. Redoks tepkimelerinde alınan elektron sayısı verilen elektron sayısına eşit olmalıdır. Bu yüzden Ag nin olduğu tepkime 2 ile çarpılmalı fakat E0 bu sayıyla çarpılmamalıdır. Zn --> Zn+2 + 2e- E0 = 0,76 volt 2Ag+ + 2e- --> Ag E0= 0,80 volt Zn + 2Ag+ --> Zn+2 + 2Ag Epil = 1,56 volt *Yükseltgenme gerilimi büyük olan yükseltgenir, indirgenme gerlimi büyük olan indirgenir. * Epil >0 ise pil kendiliğinden çalışır, küçükse çalışmaz. * Elektron daima anottan katota doğru akar. * Kütlesi azalan anottur. * + yüklü iyonlar tuz köprüsü vasıtasıyla her zaman anottan katota doğru akar. Derişim Pilleri Anot ve katotun aynı maddelerden yapılmış olduğu pillerdir. Derişimi büyük olan kap anot küçük olan ise katottur. Bu piller her iki kaptaki çözeltilerin derişimleri eşit oluncaya kadar çalışırlar, derişimler eşit olunca pil gerilimi sıfır olur. e- akışı Cr Cr Anot Katot 2 M Cr+3 1 M Cr+3 Derişim pili Elektroliz Kendiliğinden yürümeyen redoks tepkimelerinin dışarıdan enerji verilmesiyle gerçekleştirilmesine elektroliz denir. Elektroliz maddelerin saflaştırılmasında ve bileşiklerin elementlerine ayrıştırılmasında kullanılan kimyasal bir yöntemdir. e- akış yönü + dan - üreteç + - Anot Cl- Na+ Katot 2Cl- --> Cl2 + 2e- Na+ + e- --> Na Şekilden de görüldüğü gibi anyonlar anoda, katyonlar katoda giderek açığa çıkmaktadır. Eğer ortamda su varsa suyunda elektroliz olacağı unutulmamalıdır. Suyun elektrolizinde anot ve katot reaksiyonları aşağıdaki gibidir. Anot reaksiyonu : 2H2O --> 4H+ + O2(g) + 4e- Katot reaksiyonu : 2H2O + 2e- --> H2(g) + 2OH- Bir tepkimede 1 Faradaylık akım 1 eşdeğer ağırlıkta madde açığa çıkarır. 1 Faraday 1 mol elektron= = 96500 coulomb dur. Eşdeğer Ağırlık = Atom ağırlığı/ etki değeri Örnek 1 Faradaylık akımla NaCl çözeltisi elektroliz edilse açığa çıkan Na miktarı = 23/1 = 23 gram .(Na=23) Örnek 0,5 Faradaylık akımla CuCl2 çözeltisi elektroliz edilse( Cu=64) 1 Faraday = 64/ 2=32 gram. 1 Faraday 32 gram açığa çıkardığına göre 0,5 Faraday 16 gram Cu açığa çıkarır. * Aktif olan element daima kendinden daha az aktif olan elementi serbest hale geçirebilir. M= Q= I.t 96500.n ASİDİK VE BAZİK ORTAMLARDA REDOKS TEPKİMELERİNİN DENKLEŞTİRİLMESİ Redoks reaksiyonları elektron alış verişi olan reaksiyonlardır. Bunlara yükseltgenme - indirgenme reaksiyonları da denir. Böyle reaksiyonlarda, genellikle elektronun verildiği ve alındığı elementi bulmak için söz konusu reaksiyona giren her elementin yükseltgenme basamağının bilinmesi gerekir. 1- Oksijen bir kaç istisnayla ( OF2, H2O2, KO2 de -1) bütün bileşiklerinde -2 değerlik alır. 2- Hidrojen bir kaç istisnayla ( CaH2, UH3 de -1 ) bütün bileşiklerinde +1 yükseltgenme basamağındadır. 3- Flor bütün bileşiklerinde -1 yükseltgenme basamağındadır. 4- Cl, Br, I, oksijenli ve kendi aralarında verdikleri bileşikler hariç, bütün bileşiklerinde -1 yükseltgenme basamağındadır. 5- Alkali metaller (1A) +1, Toprak alkali (2A) metaller +2 yükseltgenme basamağında bulunurlar. 6- Elementlerin yükseltgenme basamakları sıfırdır. 7- İyonların yükü yükseltgenme basamaklarının toplamına eşittir. 8- Moleküllerde yükseltgenme basamakları toplamı sıfırdır. Asidik Ortamda İyonik Redoks Tepkimelerinin Denkleştirilmesi : 1- İskelet reaksiyon üzerinde elementlerin yükseltgenme basamakları tayin edilir. 2- Alınan ve verilen elektron sayıları belirlenir. 3- Redoks reaksiyonlarında alınan elektron verilen elektrona eşit olduğundan elektron sayıları uygun sayılarla çarpılarak eşitlenir. 4- Yukarıda bulunan sayılar ilgili bileşik yada elementlere katsayı olarak yazılır. 5- Redoks reaksiyonlarında atom sayılarının denkliğinden başka yük denkliğinin de korunması gerekir. Bunun için de uygun tarafa H+ iyonu oksijenin eksik olduğu tarafa da H2O eklenmelidir. ÖRNEKLER 3x2 elektron +6 +3 +5 1. Cr2O7-2 + NO2-1 --> NO3-1 + Cr+3 (asidik ortam) Cr2O7-2 + 3NO2-1 --> 3 NO3-1 + 2Cr+3 Yük denkliği -2 + (-1.3) = -5 -3 + (2.3)= +3 Yük denkliğinin sağlanabilmesi içn sol tarafa 8 mol H+ iyonun eklenmesi gerekir ki sol tarafta +3 olsun. Sağ tarafa da oksijen denkliği için 4 mol H2O eklenmelidir. 8 H+ + Cr2O7-2 + 3NO2-1 --> 3NO3-1 + 2 Cr+3 + 4H2O +7 -1 +2 0 2. MnO4-1 + H2O2 --> Mn+2 + O2 (bazik ortam) İndirgenme yükseltgenme İndirgenme yükseltgenme ==>5 indirgenme; 2x1 yükseltgenme 2MnO4-1 + 5H2O2 --> 2 Mn+2 + 5O2 Yük denkliği ==>-2= 2x2 (denkliğin sağlanabilmesi için sağ tarafa 6OH- sol tarafa ve hidrojen oksijen denkliği için 2H2O eklenmelidir) 2MnO4-1 + 5H2O2 --> 2 Mn+2 + 5O2 + 6OH- + 2H2O
Read more

Galatasaray - Fenerbahçe 22 Nisan Turk Telekom Arena Koreografisi

Iste Galatarasarayın yeni 3D koreografisi!
Read more

Selin Barlas Kimdir? Tarihin Arka Odası Programı Selin Barlas - Selin Barlas Hayatı

ayazağa ışık lisesi mezunudur. ortaokul zamanlarında biz daha ingilizceyi sökmeye çalışırken onun konuştuğu ingilizcenin aksanına gülerdik. ama şimdi eminim ki bir çoğumuz öyle aksanımız olsun diye takla atarız. tarih bölümünü bitirdiğini bilmiyordum, bir dönem arkadaşımın söylemesiyle de bir tarih programında yer almaya başladığını öğrendim. sonrasını bilmem ama ortaokul lise döneminde hiç de dünyaları ben yarattım tipinde bir insan değildi, gayet geyik biri olduğunu hatırlıyorum, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa...

çok enteresan bir kadın. yer yer akıllı bir soru sordu ya da hakedene sağlam ayar verdi diye seviniyorum, sonra birşey söylüyor; oldu mu sana yandı gülüm keten helva...

son programlarda inanılmaz agresif bir tavır benimsedi. halbuki ayarın güzeli sinirlenmeden sakin sakin verilendir. fakat selin hanım öyle bir sinirlenir gibi yapıyor ki, sinirlerim tepeme çıkıyor. farkında mı bilmiyorum ama o çok sevdiğim murat bardakçı da selin hanım'ı çıldırtmaya devam ediyor köpürdüğünü gördükçe. valla ben de böyle sinirlenme taklidi yapan insan görsem hababam giderim üzerine. adam haklı.

beğenmediğim ve anlamlandıramadığım bir hal var selin hanım üzerinde; o da olur olmaz yerlerde konuyu kendisine getirmesi. attention freak halini aldığını farkedebilse keşke. konu kendisinden uzaklaşmış, bambaşka bir yere gitmiş, bayram değil seyran değilken, selin hanım bir anda kendisiyle ilgili konuya pattadanak geri dönüyor ve canım muhabbetin canına okuyor. bir de olur olmaz kendisiyle ilgili saçma sapan anektodlar anlatması var. ben en son geçen hafta erkek arkadaşının hediyesi olduğunu açıkladığı küpede yazan ah minel aşk'ı bilmemesine şaşırdım. hayır işin komiği, önce ne yazdığını bilmiyor, bilmeden de "çok anlamlı birşey yazıyor" diyor. ne yazdığını bilmeden neye göre anlamlı afedersin? allah'tan sonra biri çıkıp "ah minel aşk" dedi de öğrendi. daha da komik olan goldaş'ın bir setine ait olan bu parçanın özelliğini anlatan minik bir booklet ile geliyor olması. haydi book okumuyorsun, bari anlamlı olduğunu dile getirdiğin hediyenin bookletini oku değil mi?

bugüne kadar sunduğu ve ifade ettiği tarih bilgisini elde ettiğini söylemeye bayıldığı boğaziçi tarih'i ise o meşhuuuur yös ile kazandığını düşünüyorum. bir de istanbul üniversitesi'nde double major yapmış diye geldi kulağıma fakat sunulan profil en fazla yös'ü aklıma getiriyor. kusura bakmasın.
son olarak korkunç bir aksan kullanıyor. allah'tan murat bardakçı da bu güneyli aksanıyla sağlam dalga geçiyor. o blaaooakkk (blog) deyişini duyduğum an içtiğim kahveyi püskürttüm.
"pelin benim caaaaanımmm arkadaşım beyanları" ile aklımıza pelin batu'yu getirmiş ve son kertede pelin batu'yu mumla aratmıştır. hatta mihrişah mayatepek'i bile arar oldum, o derece.

Selin Barlas Canlı Yayında; Murat Bardakcıya Küstü



tarihin arka odası programında murat bardakçı ve erhan afyoncutarihçiliklerine son maruz kalacak kişidir. onların maskülen tarihçiliklerine pelin batu kadar tahammül edip etmeyeceği merak konusudur. bardakçı ve afyon'un "padişahın at üstündeki heybetini, atının kuyruğunun uzunluğunu, semerin işlemelerini vb. anlatan ama o atın nereye gittiğini söylemeyen, bilmeyen, bildirmeyen tarihçilik"lerinin aksine bizlere atın nereye gittiğini söylemesini, bilmesini ve bildirmesini umduğumuz kişidir. ne diyelim, selin barlas gazan mübarek olsun. son olarak "padişahın at üstündeki heybetini, atının kuyruğunun uzunluğunu, semerin işlemelerini vb. anlatan ama o atın nereye gittiğini söylemeyen, bilmeyen, bildirmeyen tarihçilik" anlayışının ironik görsel temsili için, (bkz: http://www.haberturk.com/...07650-efsane-geri-donuyor)

Read more

Yapay Zeka Nedir? Yapay Zekanın Önemi ?

Yapay zekâ, insanın düşünme yöntemlerini analiz ederek bunların benzeri yapay yönergeleri geliştirmeye çalışmaktır.

Bir bakış açısına göre, programlanmış bir bilgisayarın düşünme girişimi gibi görünse de bu tanımlar günümüzde hızla değişmekte, öğrenebilen ve gelecekte insan zekâsından bağımsız gelişebilecek bir yapay zekâ kavramına doğru yeni yönelimler oluşmaktadır.Bu yönelim, insanın evreni ve doğayı anlama çabasında kendisine yardımcı olabilecek belki de kendisinden daha zeki, insan ötesi varlıklar meydana getirme düşünün bir ürünüdür.Bu düş, 1920 li yıllarda yazılan ve sonraları Isaac Asimov'u etkileyen modern bilim kurgu edebiyatının öncü yazarlarından Karel Čapek'in eserlerinde dışa vurmuştur. Karel Čapek, R.U.R adlı tiyatro oyununda yapay zekâya sahip robotlar ile insanlığın ortak toplumsal sorunlarını ele alarak 1920 yılında yapay zekânın insan aklından bağımsız gelişebileceğini öngörmüştü.

Tanım

İdealize edilmiş bir yaklaşıma göre yapay zekâ, insan zekâsına özgü olan, algılama, öğrenme, çoğul kavramları bağlama, düşünme, fikir yürütme, sorun çözme, iletişim kurma, çıkarımsama yapma ve karar verme gibi yüksek bilişsel fonksiyonları veya otonom davranışları sergilemesi beklenen yapay bir işletim sistemidir.Bu sistem aynı zamanda düşüncelerinden tepkiler üretebilmeli (eyleyici Yapay Zekâ) ve bu tepkileri fiziksel olarak dışa vurabilmelidir.

Tarihçe

"Yapay zekâ" kavramının geçmişi modern bilgisayar bilimi kadar eskidir.Fikir babası, "Makineler düşünebilir mi ?" sorunsalını ortaya atarak Makine Zekâsını tartışmaya açan Alan Mathison Turing'dir.1943 te II. Dünya Savaşı sırasında Kripto Analizi gereksinimleri ile üretilen elektromekanik cihazlar sayesinde bilgisayar bilimi ve yapay zekâ kavramları doğmuştur.

Alan Turing, Nazi'lerin Enigma makinesinin şifre algoritmasını çözmeye çalışan matematikçilerin en ünlenmiş olanlarından biriydi. İngiltere, Bletchley Park'ta şifre çözme amacı ile başlatılan çalışmalar, Turing'in prensiplerini oluşturduğu bilgisayar prototipleri olan Heath Robinson, Bombe Bilgisayarı ve Colossus Bilgisayarları, Boole cebirine dayanan veri işleme mantığı ile Makine Zekâsı kavramının oluşmasına sebep olmuştu.

Modern bilgisayarın atası olan bu makineler ve programlama mantıkları aslında insan zekâsından ilham almışlardı. Ancak sonraları, modern bilgisayarlarımız daha çok uzman sistemler diyebileceğimiz programlar ile gündelik hayatımızın sorunlarını çözmeye yönelik kullanım alanlarında daha çok yaygınlaştılar. 1970'li yıllarda büyük bilgisayar üreticileri olan Microsoft, Apple, Xerox, IBM gibi şirketler kişisel bilgisayar (PC Personal Computer) modeli ile bilgisayarı popüler hale getirdiler ve yaygınlaştırdılar. Yapay zekâ çalışmaları ise daha dar bir araştırma çevresi tarafından geliştirilmeye devam etti.

Bu gün, bu çalışmaları teşvik etmek amacı ile Alan Turing'in adıyla anılan Turing Testi ABD'de Loebner ödülleri adı altında Makine Zekâsına sahip yazılımların üzerinde uygulanarak başarılı olan yazılımlara ödüller dağıtılmaktadır.

Testin içeriği kısaca şöyledir: birbirini tanımayan birkaç insandan oluşan bir denek grubu birbirleri ile ve bir yapay zekâ diyalog sistemi ile geçerli bir süre sohbet etmektedirler. Birbirlerini yüz yüze görmeden yazışma yolu ile yapılan bu sohbet sonunda deneklere sorulan sorular ile hangi deneğin insan hangisinin makine zekâsı olduğunu saptamaları istenir. İlginçtir ki,şimdiye kadar yapılan testlerin bir kısmında makine zekâsı insan zannedilirken gerçek insanlar makine zannedilmiştir.

Loebner Ödülünü kazanan Yapay Zekâ Diyalog sistemlerinin yeryüzündeki en bilinen örneklerinden biri [http://www.alicebot.org/ A.L.I.C.E|'dir.Carnegie üniversitesinden Dr.Richard Wallace tarafından yazılmıştır.Bu ve benzeri yazılımlarının eleştiri toplamalarının nedeni, testin ölçümlediği kriterlerin konuşmaya dayalı olmasından dolayı programların ağırlıklı olarak diyalog sistemi (chatbot) olmalarıdır.

Türkiye'de de makine zekâsı çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar doğal dil işleme, uzman sistemler ve yapay sinir ağları alanlarında Üniversiteler bünyesinde ve bağımsız olarak sürdürülmektedir.Bunlardan biri, D.U.Y.G.U. - Dil Uzam Yapay Gerçek Uslamlayıcı'dır.

Gelişim süreci


İlk araştırmalar ve yapay sinir ağları

İdealize edilmiş tanımıyla yapay zekâ konusundaki ilk çalışmalardan biri McCulloch ve Pitts tarafından yapılmıştır.Bu araştırmacıların önerdiği, yapay sinir hücrelerini kullanan hesaplama modeli, önermeler mantığı, fizyoloji ve Turing'in hesaplama kuramına dayanıyordu.Her hangi bir hesaplanabilir fonksiyonun sinir hücrelerinden oluşan ağlarla hesaplanabileceğini ve mantıksal ve ve veya işlemlerinin gerçekleştirilebileceğini gösterdiler.Bu ağ yapılarının uygun şekilde tanımlanmaları halinde öğrenme becerisi kazanabileceğini de ileri sürdüler.d Hebb, sinir hücreleri arasındaki bağlantıların şiddetlerini değiştirmek için basit bir kural önerince, öğrenebilen yapay sinir ağlarını gerçekleştirmek de olası hale gelmiştir.

1950'lerde Shannon ve Turing bilgisayarlar için satranç programları yazıyorlardı.İlk yapay sinir ağı temelli bilgisayar SNARC, MIT'de Minsky ve Edmonds tarafından 1951'de yapıldı.Çalışmalarını Princeton Üniversitesi'nde sürdüren Mc Carthy, Minsky, Shannon ve Rochester'le birlikte 1956 yılında Dartmouth'da iki aylık bir açık çalışma düzenledi.Bu toplantıda birçok çalışmanın temelleri atılmakla birlikte, toplantının en önemli özelliği Mc Carthy tarafından önerilen Yapay zekâ adının konmasıdır. İlk kuram ispatlayan programlardan Logic Theorist (Mantık kuramcısı) burada Newell ve Simon tarafından tanıtılmıştır.

Yeni yaklaşımlar

Daha sonra Newell ve Simon, insan gibi düşünme yaklaşımına göre üretilmiş ilk program olan Genel Sorun Çözücü (General Problem Solver)'ı geliştirmişlerdir. Simon, daha sonra fiziksel simge varsayımını ortaya atmış ve bu kuram, insandan bağımsız zeki sistemler yapma çalışmalarıyla uğraşanların hareket noktasını oluşturmuştur.Simon'ın bu tanımlaması bilim adamlarının Yapay zekâya yaklaşımlarında iki farklı akımın ortaya çıktığını belirginleştirmesi açısından önemlidir: Sembolik Yapay Zekâ ve Sibernetik Yapay Zekâ.

Yaklaşımlar ve eleştiriler
Sembolik yapay zekâ


Simon'ın sembolik yaklaşımından sonraki yıllarda mantık temelli çalışmalar egemen olmuş ve programların başarımlarını göstermek için bir takım yapay sorunlar ve dünyalar kullanılmıştır.Daha sonraları bu sorunlar gerçek yaşamı hiçbir şekilde temsil etmeyen oyuncak dünyalar olmakla suçlanmış ve yapay zekânın yalnızca bu alanlarda başarılı olabileceği ve gerçek yaşamdaki sorunların çözümüne ölçeklenemeyeceği ileri sürülmüştür.

Geliştirilen programların gerçek sorunlarla karşılaşıldığında çok kötü bir başarım göstermesinin ardındaki temel neden, bu programların yalnızca sentaktik süreçleri benzeşimlendirerek, anlam çıkarma, bağlantı kurma ve fikir yürütme gibi süreçler konusunda başarısız olmasıydı.Bu dönemin en ünlü programlarından Weizenbaum tarafından geliştirilen Eliza, karşısındaki ile sohbet edebiliyor gibi görünmesine karşın, yalnızca karşısındaki insanın cümleleri üzerinde bazı işlemler yapıyordu.İlk makine çevirisi çalışmaları sırasında benzeri yaklaşımlar kullanılıp çok gülünç çevirilerle karşılaşılınca bu çalışmaların desteklenmesi durdurulmuştu.Bu yetersizlikler aslında insan beynindeki semantik süreçlerin yeterince incelenmemesinden kaynaklanmaktaydı.


Sibernetik yapay zekâ

Yapay Sinir Ağları çalışmalarının dahil olduğu Sibernetik cephede de durum aynıydı. Zeki davranışı benzeşimlendirmek için bu çalışmalarda kullanılan temel yapılardaki bazı önemli yetersizliklerin ortaya konmasıyla birçok araştırmacılar çalışmalarını durdurdular. Buna en temel örnek, Yapay Sinir Ağları konusundaki çalışmaların Minsky ve Papert'in 1969'da yayınlanan Perceptrons adlı kitaplarında tek katmanlı algaçların bazı basit problemleri çözemeyeceğini gösterip aynı kısırlığın çok katmanlı algaçlarda da beklenilmesi gerektiğini söylemeleri ile bıçakla kesilmiş gibi durmasıdır.

Sibernetik akımın uğradığı başarısızlığın temel sebebi de benzer şekilde Yapay Sinir Ağının tek katmanlı görevi başarması fakat bu görevle ilgili vargıların veya sonuçların bir yargıya dönüşerek diğer kavramlar ile bir ilişki kurulamamasından kaynaklanmaktadır.Bu durum aynı zamanda semantik süreçlerin de benzeşimlendirilememesi gerçeğini doğurdu.

Uzman sistemler

Her iki akımın da uğradığı başarısızlıklar, her sorunu çözecek genel amaçlı sistemler yerine belirli bir uzmanlık alanındaki bilgiyle donatılmış programları kullanma fikrinin gelişmesine sebep oldu ve bu durum yapay zekâ alanında yeniden bir canlanmaya yol açtı. Kısa sürede Uzman sistemler adı verilen bir metodoloji gelişti. Fakat burada çok sık rastlanan tipik bir durum, bir otomobilin tamiri için önerilerde bulunan uzman sistem programının otomobilin ne işe yaradığından haberi olmamasıydı. Buna rağmen uzman sistemlerin başarıları beraberinde ilk ticari uygulamaları da getirdi.

Yapay zekâ yavaş yavaş bir endüstri hâline geliyordu. DEC tarafından kullanılan ve müşteri siparişlerine göre donanım seçimi yapan R1 adlı uzman sistem şirkete bir yılda 40 milyon dolarlık tasarruf sağlamıştı. Birden diğer ülkelerde yapay zekâyı yeniden keşfettiler ve araştırmalara büyük kaynaklar ayrılmaya başlandı. 1988'de yapay zekâ endüstrisinin cirosu 2 milyar dolara ulaşmıştı.

Doğal dil işleme

Antropoloji bilimi, gelişmiş insan zekâsı ile dil arasındaki bağlantıyı gözler önüne serdiğinde, dil üzerinden yürütülen yapay zekâ çalışmaları tekrar önem kazandı. İnsan zekâsının doğrudan doğruya kavramlarla düşünmediği, dil ile düşündüğü, dil kodları olan kelimeler ile kavramlar arasında bağlantı kurduğu anlaşıldı.Bu sayede insan aklı kavramlar ile düşünen hayvan beyninden daha hızlı işlem yapabilmekteydi ve dil dizgeleri olan cümleler yani şablonlar ile etkili bir öğrenmeye ve bilgisini soyut olarak genişletebilme yeteneğine sahip olmuştu.İnsanların iletişimde kullandıkları Türkçe, İngilizce gibi doğal dilleri anlayan bilgisayarlar konusundaki çalışmalar hızlanmaya başladı.Önce, yine Uzman sistemler olarak karşımıza çıkan doğal dil anlayan programlar, daha sonra Sembolik Yapay Zekâ ile ilgilenenler arasında ilgiyle karşılandı ve yazılım alanındaki gelişmeler sayesinde İngilizce olan A.I.M.L (Artificial intelligence Markup Language) ve Türkçe T.Y.İ.D (Türkçe Yapay Zekâ İşaretleme Dili) gibi bilgisayar dilleri ile sentaktik Örüntü işlemine uygun veri erişim metodları geliştirilebildi. Bugün Sembolik Yapay Zekâ araştırmacıları özel Yapay Zekâ dillerini kullanarak verileri birbiri ile ilişkilendirebilmekte, geliştirilen özel prosedürler sayesinde anlam çıkarma ve çıkarımsama yapma gibi ileri seviye bilişsel fonksiyonları benzetimlendirmeye çalışmaktadırlar.

Bütün bu gelişmelerin ve süreçlerin sonunda bir grup yapay zekâ araştırmacısı, insan gibi düşünebilen sistemleri araştırmaya devam ederken, diğer bir grup ise ticari değeri olan rasyonel karar alan sistemler (Uzman sistemler) üzerine yoğunlaştı.

Gelecekte yapay zekâ

Gelecekte yapay zekâ araştırmalarındaki tüm alanların birleşeceğini öngörmek zor değildir.Sibernetik bir yaklaşımla modellenmiş bir Yapay Beyin, Sembolik bir yaklaşımla insan aklına benzetilmiş bilişsel süreçler ve Yapay Bilinç sistemi, insan aklı kadar esnek ve duyguları olan bir İrade ( Karar alma yetisi ), Uzman sistemler kadar yetkin bir bilgi birikimi ve rasyonel yaklaşım.Bunların dengeli bir karışımı sayesinde Yapay Zekâ, gelecekte insan zekâsına bir alternatif oluşturabilir.

Bilginin hesaplanması matematiksel gelişme ile mümkün olabilir. Çok yüksek döngü gerektiren NP problemlerin çözümü, Satranç oyununda en iyi hamleyi hesaplamak veya görüntü çözümleme işlemlerinde bilgiyi saymak yerine hesaplamak süreti ile sonuca ulaşılabilir.

Yeni matematik kuantum parçacık davranışlarını açıklayacağı gibi kuantum bilgisayarın yapılmasına olanak verir .

Read more

İnsanlarda Davranış Bozuklukları Nelerdir? Davranış Bozukluğunu Nasıl Anlarız

DAVRANIŞ BOZUKLUĞU

Psikoloji, kendisini davranışın ölçülebilir niteliğinden dolayı "insan ve hayvan davranışının bilimi" olarak tanımlamakta, böylelikle İnsanın düşünce ve duygu gibi zihinsel unsurlarını davranış kavramına indirgemektedir. Davranış, bu kadar geniş bir muhtevada ele alınınca davranış bozuklukları kavramı da tıptaki (psikiyatrideki) ruhsal bozukluklar anlamına gelmektedir.

Davranış bozuklukları psikolojik perspektiften, çok basitleştirilmiş olarak şu başlıklar altında incelenebilirler.

Hafif uyum problemleri: Yaygın olarak görülürler ve gündelik hayatın seyri sırasında ortaya çıkarlar. Kısa sürelidirler, neden olan şartlar ortadan kalktığında veya birey bu şartlara uyum saglayabildiginde kendiliklerinden kaybolurlar. Dürtüleri engelleyerek kişiyi mutsuzluğa sokarlar, faaliyetlerini engellerler.

Psiktmevmük tepkiler. Sıkıntı ve bireyin sıkıntısını çeşitli savunma mekanizmaları aracılığıyla azaltma çabalan karakteristiktir. Sıkıntı, psikonevrotîk tepkilerin hepsinde ortaya çıkan bir belirti olabildiği gibi, kendisi kişiyi asıl olarak rahatsız eden bir psikonevrotik tepki halini de alabilir. Bu durum genellikle "ne olduğu, neden olduğu bilinmeyen, kötü bir olayla karşılaşılacağı" şeklinde ifade edilir. Psikonevrotik tepkiler ayrıca a) Bir durum veya nesneden saçma olduğunu bile bile yoğun korkular (fobi), b) Saçma olduğu söylenildiği halde kafaya zorla sokulduğu hissi veren bir fikre takılmalar ve örneğin el yıkama gibi belirli kalıp davranışları sürekli tekrarlamalar (obsesif-kompulsiyon), c) Psikolojik bir iç çatışma halinden kurtulmak için onu fiziksel bir belirtiye, Örneğin, vücudun bir tarafının tutmaması­na çevirmeler veya çoğul kişilik, unutkanlık gibi yaşantılarla kişilikte geçici yarılma ve dağılma görünümleri (konversiyon, dissosiasyon), e) Örseleyici bir olayı veya bîr yakınının kaybını olağan üstü bir şekilde, ruhsat bir çöküntüye girecek kadar şiddetli yaşamalar (reaktif depresyon) şeklinde özetlenebilirler.

Kişilik bozuklukları: Çevresinin kendi isteklerine göre düzenlenmesini İsteyen, sürekli kendi benliklerini esas alan yerleşik bir kişilik yapısının sonucunda görünürler. Bir çok kişilik bozukluğu türü vardır. Her türde kendilerine özgü şiddetli uyum problemleri olur. Özellikle sosyopatik kişilik bozukluklarında ilaç ve madde bağımlılıkları, cinsel sapkınlıklar, suç işlemeler, sürekli kendini haklı görme, sorumsuzluk ve sadakatsizlik tutumları çok yaygındır.

Psikotik tepkiler. Davranış bozukluklarının en ağır şeklidirler. Psikoza girmiş bir bireyin gerçeği değerlendirme yetisi ileri derecede hasara uğramıştır. Çoğu kere hastanede yatarak tedavileri gerekir. Psikotik tepkilerin mizaçla ilgili olanları ya ağır ruhsal çöküntüler (depresyon) veya neşe taşmaları, canlılık ve hareketlilikle (mani) karakterize edilir ya da bu mizacın her iki zıt kutbu bir kişide nöbetleşe olarak birbirlerini takip ederler. Paranoid tepkilerde ise, sistemleşmiş, gerçekle ilgisi olmayan, mantıksız iddialar (hezeyan) bulunur. Bunlar daha ziyade büyüklük ve kötülük görme hezeyanları şeklindedirler. Şizofrenide, paranoid bozukluklardan farklı olarak hezeyanlar sistemli değildir, kısa süreli ve değişkendirler. Şizofreniklerde ayrıca, olmayan bir nesne veya durumu varmış gibi algılamalar (halüsinasyon); çağrışımlarda kop­malar; saçma,'anlaşılmaz bir konuşma; kendi içlerine çekilme, referans fikirleri gibi belirti­ler de olur. Bazı şizofrenî gürleri şiddetli bir yıkım göstererek çocukluğun ilk aşamalarına kadar geri giderken (hebe freni), yine bazı şizofrenikler yerlerinden hiç kıpırdamayacak, beden pozisyonu hiç tepkisiz, sabit bîr halde tutacak kadar çevreye ilgisiz, negativist (olumsuz) belirtiler (katatoni) gösterirler. Kimi psikotik tepkiler İse bedensel bir rahatsızlığa, yaşlılığa, ilaç ve madde bağımlılıklarına bağlı olarak ortaya çıkarlar (organik beyin sendromları).

Davranış bozukluklarının bu basitleştirilmiş sınıflaması cinsel işlev bozuklukları gibi diğer birçok bozukluğu kapsamaz. Davranış bozukluklarının görünümleri, yaşa ve kültürlere göre değişir. Çocukların, ergenlerin ve ileri yaşta olanların davranış bozuklukları çok kendilerine özgü ve değişik biryapı arz ederler.

Read more

Modern Sanat Nedir? Modern Sanat Örnekleri Nelerdir? Modern Sanatın Önemli İsimleri

Wassily Kandinsky

Kompozisyon (?)

Yarı soyut olan bu resim çeşitli şekil ve çizgilerden oluşmaktadır. Kulanılan renklerden ve biçimlerden bir duygu edinmemiz beklenir. Soyut resmin en büyük öncülerinden biri olan Kandinsky. kendi resminin ters çevrilmiş halini görünce eserini tanıyamamış, resmi yapan sanatçının adını sormuş, ama kendi eseri ol-duğunu anlayınca soyut resme daha çok hayranlık duymuştur. Çünkü resim baş aşağı durduğunda bile farklı duygular ve anlamlar elde edilebilir (7,9,52).


Pablo Picasso
Avignonlu Kadınlar (1907)

Modern Sanatın ilk yapıtlardan biridir. Picasso' nun Afrika kültüründen ne kadar etkilendiğini kadınların suratlarının Afrika maskelerine benzemesinden anlayabiliriz. Kadınların çarpıtılmış yüzleri ve vücutları, simetri kurallarının hiçe sayılması ve figürlerin farklı cephelerden görülebilmesi, eserin resim tarihinde ilklere girme- sine sebep olmuştur (4,14,58).



Pablo Picasso

Guernica (1937)

20. yüzyılın başyapıtı olan bu resim hem konu bakımından, hem de teknik bakımdan çok orijinaldir. Nazi uçaklarının Guernica adlı köyü bombalamasını konu alan resimde ölüm ve dehşet yayan figürler var (4,14,56).








Pablo Picasso
Keman (?)

Cezanne'dan etkilenen Picasso bir cismin derinlik yerine hacimsellik duygusu vermesini istemiştir. Sanatçı, bu resminde kema- nın en çok bilinen taraflarını yani sapını ve “f” şeklindeki boşluklarını, farklı açılardan göstererek betimlemiştir (4,54)



Jean- Auguste
Dominique Ingres
Valpiçonlu Yıkanan Kadın (1808)

19.yüzyılın en önemli muhafazakâr ressamı Ingres, figürünü çok iyi aydınlatıp, mükemmel bir şekilde gerçeğe benzetmiştir. Boyun gibi yerler pek anato-miye uymasa da kıvrımlar çok iyi resmedilmiştir. Bu figürü Ingres daha sonra yapacağı “Türk Hamamı” adlı resminde kullanmıştır (2,7,9,18,29)




Eugene Delacroix
Cezayir (1830)

Delacroix, Cezayir'e giderek istediği basitliği yakalamaya çalıştı. Bu resimde görüldüğü gibi ön plandaki insanlar ve at net gözükürken arka plan daha bulanıktır. Ayrıca gökyüzünün mavisi gibi çok canlı renkler kul-lanılmıştır (7,31).




Eugene Delacroix

Fransız İhtilali (?)

Fransız İhtilali'ni konu alan en önemli resimlerden biridir. Delacroix bu eserinde bir hareket duygusu yaratabilmeyi başarmıştır. Figürleri resmi yücelten özelliktedir. Fransız Bayrağı'nı taşıyan kadın özgürlüğün sembolüdür. Diğer figürlerden daha büyük ve heybetlidir. Ressam özgürlüğü böyle yarıçıplak gösterdiği için eleştirilmişti (2,31).




Jean-Baptiste
Camille Corot
Tivoli Manzarası (1843)

Corot da Constable gibi gerçeği yakalamak istiyordu ama bunu daha farklı bir biçimde yapıyordu. Bu resme durgunluk ve yazın ağırlığını verebilmek için daha soluk renkler kullanıp ayrıntıların üzerinde daha az durduğunu görüyoruz (7,30).

Read more

Kişilik Nedir? Kişilik Tanımı Nedir? Psikolojide Kişilik

Genel anlamıyla, bireysel bir insanı hem birey, hem de insan kılan tüm faktörlerin toplamına kişilik denir.

Batı dillerindeki kişilik kavramı, latince persona sözcüğünden türetilmiştir, Persona, oyuncuların tiyatrodaki rollerine uygun olarak taktıkları maske anlamına gelmektedir. Kişilik kavramı, etimolojik anlamına yakın kullanıldığında, kişinin çevresindeki diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde gösterdiği tepki ve kendini ortaya koyma biçimi olarak anlaşılabilir. Davra­nışsal açıdan, bir kişinin herhangi bir belirlenmiş durumda ne yapacağını belirleyen şey olarak tanımlanabilir. Eski bir kavram olmasına ve gündelik dilde yaygın kullanılışına rağmen, bugün kişiliğin doyurucu bir tanımının olduğu söylenemez. Psikoloji çevrelerinde Gordon W. Allport'un kişilik tanımı genellikle kabul görmektedir. Buna göre "kişilik, bireyin karakteristik davranış ve düşüncesini belirleyen psiko-fizik sistemlerin dinamik bir organizasyonudur."

Gündelik dilde genellikle birbirlerine çok yakın anlamlarda veya birbirlerinin yerine kullanılsalar da, psikologlar kişiliği karakter ve mizaçtan ayırırlar. Karakter, daha sürekli ve yerleşmiş kişilik eğilimlerini veya bireyin ahlâkî niteliklerim belirlemede kullanılır. Allport'un deyimiyle "karakter, değeri yükseltilmiş kişilik; kişilik değeri düşürülmüş karakterdir. Mizaç ise kişiliğin duygusal ifadesidir.

Kişilik objektif ve sübjektif olmak üzere iki unsura ayrılabilir. Psikologlar çeşitli ölçme ve değerlendirme yöntemleriyle in­sanların özelliklerini, yetenek, tutum ve ilgilere, dürtü ve amaçlara, kendilerini bulundukları ortama uydurma biçimlerine ve kullanılan savunma mekanizmalarına göre belli gruplar halinde incelerler. Bun­lara kişiliğin görünen, ölçülebilir, tespit edilebilir unsurları veya kişilik özellikleri denir. Elbette bir kişideki kişilik özelliği bunların kabaca toplamından ibaret değildir. Bu özellikler her kişide farklı bir bi­çimde organize olur ve sürekli olmaya, değişime direnmeye eğilim gösterirler.

Bir de kişiliğin sübjektif yanı vardır ki, bireyin kendi kişiliğini nasıl algıladığıyla ilgilidir ve kendilik (self) adını alır. Kendilik çocuklukta kendi bedenimizle diğer nesneleri ayırd etmemizle başlar ve üstlendiğimiz sosyal rollerle sürekli gelişir. Davranışlarımız ve tepkilerimizin oluşumunda, duygusal gelişimimizde kendilik algımızın rolü büyüktür. Kendi kendimize Önemli misyonlar atfediyorsak, karşımızdakini küçük görmemiz, daha katı ve hoş görüşüz bir duygu kalıbı içinde hareket etmemiz beklenilen bir tutum olacaktır.

Objektif ve sübjektif yanlarıyla, bireyin dürtülerinin, amaçlarının, yetenek ve İlgilerinin, kendini algılama biçiminin kendine özgü, kararlı ve tutarlı bütünlüğü kişiliği oluşturur. Fakat bu tanımdan yola çıkılarak kişiliğin yalnızca durağan ve tamamlanmış bir yapı olduğu sonucuna varılmamalıdır. Tanı tersine kişilik, bireyin hayatı boyunca öğrendiklerinin katkısıyla sürüp giden; bu arada dürtülerin engellenmesinden doğan çatışmaları altedebilmek, kendilik'in değerini muhafaza edebilmek için sürekli savunma mekanizmaları kuran dinamik bir uyum sürecidir.

Kişilik çalışmaları, bireyin karakteristik yapısını ortaya çıkarmayı amaçlamakta ve bu çalışmalar deneysel psikoloji, çocuk psikolojisi ve psikometri alanlarında yapılmaktadır. Fakat bu arada psikolojide ekollerin etkinliği unutulmamalıdır. Her psikoloji ekolü, insanı farklı bir yaklaşımla ye kendi terminolojisi ile ele alır. Böylece psikolojideki ekol sayısı kadar kişilik teorisi ortaya çıkar. Bütün ekol farklılıklarına rağmen yukarıda söylenenler ve biyolojik kalıtım, kültür ve bireyin aile içi yaşantılarının kişiliğin ana belirleyicileri oluşu genelde kabul edilmektedir.

Psikanaliz literatüründe kişilik kavramının yerine daha çok 'karakter' kavramı kullanılır. Karakterin anlamı da psikanalitik teorideki değişikliklere paralel olarak değişmiştir. Freud içgüdü teorisini geliştirdiği sıralarda özel psiko-seksüel unsurlarla belirli karakter eğilimleri arasında bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Psikanalitik teoriye göre kişilik gelişimi belirli dönemlerden geçerek olur. Belli başlı oral, anal, faİlik, latans ve genital olmak üzere beş gelişim dönemi vardır. Bu dönemle­rin özelliklerinin bireyin psikolojik yapısındaki etkinliği onun karakterini belirler. Örneğin hayatın ilk yılı, ağız boşluğunun erotojenik bölge olduğu, her türlü ihtiyacın ebeveynler tarafından karşılandığı, beden ile dış dünya ayrımının yapılamadığı oral dönemdir. Erişkin olmasına rağmen oral döneme takıntıları bulunan kişilerde açgözlülük, bağımlılık ve pasiflik şeklinde oral kişilik Özellikleri olacaktır. Yine İki ve üçüncü yaşlar, örneğin anü-sün erotojenik bölge olduğu, tuvalet eğitiminin yapıldığı, çocuğun özerklikle bağımlılık arasında bocaladığı anal dönemdir. Anal kişilik özellikleri baskın olan bireylerde bu nedenle düzenlilik, titizlik, inatçılık, cimrilik ya da tam tersine dağınıklık, kirlilik, boşvermişlik veya bonkörlük eğilimleri bulunacaktır. Psikoanalitik teoriye göre ruhsal aygıt alt-ben (id), ben­lik (ego) ve üst-ben (super-ego) olmak üzere üç yapısal katmandan oluşur. Benlik, alt-ben'den gelen içgüdüleri geri ite­rek bastırmakla görevlidir. Fakat benlik yapısı gelişmediğinde geri itilmiş içgüdüler bu kez biçim değiştirerek psikolojik rahatsızlıklar (nevroz) şeklinde ortaya çıkarlar. Freud daha sonra nevrozlarla karak­ter eğilimleri arasında önemli bir ayrım olduğunu söyler. Eğer benlik geriye ittiği içgüdü malzemelerini belli savunma mekanizmaları kurarak dışarı kaçırmamayı başarabilirse, kişinin kullandığı savunma mekanizm asınagöre belli karakter eğilimlerinden söz edilir. Hangi savunma mekanizmasına başvurulacağını belirleyen de, yine hangi gelişim dönemi özelliklerinin bireyde baskın olduğudur. Freud en son olarak benlik'in özdeşleşme (identification) işlevinden söz ederek kişilik yapışma göndermede bulunur.

Freud sonrasında da psikanalitik kişilik teorisine katkılarda bulunulmuştur. Bun­lar arasında Kari Abraham ve Wİlbelm Reich'in katkıları özellikle Önemlidir. C.Gustav Jung'un da 'Psikolojik Tipler' adında bir çalışması vardır.

Adlerci bireysel psikoloji okuluna göre ise kişilik gelişimini aşağılık duygusu ve onu telafi etmek için bireyin başvurduğu yollar belirler.

Psikanalitik okuldan kopan ve sosyo-kültürel analistler arasında sayılan Karen Horney ve psikolog Henry Murray'e göre her bireyin psikolojik ihtiyaçları onların kişilik yapılarını biçimlendirir.

Yakın zamanlarda transpersonal (kişi-üstü) psikoloji okulunu kuran ve teori­sinde Doğu psikolojisinin tecrübelerine önemli bir yer veren Abraham Maslow, her organizmanın amacının kendini gerçekleştirme olduğunu; bunun yolunun da beş aşamalı, yalından karmaşığa doğru bir hiyerarşi içinde olan ihtiyaçların karşılanmasıyla olabileceğini söyler. Ama her kişinin potansiyelleri ve bu ihtiyaçların taşıdığı anlam, dolayısıyla kişilikler de fark­lıdır. Öğrenme teorisyenleri ise kişilik özelliklerinin doğrudan doğruya çevreden öğrenildiği kanaatindedirler.

İngiliz psikolog Hans Eysenck, bireyleri dört farklı kategoriye bölen bir kişilik te­orisi geliştirdi. İlkin insanları dışa-dönük ve içe-dönük olup olmadıklarına göre ikiye ayırır. Bundan başka bir de tüm bireyleri kararlı ve değişken olmalarına göre tasnif eder. Kararlı bir kişi, dışarıdan gelen baskılarla başa çıkabilen ve kolay pes etmeyen kişidir; değişken birey ise genellikle kronik biçimde kaygılıdır ve çabuk yılar.

Öte yandan Amerikalı bir psikolog olan Cattell ise, çok daha fazla sayıda (171 adet) kategori gerektiğini ve 'kategoriler'in kişilik yapılarını (özelliklerini) ifade ettiğini söyler.

Kişilik kavramıyla ilgili tartışmalar, sonunda 'kişilik oluşumu'nun nasıl olduğu (niçin bir birey içe-dönük olurken, diğeri dışa-dönük olmaktadır?) sorusunda düğümlenmektedir. Bu alandaki tartışmalar ise kişiyi çevresinin mi, yoksa genetik kuruluşunun mu belirlediği konusuna yöneliktir.

Kişilik özellikleri, katı ve uyumsuz nitelikler gösterdiğinde, kişinin zararına veya önemli işlev kaybına yol açtığında attık kişilik bozukluklarından söz edilir. Kişilik bozukluğu olan bireylerin diğer insanlarla ilişkilerinde Önemli sorunları, tatminsizlikleri vardır. Fakat onlar ne kadar güç durumda olursa olsunlar, bu güçlüklerin sorumlularını başkaları olarak görürler ve bundan rahatsız olmazlar. Bazı rahatsızlıklar duymaları halinde bunları değiştirmek için büyük bir çaba göstermeleri­ne rağmen başarılı olamazlar.

Read more

Sevr Antlaşması Nedir? Sevr Antlaşması ile ilgili sorular, konu anlatımı

I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı delegeleri ile İtilâf devletlerinin yaptıkları barış antlaşmasıdır. Paris'in banliyösü Sevres'te yapıldığı için bu adla anılır. Osmanlı İmparatorluğunun çöktüğünü gösteren bir antlaşmadır. Türk milletinin bu antlaşmayı tanımaması sonucu uygulamaya konulamadı.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'yle savaş son bulduktan sonra, Avrupa devletleriyle Osmanlı İmparatorluğu arasındaki meseleleri kesinlikle çözmeye karar veren galip devletler Paris Barış Konferansında Türkiye barışını San-Remo kararları çerçevesinde kendi menfaat ve dünya görüşlerine göre düzenlemeyi tasarladılar. Böylece İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Osmanlı Devleti için yeni bir düzen hazırladılar. Bu metni imzalamak üzere de Osmanlı delegelerinin 10 Mayıs 1920'de Sevr'de bulunmalarını istediler. Bu davetten 8 gün sonra, Ankara'da M.Kemal Paşa Türk milleti ile yapılacak barış görüşmelerinin ancak, Ankara Hükûmeti'nce yürütülebileceğini ve antlaşmanın ancak TBMM'ce tasdik edildikten sonra geçerli olabileceğini bütün dünyaya duyurdu. Bununla beraber galip devletler kendi düzenledikleri Türkiye barış metnini 11 Mayıs'ta Sevr'de Osmanlı delegelerine bildirdiler. Heyet başkanı Tevfik Paşa ileri sürülen şartları reddedip geri döndü. Bunun üzerine galip devletler Osmanlı Hükumeti'ni şartları kabule zorlamak için Yunanistan'ı harekete geçirdiler. Yunan orduları 12 Haziran'da taarruza kalkarak Balıkesir, Sursa ve Uşak'ı işgal etti. Âciz bir halde olan İstanbul Hükümeti baş delegeliğe Damat Ferit Paşa'yı getirdi.

Osmanlı Hükumeti'nin galip devletlerin metnine karşı hazırladığı cevabı, Ferit Paşa, 25 Haziran'da Paris Barış Konferansı'na sundu ise de buna bir cevap alamayınca 14 Temmuzda İstanbul'a dönmek zorunda kaldı.

Müttefikler Spa Konferansı’nda Osmanlı cevabını incelediler ve 16 Temmuzda Dahiliye Nâzırı Reşid Bey'e bir ültimatom verdiler. Reşid Bey 17 Temmuzda bunu İstanbul'a bildirdi. Osmanlı Hükümeti 20 Temmuzda toplanarak görüştü ve toplantı sonuçlarını padişaha arzetti. Bunun üzerine sarayda bir Meclis toplanmasına karar verildi. Bu Meclis 22 Temmuzda Yıldız Sarayı'nda toplandı ve sonuç antlaşmanın kabulü yönünde oldu.

Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 Salı günü saat 16.08'de Fransa başbakanı Millerand'm başkanlığında Sevres Milli Porselen Fabrikası salonunda sırasıyla Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halid beylere imzalattırıldıktan sonra, müttefik temsilcileri ve diğer ilgili Avrupa devletleri temsilcileri, Japonya ve Yunanistan temsilcileri tarafından imzalandı. Antlaşmayı sadece Yunanistan Parlamentosu tasdik etti. Ancak müttefikler 10 Ağustos 1921 Paris Barış Konferansı'nda Türk-Yunan Savaşı'na karşı tarafsız olacaklarını ilân ettiler. Bundan sonra 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara İtilâfnamesi ile Fransa, 31 Mart 1922'de imzalanan antlaşma ile İtalya, Sevr Antlaşması'nı kaldırmış oldu. 3—11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ise gerek Mondros gerek Sevr'in siyasî ve askerî hükümlerini kesinlikle yok etti. Bunu 24 Temmuz 1923 Lozan, ve 1936 Montreux antlaşmalarının getirdiği hükümler tamamlandı.

Antlaşma 433 madde ve 12 bölümden meydana gelir. Belli başlı bölümleri şunlardır:

1- Milletler Cemiyeti Sözleşmesi: Bir giriş durumundadır.

2- Sınırlar: Osmanlı Devleti Tunus, Libya, Mısır, Süveyş, Sudan ve Akdeniz adaları üzerindeki haklarını bırakıyor; Hicaz'ın bağımsız bir devlet olarak kuruluşunu; İrak, Suriye ve Filistin üzerinde manda İdarelerini kabul ediyor. Kıbrıs Adası'nın İngiltere'ye İlhakını resmen tanıyordu. Buna göre güney sınırımız Ceyhan nehrinin ağzından başlayarak Osmaniye, Gaziantep, Urfa, Siverek, Mardin'in kuzeyinden eski İmadiye sancağı sınırıyla eski İran ve Kafkasya sınırlarına geliyordu. Doğu Anadolu'da müstakil Ermenistan'a bırakılacak toprakların ve sınırların tesbıti ABD başkanı Wilson'a bırakılmıştı.

Osmanlı Devleti'nin batı sınırı, Istanca-Çatalca çizgisinden geçiyor, bunun batısında kalan topraklar Yunanistan'a terkediliyordu. Gelibolu Tekirdağ, İzmit, Bursa, Biga ve Edremit yani bütün Marmara kıyıları yönetimi Boğazlar komisyonuna bırakılıyordu. İzmir ve çevresi Kırkağaç, Akhisar, Tire, ödemiş ve Söke ilçeleri Osmanlı idaresinde kalmakla birlikte bölgenin yönetimi Yunanlılara bırakılıyordu.

3- Siyasî hükümler: İstanbul Osmanlı saltanatının başşehri olma özelliğini koruyacak, Doğu bölgesi Osmanlı Devleti'nden ayrılmak iste diğinde buna engel olunmayacaktı.

4- Azınlık hakları: Azınlıkların din, yayın, eğitim v.b. hürriyetlerini kontrol hakkı müttefiklere verilecekti.

5- Askeri hükümler: Osmanlı orduları dağıtılacaktı. Padişahın korunması için 700 ve emniyeti sağlamak için 35.000 kişilik bir jandarma kuvveti ile gerektiğinde bunu takviye edecek 15.000 kişilik bir kuvvetten başka bir asker bulundurulmayacaktı. Deniz güvenliği için ise 600 tonilatodan yukarı olmamak şartıyla 13 ganbot ve torpido kullanılabilecekti.

6. Malî hükümler: Müttefikler bir komisyon kuracaklar ve Osmanlı Hükümeti, bu komisyonunun uygun görmediği tedbirleri alamayacaktı.

7- Gümrükler: Müttefiklerin kontrolü altında bulunacaktı.

8- İktisadî hükümler: I, Dünya Savaşı'nda kaldırılan kapitülasyonlar eskisi gibi korunacaktı.

9- Nüfuz bölgeleri: İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan'a ayrılan nüfuz bölgelerinde her türlü menfaatler bu devletlere ait olacaktı
Read more

Faşizm Nedir? Faşizm Gerekli Midir? Faşizm Nerede Doğmuştur ? Türkiye'deki Faşizm



Faşizm, İtalyan filozof Giovanni Gentile'nin 1920'li yıllarda ardı ardına yayımladığı kitaplarla ilkeleri belirlenmiş bir siyasi doktrindir. Gentile'den yoğun olarak etkilenen ve faşizmi bir dünya görüşü olarak benimseyen İtalyan lider Benito Mussolini'nin 1922’de İtalya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından, Mussolini iktidarı döneminde, İtalya'da resmi ideoloji olarak yürütülmüştür. Kısa süre içerisinde genel anlamıyla baskıcı, otoriter rejim anlayışını betimler bir nitelemeye dönüşmüş ve Nasyonal Sosyalizmbaşta olmak üzere, aşırı milliyetçi ve/veya anti-demokratik ideoloji ve yönetim sistemlerinin tamamına halk tarafından verilen genel bir isim halini almıştır.
Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince fasces sözcüğünden ileri gelir. Aynı simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasındaAydınlanma anlamında, halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Söz konusu sembol bir takım değişikliklerle 1926 yılından itbaren İtalya’nın resmi devlet sembolü olmuştur. Sembolün üçlü anlamı, yani devlet gücü, halk mülkiyeti ve birliktelik Mussolini’nin propagandasında kullanılmıştır
Read more

Sevgi ve Saygu Nedir? Saygı, Sevgi Konulu Bir Yazı

Sevgi içten gelen bir duygudur, öğretilmez, saygı bir davranış biçimidir, eğitimsiz olmaz Bu eğitim de ailede başlar Sevgi ve saygı dolu bir ailede yetişen insanlar davranışlarından, hal ve hareketlerinden bunu belli ederler Sevgisi olmayan insanları kimse sevmez Ama sevgisi olan insanlar sıcakkanlıdır ve birçok kişi onları sever Ama sevginin yanında saygı da önemlidir elbette İşte, insanlarda bu iki özellik de bulunursa tüm ilişkileri iyi olur, birçok kişi onları sever Sevgi ve saygıya sahip olan insanlara her zaman daha farklı davranılır İçinde sevgi barındırmayan insanlar aile hayatlarında, iş hayatlarında yalnız doğar, büyür ve ölürler İnsan sevdiklerine saygısız ve kırıcı davranmaz Bu da gösteriyor ki sevgi her şeyin temelidir Kısacası sevgi ve saygılı olmamızın başkalarına pek faydası yoktur, asıl bize faydası vardır Bunu kendimiz için yapmalıyız İnsanların kendilerine saygısı olduğu sürece insan ilişkilerini her zaman bu düzeyde yürütürler Saygı ve sevgi insanlar arasında iyi bir bağ oluşmasını sağlar. Bu bağ sayesinde insanlar birbirleriyle iyi geçinirler. Saygıyı ve sevgiyi insanlar çocuk yaşta öğrenir. Büyüdükçe de geliştirir bu yüzden çocukların eğitimi ailede başlar. Ailede bir çocuğa insanlara karşı saygı duyması öğretildiyse bu çocuk hayatı boyunca insanlara saygılı davranır. Fakat ailede çocuğa iyi bir eğitim verilmediyse bu çocuk hiçbir zaman insanlara saygılı davranmaz. Bu yüzden hem ailesinde hem de toplumda karışıklıklara sebep olur. Aile içinde saygılı davranan bir çocuk toplumda da saygılı davranır. Toplumda saygı insanlar arasında barışı sağlar. İnsanlar birbirlerine saygı duyarsa birbirlerinin hakkında gözetir. Bu da insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamasını sağlar. O toplum gelişir ve ilerler. Diğer toplumlarda daha üstün bir durum kazanır. Toplumda saygı tek başına yeterli değildir. Saygının yanında insanlar birbirine sevgide duymalıdır. İnsanlar birbirlerini severse her zaman diğerlerine yardım etmek ister. Bu sayede birinin bir sıkıntısı olduğu zaman bütün toplum o kişiye yardım eder. O kişinin acısını paylaşır ve sıkıntısını azaltır. Saygı ve sevgi farklı unsurlardır ama biri olmadan diğeri işe yaramaz. Saygı ve sevginin bir arada bulunduğu toplumlar uzun ömürlü olur ve hiçbir zaman kargaşa içine düşmez. O toplumda saygı ve sevgi ne zaman kayboldu ise o zaman o toplum çöker. Bu yüzden bizde birbirimize saygılı davranmalıyız. Her zaman başkalarının sevincini ve acısını paylaşmalıyız. İnsanları sevmeli onları birbirinden ayırma malıyız.

Read more

Asit Yağmuru Nedir? Asit Yağmurunun Yarattığı Sorun? Türkiye'deki Asit Yağmurları

Kükürt döngüsünün bozulması, bir yandan hava kirliliği gibi yerel sorunlar yaratırken, diğer yandan bazı bölgelerde asit yağmuru gibi uluslararası sorunlara da neden olmaktadır. Yağmur suyu, normal olarak hafifçe asitlidir. Bunun nedeni havada doğal olarak bulunan CO2 ve gene doğal olarak az miktarda bulunan kükürt ve nitrojen oksitlerin su ile reaksiyona girmesinden oluşan asitlerdir. Ortama çok miktarda kükürt dioksitin eklendiği bölgelerde yağmur suyundaki asit oranı da artmakta, yer yer keskin bir sirke kadar asitli yağmurlar yağmaktadır. İlk kez Kuzeybatı Avrupa’da ortaya çıkan ve etkileri bilimsel olarak saptanan asit yağmuru, 1972 Birinci Uluslararası Dünya Çevre Kongresi’nde İsveçliler tarafından gündeme getirilmiştir. İsveç ve Norveçliler asit yağmurunun iç suları etkilediğini, yüzlerce, hatta binlerce göl ve nehirin doğal dengesinin bozulduğu ; bu göllerin giderek canlıların barınamayacağı ölü sular haline dönüştüğünü kanıtlamışlardır. Daha sonra Kanada ve İskandinavya’ya yapılan araştırmalar, iç sulardan başka, karasal ekosistemlerin bitki örtülerinin de zarar gördüğünü ; yağmurdaki asidin fotosentezi etkiledikten başka, topraktaki besleyici tuzların akıp gitmesine neden olduğunu göstermiştir. (Whelpdale, 1983) . 1980’li yıllara girerken, dünyanın en fazla sanayileşmiş bölgeleri olan Kuzeybatı Avrupa ile Kuzeydoğu Amerika’da yağmur suyunun ortalama pH değeri 4’e inmişti. Suyun nötral pH değerinin 7, yağmur suyunun da pH değerinin 6 olduğu düşünülürse ; pH 4 değeri, normal suyun yüz katı kadar asitli anlamına gelir. Çünkü pH ölçümünde birimler logaritmik ölçeğe göre ayarlanmıştır. Örneğin, pH 5 değeri, pH 6’ya oranla on kat fazla asitli bir ortamı gösterir. Hemen hemen tüm Avrupa, Japonya ve Kuzey Amerika’nın doğu yarısı pH 4 ile 5 değerinde yağmurlar almaktadır. Türkiye ise pH 5,5 değerinde asit yağmuru alan kuşak içinde yer almaktadır. (Whelpdale, 1983). Kuzeybatı Avrupa’ya düşen yağmurdaki asit oranının yıllara göre artışı gösterilmektedir. 1956’dan bu yana, asit yağmuru en fazla pH 4 ila 5 değerlerinde, etkilenen bölge miktarı da nispeten azken; 1961’den sonra asitlik derecesi ilk kez pH 4’ün altına düşmüş, etkilenen bölge alanı da genişlemiştir. Asit yağmurunun uluslararası bir sorun olarak ortaya çıkmasının başlıca nedenlerinden biri, 1960’lı yıllarda şehirlerin havasını SO2’den arıtmak için yüksek baca yapımı uygulamasının yaygınlaşmasıdır. İçinde önemli miktarda kükürtlü maddelerin bulunduğu nikel ve bakır cevherleri işleyen fabrikalar, petrol ve kömür yakan termik santraller, daha önceleri yerel çevre sağlığını etkilemekteydiler. Bölgesel zararları etkileri azaltmak için teknik bir çözüm olarak, bu kuruluşlara yüksek bacalar takılmıştır. Bazıları 300 metreyi bulan bu bacalar, yerleşim merkezlerini SO2’den korumuş, ancak bu kez de atmosfere yayılan SO2 geniş bölgeler üstüne asit olarak yağmaya başlamıştır. Çevre bilimlerinin temel konularından biri Birinci Termodinamik Kanunu’dur. Enerji ve Maddenin Sakınımı olarak da bilinen bu kanuna göre, enerji ve maddeler hiçbir yolla yok olmaz. Seyreltilip dağıtılması için atmosfere atılan SO2, ergeç ekosferin başka bir yerinde ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, kaynakları belli SO2’in yarattığı ve çevre sağlığı sorunu, yüksek bacaların yapımı sonucu kaynağı belli olmayan bir uluslararası asit yağmuru sorununa dönüşmüştür.
Read more

Emel Sayın - Her Çiçeğe Konmak İstersin [1970]



20 Kasım 1945'te Sivas'ta dünyay gelen Sayın, henüz 13 yaşındayken Arif Sami Toker'den müzik dersleri almaya başladı. Sonraki yıllarda Münir Nurettin Selçuk'tan da dersler aldı ve yeteneği ile dikkat çekmeye başladı. Lise eğitimini Edirne'de tamamladıktan sonra üç yıl boyunca İstanbul Belediye Konservatuarı'nda, Münir Nurettin Selçuk'un da hocalığını yapmış olan Alis Rosenthal'dan şan dersleri aldı. Hürriyet'in düzenlediği yarışmada "Ses Kraliçesi" seçildi.

İlk kez 17 yaşında sahneye çıkmaya başlayan Sayın, 1963 yılında Ankara Radyosu'nun sınavını kazanarak, buradaki yedi yıllık hizmetine başladı. Daha sonra İstanbul Kanatlarımın Altında'a taşındı ve İstanbul Radyosu'na geçti.

İstanbul'da bulunduğu yıllarda şöhreti giderek artan Emel Sayın, albümlerinin yanı sıra sinema filmlerinde de rol aldı. Ayrıca 2001 yılında Aşkım Aşkım adlı televizyon dizisinde ve daha sonra Karınca Yuvası adlı dizide rol aldı.



Albümleri :

Sus Kalbim Sus / Anılardan Bir Demet 1, (1971)
Gel Gel Gel / Anılardan Bir Demet 2, (1971)
Doyamadım Sana / Anılardan Bir Demet 3, (1971)
Son On Yılın En Sevilen On Şarkısı, (1972)
Emel Sayın, (1973)
Emel Sayın 73, (1973)
Emel Sayın 74, (1974)
Emel Sayın 75, (1975)
Emel'in Dünyası, (1975)
Emel Sayın 76, (1976)
Emel Sayın, (İran) (1977)
Sensiz Olmuyor (1978)
Rüzgar, (1979)
Emel'in Seçtikleri, (1980)
Bir Şarkıdır Yalnızlığım, (1982)
Emel Sayın 85, (1985)
Sevgiler Yağsın, (1985)
Sevgisiz Yaşayamam, (1987)
Sevdalılar, (1987)
Kanımda Kıvılcım, (1989)
Üzüldüğün Şeye Bak, (1990)
İstanbul Şarkıları, (1991)
Gücendim Sana, (1992)
El Bebek Gül Bebek, (1993)
Başroldeyim, (1997)
Ah Bu Şarkılar, (2000)
Dinle, (2001)
Emel Sayın Münir Nurettin Söylüyor, (2006)
Filmleri :

Şampiyon, (1970)
Eyvah, (1970)
Makber, (1971)
Hicran, (1971)
Feride, (1971)
Süreyya, (1972)
Gülüzar, (1972)
Yalancı Yarim, (1973)
Düşman, (1973)
Mavi Boncuk, (1974)
Hasret, (1974)
Acı Hatıralar, (1977)
Rüzgar, (1980)
Read more

Miranda Kerr Sexy Twitter Fotoğrafı



Miranda Kerr dakikalar önce Twitter sayfasından yarı çıplak bir fotoğrafını paylaştı.




Thank u    for one of my fav behind the scene pics! Luv u 

Read more

Bar Rafaeli Tacize Uğradı



İsrailli top model Bar Rafaeli İngiltere'deki havalimanında görevli kadın güvenlikçinin tacizine uğradı. 

Yaşadığı olayı Twitter'da anlatan Rafaeli, "Üst araması sırasında kadın görevli yüzünden kendimi inanılmaz rahatsız hissettim. Her yerimi okşayarak elledi. Kuşkusuz lezbiyendi" dedi.
Read more

Madonna'nın Adele Hakkında Düşünceleri.



Amerikalı şarkıcı, Superbowl gösterisinde Adele'le birlikte sahneye çıkmak istediğini, ama Adele'in rahatsızlığından dolayı bu isteğinin gerçekleşmediğini anlattı. ITV televizyonuna konuşan Madonna, Adele'i çok yetenekli bulduğunu, gelecekte onunla birlikte çalışmak istediğini söyledi.
Read more

Lady Gaga'ya "Giorgio Armani " Tasarımları.



Dünya çapında bir moda idolu olarak kabul edilen Lady GaGa, dünya turnesi kıyafetlerini hazırlanmak için saygın moda tasarımcılarının yardımına başvuruyor.

GaGa’nın `Born This Way Ball' turnesinin Asya ayağı için sanatçının sahne kıyafet hazırlıklarını yapan İtalyan tasarımcısı Giorgio Armani, yıldızın alıştığımız tarzına çok farklı detayları kattı.

Söz konusu Lady GaGa olunca, Armani klasik tasarım çızgilerine birkaç değişiklik katarak, genelde kullandığı taş, boncuk ve dantel kumaşın yerine aynalı metal pleksiglas, cilt tonlu lateks detaylar ve siyah kristaller kullanıyor.
Read more

Amy Macdonald - Slow it Down [ Türkçe Çeviri ]



I never knew you before,
Seni daha önce tanımıyordum
I’ve been walking around with my eyes on the floor
Gözlerim yerde etrafta dolaşıyordum
And know you’re everywhere to me
ve benim için sen her yerdeydin
You’re every face that I see, things ain’t moving quick enough for me
gördüğüm her yüzde sen varsın, benim için hiç bir şey yeterince çabuk değil
I guess I’ve been
sanırım ben
Running ’round town
kasabanın çevresinde koşuyorum
and leaving my tracks,
ve parçalarımı bırakarak
Burning out rubber
Lastikleri yakarak
driving too fast
hızlı sürüyorum
But I, I’ve gotta slow it right down
ama şimdi artık yavaşlamam lazım
Back to the moment the very start,
ilk başladığı noktaya dönerek
from the very first day you had my heart
ilk günde kalbimi çaldın
but I got to slow right down…
ama yavaşlamam lazım
Slow it down.
yavaşlamak
[ Down down down ]
[ down down down down... ]
Wishing, wanting for something more
diliyor, istiyorum daha fazlasını
Always better than I had before
daha öncekilerden her zaman 
daha iyisi
Who knew these dreams would come true
bu rüyaların gerçekleşeceğini kim biliyor
And I run the red, won’t stop at night
ben kızardım ve gece durmayacağım
I don’t care for traffic lights
Trafik ışıkları umurumda değil
Things ain’t moving quick enough for me
benim için hiç bir şey yeterince çabuk değil
I guess I’ve been
sanırım ben
Running ’round town
kasabanın çevresinde koşuyorum
and leaving my tracks,
ve parçalarımı bırakarak
Burning out rubber
Lastikleri yakarak
driving too fast
hızlı sürüyorum
But I, I’ve gotta slow it right down
ama şimdi artık yavaşlamam lazım
Back to the moment the very start,
ilk başladığı noktaya dönerek
from the very first day you had my heart
ilk günde kalbimi çaldın
but I got to slow right down…
ama yavaşlamam lazım
Slow it down.
yavaşlamak
[ Down down down ]
[ down down down down... ]
Read more