19 Mayıs İle İlgili Skeç, Tiyatro, Orta Oyunu


ATATÜRK ANLATIYOR

Yıl 1881 Kiraz mevsimi
Vakit alaca karanlık
Ay batacak, güneş doğmak üzere
Toprak kabardı , gök gerine gerine uyanıyordu
İki katlı kagir evde çifte şamdan yanıyordu
Ve ansızın
O? Sarı, gür bir kadın saçı gibi
Dalga dalga esti rüzgar
Kiraz ağaçları meyve yüklü pıtrak pıtrak
Gün ağardı taze, apak Ve öptü yeni doğanın
Küçük Mustafa'nın parlak ışıklı yüzünü güneş
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey!
Ben Mustafa Kemal"im
Selanik
Baba ocağı
Kilise canlarının ezanla karışıp gittiği çocukluk yıllarım
Gür ağaçlı bahçeler
Ve tadına doymadığım karadut
Daracık sokaklarda kaybolup gittiğimiz liman şehri
Selanik bir büyük liman,
Selanik bir büyük şehir/Suda balık sürüleri gibi :
Gelir gider, gider gelir
Yorgun tembel balıkçıların
Beni uzaklara salacağı martı sesleri
Baharda gürlediği vakit Korkutan
Korktuğu kadar düşündüren gök gürültüleri
Selanik gecelerinde yıldızlar kocaman olurlardı
Ya da ben öyle hatırlıyorum
Ne kadar çok, ne kadar parlaktır, bir o kadar uzak.
Arkadaşlarım, komşu çocukları, gayri Müslim arkadaşlarımız çok olmazdı
Olanlarda bize en yakın yıldız kadar yakın
Oysa
Yaşadığımız acı tatlı ne varsa
Bu küçücük şehirdeydi.
Geçti dört mevsim dört yaz
Uzun ince parmaklarımda
Mahalle mektebinde diz çöküp
İlahilerle başladı okula
Bir sabah beyaz bir entari giydirildi bana
Sırmalı bir sarık elimde yaldızlı bir dal
Annem dua etti.
Ben de babamın ve hoca efendinin elini öpüp okula gönderildim.
Beyaz kemerli loş bir oda
Rahlede bir kuran
Hoca keramım anlatmaya başladı.
Anlayamadığım bir dilden okuyup, dizlerimin üstünde yazmaya çalışıyordum.
Kemiklerim sızlardı, ayakta yazmak istemezdim
Hoca tek sesiyle emrederdi
"Ama böyle yazmak zor oluyor, dizlerim acıyor deyince,
Bana karşımı geliyorsun, dedi.
Ben de evet dedim.
Sonra babam beni başka okula gönderdi.
Şemsi Efendinin özel laik okuluna.
Burası daha iç açıcıydı. Yan yana sıralar daha aydınlık
Üstelik artık dizlerim acımıyor
Babamın işleri bozulunca, dayımın köyüne Langazaya gittik.
Çiftlik hayatı başladı.
Bir tarlada öğrenmişti vatan bekçiliğini
Kargaları kovalaya kovalaya Mustafa
Yel eser gün vurur akşamlara dek kavrulur yanardı elleri ekinlerin ortasında
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey Ben Mustafa Kemal" im
Orada okul yoktu, sıkılıyordum. Köydeki Müslüman hocadan ders alıyordum.
Sonra da köyün papazından, ama Rumca'yı sevmiyordum.
Teyzemin yanına Selanik'e gönderildim.
Arapça öğretmeni kaymak Hafızdan hayatımın ilk dayağını yedim. Bu bana çok dokundu. Çocuksu sorularıma dahi cevap veremeyecek kadar cahil , aciz koskoca bir adamdan dayak yiyordum.
Bir gün komşumuzun oğlu Ahmet, bizi ziyarete geldi. Askeri okuldaydı.
Pırıl pırıl tertemiz üniforması, anlamlı bakışı, kendinden emin konuşması.
İşte o gün ben de o üniformanın içine girmiştim sanki.
Annem olmaz dedi.
Osmanlının askeri demek bitmez tükenmez sürgünler, savaşlar demektir.
Kıyamam sana.
Ama nafile gizlice okulu kazanmıştım.
Anacığımın elini öptüm, hakkını helal etti.
Yeni okulumu arkadaşlarımı seviyordum. Başarılıydım.
Matematik öğretmenimiz senin de benim de adımız Mustafa dedi.
Gel bir de yanına Kemal adını koyalım. Bundan sona senin adın Mustafa Kemal olsun.
Ortaokuldan sonra, yatılı olarak Manastır Askeri Lisesine başladım. Manastır Makedonya'nın can damarıydı, sınır bölgesiydi.
Bulgar, Arnavut, Yunan çetelerinin cirit attığı bir yer. Etrafımda nelerin olup bittiğini anlamak istiyordum.
Sonra Ömer'le arkadaş olduk.
Tatil günleri istasyona gider, askerleri seyrederdik.
Oradan da Yonya'ya.(Yonya bir liman gazinosuydu)
Orada bir şeyler içer saatlerce tartışırdık.
Ali Fethi ile tanıştıktan sonra ufkum daha da genişledi.
O bana siyasetin ne olduğunu anlattı.
Jan Jak Ruse , Volterî, Mantesküi'yi anlattı.
| Volter , Rober Piyer ,1789 ihtilali , halk , ulus , özgürlük , gerçekler.
|Ve yaşamın sınırları. Kafam karmakarışıktı.
Gökte ay üşür
Dışarıda gece üşür
Düşmanca kol gezer bıçak sırtı bir ayaz
Mustafa Kemal üşümez
Düşünür.
Bir gün Ömer'le tren istasyonunda dervişlere rastlamıştık.
Ve garda da. bir sürü yabancı yolcu.
Dervişler, ellerinde sivri külahları
Bol cübbeleri kendilerinden geçmiş, bağırıp çağırıyorlardı.
Nara atıyorlar, kimileri de düşüp bayılıyorlardı.
Şöyle bir baktım. Utandım.
Gözlerimi kapadım. Cennetin anahtarını satan papazla, muska satan yobaz
Ve nara atıp kendinden geçen, sözüm ona dervişler.
İşte dedim kendi kendime.
Dünyayı bu hale sokan sizlersiniz.
Artık düşünüyordum, öğrenmek istiyordum.
Düşlerim beni aştıkça, yeniden öğrenmeliyim.
İçimdeki büyük aşkın ne olduğunu artık iyice anlıyordum.
Okul bitince...
İstanbul'a Harbiye'ye gidecektik düşlerimizi gerçekleştirmeye.
İnsanlığa aşıksın sen Sönmeyen tek ışıksın sen Kurtuluş ve özgürlüğe
Bir evrensel bekçisin sen
İstanbul
Daha ilk bakışta ortaçağı anımsattı bana
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu,
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi, karanlık basmadan evlerine koşuşan kadınlar
Asma çardakların gölgesinde
Günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç'in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret kalan Türk mahalleleri
Ve şaşkın değişmez sessizliğe uyuyorlardı.
Oysa Beyoğlu, Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar, mağazalar, tiyatrolar, müzikaller.
Bambaşka sosyal bir çevre.
Vergi vermeyenler sırtını kapitülasyonlara dayamış
Merkezi hükümete önem vermeksizin bir bambaşka İstanbul.
Osmanlıların üstündeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki
Sanki Türkler kendi vatanlarında esir
Yabancılar efendiydiler.
Düşman devletler Osmanlı Devletine Maddeten ve manen tecavüz halinde
Karar vermişler onu yok etmeye, bölüşmeye
Padişah ve halife olan kişi de
Düşünmüyor hayatını ve rahatını
Kurtarmaktan başka çare.
Artık Fransızca gazeteleri okuyabiliyordum.
Bazı kitaplar yasaktı. Bunları geceleri okurdum.
Namık Kemal’i, Volter, Robes Piyer'i şimdi daha iyi anlıyordum.
Önce Napolyon’a hayrandım.
Felsefi görüşlerim iyice şekillenince, ondan pek hoşlanmadım.
Demek ki devrimler karşı devrimleri getirebilirdi.
1789'un saflığı ve temizliği ve Napolyon'un emperyalizmi.
O gün arkadaşlarla bir komite kurduk.
El yazısıyla gazete çıkarmaya karar verdik.
Gazete sarayın kulağına gidince yakalandık.
Ama okul müdürü devrimci bir adamdı. Kurtulduk.
Belki de bir içgüdü.
Kurmay okulunun ilk sınıfında hepimizden bir araştırma, yazısı istemişti.
Araştırma yazısını okuyan öğretmenim gözlerime baktı.
Zaten dedi, senden de bu beklenir.
Araştırmanın adı:
Başkente karşı Anadolu isyan hareketlerinin Gerilla taktikleri.
Sonra yine yakalandık.
Bildiri dağıtıyorduk üstelik okul bitmiş daha yeni yüzbaşı olmuştum.
Tutuklu kaldığım süre içinde yazıyordum.
Şiir yazıyordum.
Devrim taslakları yazıyordum. Sonra kıta hizmeti adına İstanbul dışına sürüldüm, Şam’a
Yıl 1905
Mustafa Kemal şimdi yüzbaşı
Yıldızlar İçinde yıldız; yücelmiş daha başı
Dışarıda bıçak sırtı bir ayaz
Gökte yıldız ve ay üşür
Mustafa Kemal üşümez
Vatanını ve ulusunu düşünür
Peki dedim, öyle olsun. Bizde gider çölde bile yeni bir devlet kurarız.
Zamanla binlerce gerçeğin değil, tek bir gerçeğin olduğunu anladık.
Ne işimiz vardı Arabistan çöllerinde.
Hepimizi baskı altında toplamaya çalışan softaların, yobazların içinde, ne işimiz vardı.

(YEMEN TÜRKÜSÜ)

iyice anlamıştım ki ,
Müslüman olmayanların cennetin bütün nimetlerinden yararlandıkları,
Müslümanların ise cehennem azabı çektikleri bir yerdi.
Osmanlı İmparatorluğu.
Sende-de dünyalar devirenlerin
Ayakta tutmayan darbesi vardı;
Zamanı yakından çevirenlerin
Zincire (bilgi yelpazesi.net) vurulmaz hür sesi vardı
İhtilalin nasıl, neresinden başlamalıydı.
Vatandan uzak Arap illerinde...
Arkadaşlardan kopuk.
Makedonya'ya gitmeliydim.
Bu işin can damarı arada atıyordu.
Bir müddet sakin kalıp, Selanik’teki Genel Kurmaya atanmalıydım.
Ve atandım.
İhtilalin çekirdeği bazen de kendince oluşuyordu.
Kendini devrimci ihtilalci sayanlar vardı
Bir elinde kılıç, bir elinde din kitapları, devrim üzerine yemin ederler.
Değişmesi gereken bir düzen için, değişmeyecek kurallar üstüne yemin edebilir miydi?
Ama ihtilal kadrosu yavaş yavaş tamamlanıyordu.
Biz reformcu değildik,
Biz siyasal yapıyı değiştirmek istiyorduk
Egemenlik kavramını değiştirmek istiyorduk.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
Dinsel kuvvetler ise bunun tam tersiydi.
Kökten dinciler gücünü tartışmadan değil
Baskıdan, düşünce özgürlüğünden değil
Kayıtsız şartsız itaatten alıyorlardı.
Üstelik kör itaat
İnsan zekası ve uygar olabilmek
Evrenin sınırlarını çözmeye çalışmak,
Bilim teknik ve hür düşünce yerine kör itaat
Bizi bu hale sokan karanlık, cehalet değil miydi?
Yola çıkarken kavşak noktalarında düşüncelerimiz saydamlaşıyordu
Arkadaşların çoğu Müslümanlıktan din olarak değil
Siyasal bir güç olarak bahsediyorlardı
Yobazlar, gericiler, tutucular
Müslümanlığın yüz karasıydı.
Ve bu cehalet sürdükçe mahvolup gidecektik
Bazı arkadaşlar din yerine ırk kavramını uygun görüyorlardı.
Ama sis dağıldıkça çoğunlukta devrim çekirdeğinde anlaşıyorduk
Başlık kendi kendine çıkıyordu
TÜRK DEVRİMİ!
Hangi devrim tek başına yapılabilirdi.
Devrim kimin için yapılabilirdi
Üstelik başlayınca durmak dinlenmek yoktu artık
Esirler, mazlumlar için sende
En içli şairin bir kalbi vardı
Harise, zalime karşı çehrende
Bir korkunç devrimci gazabı vardı
Yanı başımızda bir ihtilal daha vardı.
Sovyet ihtilali.
Bu devrim hareketi daha başında bir Panslavizm hareketine dönüşüyordu.
Oysa
Uygarlık ister istemez evrensel boyutlara gidiyordu.
Artık uygarlık değil, dünya uygarlıklarının temelleri bize yakışırdı.
Siyasi görüşlerim asker kişiliğimle bağdaşamaz hale gelmişti.
Yavaş yavaş kızağa alınıyordum.
Önce Trablusgarb'a gönderdiler.
Kaybedilmiş bir cephenin yeniden kurtarılması için
Ama karşımda ümmetinden bile bıkmış
Şeyhler, aşiretler, kabileler, tarikatlar
Savaşmak için hiçbir nedeni olmayan
Kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış topluluklar
Trablus macerası ve Balkan Savaşı sonrası
Ömrümün çoğunun geçtiği Selanik bile elden çıkmıştı
İstanbul Hükümeti hayalperest insanların elindeydi
Acı ama gerçek bu
Uyarıyordum. Ama iktidar olma hırsı
Onlar için her şeyden öndeydi.
Bitsin bu gaflet uykusu
Padişahtan hayır yok artık bize
Geldi düşmanın önünde dize
Büyük savaşa az kalmıştı


(Aşağıdaki her madde ayrı bir öğrenciye verilerek oratoryo hazırlanır.)

    Atatürk diyor ki: “Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara gömmek istiyorlar.”Kara bulutlar   Türkiye’nin üzerinde dolaşıyor.Mondros Mütarekesi peşinden Sevr Antlaşması ve ateşkes.                 

    Böyle antlaşma olur mu? Yurt parça parça edilmiş, Anadolu insanı, kan ağlıyor.

    Memleketin asıl sahibi olan Türk halkı başsız, bölünmüş kuşku  içinde, bezgin haldedir.

    Kurtuluş ve bağımsızlık umutları ve çalışmaları bölgesel kalmakta birleşememektedir.              Memleketin batı ve güney bölgelerinde silahlı karşı koymalar başlamıştır; fakat sayıca çok ve silah bakımından üstün düşman kuvvetleri karşısında bu direnmeler kırılmaktadır.

    İşte, bu durumda Mustafa Kemal çıkıyor ortaya ve diyor ki: “Bir tek karar vardır, o da ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız bir Türk Devleti kurmak.”

    Yurdun çeşitli yerlerinde direnme hareketleri devam ediyor, düşmana kurşun sıkılıyor, vurulan yumruklar memleket kadar büyük, eline silahı alan memleket savunmasına katılıyor. Aralarında dayanışma yok, dağınıklık herkesi tedirgin ediyor. Anadolu sahipsiz, bir önder, bir kumandan bekliyor.

    İşte, Bandırma vapuru bu önderi, bu kumandanı getiriyor, Samsun’dan Kurtuluşa bir güneş doğuyor.

    Evet Mustafa Kemal bir karar veriyor. Verilen bu kararı ise şöyle açıklıyor. “Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması esastır.  Bu esas, ancak tam bir bağımsızlıkla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve ne kadar varlıklı olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan daha yüksek bir muameleye layık görülmez. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa ölmeyi tercih eder.”

    Böyle bir durum karşısında Samsun’da doğan güneşin yükselmesi, tüm ülkeyi aydınlatması, milli birlikle sağlanabilir.

On dokuz Mayısta Samsun ufkundan
Bir güneş yükseldi göklere doğru
Bir millet uyandı derin uykudan,
Koştu o parlayan güneşe doğru
Bu güneş hürriyetin müjdecisiydi
Mustafa Kemal’in ta kendisiydi

    İşte, hakiki kurtuluşu ölmekte bulan bu “Güneş”, Samsun’da doğarken “Ya İstiklal Ya Ölüm!” parolasıyla doğmuş, halkın kurtuluşa giden önderi olmuştur.

    Bu Güneş; Samsun’dan sonra, Amasya, Sivas, Erzurum ve oradan da yeni bir Türk devletinin kuruluş meşalesini yakmak için Ankara’da doğacaktır.

İşte on dokuz Mayıs
Vardık bir kapısına Anadolu’nun, önlerine Samsun’un.
Öyle büyüdü ki ağzımız,
Öyle acıktık ki,
Bize ekmek değil, dağ sunun
Tez Erzurum’a, Sivas’a, Ankara’ya...

    On dokuz Mayıs Atatürk’ün doğum günüdür. On dokuz Mayıs, kurtuluş güneşinin Samsun’da parladığı gündür. On dokuz Mayıs Türk Milletinin, kurtuluşa adımını attığı gündür. On dokuz Mayıs Türk Milletinin önderini bulduğu gündür.

    Bu önder vatanı düşmandan kurtardı. Yeni Türk Devletinin temellerini attı. Yeni Türk Devletini kurdu ve siz gençlere emanet etti. Emanet ederken de şöyle dedi:

    “Gençler!... Cesaretimizi pekiştiren, sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık ve uygarlığın, vatan sevgisinin en değerli sembolü olacaksınız.”

    Gençler vatan size emanet edilmiştir. Onu en iyi şekilde yüceltecek ve koruyacak sizlersiniz.
Read more

Hiperbol Nedir? Hiperbol ile ilgili sorular ve cevapar


1. 25x²-9y²=225 hiperbolünün iki asimptotu ile herhangi bir teğetinin meydana getirdiği üçgenin alanı aşağıdakilerden hangisidir?
A) 225 birim kare
B) 25 birim kare
C) 7,5 birim kare
D) 15 birim kare
E) 9 birim kare


2.
hiperbolünün asimptotlarıyla y=2 doğrusunun kesim noktaları, aşağıdakilerden hangisidir?


3. 9x²-25y²=225 hiperbolünün asimptotlarının ve y=3 doğrusunun oluşturduğu üçgenin alanı kaç birim karedir?
A) 14                             B) 15                      C) 16
D) 18                             E) 20





CEVAP ANAHTARI

1-D       2-C      3-B
Read more

Masal Nedir? Masal Türleri Nelerdir?


Masal halk dilinde anlatılarak oluşan sözlü edebiyat ürünüdür. Bir yazar tarafından sonradan yazıya geçirilmiştir.

Masallarda olaylar tamamen hayal ürünüdür. Yer ve zaman belli değildir. Kahramanlar insan üstü özellikler gösterir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları ünlüdür. Türk edebiyatında Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır. Eflatun Cem Güney masallarımız derlemiş ve bir kitap halinde yayımlamıştır.

Doğaüstü güçlere yer veren veya gerçekçi, destansı veya alaylı bir anlatı olan masal,
Edebiyat ya da yazın, yazarın düşünce ve duygularını, okuyanın estetik bir tat almasını sağlamak amacıyla yazılmış ya da böyle bir amaç gütmese de biçimsel olarak bu düzeye ulaşmış yazılı yapıtların tümüne verilen isimdir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
sözlü halk edebiyatının en eski biçimlerinden biridir. Yerli, yabancı veya mahallî folklor masallarından yapılan sayısız derlemeler masalın günümüzde de büyük bir ilgiyle karşılandığını gösterir.

Masalların kaynağı oldukça tartışmalıdır; fakat gerçek olan bir şey varsa o da bazı masallarda işlenen ana konulara dünyanın çok değişik bölgelerinde rastlandığıdır; öyle ki bu masalların tek bir masal ailesine dahil oldukları ispat edilebilmiştir. Yazılı edebiyatın başlangıcından beri, masal bir edebî çeşit haline gelmek eğilimi göstermiştir.

Başlangıçta bu edebî çeşidin kendine has unsurlarından biri, olağanüstülük niteliğiydi. Ama bundan, masalın özünün olağanüstü niteliğe dayandığı sonucunu çıkarmamak gerekir. Masala kendine has niteliğini veren, daha çok, onu hayal gücüyle işleyen bir anlatıcının varlığıdır. Bu bakımdan türe örnek olarak Binbir Gece Masalları'nı göstermek mümkündür; ama Odysseia'da anlatılan Odysseus'un serüvenleri; Chaucer'in Cantorbery Masalları ve Boccacio'nun Decameron'u da masalın bu tanımına uygun düşer.

Nitekim, Maupassant'ın bazı hikâyelerini de, yine aynı sebeple, yani yazar hikâyesini kahramanının ağzından ve onun hatıraları biçiminde anlattığı için masal çeşidinden saymak yanlış olmaz. Yazar hikâyesini bir kahramanın ağzından anlatmadığı zaman hikâyenin ardında yazarın kendisinin varlığı sezilir ve hikâyenin anlatılışı da ona göre değişir; meselâ
Binbir gece masalları dünyaca ünlüdür. Yüzyıllar boyunca dilden dile dolaşarak günümüze ulaşmıştır. Masalların iki önemli kahramanı baş vezirin kızı Şehrazat ve ülkeyi yöneten sultan Şehriyar'dır. Şehriyar zalim bir hükümdardır. Her gün bir genç kızla evlenip ertesi sabah onu öldürmektedir. Akıllı ve zeki bir kız olan Şehrazat, buna bir çare düşünür. Şehriyar ile evlenir ve ama her gece bir masal anlatır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
La Fontaine'in masallarının ayrıcalığı, zaten pek çoğu İtalyan masalcılarından alınmış olması dolayısıyla, konularından çok yazarın anlatım sanatıdır.

Kısaca söylemek gerekirse, masalın tarihî evrimini belirlemek öteki edebî türlerin evrimini belirlemekten daha zordur. Gerçekten de masalın değişmez özelliği sadece bir anlatı olması ve içinde uzun tasvirlere de, psikolojik tehlikelere de yer verilmemesidir; ayrıca tek bir olaydan veya bazı masallarda görüldüğü gibi birbirinden ayrı olarak ele alınabilecek bir olaylar dizisinden meydana geldiği için öteki edebiyat türlerine göre kısa da sayılabilir.

Öte yandan masalda ilk özelliği alan sözlü anlatı tarzının tabiiliği ve serbestliği vardır, ifadenin çocuksu olmasını ilk masallara has bir nitelik saymamak gerekir; çünkü çocuksu olmasına rağmen hiç de sunî kaçmayan aynı söyleyişi Perrault'nun, Grimm'in ve Andersen'in masallarında ve bir yüzyıldan beri bütün ülkelerin edebiyatlarında rastlanan çocuk masallarında da bulmak mümkündür.

Masalın bu temel özellikleri, meselâ romanın geçiregelmiş olduğu evrimlere oranla, masal türüne nispî bir değişmezlik kazandırmıştır. Hiç şüphesiz masalların malzemesi yüzyıllar boyunca zenginleşmiş ve özellikle konuları edebiyatın evrimiyle birlikte gelişmiştir. Meselâ Voltaire, masalı felsefî propagandaya uyarlar. Zadig ve Candide yazarı, masal türünün geleneksel metotlarını kendi amacı için kullanırken, hikâyenin okur üstündeki etkisini sağlayan çekicilik unsurunu da kaybetmemeğe dikkat eder. Romantik akım da, fantastik hikâyelerinde masalın en eski süslemelerinden biri olan tabiatüstü unsurunu yeniden değerlendirdi.

Jean de La Fontaine (okunuşu Lafonten) (d. 8 Temmuz 1621 Château-Thierry - ö. 13 Nisan 1695 Paris) Fransız şair ve yazar. Yazdığı fabl eserleri ile tanınmıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğu idi. Paris'te kolejde okudu. Hukuk tahsili yaptı. Papaz yetiştirilmek istenildi. Lise de kiliseden ayrıldı. Okul hayatında başarılı bir öğrenci olamadı. Gençliğinde baba mesleği olan orman ve su kanalları işleriyle uğraştı. Çeşitli memurluklarda bulunmuş, düzensiz bir hayat yaşamıştır.
Fransa'da bu yeniden değerlendirmenin öncülerinden biri Ch. Nodier olmuştur.
Fransa Cumhuriyeti (Fransızca:République Française) ya da kısaca Fransa, Belçika, Lüksemburg, Almanya, İsviçre, İtalya, Monako, Andorra ve İspanya ile komşu olan, Batı Avrupa'da ülke. Avrupa Birliği'nin kurucu üyesidir.
Flaubert ise romanlarında pekiştirdiği nesir sanatını Üç Masal'ında uyguladı.
bkz. Gustave Flaubert
Türk edebiyatında
Türkler'in tarih boyunca oluşturdukları sözlü ve yazılı edebiyat geleneğini ve bu geleneğin ürünlerini içerir. Türk edebiyatı tarihsel gelişimi içinde üç ana bölümde incelenmektedir: İslamlık'tan önceki Türk edebiyatı, İslam uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı, batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı. Bu sınıflandırma Türkler'in girdikleri din ve kültür çevrelerinin belirleyici etkisi göz önüne alınarak yapılmıştır.
Tanzimat'tan sonra yazılan ilk roman ve hikâyelerde masal unsurları geniş ölçüde kullanıldı. Ahmed Midhat Efendi, Sabahattin Ali (Sırça Köşk), Aziz Nesin (Büyükler İçin Masallar) gibi yazarlar yeni Türk edebiyatında çağdaş meseleleri ele alırken masal unsurlarını kullandılar.

Biçimi ve evrimi bakımından masalı romandan ayırmak kolay olduğu halde, masal ile hikâye arasında kesin bir sınır çizmek hayli zordur. Başlangıçta hikâye diye, masallara göre daha gerçekçi konuları işleyen anlatılara denirdi; fakat zamanla bir anlatının, masal mı hikâye mi olduğunu ayırt etmek yazarlarının bile içinden kolay kolay çıkamadıkları bir mesele halini aldı. Bu karışıklığa rağmen denilebilir ki hikâye, tabiatüstü unsurlara yer vermediği oranda ve ölçüde masaldan farklıdır; öte yandan tekniği de masalınkine benzemez; hikâye aslında romanın kısasıdır ve özellikle günümüzde anlatanın damgasını taşıyan masalın esnekliğine karşı bir dereceye kadar nesnellik ölçüleri içinde gelişir.
Read more

Gökyüzü Koordinat Sistemi Nedir? Koordinat Sistemi Nedir?


Gökyüzü koordinat sistemi, gökyüzü konum haritası için kullanılan koordinat sistemidir.
Yeryüzü üzerinde bir bölgeyi tanımlarken, onun coğrafi koordinatları verilir. Başka koordinat sistemleri de kullanılmakla beraber, genellikle enlem ve boylam koordinat sistemi kullanılır. Gökyüzünde bir gökcisminin konumunu tanımlarken de koordinat sistemlerinden yararlanılır. Örneğin Yılan Takımyıldızı'nın 56. parlak yıldızı demek, bir gökbilimci için pek bir şey ifade etmez. Zaten aranan gökcismini bu şekilde bulmak da neredeyse olanaksızdır. Bunun yerine, yerküredekine benzer bir koordinat sistemi kullanılır.

Koordinat Sistemi

Ekvatoryal Koordinat Sistemi
Gökkürenin hareketini incelemek için ekvatorda bulunan bir kimse, bütün yıldızların doğduğunu ve ufka dik olarak battığını görecektir. Kutuplarda bulunan kimse ise yıldızların dairesel hareket yaptıklarını gözleyecektir. Kutup ile ekvator arasında bulunan bir kimse ise, bazı yıldızların doğup battığını gördüğü halde, bazılarının ufuk üzerinde dairesel hareket yaptıklarını takip edecektir.
Bu sonuçlardan faydalanarak dünyanın herhangi bir yerindeki bir kimse, kendisinin dünyanın üzerinde düşünülen coğrafik enlem ve boylam ağındaki yerini tespit edebilir. Bu sistem, gökküresine de izdüşürülerek gökte sabit bir referans sistemi elde edilir. Dünya döndüğünden dolayı bu izdüşümün tespit edilen bir anda yapılması gerekir. Gökbilimciler bu işlemi, Güneş baharda tam ekvator üzerindeyken yapmışlardır. Bu her sene 22 Mart'da meydana gelmektedir.


Yükseklik Açısı
Yerküre ve gökkürenin koordinatlarının benzerliğini daha iyi anlamak için şöyle düşünebiliriz: Yerküreyi bir balon varsayalım. Onu iyice şişirip ona içeriden baktığımızda enlem ve boylamlar gökyüzü koordinatlarına benzer hale gelir. Ancak, gökyüzü koordinatları enlem ve boylam olarak değil, dik açıklık ve sağ açıklık olarak adlandırılır. Yerküreyle karşılaştırırsak, dik açıklık enleme, sağ açıklık boylama karşılık gelir. Yerkürenin ekvatoruyla, gökkürenin ekvatoru aynı düzlemdedir. Yer ekvatoru 0º enlemdedir. Kuzey Kutbu +90º, Güney Kutbu -90º enlemdedir. Buradan anlıyoruz ki, boylam değerleri -90'la +90 arasındadır. Gökyüzünde de durum benzerdir. Gök ekvatoru 0º dik açıklık, güney gök kutbu da -90º dik açıklıktadır. Yani, dik açıklık değerleri de -90º ile +90º arasında olabilir. Eksi (-) dik açıklık değerleri gök ekvatorunun güneyinde, artı (+) değerleri ise kuzeyinde yer alır.

Koordinatları Dönüştürme
Eşlek (ekvatoryal) => Gözerimi (ufuk) Koordinatları
  • δ, yükselim, H ise saat açısı olsun.
  • φ, gözlemcinin enlemi olsun.
  • El, yükseklik açısı, Az ise azimut açısı olsun.
  • θ, Başucu noktası olsun (veya başucu mesafesi).
Dönüşüm denklemleri
Read more