Orta Oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orta Oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumhuriyet Bayramı ile İlgili Tiyatro Oyunları


Kişiler

FİLİZ (Kız çocuk) — FİDAN (Kız çocuk) — MERAL (Kız çocuk) — CEYLÃN (Kız çocuk) — NAR (Erkek çocuk) BULUT (Erkek çocuk) — COŞAN (Erkek çocuk) — YILDIZ (Erkek çocuk) GÜNDÜZ (Erkek çocuk) — AYHİ (öğretmen)

1. Sahne
(Sabah, ders saatinden evvel. Hazırlanmış bir sınıf. Filiz sırasında meşgulken Fidan girer.)
FİDAN — A... Filiz, ne kadar erken gelmişsin. Artık bu derecesi de olur mu? Bari bundan sonra güneş doğmadan gel...
FİLİZ — Ya sen? Sen pek mi geç kalmışsın. Baksana ortalıkta senden başka kimse var mı?
FİDAN — Sen bana bakma. Ben annemden dayak yedim de onun için böyle sabah sabah dışarıya uğradım.
FİLİZ — Sen de bana bakma... Ben de dün akşam öğretmenden ceza aldım da bu gece burada yattım.
FİDAN (Pencereden bakarak) — A... A... Karşıdan Meral'le Çınar da geliyor. İşte Ceylan da arkalarında. Bulut, Coşan, Yıldız hepsi geliyorlar.
FİLİZ — Elbet gelecekler. Yalnız sen mi annenden dayak yedin? Onlar da yemişlerdir. FİDAN — Peki. Sen orada ne yapıyorsun?
FİLİZ — Karınca çocuk hikayesini okuyorum.
FİDAN — Bugünkü ödevini yaptın mı?
FİLİZ — Ne ödevi?
FİDAN — Bugün ne ödevi olduğunu bilmiyor musun?
FİLİZ— Yo...
FİDAN — A... Ayol, geçen hafta öğretmen ödev vermişti ya... Türk devriminde hangi yeniliğin en büyük olduğunu hazırlayacak değil miydik?
FİLİZ — Benim haberim yok.
FİDAN — Sahi mi? Demek şimdi sen hiç bir şey hazırlamadın?
FİLİZ— Yoo...
(Meral, Çınar, Ceylan, Bulut, Coşan, Yıldız, Pınar, Gündüz; hepsi birden girerler.)

2. Sahne

FİDAN — Çocuklar, Filiz hiç bir şey hazırlamamış. Bugünkü ödevden haberi bile yokmuş.
HEPSİ BİRDEN — Eyvah, eyvah...
FİDAN (Filiz'e) — Peki, sen şimdi öğretmene ne cevap vereceksin.
FİLİZ — Ne sorarsa onun cevabını vereceğim.
FİDAN — İyi amma bir şey hazırlamamışsın ki...
FİLİZ — Hazırlamağa ne lüzum var, söylerim.
HEPSİ BİRDEN — Haydi, söyle bakalım, söyle bakalım.
FİLİZ — Peki, söyleyeyim. Bence Türk devriminin en büyük tarafı kadınlığı yükseltmesidir. Bunu hemen anlayıvermek için bir kere kendi kendimize bakmak yeter. Örnek olarak ben bir günlük hayatımı size anlatayım. Bu sabah güneşle beraber kalktım. Yıkanıp tarandıktan ve kahvaltı ettikten sonra siyah göğüslüğümü giydim. Derslerimi bir kere gözden geçirdim. Çantamı ve yemeğimi alarak sokağa çıktım. Geze geze okula geldim. Bugün burada beş ders okuyup birçok şeyler öğrendikten sonra eve döneceğim. Çantamı bırakıp gezmeğe çıkacağım. Biraz kırları, biraz babamın dairesini, biraz da kütüphaneyi dolaşacağım. Akşamüstü koltuğumda bir sürü mecmua ve kitapla odama gireceğim. Artık bütün dünya benimdir. Böylece günler, aylar, yıllar geçecek. Ben ilkokulu, ortaokulu ve yüksek tahsili bitirerek iyi bir kafa sahibi olacağım. O zaman yıllardan beri düşündüğüm ülküme artık yaklaşacağım: Bir idarehane açacak, bir kadınlık gazetesi çıkaracağım. Milletimizi daha fazla yükseltmek için, kadınlarımızın daha çok yükselmesine çalışacağım ve Türk kadınının bütün dünya kadınlarından daha üstün  olduğunu cihana tanıtacağım. Şimdi düşünün. Türk devrimi bana bütün bu fırsatları hazırlamamış, önüme bu yolları açmamış olsaydı bunu yapabilir miydim? Türk devrimi olmasaydı belki ben de haminnem gibi yedi yaşında çarşaf giyecek, dokuzunda hafız olacak, fakat iki kelimeyi bir araya getirip söyleyemeyecek ve yazamayacaktım. Üstümüzdeki yıldızlara baktıkça onları göklerin duvarlarına çakılmış altın çiviler zannedecek, dünya ve hayat hakkında en küçük bir meseleyi halledemeyecektim. Yani yaşayış itibariyle, benim meşe ağacından yahut araba atlarından farkım olmayacaktı. Hatta onlardan daha bedbaht olacaktım. Çünkü onlar hiç olmazsa, tabiatın en küçük hayvancıklara bile esirgemeden verdiği havadan ve güneşten istedikleri kadar istifade ederler. Ben kalın perdeler arkasında, bu en basit ve en tabiat haklardan bile mahrum yasayacak, en acısı, bilgisizliğim yüzünden bu felaketin farkında olmayacaktım. Bunları düşündükçe haminnemin, hattA annemin yaşayışı hayret ve sevinçten çıldıracağım geliyor ve diyorum ki, Türk devriminin en büyük eseri kadınlığı yükseltmesidir.
HEP BİRDEN (Gülerek) — Oh... Oh... Filiz hiç hazırlanmamış.
FİLİZ (Fidan'a) — Haydi sen söyle bakalım, sen ne hazırladın?
FİDAN — Ben şapka devrimini hazırladım. Babama sordum. Birçok kitaplar okudum. Öğrendim ki; biz eskiden şapka değil, fes, sarık, külah, kavuk ve daha bilmem neler giyermişiz. Bütün bunlar çok eski ve ilkel şeylermiş. İnsanlar arasında kıyafetin elbette bir tesiri var. Kafamızın içini ne kadar işlersek işleyelim, ona mademki bir kıyafet vermeden kendimizi tanıtamaz ve sözümüzü dinletemeyiz. Avrupalılar bizi öyle mısır koçanı gibi uzun püsküllü kıpkırmızı bir fesle, üç etek cübbelerle, yedi arşın mermer sahi sarıkla görünce pek haklı olarak önem vermez ve bundan yüz, üç yüz sene evvelki adamlar zannederlermiş. Ben bile bugün o eski kavuklu şalvarlı resimleri görünce ne kadar gülüyorum. Geçen gün bizim eski kıyafetimizde gezen iki doğulu seyyah gördüm de Karagöz'le Hacivat sokağa çıkmış sandım. Asıl mesele: Cahil ve dindar halk bu kıyafetin değişmesini eskiden beri istemezmiş. Bilhassa başına şapka geçirenler gavur sayılır ve öldürülürmüş. Bugün memleketimize gelen bazı yabancılar, karşılarında aynen, Berlin, Paris sokaklarındaki adamları görünce kendilerini henüz bir Avrupa şehrinde zannederek Türkiye'ye ne zaman çıkacaklarını soruyorlar.
MERAL (Fidan a) — Sen bunun sırrını şapka devriminde mi buluyorsun? Şüphesiz şapka devrimi çok büyük. Fakat onu da hazırlayan başka bir devrim var. Sen kafanın içini değiştirmeden dışım zor değiştirirsin. Bence Türk devriminin bundan daha büyük tarafı halka dini öğretmesidir. Halk dinin ne demek olduğunu öğrenince şapka giyene artık gAvur demez. Eski devirde padişahlar halkı daha kolay soyabilmek için, onlara din namına birçok korkunç öğütler verir ve onları miskinleştirirlermiş. Bilgiden, teşebbüsten, insanlık gururundan mahrum kalan halk padişahı Allah'ın vekili sanır ve onun dediğine körü körüne kanaldı. Türk devrimi, bu yüzlerce yıldan beri kökleşmiş olan inanışları bir hamlede söküp attı. Millete dinin ve dünyanın ne demek olduğunu açıkça gösterdi.
ÇINAR (Meral'e) — İyi amma, tarih devrimi yapılmasaydı senin din devrimini de yarım kalırdı. Türk tarihinin tetkiki halka gösterdi ki hakiki din yüzyıllardan beri birçok masallarla karıştırılan din değildir. Ve gene Türk tarihinin tetkiki gösterdi ki Türk Milleti küçük bir sülalenin esiri değil, öyle yüzlerce sülale yetiştirmiş ve bütün dünyaya medeniyet tohumu atmış eski bir varlıktır. Bu büyük hakikati Türk devrimine kadar ne Türkler, ne de Avrupa biliyordu. Yeni Türk çocuklarına milletlerinin bu asil gururunu ve şuurunu veren Türk devrimi burada en büyük eserini göstermiştir. Çünkü yükselmek isteyen bir millete her şeyden evvel Milli gurur lazımdır.
CEYLAN‚N (Çınar'a) — Çok güzel söyledin, Çınar... Fakat bu tarihi halka okutmak ve bu milli gururu duyurmak için ne ister biliyor musun? Maarif... Bu memleketin asırlardan beri en büyük derdi bilgisizliktir... Milyonlarca halk en basit okuyup yazmayı bile bilmiyordu. Bugün okulsuz Türk köyü, öğretmensiz Türk çocuğu yoktur. İşte devrimin en şanlı tarafı. BULUT (Ceylan’a) — Ceylan, ya dil? Maarif ne ile olur? Eski idare halk okuyup öğrenerek hakkını aramasın diye bilgi dilini, ancak kırk senede öğrenilebilen, acayip ve bize tamamıyla yabancı bir hale getirmişti. O dille halk bir şey öğrenebilir miydi? Türk devrimi, Türk milletine Türk dilini getirdi. İşte devrimin en sevimli tarafı...
COŞAN — Sorarım sana, Bulut, Arap harfleri varken Türk dili var mıydı? Bu devrimin en büyük tarafı harf devrimidir. Dilimiz zenginliğini ve güzelliğini yeni Türk harfleriyle göstermiştir.
YILDIZ (Hepsine birden) — Ben size bütün bunlardan daha büyük bir devrim göstereceğim: Ekonomi devrimi. Padişahlar zamanında Türk unsuru, asırlarca yabancı cephelerde ve şahsi menfaatler için süründürülmüş, ekonomide üstünlük, iş ve sanat yerli yabancıların elinde kalmıştı. Türk devrimi, medeni hayatın ekonomi mücadelesiyle kabil olduğunu bütün millete öğretti ve halka sanat, ticaret yollarını, istihsal kapılarını açtı. Bugün Türk askerliğinin Türk kahramanlığının yanında bir de Türk işçiliği vardır. Şu giydiğin şapka Türk malıdır. Bu elbisenin kumaşı Türk tezgahında dokunmuştur. Şu ayakkabı, iğneden ipliğine varıncaya kadar Türk fabrikasında yapılmıştır. İşte devrimimizin en canlı tarafı.
PINAR — Ben bütün bu eserlere bir ana buldum. Eğer Cumhuriyet olmasaydı bu saydıklarınızın hiçbiri meydana gelmezdi. Türk devriminin en ölmez temeli eski idareyi yıkarak Cumhuriyeti kurmasıdır. Saydığımız devrimlerin hepsi Cumhuriyetin  eseridir.
GÜNDÜZ — Ben bundan daha büyük bir temel biliyorum ki, Türk devriminin en inanılmaz tarafı odur. O olmasaydı saydıklarınızın hiçbiri olmazdı. Hatta Cumhuriyet bile. Hatta siz ve ben bile... Bunu ihtiyar tarih de biliyor, bütün dünya da tanıyor. Fakat siz unuttunuz. HEP BİRDEN — Söyle, sen söyle, söyle, söyle...
GÜNDÜZ — Kurtuluş Savaşı...
HEP BİRDEN — Yaşa, yaşa, doğru, doğru... (Gürültü inerine öğretmen içeri girer.)

3. Sahne

ÖĞRETMEN -— Çocuklar, ne var, ne oluyorsunuz?
GÜNDÜZ — Efendim, Türk devriminin en büyük tarafı nedir diye münakaşa ediyoruz.
ÖĞRETMEN — Çok güzel. Ne diyorsunuz bakayım?
GÜNDÜZ — Efendim, ben diyorum ki Kurtuluş Savaşıdır.
ÖĞRETMEN — Siz, ötekiler?
PINAR — Efendim, ben Cumhuriyet dedim.
ÖĞRETMEN — Sen, Coşan?
COŞAN — Harf devrimi, efendim.
ÖĞRETMEN — Yıldız sen?
YILDIZ — Ekonomi devrimi.
ÖĞRETMEN — Ceylan, sen ne dedin?
CEYLAN — Efendim, maarif devrimi.
ÖĞRETMEN (Meral'e) — Sen?
MERAL — Din devrimi, 
Read more

19 Mayıs İle İlgili Skeç, Tiyatro, Orta Oyunu


ATATÜRK ANLATIYOR

Yıl 1881 Kiraz mevsimi
Vakit alaca karanlık
Ay batacak, güneş doğmak üzere
Toprak kabardı , gök gerine gerine uyanıyordu
İki katlı kagir evde çifte şamdan yanıyordu
Ve ansızın
O? Sarı, gür bir kadın saçı gibi
Dalga dalga esti rüzgar
Kiraz ağaçları meyve yüklü pıtrak pıtrak
Gün ağardı taze, apak Ve öptü yeni doğanın
Küçük Mustafa'nın parlak ışıklı yüzünü güneş
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey!
Ben Mustafa Kemal"im
Selanik
Baba ocağı
Kilise canlarının ezanla karışıp gittiği çocukluk yıllarım
Gür ağaçlı bahçeler
Ve tadına doymadığım karadut
Daracık sokaklarda kaybolup gittiğimiz liman şehri
Selanik bir büyük liman,
Selanik bir büyük şehir/Suda balık sürüleri gibi :
Gelir gider, gider gelir
Yorgun tembel balıkçıların
Beni uzaklara salacağı martı sesleri
Baharda gürlediği vakit Korkutan
Korktuğu kadar düşündüren gök gürültüleri
Selanik gecelerinde yıldızlar kocaman olurlardı
Ya da ben öyle hatırlıyorum
Ne kadar çok, ne kadar parlaktır, bir o kadar uzak.
Arkadaşlarım, komşu çocukları, gayri Müslim arkadaşlarımız çok olmazdı
Olanlarda bize en yakın yıldız kadar yakın
Oysa
Yaşadığımız acı tatlı ne varsa
Bu küçücük şehirdeydi.
Geçti dört mevsim dört yaz
Uzun ince parmaklarımda
Mahalle mektebinde diz çöküp
İlahilerle başladı okula
Bir sabah beyaz bir entari giydirildi bana
Sırmalı bir sarık elimde yaldızlı bir dal
Annem dua etti.
Ben de babamın ve hoca efendinin elini öpüp okula gönderildim.
Beyaz kemerli loş bir oda
Rahlede bir kuran
Hoca keramım anlatmaya başladı.
Anlayamadığım bir dilden okuyup, dizlerimin üstünde yazmaya çalışıyordum.
Kemiklerim sızlardı, ayakta yazmak istemezdim
Hoca tek sesiyle emrederdi
"Ama böyle yazmak zor oluyor, dizlerim acıyor deyince,
Bana karşımı geliyorsun, dedi.
Ben de evet dedim.
Sonra babam beni başka okula gönderdi.
Şemsi Efendinin özel laik okuluna.
Burası daha iç açıcıydı. Yan yana sıralar daha aydınlık
Üstelik artık dizlerim acımıyor
Babamın işleri bozulunca, dayımın köyüne Langazaya gittik.
Çiftlik hayatı başladı.
Bir tarlada öğrenmişti vatan bekçiliğini
Kargaları kovalaya kovalaya Mustafa
Yel eser gün vurur akşamlara dek kavrulur yanardı elleri ekinlerin ortasında
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey Ben Mustafa Kemal" im
Orada okul yoktu, sıkılıyordum. Köydeki Müslüman hocadan ders alıyordum.
Sonra da köyün papazından, ama Rumca'yı sevmiyordum.
Teyzemin yanına Selanik'e gönderildim.
Arapça öğretmeni kaymak Hafızdan hayatımın ilk dayağını yedim. Bu bana çok dokundu. Çocuksu sorularıma dahi cevap veremeyecek kadar cahil , aciz koskoca bir adamdan dayak yiyordum.
Bir gün komşumuzun oğlu Ahmet, bizi ziyarete geldi. Askeri okuldaydı.
Pırıl pırıl tertemiz üniforması, anlamlı bakışı, kendinden emin konuşması.
İşte o gün ben de o üniformanın içine girmiştim sanki.
Annem olmaz dedi.
Osmanlının askeri demek bitmez tükenmez sürgünler, savaşlar demektir.
Kıyamam sana.
Ama nafile gizlice okulu kazanmıştım.
Anacığımın elini öptüm, hakkını helal etti.
Yeni okulumu arkadaşlarımı seviyordum. Başarılıydım.
Matematik öğretmenimiz senin de benim de adımız Mustafa dedi.
Gel bir de yanına Kemal adını koyalım. Bundan sona senin adın Mustafa Kemal olsun.
Ortaokuldan sonra, yatılı olarak Manastır Askeri Lisesine başladım. Manastır Makedonya'nın can damarıydı, sınır bölgesiydi.
Bulgar, Arnavut, Yunan çetelerinin cirit attığı bir yer. Etrafımda nelerin olup bittiğini anlamak istiyordum.
Sonra Ömer'le arkadaş olduk.
Tatil günleri istasyona gider, askerleri seyrederdik.
Oradan da Yonya'ya.(Yonya bir liman gazinosuydu)
Orada bir şeyler içer saatlerce tartışırdık.
Ali Fethi ile tanıştıktan sonra ufkum daha da genişledi.
O bana siyasetin ne olduğunu anlattı.
Jan Jak Ruse , Volterî, Mantesküi'yi anlattı.
| Volter , Rober Piyer ,1789 ihtilali , halk , ulus , özgürlük , gerçekler.
|Ve yaşamın sınırları. Kafam karmakarışıktı.
Gökte ay üşür
Dışarıda gece üşür
Düşmanca kol gezer bıçak sırtı bir ayaz
Mustafa Kemal üşümez
Düşünür.
Bir gün Ömer'le tren istasyonunda dervişlere rastlamıştık.
Ve garda da. bir sürü yabancı yolcu.
Dervişler, ellerinde sivri külahları
Bol cübbeleri kendilerinden geçmiş, bağırıp çağırıyorlardı.
Nara atıyorlar, kimileri de düşüp bayılıyorlardı.
Şöyle bir baktım. Utandım.
Gözlerimi kapadım. Cennetin anahtarını satan papazla, muska satan yobaz
Ve nara atıp kendinden geçen, sözüm ona dervişler.
İşte dedim kendi kendime.
Dünyayı bu hale sokan sizlersiniz.
Artık düşünüyordum, öğrenmek istiyordum.
Düşlerim beni aştıkça, yeniden öğrenmeliyim.
İçimdeki büyük aşkın ne olduğunu artık iyice anlıyordum.
Okul bitince...
İstanbul'a Harbiye'ye gidecektik düşlerimizi gerçekleştirmeye.
İnsanlığa aşıksın sen Sönmeyen tek ışıksın sen Kurtuluş ve özgürlüğe
Bir evrensel bekçisin sen
İstanbul
Daha ilk bakışta ortaçağı anımsattı bana
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu,
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi, karanlık basmadan evlerine koşuşan kadınlar
Asma çardakların gölgesinde
Günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç'in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret kalan Türk mahalleleri
Ve şaşkın değişmez sessizliğe uyuyorlardı.
Oysa Beyoğlu, Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar, mağazalar, tiyatrolar, müzikaller.
Bambaşka sosyal bir çevre.
Vergi vermeyenler sırtını kapitülasyonlara dayamış
Merkezi hükümete önem vermeksizin bir bambaşka İstanbul.
Osmanlıların üstündeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki
Sanki Türkler kendi vatanlarında esir
Yabancılar efendiydiler.
Düşman devletler Osmanlı Devletine Maddeten ve manen tecavüz halinde
Karar vermişler onu yok etmeye, bölüşmeye
Padişah ve halife olan kişi de
Düşünmüyor hayatını ve rahatını
Kurtarmaktan başka çare.
Artık Fransızca gazeteleri okuyabiliyordum.
Bazı kitaplar yasaktı. Bunları geceleri okurdum.
Namık Kemal’i, Volter, Robes Piyer'i şimdi daha iyi anlıyordum.
Önce Napolyon’a hayrandım.
Felsefi görüşlerim iyice şekillenince, ondan pek hoşlanmadım.
Demek ki devrimler karşı devrimleri getirebilirdi.
1789'un saflığı ve temizliği ve Napolyon'un emperyalizmi.
O gün arkadaşlarla bir komite kurduk.
El yazısıyla gazete çıkarmaya karar verdik.
Gazete sarayın kulağına gidince yakalandık.
Ama okul müdürü devrimci bir adamdı. Kurtulduk.
Belki de bir içgüdü.
Kurmay okulunun ilk sınıfında hepimizden bir araştırma, yazısı istemişti.
Araştırma yazısını okuyan öğretmenim gözlerime baktı.
Zaten dedi, senden de bu beklenir.
Araştırmanın adı:
Başkente karşı Anadolu isyan hareketlerinin Gerilla taktikleri.
Sonra yine yakalandık.
Bildiri dağıtıyorduk üstelik okul bitmiş daha yeni yüzbaşı olmuştum.
Tutuklu kaldığım süre içinde yazıyordum.
Şiir yazıyordum.
Devrim taslakları yazıyordum. Sonra kıta hizmeti adına İstanbul dışına sürüldüm, Şam’a
Yıl 1905
Mustafa Kemal şimdi yüzbaşı
Yıldızlar İçinde yıldız; yücelmiş daha başı
Dışarıda bıçak sırtı bir ayaz
Gökte yıldız ve ay üşür
Mustafa Kemal üşümez
Vatanını ve ulusunu düşünür
Peki dedim, öyle olsun. Bizde gider çölde bile yeni bir devlet kurarız.
Zamanla binlerce gerçeğin değil, tek bir gerçeğin olduğunu anladık.
Ne işimiz vardı Arabistan çöllerinde.
Hepimizi baskı altında toplamaya çalışan softaların, yobazların içinde, ne işimiz vardı.

(YEMEN TÜRKÜSÜ)

iyice anlamıştım ki ,
Müslüman olmayanların cennetin bütün nimetlerinden yararlandıkları,
Müslümanların ise cehennem azabı çektikleri bir yerdi.
Osmanlı İmparatorluğu.
Sende-de dünyalar devirenlerin
Ayakta tutmayan darbesi vardı;
Zamanı yakından çevirenlerin
Zincire (bilgi yelpazesi.net) vurulmaz hür sesi vardı
İhtilalin nasıl, neresinden başlamalıydı.
Vatandan uzak Arap illerinde...
Arkadaşlardan kopuk.
Makedonya'ya gitmeliydim.
Bu işin can damarı arada atıyordu.
Bir müddet sakin kalıp, Selanik’teki Genel Kurmaya atanmalıydım.
Ve atandım.
İhtilalin çekirdeği bazen de kendince oluşuyordu.
Kendini devrimci ihtilalci sayanlar vardı
Bir elinde kılıç, bir elinde din kitapları, devrim üzerine yemin ederler.
Değişmesi gereken bir düzen için, değişmeyecek kurallar üstüne yemin edebilir miydi?
Ama ihtilal kadrosu yavaş yavaş tamamlanıyordu.
Biz reformcu değildik,
Biz siyasal yapıyı değiştirmek istiyorduk
Egemenlik kavramını değiştirmek istiyorduk.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
Dinsel kuvvetler ise bunun tam tersiydi.
Kökten dinciler gücünü tartışmadan değil
Baskıdan, düşünce özgürlüğünden değil
Kayıtsız şartsız itaatten alıyorlardı.
Üstelik kör itaat
İnsan zekası ve uygar olabilmek
Evrenin sınırlarını çözmeye çalışmak,
Bilim teknik ve hür düşünce yerine kör itaat
Bizi bu hale sokan karanlık, cehalet değil miydi?
Yola çıkarken kavşak noktalarında düşüncelerimiz saydamlaşıyordu
Arkadaşların çoğu Müslümanlıktan din olarak değil
Siyasal bir güç olarak bahsediyorlardı
Yobazlar, gericiler, tutucular
Müslümanlığın yüz karasıydı.
Ve bu cehalet sürdükçe mahvolup gidecektik
Bazı arkadaşlar din yerine ırk kavramını uygun görüyorlardı.
Ama sis dağıldıkça çoğunlukta devrim çekirdeğinde anlaşıyorduk
Başlık kendi kendine çıkıyordu
TÜRK DEVRİMİ!
Hangi devrim tek başına yapılabilirdi.
Devrim kimin için yapılabilirdi
Üstelik başlayınca durmak dinlenmek yoktu artık
Esirler, mazlumlar için sende
En içli şairin bir kalbi vardı
Harise, zalime karşı çehrende
Bir korkunç devrimci gazabı vardı
Yanı başımızda bir ihtilal daha vardı.
Sovyet ihtilali.
Bu devrim hareketi daha başında bir Panslavizm hareketine dönüşüyordu.
Oysa
Uygarlık ister istemez evrensel boyutlara gidiyordu.
Artık uygarlık değil, dünya uygarlıklarının temelleri bize yakışırdı.
Siyasi görüşlerim asker kişiliğimle bağdaşamaz hale gelmişti.
Yavaş yavaş kızağa alınıyordum.
Önce Trablusgarb'a gönderdiler.
Kaybedilmiş bir cephenin yeniden kurtarılması için
Ama karşımda ümmetinden bile bıkmış
Şeyhler, aşiretler, kabileler, tarikatlar
Savaşmak için hiçbir nedeni olmayan
Kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış topluluklar
Trablus macerası ve Balkan Savaşı sonrası
Ömrümün çoğunun geçtiği Selanik bile elden çıkmıştı
İstanbul Hükümeti hayalperest insanların elindeydi
Acı ama gerçek bu
Uyarıyordum. Ama iktidar olma hırsı
Onlar için her şeyden öndeydi.
Bitsin bu gaflet uykusu
Padişahtan hayır yok artık bize
Geldi düşmanın önünde dize
Büyük savaşa az kalmıştı


(Aşağıdaki her madde ayrı bir öğrenciye verilerek oratoryo hazırlanır.)

    Atatürk diyor ki: “Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara gömmek istiyorlar.”Kara bulutlar   Türkiye’nin üzerinde dolaşıyor.Mondros Mütarekesi peşinden Sevr Antlaşması ve ateşkes.                 

    Böyle antlaşma olur mu? Yurt parça parça edilmiş, Anadolu insanı, kan ağlıyor.

    Memleketin asıl sahibi olan Türk halkı başsız, bölünmüş kuşku  içinde, bezgin haldedir.

    Kurtuluş ve bağımsızlık umutları ve çalışmaları bölgesel kalmakta birleşememektedir.              Memleketin batı ve güney bölgelerinde silahlı karşı koymalar başlamıştır; fakat sayıca çok ve silah bakımından üstün düşman kuvvetleri karşısında bu direnmeler kırılmaktadır.

    İşte, bu durumda Mustafa Kemal çıkıyor ortaya ve diyor ki: “Bir tek karar vardır, o da ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız bir Türk Devleti kurmak.”

    Yurdun çeşitli yerlerinde direnme hareketleri devam ediyor, düşmana kurşun sıkılıyor, vurulan yumruklar memleket kadar büyük, eline silahı alan memleket savunmasına katılıyor. Aralarında dayanışma yok, dağınıklık herkesi tedirgin ediyor. Anadolu sahipsiz, bir önder, bir kumandan bekliyor.

    İşte, Bandırma vapuru bu önderi, bu kumandanı getiriyor, Samsun’dan Kurtuluşa bir güneş doğuyor.

    Evet Mustafa Kemal bir karar veriyor. Verilen bu kararı ise şöyle açıklıyor. “Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması esastır.  Bu esas, ancak tam bir bağımsızlıkla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve ne kadar varlıklı olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan daha yüksek bir muameleye layık görülmez. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa ölmeyi tercih eder.”

    Böyle bir durum karşısında Samsun’da doğan güneşin yükselmesi, tüm ülkeyi aydınlatması, milli birlikle sağlanabilir.

On dokuz Mayısta Samsun ufkundan
Bir güneş yükseldi göklere doğru
Bir millet uyandı derin uykudan,
Koştu o parlayan güneşe doğru
Bu güneş hürriyetin müjdecisiydi
Mustafa Kemal’in ta kendisiydi

    İşte, hakiki kurtuluşu ölmekte bulan bu “Güneş”, Samsun’da doğarken “Ya İstiklal Ya Ölüm!” parolasıyla doğmuş, halkın kurtuluşa giden önderi olmuştur.

    Bu Güneş; Samsun’dan sonra, Amasya, Sivas, Erzurum ve oradan da yeni bir Türk devletinin kuruluş meşalesini yakmak için Ankara’da doğacaktır.

İşte on dokuz Mayıs
Vardık bir kapısına Anadolu’nun, önlerine Samsun’un.
Öyle büyüdü ki ağzımız,
Öyle acıktık ki,
Bize ekmek değil, dağ sunun
Tez Erzurum’a, Sivas’a, Ankara’ya...

    On dokuz Mayıs Atatürk’ün doğum günüdür. On dokuz Mayıs, kurtuluş güneşinin Samsun’da parladığı gündür. On dokuz Mayıs Türk Milletinin, kurtuluşa adımını attığı gündür. On dokuz Mayıs Türk Milletinin önderini bulduğu gündür.

    Bu önder vatanı düşmandan kurtardı. Yeni Türk Devletinin temellerini attı. Yeni Türk Devletini kurdu ve siz gençlere emanet etti. Emanet ederken de şöyle dedi:

    “Gençler!... Cesaretimizi pekiştiren, sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık ve uygarlığın, vatan sevgisinin en değerli sembolü olacaksınız.”

    Gençler vatan size emanet edilmiştir. Onu en iyi şekilde yüceltecek ve koruyacak sizlersiniz.
Read more