2014 aöf Amerikan Dış Politikası ders notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2014 aöf Amerikan Dış Politikası ders notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2014 AÖF Amerikan Dış Politikası 1. Ünite Ders Notları

1. Ünite – Uluslararası Sistemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 
ABD VE ULUSLARARASI SİSTEM 
Özellikle Realist Okul öğretisinin hâkim olduğu uluslararası ilişkiler çalışmalarında devletler 
genel olarak dört gruba ayrılır. Oldukça klasik yaklaşıma göre bunlar; küçük, orta, büyük ve 
süper güçler ya da devletlerdir. Bu gruplandırma, devletlerin uluslararası ilişkilerin 
oluşumuna katkısı veya uluslararası sisteme etkisi dikkate alınarak yapılır. 
Realist Okul: Uluslar arası ilişkilerin devlet merkezli, ulusal çıkar ve güç mücadelesi olduğunu 
iddia eden klasik uluslar arası ilişkiler ekolü. 
Uluslararası Sistem: Uluslararası aktörlerin belirli bir süreklilik, kural, istikrar ve düzen içinde 
geliştirdikleri karşılıklı etkileşimlerle oluşan ve kendine ait bir yapısı ve tipik süreçleri olan 
devletler ve devlet-dışı aktörler arası ilişkiler topluluğu 
Süpergüç: Süpergüç, uluslararası sistemin tamamına zarar verebilecek ve etkileyebilecek 
kadar büyük güç kaynaklarına sahip olan devlettir. Bir devletin süpergüç olabilmesi için diğer 
güç kaynakları yanında nükleer silah da sahip olması gerekir. Tüm dünya tarihi boyunca bu 
özelliğe sahip iki devlet olmuştur: ABD ve Sovyetler Birliği. 

ABD DIŞ POLİTİKASININ GÜÇ KAYNAKLARI 
ABD dış politikasının uluslararası sistemdeki performansında ve başarısında rol oynayan 
faktörleri iki gruba ayırabiliriz. Birincisi, ABD’nin sahip olduğu somut ve soyut güç 
kaynaklarıdır. İkincisi de ABD’nin geliştirdiği dış politika stratejileridir. Bu konuda çok geniş 
bir literatür mevcuttur. O kadar geniştir ki Uluslar arası İlişkiler disiplinini oluşturan 
kavramsal veya teorik tartışmaların birçoğu, aslında ABD’nin uluslararası sistemdeki 
konumundaki değişimlerden ve ABD dış politika stratejilerinden etkilenmiştir. 
Güç Kaynakları: Devletlerin dış politikalarında başarılı olmak için sahip oldukları soyut ve 
somut yeteneklerden oluşan varlıklarının tamamıdır. 
Dış Politika Stratejileri: Devletlerin dış politikalarında takip ettikleri uzun dönemli, planlı ve 
kapsamlı yol ve yöntemlerin toplamıdır. 
Uluslararası İlişkiler Disiplini: Uluslar arası ilişkiler çalışmalarının yapıldığı akademik bölüm 
ya da alan. 
ABD’nin Somut ve Soyut Güç Kaynakları 
ABD’nin somut güç kaynakları, sahip olduğu şu varlıkların toplamıdır: Toprak ya da ülke 
büyüklüğü, jeopolitik konumu, doğal kaynakları, nüfus büyüklüğü, ordusu, askerî silah 
donanımı, ekonomik üretimi, teknoloji gelişmişliği ve benzeri diğer somut yetenekleri. 
ABD’nin soyut güç kaynakları ise sahip olduğu değerler ve ilkeler toplamıdır. Bunlar arasında 
toplumsal kültürü ve dayanışması, federal (birleşik) devlet modeli, başkanlık sistemi, liberal 
değerleri ve dış politika stratejileri en önde gelen faktörlerdir. ABD’nin bu somut ve soyut güç 
kaynakları, bağımsızlığını kazandığı dönemden günümüze kadar devam eden süreçte, 
dünyadaki rakiplerine göre nispi bir üstünlüğe sahip olmuştur. 

ABD Dış Politika Stratejileri 
Dış Politika Stratejisini, devletlerin dış politikalarında kullandıkları uzun dönemli, planlı ve 
kapsamlı yol ve yöntemlerin toplamı şeklinde tanımlamıştık. Bu açıdan baktığımızda ABD dış 
politika stratejileri tarihsel perspektifte üçe ayrılabilir: Birincisi, uluslararası ilişkilerde 
Yalnızcılık olarak bilinen stratejidir. Buna göre ABD, dünyanın diğer bölgelerindeki, özellikle 
Avrupa’daki gelişmelerden zarar görmemek ve varlığını dış etkilerden uzak kalarak 
geliştirmek amacıyla kendini uluslararası sistemden izole etmiştir. Yalnızcılık stratejisinin 
kaynağı olarak en çok Monroe Doktrini bilinmekle birlikte, ABD tarihinin hemen hemen tüm 
dönemlerinde gündemde olmuştur. İkincisi, uluslararası ilişkilerde güç dengesi olarak da tarif 
edilen stratejidir. Buna göre ABD, başta Avrupa olmak üzere dünyadaki güç dengelerini 
dikkate alarak bazen güç dengesi oluşturarak bazen güç dengelerini etkileyerek bazen de güç 
dengelerini değiştirerek dış politika amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu amaçla 
ittifaklar kurmuş, uluslararası örgütlerin kuruluşuna ve işleyişine öncülük etmiş ve 
uluslararası sorunlara dâhil olmuştur. Üçüncü strateji, ABD’nin dünyaya açılması ve 
yerleşmesi amacıyla geliştirdiği angajman (engagement) stratejisidir. 

ABD’NİN KURULUŞU VE DÜNYAYA YAYILMASI 
Sömürgeden Bağımsızlığa ve Olgunlaşmaya 1776-1789: Genelde Amerika kıtasının modern 
dönemde ortaya çıkışında, özelde ABD’nin oluşum sürecinin temelinde sömürgeci Avrupa 
devletleri vardır. Bugünkü ABD, 13 İngiliz sömürgesinin İngiliz Krallığı’ndan bağımsızlık 
kazanması ve daha sonra da diğer Avrupalı devletlerin sömürgelerini ele geçirmesiyle 
genişleyerek ortaya çıkmıştır. 1492 yılında Christopher Columbus’un Avrupa’ya ve dünyaya 
tanıttığı kıta, izleyen iki yüzyıl içinde beş Avrupalı devlet tarafından sömürgeleştirilmiştir. 
ABD’nin köklerinde, 15.yüzyılda İspanya ve Portekiz’in, 17.yüzyılda Hollanda, Fransa ve 
İngiltere’nin bu coğrafyayı sömürgeleştirmesi ve bu sömürgelerin 18.yüzyıldan itibaren 
bağımsızlıklarını kazanması yatmaktadır. 
Sömürgeleşmenin nedenleri: Avrupa’dan Amerika’ya kolonileşmenin nedenleri arasında, 
dinî ve siyasi özgürlük arayışı, altın gibi doğal kaynaklara ulaşma, zengin ekonomik şartlara ve 
geniş topraklara sahip olma hedefleri vardır. 
Merkantilizm: 16- 18.yüzyıllarda Avrupa’da geçerli olan ekonomi politikası. Bu yüzyıllarda 
altın ve gümüş gibi değerli madenlerin ülkeye girişinin artırılması ve ülkeden çıkışının 
azaltması anlamına gelen Merkantilizm’in 20.yüzyıldaki karşılığı korumacılıktır. 
Amerika Kıtasında Yayılma ve İç Savaş 1790-1864 
ABD’nin kuruluşundan başlayarak, özellikle 1789 Anayasası sonrasında ABD dış politikasında 
idealizm-realizm tartışmaları başladı. Yani ABD dış politikası kendi değerlerini dünyaya 
yaymak için mi (idealizm için mi), yoksa reelpolitik çıkarlarını geliştirmek için mi (realizm için 
mi) çalışmalıdır? Bununla ilgili olarak bir başka tartışma, ABD dış politikası, öncelikle 
Avrupa’ya ama aynı zamanda genel olarak uluslararası sisteme ne kadar müdahil olmalıdır? 
Uluslararası sistemden izole/ yalnızcı mı olmalı, yoksa katılımcı ve şekillendirici mi olmalı? 
ABD değerlerini ve çıkarlarını gerçekleştirmek için uluslararası sistemi etkilemeye ve 
şekillendirmeye mi çalışmalı, yoksa uluslararası sistemin sorunlarından uzak kalıp kendi 
bölgesine mi yoğunlaşmalıdır? İzleyen dönemlerde ABD dış politikası bu parametreler 
etrafında gelişmiştir Amerikan Anayasası ile Fransız İhtilali’nin eş zamanlı olması, ABD ve 
Avrupa aydınlanmasının paralel geliştiğini ve birbiriyle etkileşim içinde olduğunu 
göstermektedir. Bu nedenle, ABD’nin gerek iç politikası gerekse dış politikası Avrupa’daki 
gelişmelerle karşılıklı etkileşim içinde gelişmiştir. ABD dış politikası, bir yandan Avrupa’daki 
gelişmelerden etkilenirken eş zamanlı olarak Latin Amerika, Akdeniz ve Pasifik ülkeleriyle 
ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. İzleyen dönemde ise ABD belirgin bir şekilde 
yalnızcılık stratejisi izlemiştir. Başkan Monroe döneminden (1817-1825) Birinci Dünya 
Savaşına (1917’ye) kadar devam eden bu uzun dönemde ABD, Avrupa’daki çatışmalardan ve 
denge mücadelelerinden uzak kalarak, kendi kıtasında ve Avrupa dışı bölgelerde 
genişlemiştir. Monroe Doktrini’nin esas amacı ABD’yi Avrupa’daki çatışmalara 
bulaştırmamak, diğer yandan Avrupalıların, Amerikalıların işlerine karışmamasını sağlamaktı. 
Bu dönemde Avrupa’da geçerli olan Avrupa Ahengi sisteminin (1815-1848) üyeleri, 
Avrupa’da istikrarı korumak amacıyla ülkelerin içişlerine müdahale edilmesi üzerine 
anlaşmıştı. ABD de bu tür bir müdahaleden kendini korumak istiyordu. 
ABD, sadece kendi içişlerine değil, komşuları olan ülkelere müdahale edilmesini de 
istemiyordu. ABD bu strateji sayesinde hızla topraklarını genişletmiş, Latin Amerika’daki 
etkinliğini artırmıştır. 13 koloni tarafından kurulan ABD, bu dönemden itibaren aşamalı bir 
şekilde yayılarak bugünkü 51 eyaleti kapsayan topraklara hâkim olmuştur. Bu genişlemenin 
yolları arasında işgal, ilhak, satın alma ve devir gibi yöntemler vardır. 

Dünyaya Yayılma Süreci- Amerikan Emperyalizmi 
1865-1914: ABD’nin iç savaş sonrasında teknoloji, askeriye, ekonomi, siyaset ve dış politika 
alanlarında elde ettiği gücün ilk yansıması, ABD’nin dünyanın uzak köşelerine doğru yayılması 
şeklinde ortaya çıktı. ABD’nin iç savaş sonrası yayılma sürecinin başlıca unsurları şunlardır: 
Daha fazla toprak kazanımları, dünyayla ticaretin genişlemesi, gunboat diplomasisi, deniz 
kuvvetlerinin okyanus ötesine açılması, bölgesel ve global etki alanları oluşturulması, 
Pasifik’te ve Orta Amerika’da işgal ve ilhaklar yapılması.İç savaş sonrası en büyük dış politika 
faaliyeti, toprak genişlemesiydi. ABD, 1867’de Alaska ve Midway Island’ı, 1875’de Samoa’nın 
bir kısmını işgal etti. 1860’ların sonunda Dominik Cumhuriyeti’ni ele geçirmeye çalıştı ama 
başaramadı, Orta Amerika’da kanal yapımı için girişimlerde bulundu. Yine bu dönemde ABD, 
Latin Amerika’da çıkarlarını genişletmek için askerî müdahaleler ve silahlı çatışmalar yaptı. 
Her ne kadar Amerikan yayılmacılığı konusunda Amerikan iç politikasında muhalifler ve farklı 
görüşler olsa da yayılmacılık durmadığı gibi daha da arttı. 1890 ABD-İspanya Savaşı ve 
sonuçları, ABD’yi Latin Amerika’da etkili güç hâline getirdi. Venezuella’da etkili olmak için 
İngiltere ile mücadele etti, Küba’da etkili olmak için İspanya’yı mağlup etti 

DÜNYA DÜZENİ KURMA ÇABALARI 
1914 yılına gelindiğinde ABD bir dünya gücü hâline gelmişti. ABD yayılmacılığı sadece askerî 
güce dayalı ve realist politika üzerinden değil, aynı zamanda ABD’nin savunduğu kurumlar, 
değerler ve Yeni Ulus iddiası üzerinden gerçekleştirmiştir. ABD’nin askerî ve ekonomik gücü 
ile savunduğu idealler/idealizm, ABD’nin dünyaya yayılmasında başrol oynayan faktörlerdir. 
Bunun en tipik örneği, ABD’nin Latin Amerika politikasında görülebilir. Zira ABD hem Latin 
Amerikalıları Avrupa’nın sömürgeciliğinden kurtaran koruyucu ‘özgürleştirici ülke’ imajı 
ortaya koymuş, hem de gerektiği durumlarda bu ülkelere askerî müdahale ve darbeler 
yapmaktan geri durmamıştır. Bu özellik, 20.yüzyılda diğer bölgelere ve özellikle Avrupa başta 
tüm uluslararası sisteme yansımış ya da yansıtılmaya çalışmıştır. 
Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında İdeal Düzen Arayışı: ABD, Birinci Dünya Savaşı 
başladığında yalnızcılık stratejisi uygulamaya devam ediyordu. Savaşın başında bu nedenle 
tarafsızlık ilan etti. Buna rağmen, aynen 19.yüzyılda olduğu gibi savaşan devletlerle ticaret 
yapmaya devam etti. Hem müttefiklerle (İngiltere ve Fransa) hem de Almanya ile ekonomik 
ilişkilerine ara vermedi. Ancak ABD’nin tarafsızlığı gerçek bir tarafsızlık değildi çünkü ABD’nin 
müttefiklerle ekonomik ve ticari ilişkileri hızla artarken (724 milyon dolardan 2.75 milyar 
dolara) Almanya ile hızla düştü (325 milyon dolardan 2 milyar dolara). Burada önemli bir 
nokta da şudur: ABD’nin müttefiklerle ticaretinin önemli bir bölümü silah, cephane ve askerî 
araçtan oluşuyordu. Ayrıca, ABD’nin müttefiklere verdiği kredi miktarı 2.3 milyar dolar iken 
Almanya’ya sadece 27 milyon dolardı ABD için savaşı kazanmaktan daha önemli hedef, savaş 
sonrasında barışı kurmaktı. Başkan Wilson, 8 Ocak 1918 tarihinde Kongre’de yaptığı 
konuşmada, ABD tarihinde ve hatta dünya tarihinde ilk defa görülen bir dizi ‘idealist’ öneriler 
ortaya attı. Uluslararası İlişkiler disiplininin oluşumuna da kaynaklık eden 14 maddeli Wilson 
İlkeleri’ni kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: 14 Amerikan Dış Politikası 

Wilson İlkeleri 
1. Barış Antlaşmaları açık ve şeffaf biçimde yapılmalı, gizli antlaşmalar imzalanmamalıdır. 
2. Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslararası 
kararla, uluslararası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar 
oluşturulabilir. 
3. Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir. 
4. Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun 
sağlanması için garantiler verilmelidir. 
5. Kolonileşme sona ermeli ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı 
(self-determination) verilmelidir. 
6. Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya 
kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkân verilmelidir. 
7. Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş önceki durum 
yeniden kurulmalıdır. 
8. Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de ilhak ettiği 
Alsace-Lorraine’i Fransa’ya geri vermelidir 
9. İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir. 
10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan arda kalan ülkelere, halkların kendi kaderini 
belirleme hakkı verilmelidir. 
11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkânı 
verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir. 
12. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk 
olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin 
ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır. 
13. Bağımsız bir Polonya kurulmalı ve Baltık Denizi’ne çıkışı olmalıdır. 
14. Büyük ve küçük, bütün devletlere siyasal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini 
karşılıklı olarak garanti altına almak imkânını sağlamak amacıyla uluslararası örgüt 
kurulmalıdır. 

1929 Büyük Ekonomik Buhranı: 1929 yılında ABD Wall Street borsasının çökmesi sonucu 
ABD şirketlerinin ve ekonomisinin üretim düşüşü yaşaması ve bunun etkilerinin tüm dünya 
ekonomisinde ortaya çıkardığı büyük kriz. 
Soğuk Savaş Dönemi: Sovyetlerle/Komünizmle Mücadele, Dünyaya Genişleme 
ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki görüş farklılıkları daha savaşın sonu gelmeden görülmeye 
başladı. Özellikle 1945 Şubat’ta Yalta Konferansı ve Ağustos’ta Potsdam Konferansı, ABD ile 
Sovyetler Birliği arasında Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın bölünmesi konusunda derin 
bir kriz yarattı. Sıcak savaş ittifakı bitmiş, yerine Soğuk Savaş gerginliği başlamıştı. 
Roosevelt’in savaş resmen bitmeden nisan ayında ölmesi ve ardından Başkan Yardımcısı 
Harry Truman’ın Başkan olması, ABD dış politikasında yeni bir dönemin başlamasına neden 
oldu. Başkan Truman, hem savaşın bitmesi açısından, ama daha önemlisi savaş sonrası 
dönemin oluşumu ve dünya tarihi bakımından çok önemli bir adım attı. 6 ve 9 Ağustos’ta, 
zaten mağlup olmuş olan Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine nükleer bomba attı. 
Tarihte ilk ve şimdiye kadar son defa kullanılan bu bombaların amacı, Pearl Harbor
saldırısının öcünü almak değil, Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermekti. ABD, nükleer silah 
gücünü göstererek Sovyetler Birliği’nin Avrupa’da ve dünyada yayılmacı bir politika izlemesini 
engellemeye ama aynı zamanda ABD’nin dünya siyasetindeki hegemonyasını kurmaya 
çalışıyordu. 

Soğuk Savaş Sonrası: Yeni Dünya ‘Düzeni’ Ütopyasından ‘Düzensizlik’ Gerçeğine 
1989-1990 yıllarında Doğu Bloku ülkelerinin bloktan ayrılmaları ve komünist rejimlerin 
devrilmesi, kutuplaşmayı sona erdirmiştir. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması, 
uluslararası sistemde ABD’yi tek süpergüç hâline getirmiştir. Bu başarı ya ve konumuna 
güvenen ABD, soğuk savaş sonrasının ilk başkanı olan George W.H.Bush’tan başlayarak 
uluslararası sistemde daha çok yayılmacı, müdahaleci ve dönüştürücü politikalar 
uygulamıştır. ABD’nin soğuk savaş sonrası politikasını iki alt döneme ayırmak gerekir. Birincisi 
1990’lı yıllar, ikincisi de ABD’ye terör saldırısının yapıldığı 11 Eylül 2001 ve sonrası dönemdir. 
1990’lı yıllarda ABD, yeni uluslararası sistemi tanımlamak amacıyla yeni bir kavram 
üretmiştir: Başkan Bush’un 1990-1991 yıllarında yoğunlukla kullandığı Yeni Dünya Düzeni 
kavramı. Bu kavramın benzerlerinin 20.yüzyıl başında Başkan Wilson tarafından, İkinci Dünya 
Savaşı’ndan sonra ise Roosevelt-Truman tarafından kullanıldığını görmüştük. Her büyük 
savaştan sonra yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışan ABD, bu kez de soğuk savaş sonrasında 
aynı şeyi yapmak istemiştir. 

11 Eylül 2001 ve Sonrası: Küresel İmparatorluk Projesi, ABD İmajının Çöküşü ve Obama’nın 
Tamir Çabaları 
Başkan Bush, 11 Eylül saldırıları sonrasında ‘küresel terörle savaş’ amacıyla yeni bir dış 
politika izledi. Bush, terörün doğduğu ülkelere karşı mücadele etmek istediğini açıkladı. Bu 
ülkeler, öncelikle 11 Eylül saldırılarını yaptığı iddia edilen El Kaide ve Taliban’ın bulunduğu 
Afganistan iken, ardından ‘şer üçgeni’ olarak isimlendirdiği Irak ve İran gibi Müslüman 
ülkeleri de içerdi. Daha da genel olarak, Bush Yönetimindeki ABD, Müslüman ülkelerin 
hemen hemen tamamını terör kaynağı olarak görüyor, hatta Samuel P. Huntington’un 
Medeniyetler Çatışması (1996) tezine uygun bir politika takip ediyordu. Bush, bu 
mücadelesine destek almak için tüm dünyaya “Ya bizimlesiniz ya da terörle” şeklinde çağrı 
yaptı. Dünyanın büyük bölümü ABD’ye yapılan terör saldırısına karşı olduğunu belirtmekle 
birlikte, Bush’un terörle mücadele yöntemine tam destek vermedi. BM Güvenlik Konseyi ve 
NATO gibi örgütler, ABD’ye yapılan saldırıyı kınadılar ve ABD’ye sempati gösterdiler. Ancak 
müttefiklerden bazıları ABD’nin ‘terörle savaş’ yöntemini eleştiriyorlardı. ABD, süper askerî 
gücünü kullanarak başta Orta Doğu olmak üzere tüm uluslar arası sistemde liderliğini ya da 
imparatorluğunu gerçekleştirmek istiyordu. ABD, Wilson’un belirttiği hukuk ve değerler gibi 
idealizm üzerine değil, tam tersine askerî güç ve emperyalizm üzerine oturan bir dünya 
düzeni kurma çabasındaydı. Bush ve Yeni Muhafazakârlar da demokrasi, özgürlük ve piyasa 
ekonomisi gibi değerlerin dünya çapında yaygınlaşması gerektiğini söylüyorlardı, yani aynen 
Wilson gibi idealleri savunuyorlardı. Ancak bu söylemleri eylemleriyle tutarlı değildi. Zira bu 
idealleri iş birliği, diyalog, kurallar ve diplomasi gibi barışçıyöntemler kullanarak veya 
Birleşmiş Milletler içinde uluslararası konsensüsle değil, ABD’nin tek yanlı ve saldırgan dış 
politika yöntemi ile sağlamaya çalışıyordu. Demokrasi ve özgürlük gibi değerleri güç ve 
zorbalıkla yaymaya çalışma iddiası,
Read more