konu anlatım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
konu anlatım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tenasüp ( Uygunluk ) Sanatına Örnekler

Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
---Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece,bu yıldızlar,bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

---Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. (Yahya Kemal Beyatlı)

---Arım,balım,peteğim,
Gülüm,dalım,çiçeğim,
Bilsem ki öleceğim,
Yine seni seveceğim,

---Güller kızarır o gonca gül gülünce,
Sümbül bükülür kıskancından kalül bükülünce

---Bu akşam ışık olduk,renk olduk,ses olduk,
Yeniden kışla olduk,asker olduk,tüfek olduk.
Read more

2013 Biryay Yayınları 11.sınıf Edebiyat Etkinlikleri Soruları ve Cevapları

Sayfa 9 – Hazırlık Çalışması
1. Sanat estetik yönden görsel yönü geliştirmek için , bilim ise insanların hayatını kolaylaştırmak için vardır. İkisinin ortak yönü insanların yaşamlarını ileriye götürmektir
2.-Din değişikliği
-Lehçe ve şive farklılıkları
-Kültürel değişim
Coğrafi değişim
3. Hayır.Çünkü tarih kitapları 1. el kaynak olduğu için daha gerçekçidir.
4. Boş
Sayfa 10
a.) Din,dil, inanış, ekonomi, gelenek ve görenekler sosyal hayatı ruhsal olarak etkiler.
b.) ” Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen ben ” ( Memleket yok oldu fakat hâlâ sen ben davası bitmedi. )
1.) Tema : Memleket Meselesi
2.) Şairin yaşadığı dönemde memleket sorunları varmış,klasik murabbada aşk ve felsefi düşünce konusu işlenirken Namık Kemal cesaretinden dolayı sosyal konuyla ilgili bir şiir yazmıştır.
3.) Osmanlı devletinin dağılma sürecinde Avrupadan hep geri kalmıştır, bu yüzden dağılma dönemine girmiştir.Şiirde ise anlatılmak istenen konu Memleketin yok olduğu fakat sen ben davasının bitmediği anlatılmak isteniyor.
4.) -
5.) Şairin yaşadığı dönemde Memleket sorunlarından dolayı ilk önce vatan sonra din, devlet ve milletini düşünmüştür.
a.) -
b.) Tanzimat edebiyatında yenilikler geldiğinden dolayı bülbül mazmunu alışagelmişin dışında kullanılmıştır.
Sayfa 11
1.) Başkan, Kozan Milletvekili Fevzi Paşa ile Edirne Milletvekili İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya milletin şükranını belirtmek üzere gazi unvanı ve müşirlik (mareşallik) rütbesi verilmesi hakkında bir yasa önerileri olduğunu bildirerek yasa önerisini görüşmeye açtı.
2.) -
Sayfa 12 – YORUMLAMA, GÜNCELLEŞTİRME
(klasik murabba-Namık Kemal’in şiiri şeklinde)
ölçü:ikisinde de aruz ölçüsü
söyleyiş tarzı:ağır-Sert, coşkulu
ses benzerlikleri:İkisinde de uyak redif kafiye
şiir dili:Arapça, Farsça, Türkçe-Namık Kemal’in şiiri olan büyük ihtimal Türkçe emin değilim
İmge ve çağrışımlar:ikisinde de bulunur. Ancak Namık Kemal bu imge ve çağrışımlara yeni anlamlar yüklemiştir.
Nazım Birimi:İkisinde de dörtlük
Temain, Felsefe-Vatan, Millet
Benzerlikler ve farklılıkları da ikisi de aynı olanları benzerliğe farklı olanları farklılıklarına yazın
Sayfa 13 – Değerlendirme
Doğru – Yanlış
1-Y
2-D
3-D
ÇOKTAN SEÇMELİ
1-C
2-D
3-B
BOŞLUK DOLDURMA
Her edebi eserin, yazıldığı dönemin siyasi ve sosyal olaylar ile ilişkisi vardır.(buraya tarihi kültürel vs. eklenebilir. O sizin isteğinize bağlı.)
6.Sorunun cevabı:Sanatçılar sosyal ve siyasi düşünceden etkilenirler ve gelecek nesilleri yazdıkları eserler ile yönlendirirler.
1.
-Sahn-ı saman medresesi açıldı.
-Kanunname-i Ali Osman Kanunları yayımlandı ve devletin devamı için kardeş katli serbest bırakıldı.
-Halifelik Osmanlılara geçti. Osmanlı Devleti İslam lideri oldu.
2.-
3.-
-Bükreş Anlaşması(Osmanlı-Sırplar)
-Edirne Anlaşması(Osmanlı-Sırplar)
-Berlin Anlaşması(Osmanlı-Rusya)
-Kütahya Anlaşması(Osmanlı-Mehmet Ali Paşa)
-Hünkar İskelesi Anlaşması(Osmanlı-Rusya)
-Balta Limanı Anlaşması(Osmanlı-İngiltere)
-Londra Boğazlar Sözleşmesi(Osmanlı-Rusya)
-Osmanlı-Rus Savaşı
-Kırım Savaşı(Osmanlı-Rusya)
-Paris Anlaşması(Osmanlı-Rusya)
-93 Harbi(Osmanlı-Rusya)
-Ayastefanos(yeşilköy) Anlaşması(Osmanlı-Rusya)
Sayfa 15
3- Batılılaşma sözünden ne anladığınızı söyleyiniz.
Batı ülkelerine göre geri kalmış;siyasi,ekonomik,teknik, eğitim, hukuk vs. gibi alanlar da Batı seviyesine çıkma arzusu anlmına gelir.
4- Başlangıçtan günümüze değin edebiyatımızın dönemleri:
1-İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı
a) Sözlü Edebiyat Dönemi
b) Yazılı Edebiyat Dönemi
2-İslamiyet sonrası Türk Edebiyatı
a) Divan Edebiyat Dönemi
b) Halk Edebiyat Dönemi
3- Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı
a) Tanzimat Edebiyatı Dönemi
b) Servet-i Fünun Edebiyatı
c) Fecri A-ti Edebiyatı
d) Milli Edebiyatı
e) Cumhuriyet Dönemi
f) 1940 sonrası
Ünite Değerlendirme
Y
D
D
Seçmeli Sorular
C
D
B
Boşluk doldurma
sosyal ve siyasi
6.Sosyal ve siyasi düşünceden etkilenrler ve gelecek nesiller yazdığı eserlerle yönledirirler .
SAYFA 16
3.Kanun ve insanların eşitliği
SAYFA 18
1.17. YY’dan sonra Osmanlı ekonomisinin bozulmasından bahsediyor.
2.
Osmanlı Devleti’ni güçlü kılan Sosyal, Siyasi Etkenler
1-Tanzimat Fermanı’nın açıklanması
2-Toprak düzeninde değişme olması
3-Okul sayısı arttırıldı.
4-Halkın okuma yazma öğrenmesine hız verildi.
Güçlü Devlet Düzeninin Bozulma Nedenleri
1-Ana ticaret yollarının değişmesi
2-Osmanlı yöneticileri batıda oluşan ekonomik değişmelerin, üretim ilişkilerindeki gelişmelerin farkına varamaması.
3-İmparatorlukların büyük bir ordu ve donanma beslemeleri
4. ETKİNLİK
1-Ekonomik Çöküş
2-Tek Kurtuluş Yolu
3-
4-Muhteşem Yenilik
5-Toprak İşleyenindir
6-İkileşme
7-Yenileşme
SAYFA 19
3.Devlet güvenliğinin tehlikede olduğunu gösterir.
6.Hürriyete dayalı bir kanunla idare edilmeleri ve Avrupa’da büyük yapıların görülmesi
7.İkisi de yapılan yeniliklerden memnun.
Osmanlı’nın ilerlemesini istiyorlar.
İslam’ın güzel olduğunu belirtiyorlar.
Sayfa 20 – Değerlendirme
1 – Doğru , Yanlışlar
D
Y
D
D
2 – Boşluk Doldurma
Tanzimat
Batılaşma
3 – Boş
Ölçme ve Değerlendirme Soruları
1 – B
2 – B
3 – C
4 – B
5 – D
6 – D
7 – A
8 – D
9 – D
10 – C
Eşleştirme
Tanzimat Fermanı – Eşitlik
Medrese – Geleneksel Eğitim
Darülfünun – Modern Eğitim
Pozitivizm – Deney ve Gözlem
Sayfa 20 – Değerlendirme
1 – Doğru , Yanlışlar
D
Y
Y
D
2 – Boşluk Doldurma
Tanzimat
Batılaşma
3 – Boş
Ölçme ve Değerlendirme Soruları
1 – B
2 – C
3 – C
4 – D
5 – D
6 – D
7 – -
8 – B – D olabilir.
9 – D
10 – E
Eşleştirme
Tanzimat Fermanı – Eşitlik
Medrese – Geleneksel Eğitim
Darülfünun – Modern Eğitim
Pozitivizm – Deney ve Gözlem
Sayfa 21 – Ölçme ve Değerlendirme Soruları
1-B
2-B
3-C
4-D
5-D
6-A
7-A
8-C
9-E
14- Tanzimat Fermanı – Eşitlik
Medrese – Deney ve gözlem
Darülfünun – Modern eğitim
Pozitivizm – Geleneksel eğitim
Sayfa 25- Soruların Cevapları
*Eserin, yazıldığı dönemin zihniyeti ile ilişkisi: Var. Siyasi, sosyal ilişkileri metine yansımıştır.
*Eserde ele alınan temel çatışma (tema): Eski-Yeni
*Eserin anlatıcı ve anlatıcının bakış açısı: İlahi bakış açısı
*Eserin destan, masal,mesnevi, halk hikayesi gibi metinlerle ilişkisi: Anlatmaya bağlı olması
Sayfa 26
b. Edebiyat kitabında sayfa 17 deki 11 madde bu sorunun cevabı
4. Aydınlar ve yöneticiler istemiştir.
NOT : Bu fotoğradta bir yandan batı tarzı gelişmeler görülürken bir yandan da eski osmanlı tarzı görülmektedir.
Sayfa 27
3.idealist tip ve eğitimsiz tip görülmektedir.
4.Şairler sanat aracılıüıyla toplumu uyandırıp yükseltmek , geri kalmışlıktan kurtarmak ve baskıları ortadan kaldırmak amacıyla yazmışlardır.
Muallim naci ‘nin mektubunda koyu renkli kelimeler o dönemki gazete isimleridir.
b.Haklın eğeitim seviyesini yükseltmek için o dönemde gazetenin önemi büyüktür.
Tanzimat sanatçılarının yetişme şekilleri :
temel eğitimlerini klasik edebiyatla tanıyarak aldılar. doğu kültürüyle doğdular fakat osmanlı nın yönünü batıya çevirdiler.
Tanzimat’ın ortaya çıkış tarihi:
sanatsal olarak 1860 ta tercüman-ıahval gazetesinin çıkmasıyla
siyasi olarak 3 kasım 1839 da mustafa reşid paşa’nın gülhane hattı hümayunu okumasıyla .
Sayfa 28
8.Etkinlik
Tanzimat Edebiyatı
makale,deneme,roman,hikaye,mod ern tiyatro,eleştiri,anı
Değerlendirme
Y,D,D,Y
2.C
BOŞLUK DOLDURMA
-tanzimat edebiyatına
-halkı eğitmek amacıyla
5.E
Sayfa 30 -Hazırlık
1. deneme,makale,gezi yazısı,fıkra,eleştiri,röportaj
2.bilgi vermek amaçlı
dili göndergesel işlevde
kurmaca değildir
Sayfa 32
1.metin baslığıyla doğru orantılıdır
3.haddini,sınırını bilmeyen herkes için..
5.herkes sınırlarını ve vazifelerini bilmeli
6.sanat toplum içindir anlayışı gecerliydi . bu metinde bunun için yazılmıştır.
8.makaledeki kadar öğretici olmaz
12.betimleyici,öyküleyici,açıklay ıcı,tartışmacı
Sayfa 34 ile Sayfa 40 Arası Cevaplar
SORU: Metinde “hürriyet”le ilişkilendirilen kavramları tespit edip defterinize yazınız.
CEVAP: Vatan,yurt,halk,hak, egemenlik,ilerleme,iyilik,bilgi,kültür,eğitim…
SORU:Yazar, medeni üstünlüğe sahip ülkelerin her alanda gelişmesinin sebebini neye bağlıyor?
CEVAP:Yönetim anlayışlarındaki geniş ve sağlam prensiplere dayanan hürriyet anlayışına…
SORU:Metinde uygarlık tarihinin çeşitli dönemlerinden söz edilmiştir.Bu dönemlerle ilgili bilgiler neyi örneklemek veya ispat etmek amacıyla verilmiştir?
CEVAP: Medeniyet tarihinde özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu ispat etmek amacıyla…
SORU:Yazar göre halkın çektiği sıkıntıların sebepleri nelerdir?
CEVAP:Bilgi ve kültür eksikliği, eğitim yetersizliği……
SORU: Eserin yazılış amacı nedir, yazarın hedeflediği okuyucu kitlesi kimler olabilir?
CEVAP: Eserin yazılış amacı bilgi vermek,aydınlatmak ve öğretmektir. Hedef kitle halktır.
SORU: Metnin tamamında yazarın iletmek istediği ana düşünce nedir?
CEVAP: Özgürlük, bir ulusun sadece hakkı değil insanlığın var oluşunun ve bütün mutluluklarının kaynağıdır.
SORU: Hak sorumluluk ve özgürlük kavramları Tanzimat dönemi eserlerinde ve günümüzde de ele alınıyor mu?
CEVAP: Bu kavramlar Tanzimat döneminde de günümüzde yazılı ve görsel basında işlenmektir.
SORU: “Hürriyet” adlı metnin ana düşüncesini ele alan farklı türde metinler yazılabilir mi? Günümüz eserlerinde de aynı düşünce ele alınıyor mu?
CEVAP: Hürriyet düşüncesi farklı türde metinlerde de (tiyatro,denem,şiir) ele alınabilir.Bu düşünce günümüzde de ele alınmaktadır.
SORU : Metinde dil hangi işlevde kullanılmıştır?
CEVAP: Ağırlıklı olarak göndergesel işlevde kullanılmıştır.
SORU: Metinde yer alan “hürriyet,iyilik,güzellik…” gibi kelimeler daha çok ilk anlamlarıyla mı yan anlamlarıyla mı kullanılmıştır?
CEVAP: Metin öğretici metin olduğu bu kelimeler daha çok ilk (gerçek) anlamlarıyla kullanılmıştır.
SORU: Metindeki ifadeler ne ölçüde açık ve kesindir?
CEVAP: Metin öğretici metin olduğu için ifadelerin açık,net ve kesin olmasına gösterilir.Bu metinde yazar buna dikkat etmiştir.
SORU: Metnin anlatım türü nedir?
CEVAP: Öğretici anlatım türü…Bunun yanında açıklayıcı,kanıtlayıcı anlatım türleri de kullanılmıştır.
SORU: Metinde özgürlüğü hak eden halka hakkını teslim etmesi için kime çağrıda bulunuyor?
CEVAP: Devlet yönetimine,idarecilere…
SORU: Halkın hürriyeti hak edişi konusunda ileri sürülen görüşleri ve bunların nedenlerini söyleyiniz.
CEVAP: “Halkın bilgi ve kültür bakımından henüz özgürlüğü hazmedemeyecek bir seviyeye gelmediği ,halka özgürlük verilirse bunun büyük tehlikeler doğurabileceği “ ileri sürülen düşüncelerdendir.
SORU: Metnin anlatımını açıklık,kesinlik, yalınlık duruluk bakımından değerlendiriniz.
CEVAP: Metin açık anlatımın özelliklerine sahiptir.
SORU: Yazar, günlük hayattan alınan kelimelerle kavram ve terimleri niçin bir arada kullanmıştır?
CEVAP: Metin halka hitap ettiği için konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamk, soyut kavram ve terimleri somutlaştırmak amacıyla…
SORU: Metinde geçen Tanzimat’ın getirdiği özgür ortamla dile getirilebilen yeni kavram,terim ve ifadeleri sıralayınız.
CEVAP: “Hürriyet, hak,hükümet, kamuoyu, ilerleme, egemenlik…”
SORU: “Halife,padişah” gibi ifadelerle “hükümet merkezi,hak,kamuoyu” gibi kelimelerin aynı metinde kullanılmasını makalede bir bendi verilen Fransız bir subayın şiirinin çevirisinin aruz ölçüsüne uygun yapılmasının İslam medeniyeti ve Batı uygarlığının yenileşme hareketleri üzerindeki etkisini değerlendiriniz.
“Halife, padişah” gibi sözcüklerle bir Fransız subayın şiirinin şarkı sözüyle nitelendirilmesi ve bu şiirin aruza uygun çevrilmesi “eski” ; “hükümet merkezi, hak, kamuoyu” gibi sözcükler ise Batılı özellikler taşımaktadır.Bu durum Tanzimat dönemindeki ikilemi yansıtmaktadır.Eski-yeni çatışması diye de adlandırılabilecek bu durum dönemin aydınlarını ikileme düşürmüştür.Tanzimat döneminde klasik edebiyatın etkisi devam etmiş,dilde sadeleşmek taraftarı olunmak istense de Arapça-Farsça kelime ve tamlamalar kullanılmaya devam etmiştir.
SORU: Tanzimat Dönemindeki eski-yeni çatışmasıyla ilgili bilgiler nelerdir?
CEVAP: Tanzimat dönemi sanatçıları Doğu ile Batı kültür dünyası arasında kesin bir tavır belirleyemiş, ikili bir anlayış içinde dönüp durmuştur. Tanzimat Dönemi Edebiyatı öğretici metinlerinde ikilik yani eski-yeni, yerli-Batılı çatışması temada, dilde (Arapça, Farsça kelime ve kavramlarla–yeni kavramlar) ifade biçimlerinde varlığını hissettirmiştir.Tanzimat Döneminde yeninin yanında eskinin de devam etmesi anlayışı Tanzimat şiirlerinde de görülmüştür.Aruz eski hakimiyetini devam ettirmiş,Divan şiirinin şekilleri ve sanatları da tamamen atılamamıştır.
SORU: Tanzimat dönemi eserlerinde görülen ikiliğin ( eski-yeni)bu metnin dil ve ifade biçimi üzerindeki etkileri nasıldır?
CEVAP: Tanzimat Dönemi Edebiyatı öğretici metinlerinde bu metinde olduğu gibi ikilik yani eski-yeni, yerli-Batılı çatışması temada, dilde (Arapça, Farsça kelime ve kavramlarla–yeni kavramlar) ifade biçimlerinde varlığını hissettirmiştir.Metinde Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanılmıştır.
SORU: Metin hangi geleneğe bağlı kalınarak yazılmıştır?
CEVAP: Öğreti metin geleneğine
SORU: Tanzimat döneminde gazetelere verilen önemi açıklayınız.
CEVAP :
• Halkın bilgilendirilmesinde ve eğitilmesinde bir araç olmuştur.
• Batıya ait edebiyat ürünlerinin tanınmasında yayımlanmasında en önemli araç gazetedir.
• Basılan kitaplar ve oynanan tiyatrolarla ilgili haber vermişlerdir.
• Roman ve tiyatro eserlerinin yazı dizisi halinde (tefrika) yayımlanması sağlanmıştır.
• Edebi yapıtlarda halkın sorunlarının işlenmesine araç olmuştur.
• Toplumun haberlerden ve yeniliklerden haberdar olmasını sağlamıştır.
• Dilin sadeleşmesinde önemli katkıları olmuştur.
• Geniş insan topluluklarına ulaşılması gazete sayesinde olmuştur.
SORU:Eserden hareketle yazarın fikri ve edebi yönüyle ilgili çıkarımlarda bulununuz.
CEVAP:
• İmparatorluğun baskıcı yönetimine karşı çıkan, sürekli muhalif bir aydın olarak Ebuzziya Tevfik daha çok siyasî kimliğe sahiptir.
• Hürriyetin medeniyetlerin ilerlemesindeki rolünü iyi bilmektedir.
• Halkı bilinçlendirmek, eğitmek gibi amaçları vardır.
• Gazete ve dergiciliğe çok önem vermiştir.
.

Read more

9. Sınıf Edebiyat 2012 - 2013 Fırat Yayıncılık Sorular Ve Cevaplar

1.Fotoğraftaki sanatçının çalışırken yaptığı fiziksel hareketleri “tiyatro” , “pandomima”; içinde bulunduğu ruh halini “şiir”, “öykü” , “roman” gibi sanat türlerinde konu olarak

2.Heykel mermer; heybe iplik ; karikatür ise çizgi ve yazı malzemelerini kullanır.Bu ürünlerin hepsi birbirinden farklıdır, çünkü hepsinin malzemesi ve amacı birbirinden farklıdır.

3. Edebiyat;duygu düşünce ve (edebiyat fatihi) hayallerin karşımızdakilerde hayranlık uyandıracak şekilde yani güzel ve etkili olarak yazı ya da söz ile ifade edilmesi sanatıdır.
Read more

9. Sınıf Edebiyat Sayfa 181-182-183-185-189-192-195 - 202 - 204 - 215 Cevapları

SAYFA 202-204-215 CEVAPLAR202. sayfanın hazırlık soruları;1)yaşadığımız ilin tarihi özelliklerinüfusucoğrafi özelliklerini konu alan bir metin yazarak bu özelliklere dikkat ederiz
2)bu soruda bir yazarın veya santçının özelliklerin istiyor ben Ahmet Hamdi Tanpınar'ı örnek verdim ve ve bir metin yazarken dikkat edeceğimiz özellikler yaşadığı zamanedebiyata katkılarıçevresi zihniyetiöğrenim hayatı dikkate alınır


sayfa 204
1-)Bu metinde dönemin zihniyeti olarak insanların teknolojik gelişmelrden dolayı geceleri
 çalışmak zorunda olduğunu bazılarının ise sadece gündüzlerin çalıştığını anlayabiliriz.Ayrıca kıtalar arası uçuşlarında olduğu bu metinden anlaşılır.
2-)Bu metinin yazılış ama bilgi vermek ve yönlerdirmektir. Hedef kitleside uyku sorunu olanlar olabilir
3-)4 birim vardır işte yazdırmayın onların hepisi metinde adları yazıyo
4-)Bu metinin ana düşüncesi uykunun sosyal hayatımızdaki yeri ve önemidir.Yazıldığı dönemle ilişkiside işte o dönemde bazı insanlırın gece çalışmak zorunda olduğundan bazı psikolojik felan filan bozukluklar geçirmesi işte ilişkisi böyle
5-)Burda metin dilin göndergesel işleviyle kullanılmıştır. göndergesel işlev:bilgi vermek için olan vardıya hani işte o.
6-)Metinin konusunu dil ve anlatımını etkileyen en önemli unsurlardan birisi hitap ettiği hedef kitlesidir. Metinin dili hitap ettiği hedef kitlesine göre farkılılık gösterir.Örneğin bu metinde hedef kitle biz yani cocuklar ya da normal sıradan bir insan değildir. Çünkü burada bazı bilinmeyen kelimeler vardır. Yani terimler vardır sirkadiyen nörötik kortizol senkronizatör vb. yani bunun hedef kitlesi bu sözleri bilen bu sözler hakkında az çok bilgi sahibi olan kişilerdir. eğer hedef kitle biz olsaydık bu kelimerin anlmı bir parantez içinde verilir ya da uzun uzun anlatılırdı.
7-)Bu metin bilimsel metindir makaledir. Makale diyince sadece gazete çevresinde gelişen edebi metinlerdeki makale gelmesin aklınıza bizim hoca böyle dedi ben onun yalancısıyım
9-)Bu bir makaledir nerdenmi anlıyoruz?
çünkü ispatlama var sonra hiç bir öznel yargılara yer verilmemiş.

Sayfa 215

1. günlük
2. röpörtaj
3.
4.tarihi
5.bilimsel
6.makale
7.
8.fıkra
9.mizah
10.hatıra
11.deneme
12.mektup
13.eleştiri
14.geziyazısı



SAYFA 181-182-184-185-188-189-191-192-193-194-195
CEVAPLAR


1-
aynı anda düşünceden hareketle birden fazla öğretici metin yazılamaz :yanlış
öğretici metinler genellikle güncel araştırmaları ve sorunları işler: doğru
2-
parçanın ana düşüncesi: Türk dilinin en güzel şekilde kullanılmasıdır..
184 fil dişinden kule adlı parçanın ana düşüncesinin sorulduğu sorunun cevabı:
her sanatçı yaşadığı ülkesi ve çevresi ne şartlarda olursa olsun fikirlerini açıkca söylemelidirler.
SAYFA:188-189-191-192-193-194-195

Cevaplar ölçme değerlendirme soruları
1::
ilk yanlış sonraki doğru
2:: A
3:: E

4:: her öğretici metinlerdeki ortak yönler;bilgi vermesi okuyucuyu düşündürür ikna eder yönlendirir fikirlerimizin değişmesini farklı açılardan bakmamızı sağlar ve hepsi insanı anlatır....
184 ve 185 sayfa 184ve 185.sayfa
1.soru
sanat ve sanatçının hür olması
2.soru
soyut bir kavram ifade etmektedir
anadüşünce:sanat ve sanatçıya baskıların olduğu
4.soru
gelir.yazarın duygu ve düşünceleri farklılık gösterir.
anlama yorumlama
1.soru
amacı olduğu için bir yazıyla aktarma gereği duyar
ölçme değerlendirme
d
d
boşluk:yunus emrenin türk dilini en güzel şekilde kullanması
3.soru:d
4.soru:metnin okuyucuya aktarmak istediğii ileti düşünce bildiri
SAYFA 192 ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME:
1.Y
D
2.A
3.E
4.bilgi verir farklı açıdan bakmamızı sağlarokuyucuyu düşündürür...
Konu: Bayragımız
1-) Bu metin ülkenin işgale ugradıgı bir zamanda kurtulus savası yıllarında yazılmıstır.KazanıLan zaferleri anLatmaktadır.Ülknenin sanlı tarihine ısık tutar.
2-) Bayragımız metni yazıldıgı donemin vatanmilliyethürriyet vb. konuları işlemistir.Hem duygu hemde düsünceler verilmis hende tarihi ve kültürü yansıtmıstıR.
Bayragımız ögretici metin gelenegine baglıdıR.
195
ÖLÇME DEĞERLENDİRME:

1: D Y
2: zaman mekan
3:mektup
188İN CEVAPLARI
1:bir kavramı açıklamak
2:soyut olduğu için anlaşılması çok zor edebiyatla ilgilenenlere daha çok hitap ediyoR.
3labilir.farklı anlşatım biçimleri oluşabilir
5:cvapları kitabın arkasındaki sözlük kısmında var bi gezi yok.gezi:gezilen yerlerin anlatılması
6:felsefi metin
7.günlük gözlemlere yer verilmiş
anlama yorumlama
1:kişiden kişiy egöre değişir
4:anlatım türü ve konusunu belirler
ölçme değerlendirme
1:1y
2d
2:c
3:deneme
4:türü mektuptur.benzetmeler vardır188İN CEVAPLARI
1:bir kavramı açıklamak
2:soyut olduğu için anlaşılması çok zor edebiyatla ilgilenenlere daha çok hitap ediyoR.
3labilir.farklı anlşatım biçimleri oluşabilir
5:cvapları kitabın arkasındaki sözlük kısmında var bi gezi yok.gezi:gezilen yerlerin anlatılması
6:felsefi metin
7.günlük gözlemlere yer verilmiş
anlama yorumlama
1:kişiden kişiy egöre değişir
4:anlatım türü ve konusunu belirler
ölçme değerlendirme
1:1y
2d
2:c
3:deneme
4:türü mektuptur.benzetmeler vardır
189
ölçme değerlendirme soruları:
1-
ikiside doğru
2-c
sayfa 190 da=
3.soru: söyleyişi(sohbet)

4-anlaşılır bir biçimde yazılmıştır.günümüz Türkçesiyle
S.181-182
1bilgi vermek tanıtmak
2ıtrı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkesi
3olur çünkü haytı kişiliğinede etki eder
4verilen bilgi eksik olur.metin içinde belirli bir anlam vardır
54 birim
6 bilgi vermek tanıtmak yaşantısıkişiliğişahsiyeti
ÖLÇME DEĞERLENDİRME
1tanıtmak
2b
3b ve e
4d
5bilgi vermek tanıtmak
Read more

Felsefenin Dalları Nelerdir?

Felsefe kelimesi Yunanca´da fhilo(sev-gi) ve sophia (bilgelik) kelimelerinin yan yana gelmesinden oluşuyor... fhilosophia (bilgelik sev-gisi). Yunanlı düşünürler için "Bilgiyi sevmek, bilginin peşinden koşmak" anlamını taşır... 
Yani Felsefe sadece bilgiyi sevmek mi oluyor? 
Bu konuyu bir örnekle anlatayım, sen hiç dünyanın neden 365 gün ve altı saatte bir tur tamamladığını yani bir yıl diye niye bu hareketi tanımladığımızı merak ettin mi?, etmişsindir mutlaka. İşte bunun gibi bilmediğin, öğrenmek istediğin bir sürü konu var. Aslında filozoflarda böyle şeyler düşünüyorlar. Bunların nasıl olabileceğini, nelerin bunlara yol açtığını öğrenmeye çalışıyorlar... Öylesine derin düşünüyorlar ki bu konuları, anlamaya, yorumlamaya ve yaşamı anlamlandırmaya çalışıyorlar... Belli anlamlar bulduklarına inandıklarında da "Felsefe Sistemleri"ni oluşturmuş oluyorlar... 

O halde felsefe, yaşamı bir şekilde anlamlandırabilme çabası mı oluyor? 
Evet, yaşamı ve yaşamda varolan her şeyi... Filozof, soru sorar, merak eder ve öğrenmeye çalışır... Bilgi onun için ulaşılması gereken bir şeydir ve ona ulaşmak için habire koşar... Tam ulaştığını sandığı anda da yeni sorularla karşılaşır... Bak Ünlü filozoflardan Platon´un bir sözü var: "Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır." diyor. Yalnız, burada ortaya çıkan sadece yeni bilgiler değildir, filozofun ürünü, bir ahlak anlayışını, yaşama biçimini doğurur... Örneğin, dünyayı idealardan oluşmuş, (yani sadece düşüncelerden, ve bu düşüncelerin görünüşlerinden) bir yapı olarak algılayan bir felsefe öğretisi, yaşama ilişkin tüm yargılarını da ona göre oluşturur. 

Filozoflar Felsefe İçin Ne Demiş 

Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir." 

Karl JASPERS 

"Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir." 
SOKRATES 

"Doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır." 
PLATON 

"İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe." 
ARİSTOTELES 

"Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir." 
EPİKUROS 

"İnanılanı anlamaya çalışmaktır." 
ANSELMUS 

"İnanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır." 
ABAELARDUS 

"Eleştiridir." 
CAMPENELLA 

"Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir." 
F. BACON 

"Felsefe yapmak doğru düşünmektir." 
T. HOBBES 

"Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için." 
DESCARTES 

Sonuç olarak; 
Felsefe yaş**** ta kendisidir!..

Felsefe Sözcüğü ve Felsefenin Doğuşu

Felsefe sözcüğü ilk kez Antik Ege'de Samos'lu matematikçi düşünür, Pythagoras (Pisagor İ.Ö. 6.yy) tarafından kullanılmıştır. Pythagoras; dost ve bilgi anlamlarındaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek kendisini ifade etmiştir. Çünkü ona göre eksiksiz bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrılara yakışır. İnsan ise sofia'nın yalnızca dostu olabilir. Yani felsefe bilginin dostu anlamı taşımaktadır. 

İ.Ö. 4. yüzyılda Atina'lı düşünür Platon bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayırdıktan sonra; bu bilgilerin ardına düşen farklı iki anlayışta insan tanımı yapar. Bu dünyanın aldatıcı bilgileri peşinde koşan filodox ve gerçek bilgiyi arayan filozof... 

Platon'un bu tanımı yaygın kabul görür. Ortaçağa, öğrencisi Aristoteles ile birlikte damgasını vuran Platon'un görüşleri; İslam kültüründe de en az batıdaki kadar etkilidir. Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adı Eflatun'a bile çıkar. Sufi, sofu ve feylesof sözcükleri Filosofia sözcüğüne karşılık gelmektedir. 
Bu sözcükler, İslamiyet'in kabulünden sonra Türkçe'ye de girerek günümüzde kullandığımız biçimi almıştır. Platon'un adı dilimizde çoğu zaman Eflatun olarak kullanılır. 

Felsefenin Doğuşu 

İnsan, ilk dönemde tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğada hazır bulduklarını toplayarak ya da avlanarak yaş****ı sürdürür. Ama insan, hayvanlardan farklı olarak, bunu yaparken alet yapar ve yaptığı aletleri kullanır. Bu özelliği sayesinde doğaya her gün biraz daha fazla egemen olurken; kendisini de her defasında yeniden yaratmıştır. 

İlkel Kominal dönemde yaptığı aletlerle doğayı hızla tüketen insan, her defasında yeni bir doğal bölgeye göç ederek yaş****ı sürdürmeye çalışmıştır. Ancak bu süreç zaman içinde doğanın yeniden üretilmesi ile sonuçlanmıştır. İnsan, artık, doğayı doğrudan tüketmenin yanı sıra, doğayı sayısal olarak üreterek yeni bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Doğanın sayısal olarak üretilmesi iki farklı alanda uzmanlaşmış farklı iki toplum yaratmıştır. Bu toplumlardan ilki, bitki tarımı yapan ve bu nedenle de toprağa bağlı yaşayan köyler, yani uygar toplumlardır. İkincisi, hayvanları evcilleştirip üreterek yaş****ı sürdüren, topraktan belli ölçüde bağımsız göçer barbar toplumlardır. 

İlkel Kominal dönemde toplumların üretim ve tüketim etkinlikleri ve bunun sonucu oluşturdukları kültür de birbirine çok benzemektedir. Oysa doğanın sayısal olarak üretilmesindeki iki farklı etkinlik birbirine benzemeyen iki ayrı toplum biçimi yaratmıştır. 
Toplumlar arasındaki; doğal kaynakların, toprakların veya ürünlerin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlıkların güç kullanılarak çözümlenmesinde; barbarlar genellikle uygarlardan daha kazançlı çıkmışlardır. Bu nedenledir ki barbar sözcüğü kaba kuvvetle eş anlamda kullanılagelmiştir. 
İki farklı kültür, günümüzden 5000 yıl önce, Mezopotamya'da ortak bir üretim süreci oluşturmuşlardır. Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım, başka bir deyişle karasaban devrimi, insanın tükettiğinden fazla üretmesine neden olmuştur. Bu durum toplumun yeniden organizasyonu ile sonuçlanmış ve devlet kurumu doğmuştur. 
Devletle birlikte toplumsal düzeni sağlayan yaygın yaptırım güçleri; gelenek, örf, adet ve töre, yerini, devletin koyduğu daha net ve kesin yaptırım gücü olan hukuka bırakmıştır. Hukuk; devletin toplumsal düzeni belirleyerek denetlediği, yazılı kurallar sistemidir. Yani artık insan yazmaktadır. İnsanın ilk yazılarında yalnızca yasalar değil aynı zamanda mitolojik öyküleri de vardır. Bu dönemin yazılarının en genel özelliği imzasız yani anonim olmalarıdır. 
Bu dönemde doğa olayları ve gök cisimleri sıkı bir gözlemle bilinebilir hale gelmiştir. Ancak bu tür bilgiler rahipler sınıfının dışına hiçbir şekilde sızdırılmamıştır. 
İ.Ö. 1000 yıllarında, bu kez Ege, ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi ile insanlık için yeni bir kilometre taşı oluşturmuştur. Gelişen tarımsal üretim pazarı büyütürken, yeni bir değişim aracının doğmasına neden olmuştur: para. Para, bir yandan değişimi kolaylaştırırken, diğer yandan da zenginliğin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu sayede Ege kentlerinde yeni varlıklı sınıfın doğmuştur. 
Bu varlıklı sınıf, ekonomik güçlerini toplumsal yönetime ortak olma doğrultusunda kullanarak, tarihte ilk kez daha yaygın bir egemenliğin yaşanmasına, yani sınıfsal özellik de taşısa ilk demokrasinin doğmasına neden olmuştur. 
Demokrasi yetişmiş insana gereksinim duyduğundan, bu dönemde bilgi değer kazanarak yaygınlaşmıştır. Bilim ruhban sınıfın tekelinden kurtulmuş ve yaygınlaşmıştır. Örgütlü olmasa da eğitim yaygınlaşarak; akıl dogmaların yerini almaya başlamıştır. Çok tanrılı dinlerin de etkisi ile dini bir hoş görü yaygınlaşmıştır. 
İ.Ö. 8. yüzyıla gelindiğinde, yazı gelişerek bireyselleşmiş, hukuk ve mitlerin dışında bireysel duygular ve bilim, yazının konuları içine girmiştir. Hatta ilk kez kişisel hukuk denemeleri ve krallığın dayattığının ötesinde tarih yazılmıştır. 
İ.Ö. 6. yüzyıldaysa Miletli Thales (Tales) insan aklını binlerce yıldır kurcalayan "Evren nedir?" sorusuna ilk kez dinlerin dışında bir yanıt aramıştır. İşte bu felsefenin başlangıcıdır. Bu başlangıçta: 

1. Gelişen ekonomik koşullarla zenginleşen toplum 
2. Yaygınlaşan yönetim erki yani demokrasi 
3. Dogmaların koşullanmalarını aşacak ölçüde hoşgörülü laik anlayış etkili olmuştur. 


Thales'in felsefe tarihindeki önemi; evrenin nasıl oluştuğuna ait görüşleri değil, ama bu konuyu ele alış biçimidir. Çünkü o ve dönemin Anadolulu filozoflarının hareket noktaları; "hiçten bir şey olmaz" düşüncesidir. Bu, dine karşı maddeci bir yaklaşımın ifadesidir. Anadolu düşünürleri evrenin bir ilk olandan (arkhé), değişerek, oluştuğu düşüncesindedirler. Her biri ayrı arkhéler öne sürmüşlerdir. Ancak ortak yanları evrenin yaratılmamış olduğu düşüncesidir. 
Ege'nin öbür tarafında, Atina'da, ise farklı bir dünya görüşü ağır ve emin adımlarla gelmektedir. Sokrates, Platon ve Aristoteles evrenin oluşumunun temelinde düşünceyi esas almaktadırlar. Her ne kadar Atina tanrıları ile araları hoş değilse de; çok daha farklı ve soyut bir tanrı fikrinin doğmasına katkıda bulunmaktaydılar. Aralarında öğrenci-öğretmen bağı olan bu üç düşünür idealizmin ilk kaleleridir. 
Ege'nin iki yakasında farklı yaklaşımlar gelişerek taraftar toplarken adalı düşünürler bu iki kampa aynı mesafede uzak kalmışlar ve kuşkucu bir yaklaşımın ilk temsilcileri olmuşlardır. 
Bu üç farklı -ve neredeyse uzlaşmaz görünen- yaklaşım, günümüz felsefe akımlarının da bir biçimde içinde yer aldıkları, idealizm-materyalizm-septisizm'den başkası değildir. 
Kaynaklar 
Şevki YEŞİLPINAR 

FELSEFENİN TARİHÇESİ.... 

Bilginin ve insan eyleminin kaynağını ve ilkelerini inceleyen düşünceler bütünü. Yunanca «philosophia» («philos», dost, «sophia», bilgelik) sözcüğünden Arapça'ya, oradan da Türkçe'ye «felsefe» olarak geçmiştir. 

Felsefeciler (filozoflar), genellikle saygın, ağırbaşlı, kolay kolay heyecanlanmayan, hiç bir şeye kızmayan kimseler olarak düşünülür. Oysa Eflatun, filozofun başlıca özelliğinin hayret etmek olduğunu söylerdi. Böyle olunca, ister bilgin, ister cahil, ister çocuk, ister büyük olsun, herkes filozof demektir, çünkü herkes, hayat üzerine, ölüm üzerine, düşünmek etkinliği, ya da duyduğu sevgi veya başka herhangi bir etkinlik konusunda kendi kendine sorular sorar. Ama, sözcüğün dar anlamıyla filozof, düşünce yoluyla dünyayı yorumlamağa, yani dünyaya bir anlam vermeğe çalışan kimsedir. 

Yunanistan Doğumlu 

Batı felsefesi, Yunanistan'da, tarihin hem zengin, hem karışık bir döneminde doğdu. Felsefenin gerçek kurucusu, Eflatun'dur (428348). Ustası Sokrates gibi o da, insanların gerektiği gibi yaşamadıklarına inanmıştı: ama haksızlığın, bilgisizliğin, ahlâksızlığın çaresi nerede bulunacaktı? 

Eflatun'a göre herkes, yapılması gerekeni bildiğini sanıyordu: «Bizler, tıpkı bir mağaranın ta dibinde zincire vurulmuş tutsaklar gibiyiz; içimizden biri kendini kurtarıp da başını aydınlığa çevirmeyi başarabilirse, o zaman, doğru bildiği her şeyin yanlış olduğunu anlayacak, böylelikle, bilgiye ulaşmak için, aklın kendi üzerinde çaba harcamasının gerekli olduğunu görecektir». Aristoteles ise, Eflatun'un bu düşüncelerini fazlasıyla idealist buldu ve daha çok, bir sistem halinde örgütlemeğe çalıştığı özel bilgiler (doğal bilimler, fizik, politika) üzerinde durdu. 

M.Ö. III. yy.dan itibaren, Yunan sitelerinin gerilemesiyle, felsefe okullarının sayısı da çoğaldı ve her biri öncelikle şu soruya karşılık aramağa çabalar oldu: insan mutluluğa nasıl erişebilir? Stoacılar düşmanlığa son vermek için, ruh sağlamlığına güvendiler, Epikürcüler dostluk ve düşünce zevklerine öncelik tanıdılar, septikler (kuşkucular) ise her şeyden kuşkulanma duygusuna sığındılar. 

Din Bilginleri 

Kilise, yüzyıllar boyu düşünce tarihini egemenliğine aldı. Özellikle, Thomas d'Aquin (1225-1274) gibi Ortaçağ filozoflarının hemen hepsi tanrı ve insan sorunuyla uğraşan din adamları ve din bilginleriydi. 

Sonra, hümanist (insancı) uğraşıların merkezi, insan oldu. Fransa'da Montaigne, İtalya'da Giordano Bruno (1548-1600), İngiltere'de Francis Bacon (1561-1626), düşüncenin gelişimine katkıda bulundular. 

Klasik Dönem 

Kopernik ile Galilei'nin dünyanın dönüşü üzerine kuramları, geleneksel düşünceleri altüst etmiştir. Ondan sonra bilimsel ilerleme, felsefi düşünceyle birlikte gidecektir. XVII. yy.ın bütün büyük filozofları, aynı zamanda bilgindiler. Onları ilgilendiren, bilim üzerine düşünmek, bilimin nasıl mümkün olacağını göstermekti. Bu anlayış, özellikle Descartes'da, Spinoza'da (1632-1677) ve Leibniz'de (1646-1716) belirgindir. 

XVIII. yy.da bir yandan doğal bilimler gelişirken (doğa bilgini Lamarck'ın çalışmaları), bir yandan da Montesquieu (1689-1755) ve J.J. Rousseau gibi filozoflar da toplumsal ve siyasal fenomenlere (insan bilimlerinin doğuşu) yönelmişlerdi. İngiltere'de David Hume (1711-1776), deneyin bilginin kökeni olduğunu öne sürerken (ampirist [görgücü] kuram), XVIII. yy. sonunda Emmanuel Kant (1724-1804) eleştirisel idealizm kuramıyla «aydınlık çağ felsefesinin» doruğunu belirtiyordu. 

Tarihin Anlamı 

Fransız Devrimi, felsefenin evriminde bir dönüm noktası olmuştur: artık, tarih üzerine düşünceler, özellikle Alman filozoflarında ön plana geçecektir. Friedrich Hegel (1770-1831), tarihin ne saçma, ne de rastlantılara bağlı olduğu düşüncesindedir: ona göre tarihin bir anlamı var dır, bu da insan bilincinin ve insan aklının gelişmesidir. Hegel'in eseri, Kari Marx'ı çok etkilemiştir; Marx için tarihin, iktisat yasalarına bağlı yasaları vardır. Şair ve filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) için ise, dünyanın değişimi, bireyin değişiminden geçer. 

Çağdaş Düşünce 

XX. yy. başlangıcı felsefesine gelince, burada da iki büyük akım ayırt edilebilir: özellikle bilimde görülen büyük değişimleri (Einstein kuramları) inceleyen birincisinin ilerigelen temsilcileri Edmund Husserl (1859-1938) ve Gaston Bachelard'dır (1884-1962); daha çok insanla ve insan yaş****ın anlamıyla ilgilenen ikinci akımın öncüsü ise Henri Bergson'dur (1859-1941). 

İki dünya savaşıyla sarsılan XX. yy., psikanaliz .(Freud'un çalışmaları) araştırmalarına paralel olarak, insan üzerinde yeni bir düşünce biçiminin doğuşuna sahne olmuştur. Danimarkalı Kierkegaard'ın (1863-1855) öncülüğünü yaptığı varoluşçuluk (egzistansiyalizm), Martin Heidegger (doğ. 1889) ile Almanya'da ve Jean-Paul Sartre (doğ. 1905) ile Fransa'da gelişmiştir ve «her insan, kendini kendi seçer, öz seçimleriyle, öz davranışlarıyla kendini yaratır» kuramıyla belirlenmiştir. 

Bugün filozoflar artık, sistemler kurmağa çalışmıyorlar; Sartre bile siyasal eyleme yönelmiştir. Bugün düşüncelerin gelişiminde en çok etkisi olan kişiler, birer insan bilimleri disiplini olan psikanaliz (Lacan) ve etnoloji (Levi-Strauss) üzerinde çalışan insan bilimleri uzmanlarıdır. 

Raffaello'nun, Eflatun ile Aristo'nun çevresinde toplanmış Eskiçağ düşünürlerini tasvir eden «Atina Okulu» adlı freskinden bir bölüm. Yunan filozofları, büyücülük uygulamaları karsısında mantığı ve akıllı düşünmeyi zafere ulaştırmağa çalıştılar. Vatikan, Roma. 

Alman filozofu ve matematikçisi Leibniz (1646-1716). Parlak zekâsı ve üstün bilgisiyle Leibniz, hukuk, siyaset, din, tarih, dilbilimi, jeoloji ve mekanik alanlarında da önemli çalışmalar yaptı. «Dünyamızın olması mümkün dünyaların en iyisi olduğu»nu savundu. 

(Sağda) Alman filozofu Emmanuel Kant (1724-1804). Hayatını inceleme, ders verme ve düşünmeğe adadı. Günlük programını bir kere, o da Fransız Devrimi'nin başladığını öğrendiği gün aksattı. Kant'a göre akıl, deneme sınırlarını aşınca hezeyana düşer; bilgimizin temeli insanın zihnidir; akıl, bilimsel ve deneye dayalı olarak kullanılmalıdır; insan yaş----- yön veren ahlâk yasası, özgürlüğü, ruhun ölümsüzlüğünü ve Tanrı'nın varlığını gerektirir. Portre, Hans Kurth'un eseri. 

Doğu Felsefesi 

Hindistan düşünürlerine göre, felsefe ile din birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Brahmanizm geleneği evrenin ruhu olan birliği öğrenmeğe çalışır. Bu ruh, her insanın ta derinliğindedir. ölümün bile söndüremediği hayat ilkesidir. Buna karşılık 'Buda için her şey görünüşten ibarettir; sağduyu, her şeyin gerçek dişiliği üzerine düşünmek ve kendinden vazgeçip özünü dünyadan da kurtarmak demektir. 

Geleneksel Bölümler 

Felsefe birkaç bölümü içerir: mantık, akıl yürütme, düşünme bilimidir; epistemoloji, bilimler üzerinde düşünmektir; etik {veya ahlak), ahlâk bilimi, iyilik ve kötülük kuramıdır; estetik, güzellik bilimidir. Metafizik ile teoloji (dinbilim) ise, doğrunun ilkelerini arar ve dine ilişkin sorunları inceler. 

Diogenes 

İlkçağ filozoflarının çoğunluğu, çok ince mantıkçıklardı. Ama bazıları da sadece aydınları küçümsüyor ve toplumsal kuramlardan uzak, sade ve doğal bir yaşantıyı arıyorlardı. Böylece her mevsim yalınayak gezen Diogenes'in tek bir pelerini vardı ve genellikle bir fıçıda yaşıyordu. Büyük İskender ona bir arzusu olup olmadığını sorunca da: «Evet, gölge etme, başka ihsan istemem» karşılığını vermişti

Hellenistik Felsefe 

Kent devletinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen ad. 

Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik okul, Epikürosçu ve Stoacı okuldur. Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döne­me çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak Epiküros’un varlık görüşüyle karşıtlık içindedir. 

Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felse­feye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidoinos Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır. 

GENEL ÖZELLİKLERİ 

Hellenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür. Nitekim, bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılar yapmışlardır. Aynı şekilde, fizik de arka planda kalıp, yalnızca etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir. Bu bağlamda, Stoalıların Herakleitos’un fiziği­ni Epiküros’un ise Demokritosun atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır. 

Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır. 

Böylesi bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden bek­lediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir. Bu dönemde, felsefenin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye güven ve bilgelik kazandırarak, onun yaşadığı yabancılaşma ve yolunu kaybetmişlik duygusunu aşmasını sağlamaktır. İşte bundan dolayı, Hellenistik dönemin en. büyük ve en önemli iki sistemi olan Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlar, siyasi ya da toplumsal düzenle ilgili problemlere pek az önem vermişlerdir. Bir tinsel bağımsızlık ve kendi kendine yetme idealini ön plana çıkartan iki akımın da ahlâkı, fiziklerinin katkısız materyalizmini yansıtacak şekilde doğalcı ve ‘bu dünyacı’, yani içinde yaşadı­ğımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır. 

Döneme Damga Vuran İsimler: Stoalılar, Epiküros, Akademi, Septikler, Philon, Plotinos.

VARLIK FELSEFESİ 

Varlığı konu olarak ele alan felsefe, genel bir varlık kavramı üzerinde durur. Varlık, evrende varolan herşeyin ortak adıdır. Buna göre varlık, insan bilincinin dışında ondan bağımsız olabileceği gibi, zihne bağımlı olarak da bulunabilir. Örneğin, ağaç, kalem, ev gibi nesneler insan zihninden bağımsız olarak varolan gerçek varlıklardır. Bu tür (gerçek) varlıklar zamana ve mekana bağlı olarak değişir, gelişir ve yok olabilirler. 
Sayılar, geometrik şekiller, p (pi) sayısı gibi insan bilincinde ve ona bağımlı olarak varolan düşünsel (ideal) varlıklar da vardır. Bu varlıklar zaman ve mekan dışı olup, zihnimizde olduğunu kabul ettiğimiz varlıklardır. 
Felsefe, düşünsel ve ideal varlığı biraraya getirip genel bir varlık kavramı üzerinde dururken, 
“Varlık nedir?”, 
“Varlık var mıdır?”, 
“Varlığın ilk maddesi nedir?” 
gibi sorular sorar. Felsefe, varlıkla ilgili çeşitli soruları problem olarak ayrı ayrı inceleyip tartışma konusu yapar. 
Varlık, felsefenin konusu olduğu gibi bilimin de konusunu oluşturur. 
Ancak felsefe ile bilimin varlığı algılayışları ve yaklaşımları arasında farklılık vardır. Felsefe açısından varlık, bir yönüyle değil, genel olarak ele alınır. Varlığın var olup olmadığı sorgulanır. Felsefede varlık, akıl yoluyla, saf düşünce etkinliğiyle yorumlanır. 
Buna karşılık bilime göre varlık; her durumda var olarak kabul edilir. (Felsefedeki gibi var olup olmadığı sorgulanmaz.) 
Ayrıca her bilim, varlığın bir yönünü konu alır. Biyoloji canlı varlığı, psikoloji insanın psişik yönünü, coğrafya yerküreyi konu edinir. 

Metafizik Açısından Varlık 
İlk sebeplerin ve nesnelerin ilkelerinin bilgisidir. Bu yüzden o, bilimin ele almadığı kimi konuları inceleyen, onları açıklamaya çalışan bir bilgi dalıdır. 
Tanrı ve Tanrı’nın varlığının kanıtlanması, dünyanın varlığı, ruh ve ruhun ölümsüzlüğü metafiziktir. 
Metafiziğin bu konularına hiçbir zaman tartışmasız kabul edilen açıklamalar getirilememiştir. Metafizik, varlığın özel alanlarını konu alan tek tek bilimler gibi kesin bir bilgi olamaz. Ama insan genel olarak bu konular üzerine soru sorma yeteneğini kaybetmediği ve bilimlerin çalışma alanlarında yeni sorular oluştuğu sürece metafizik, bir tür bilme etkinliği olarak varlığını ve önemini koruyacaktır. 
Kant, “İnsan aklı, bilgisinin belli bir türünde özel bir kaderle karşı karşıyadır. İnsan aklı bu bilgisinde öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları ne yadsıyabiliyor, ne de yanıtlayabiliyor” demektedir. İşte bu alan, metafiziktir. 

Ontoloji Açısından Varlık 
Varlığı ele alan, irdeleyen bilgi dalı ontoloji, varlığı iki temel problem açısından ele alır: 
– Varlığın var olup olmadığı sorunu 
– Varlık varsa, bunun ne olduğu sorunu 
“Varlık var mıdır?” sorusuna verilen birbirine karşıt yanıt vardır. 
Nihilizm: Bilginin mümkün olduğu görüşünü reddeden, kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını öne süren ve maddi gerçekliğin varlığını yadsıyan bir öğretidir. Bunun nedeni “varlığın varolup olmadığını bilmenin imkânsız görülmesinde yatar. “Varlık var mıdır?” sorusunu olumsuz karşılar ve “yoktur” diye cevaplar. 
Bu yaklaşımı, Gorgias, “Hiçbirşey yoktur, olsa bile bilinemez, bilinse bile başkasına aktarılamaz” sözüyle vurgulamıştır. 
Realizm: Varlığı, var olarak kabul eder. İnsan bilincinden bağımsız olarak varlığın mevcut olduğunu iddia eder. 
Realizme göre, biz varlığı ya doğrudan duyularımızla algılarız ve algıladığımız evren bizim kavradığımız gibidir; ya da zihnin imkânları aracılığıyla onun varlığını biliriz. Ancak, varlığın varolduğu kabul edildikten sonra, zihne kaçınılmaz olarak “Varlığın ne türden bir varlık olduğu” sorusu belirir. Filozoflar bu soruya farklı şekillerde cevap vermişlerdir. 

Varlığın Ne Olduğu Problemi 
a. Varlığı “Oluş” Olarak Kabul Edenler 
Varlıkta sürekli bir değişme ve oluşun gerçekleştiğini savunan yaklaşımdır. Bu anlayış, varlığın statik bir açıdan ele alınamayacağını, onun bir değişme ve oluş süreci olarak görülmesi gerektiğini savunur. O halde evren mekanik bir varlık değil, canlı bir oluştur. 
Her şeyin oluş (değişme) halinde olduğunu savunan Herakleitos, bu düşüncesini “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözüyle dile getirmiştir. Oluşun başlangıcı ve sonu yoktur. Hayat da, bu sürekli varoluş ve yok oluşun ard arda gelişinden ibarettir. 

Varlığı “idea” Olarak Kabul Edenler 
Varlığın idea (düşünce)dan oluştuğunu savunan, varolan herşeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan yaklaşımdır. 
İdealistler, maddenin gerçek olmadığını, gerçeğin zihnimizde yer alan ide’lerden oluştuğunu savunurlar. Örneğin güzellik idesi, güzel diye algılanan bütün varlıklardan daha gerçektir. Bunun gibi, ağaç idesi de şu ağaçtan daha fazla bir şey ifade eder. Çünkü ikinciler varlıklarını birincilerden almışlardır. Güzel diye algılanan bir çiçek yok olur, unutulur ama çiçek fikrinin kendisi yok olmaz. 
Platon: Platon’a göre gerçek varlıklar idealardır. Duyusal dünyadaki varlıklar idealardan pay almak suretiyle var olurlar ve bunlar ideaların, yalnızca görünüşleridir. 
Aristoteles: Aristoteles, idea olarak belirttiği formu varlığın içinde görmüştür. İdealar tek tek nesnelerin özüdür. Madde, bu form sayesinde biçim kazanır ve gerçek olur. Örneğin bir heykelin ideası, sanatçının ona verdiği form, yani biçimdir. 
Hegel: Asıl ve gerçek varlık, insan zihninden bağımsız olarak var olan Mutlak akıl (Geist)dır. Bu Mutlak akıl, evrensel ve manevi bir varlıktır. Bu görüşün idealist olarak değerlendirilmesinin nedeni, Hegel’in varlığı temelde tinsel bir töz olarak belirlemesidir. 

Varlığı “Madde” Olarak Kabul Edenler 
Varlığı madde olarak ele alan görüşe materyalizm denir. 
Materyalizm, evrendeki tek cevherin madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak varolduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri sürer. 
Bilinç, ruh gibi tinsel varlık da dahil, bütün varlığı madde olarak anlar ve maddenin dışında başka bir varlık olduğunu kabul etmez. Düşünme, hayal gibi olayları da maddenin kuvvet ve hareketleriyle açıklar. 
Demokritos: Var olan her şeyi sonsuz sayıda atoma ayırmıştır. Her şey atomların birbirlerine çarpması sonucunda, mekanik bir zorunlulukla oluşur. Atomlar belli bir sıra ile birleşerek veya ayrılarak varlıkları oluşturur. 
Hobbes: Gerçekte var olanın, cisim veya madde olduğuna inanır. Ona göre dünya mekanik hareket kanunları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. Bütün gerçeklikler yalnızca maddi olarak düşünülebilir. 
Marks: Evrendeki hareket ve değişme maddeden başka bir şey değildir. Ona göre madde biçim değiştirir. Tüm değişmelerin temelinde karşıtlık ve çatışma vardır. Düşünce, maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır. 

Varlığı Hem “Düşünce” Hem “Madde” Kabul Edenler 
Varlığın düşünce ve madde gibi iki cevherden meydana geldiğini savunan anlayışa dualist anlayış denir. Dualizm, varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul eder. 
Descartes: Varlıkta iki töz vardır: Biri “ruh”, öteki de “madde”. Ruh, düşünen, madde ise yer kaplayan bir tözdür. Bunlar arasında hiçbir birleşme noktası yoktur; yalnızca insanda bir araya gelirler. 

Varlığı “Fenomen” Olarak Kabul Edenler 
İnsan zihninden tam anlamıyla bağımsız olmayan bir varlık alanı vardır; insan bu varlık alanını bilebilir. İnsanın bilinci tarafından belirlenen bu varlığa “fenomen” denilmektedir. Fenomen, insana göründüğü şekliyle varlıktır. Fenomene, Husserl’in “özü görme” denilen yöntemiyle ulaşılabilir. 
Husserl: Var olanın yalnızca fenomenler olduğunu söyler. Bu fenomenin insan bilinci tarafından bilinebileceğini savunur. İnsan onların özünün bilgisini edinebilir. 
Ona göre varlığın bilinçten bağımsız bir var olma durumu yoktur; varlıklar bilincimizin bilgi nesneleri olarak vardırlar. Yani bizim zihnimizin olanakları çerçevesinde var olurlar.
Read more