özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Düzyazı Türleri ve Özellikleri Nelerdir? Konu Anlatımı, Ders Notları

Düzyazı (nesir), dil kurallarından başka hiçbir kurala bağlı olmayan, konuşma diline yakın olan doğal anlatım yoludur. Terim olarak önceleri düzyazı yerine inşâ, düz yazı yazarına münşî denirdi. Sonradan inşa nesir, münşi nâsir oldu. Günümüzde nesir yerine düzyazı, hatta yalnızca yazı ve nâsir yerine yazar terimleri kullanılmaktadır.   Yazı öncesi dönemden yakın çağlara kadar düzyazı sanat sayılmadığı için ve anlatılanları hatırda tutmak güç olduğu için, düzyazı ile sanat eseri üretilmemiştir. En eski düzyazı kalıntıları olan atasözlerinin iç uyaklı, aliterasyonlu yapısı, onların ilk ortaya çıktığı dönemlerde de şiir olabileceğini düşündürmektedir. Düzyazı bügünkü işlekleğini matbaaya borçludur. Matbaa bulununca, bütün yazılar basılarak çoğaltılmaya başlandı. Bilgiler daha çok insana ulaştı. Bu da insanlara hoşa gideni, öğrenilmesi gerekeni ezberlemek yerine, el altında bulundurularak gerektiğinde yararlanmak kolaylığı sağladı. Okuyucu kitlesinde artış oldu. Bellekler ezberleme işinden ve ezber yükünden kurtulunca, asıl işlevi olan düşünme işlevini yaptı ve düşünce üretmeye başladı. Üretilen düşünceler yazılıp yayınlanarak, eser sayısı arttı. Yazılanlar tartışmalara yol açtı; tartışmalar, bilimsel doğruların çoğalmasını sağladı.
Read more

9.Sınıf Edebiyat Sorular Ve Cevapları Sayfa 94-99 Fırat Yayıncılık


1. Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinleri Tanıma ve Gruplandırma
(Masal ve Destandan, Hikâye ve Romana; Karagöz ve Seyirlik Oyunlardan Modern Tiyatro Metinlerine)
HAZIRLIK
1. Sınıfınıza getirdiğiniz metinleri okuyunuz. Okuduğunuz metinlerin birbirine benzeyen ve birbirinden farklı olan yönleri nelerdir? Belirleyiniz.
1.
2. Sınıfınıza getirdiğiniz Karagöz ve tiyatro metnini canlandırınız. Bu metinleri okurken ve canlandırırken yaptığınız etkinliklerde bir farklılık sezdiniz mi? Anlatınız.
2.
ÇÖZÜMLEME / İNCELEME
1. metin
BALIKÇI
GÜZELİ
1. Metindeki olay nedir? Belirtiniz.
1.
  • Güzel olan balıkçının oğlunun mektepte okumaması
  • Babasının yanında balık satmaya başlaması
  • Sarayın önünde balık satarken saraydaki hanımın bunu görüp onunla evlenmek istemesi
  • Hanımın balık aldıktan sonra fazlaca altın vermesi ve balıkçının babasının bu durumdan rahatsız olması
  • Padişah kızının oğlana onunla evlenmek istemesini dile getirmesi ve oğlanın bir gün balıkçı olduğumu hatırlar ve başıma kalkarsın diye cevap vermesi
  • Padişah kızının bu duruma itiraz etmesi
  • Padişah kızının balıkçının oğlunun başına kakması
  • Balıkçının oğlunun konuşmaması ve Mısır’a gitmesi
  • Kızın da arkasında gitmesi
  • Mısır padişahının padişah kızının idam ettirmesi
  • Oğlanın inadından dönüp padişah kızıyla beraber tekrar dönmesi

2. a. Metindeki olay nerede ve hangi zamanda geçmektedir? Metindeki olayın geçtiği yeri ve yaşandığı zamanı belirtmede zorlandınız mı? Neden?
a. Metinde yaşanan zamanı belirtmekte elbette zorlanmaktayız. Masallarda mekan ve zaman belirtilmez.

b. Olay çevresinde oluşan metinlerde olay veya olay örgüsü bulunmalı mıdır? Niçin?
b. Bu tarz metinlerde en önemli unsur olaydır ve mutlaka bulunması gerekmektedir.

3. Balıkçı ve sultanın hangi ülkenin insanları olduğunu metinden öğrenebiliyor musunuz? Neden?
3. Nerde olduğunu bilemeyiz ama sultanın sadece Mısır’a gittiğini bilebilmekteyiz.

4. Metindeki olağanüstü olaylar nelerdir?
4. Sultanın kocasının balıkçı olduğunu başına kakınca balıkçı kocasının konuşma yeteneğini kaybetmesi
Geminin direğinin som altından olması ve yelkenlerinin atlastan ( ipekten) olması.

2. metin
MALÇI MERGEN

5. “Malçı Mergen” adlı metinde ve özette adı geçen yerleri haritadan gösterebilir misiniz? Neden?
5. Gösteremeyiz. Sanatsal metin oldukları için kurmaca metinlerdir.

6. “Malçı Mergen” adlı gerçeğe uymayan hangi olayları, durumları öğrendiniz?
6. Sıçanın otları yemesiyle eski halinden on kat daha iyi olması,
Malçı’nın da aynı ottan şifa bulması…
Altı kulaklı aygırın varlığı…
Atın sihirli olması ve konuşması ,
Atın Malçı’ya ad vermesi, kendi adını da değiştirmesi,
Malçı’nın şarkı söylemesiyle kurumuş yerlerin yapraklanması , ağaçların yapraklanmaya başlaması

7. Malçı’nın ve atının yetenekleri doğal bir durum mudur? Neden?
7. Yine aynı şekilde normal değildir, kurmaca gerçekliktir.

3. metin
O EN GÜZEL SEVGİ
8. İncelediğiniz metinlerin hangisinde tasvirlere yer verilmiştir? Metinlerden örneklerle soruyu cevaplandırınız.
8. Balıkçı Güzeli : “Bunun çok güzel, civan gibi bir oğlu varmış.”
Malçı Mergen : “ Ak ormanlık dağın koltuğunda , yer altı suyunun kenarında , sayılamayacak kadar mal besleyen dağ gibi serveti besleyen altı köşeli keçe evinde Aybıçı adlı bay yaşarmış…”
O en güzel sevgi : “Kırmızı ışıklı reklam yazıları ya da THY’nin o kocaman beyazlı , açık mavili reklamı bu sis içinde çok kötü gözüküyordu…”

9. Her üç metni, cümlelerinin yüklemleri açısından inceleyiniz. Cümlelerin hangi zaman kipleriyle bitirildiğini belirleyiniz. Edebî türlere göre cümlelerin zaman kipleri değişiyor mu? Belirtiniz.
9. Geçmiş zaman ekiyle kullanılmışlardır. Fakat anlatılan metinlere göre değişmektedir. Balıkçı güzelinde öğrenilen geçmiş zaman, Malçı Mergen’de öğrenilen geçmiş zaman, O en güzel sevgi metninde ise görülen geçmiş zaman kullanılmıştır.



4. metin
KARAGÖZ OYUNU
10. Bu bölümde incelediğiniz metinlerin benzer ve farklı yönleri nelerdir? Anlatmaya bağlı edebî metinlerin hangi türleri içinde yer alırlar? Açıklayınız.
10. Bu bölümde ele alınan metinlerin ortak özelliği olay çevresinde gelişen edebi metin olmaları ve olay, yer, zaman, kişi ve etrafında oluşmalarıdır. Farklılıkları ise diğer 3 metin anlatmaya bağlı metinken Karagöz Oyunu metni göstermeye bağlı edebi metin olmasıdır.

11. “Karagöz Oyunu” adlı metindeki olayın kişileri kimlerdir? Bu metinde niçin karşılıklı konuşmaya yer verilmiştir? İncelediğiniz diğer metinlerde karşılıklı konuşma verilemez miydi? Görüşlerinizi belirtiniz.
11. Karagöz ve Hacivat kişileridir. Göstermeye bağlı metin olduğu içindir. Çünkü burada diyaloglar önemlidir. Karışıklık olabilirdi.

5. metin
AH ŞU GENÇLER
12. İncelediğiniz metinlerden hangileri sahnede canlandırılabilir? Bu metinlerin hangisinde yay ayraç içinde açıklamalar vardır? Bu açıklamalar niçin verilmiştir?
12. Canlandırılabilir. Ayraç içindeki yerler okuyucuya kişilerin neler yaptığını tasvir eden bölümlerdir. Hikaye ve romandaki betimlemelerin işlevini yapar.

13. İncelediğiniz tiyatro metinlerini diğer üç metinden ayıran dil ve ifade farklılıklarını belirtiniz.
13. Diğer metinlerde anlatım ve ifadeler zihinde canlandırmaya yani tasvir yeteneğine uygunken tiyatro metni göstermeye uygundur. Birinde duygu ve düşünceleri ifade etmek gerekirken tiyatroda o duygu ve düşünceleri sahnede canlandırmaya uygundur.

14. “Ah Şu Gençler” adlı metindeki olay kaç kişi arasında geçmektedir? Karagöz metninde olayı niçin sadece iki kişi yaşamaktadır?
14. “Ah Şu Gençler” altı kişi arasında geçmektedir. Karagöz metninde ise olay örgüsü iki kişi arasında meydana geldiği için iki kişidir.

15. “Karagöz” metni ile “Ah Şu Gençler” metni arasında gördüğünüz farklılık ve benzerlikleri aşağıya yazınız. Bu metinlerin türü nedir? Bu metinler hangi sahne sanatında kullanılabilir? Belirtiniz.
Farklılıklar Benzerlikler
Sahneleri farklıdır. Göstermeye bağlı metindir
Karakterleri farklıdır Olay, yer, zaman, kişi vardır.
Karagöz doğaçlama, Ah Şu Gençler yazılı metne dayanır.

14. Hazırlık bölümünde yaptığınız araştırmayı da kullanarak aşağıdaki tabloyu tamamlayınız.
TİYATRO TÜRLERİ
Geleneksel Tiyatro Türleri Modern Tiyatro Türleri
Karagöz Trajedi
Orta Oyunu Komedi
Meddah Dram
Köy Seyirlik Oyunu
     

ANLAMA – YORUMLAMA
1. “Balıkçı Güzeli” ve “Malçı Mergen” adlı metinlerde kullanılan unvanları aşağıya yazınız.Bu unvanlar günümüzde de kullanılıyor mu? Bu unvanlar metinlerde niçin kullanılmıştır?
1. Padişah, Sultan, Bay, Kağan , Hanım gibi unvanlar kullanılır ve bunlar kişileri özellikleriyle daha iyi tanıtmak için kullanılır.

2. “Balıkçı Güzeli”, “Malçı Mergen” ve “O En Güzel Sevgi” adlı metinlerdeki olaylar geçmiş zaman kipleriyle verilmiş. Siz bir olayı görseydiniz ya da duysaydınız hangi zaman kipiyle anlatırdınız?
2. Gördüğüm olay ise görülen geçmiş zaman (-di), duyduğum bir olay ise öğrenilen geçmiş zaman (-miş) olarak kullanırdım.

3. Okuduğunuz ilk üç metnin hangisinde günümüzde görebileceğiniz bir manzara betimlenmektedir?
3. O En Güzel Sevgi, günümüze yakındır.

4. Aranızdan, Karagöz ve Hacivat’ı canlandıracak iki arkadaşınızı seçiniz. Arkadaşlarınız, okuduğunuz metni canlandırsınlar. Metni okuduğunuzda mı yoksa canlandırılan oyunu seyrettiğinizde mi daha çok zevk aldınız? Neden?
4.

5. “Karagöz ve Hacivat” adlı metindeki “Hacivat” mı yoksa “Ah Şu Gençler” adlı metindeki “delikanlı” mı daha cahildir? Nedenleriyle açıklayınız.
5.

6. İncelediğiniz metinlerin özelliklerinden yola çıkarak anlatmaya bağlı edebî metinlerin hangi edebî türleri oluşturduğunu adlarını belirterek sıralayınız.
6. Anlatmaya Bağlı Edebi Metinler: Masal, Destan, Halk hikayesi, Mesnevi, Manzum hikaye, Hikaye , Roman, Fabl,
gibi türlerdir.

DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdaki cümleleri, bu bölümde öğrendiğiniz bilgilere göre tamamlayınız.
a. Olay çevresinde oluşan EDEBİ metinler ANLATMAYA ve GÖSTERMEYE bağlı metinler olarak iki grupta incelenir.
b. Anlatmaya bağlı edebî metinler; masal, DESTAN, halk HİKAYESİ, hikâye ve ROMAN .
c. Göstermeye bağlı METİNLERTİYATRO türlerini oluşturur.
ç. Geleneksel Türk tiyatrosu karagöz oyunu, KÖY seyirlik OYUNU gibi dallara ayrılır.
d. Tiyatro SAHNE sanatlarının bir dalıdır.

2. Anlatma ve gösterme sırasında dilde ve anlatılanların ifadesinde nasıl bir değişiklik olur?
2. Anlatmaya bağlı metinlerde tasvirleri daha ayrıntılı yapmalısınız. Göstermeye bağlı metinlerde ise o duygu ve düşünceleri sahnelenecek şekilde ortaya koymanız gerekir.

3. Aşağıdakilerden hangisi olay çevresinde oluşan edebî metinlerdendir?
A. Makale
B. Şiir
C. Deneme
D. Manzume
E. Gezi yazısı
CEVAP:D

4. Tiyatroda oyuncular, metni yazıldığı gibi canlandırmak zorunda mıdırlar? Niçin?
4. Hayır. Genelde yönetmen ve oyuncuların metinden çıkardıklarına göre değişir. Mesela herkes Hamlet eserini sahneye koymuştur ama herkes farklı şekilde aktarır.

5. Anlatmaya bağlı her metinde bir olay olmalı mıdır? Neden?
5. Kesinlikle olmalıdır. Çünkü olay çevresinde gelişen metinlerdir.

kaynak:http://edebiyatogretmeniyiz.com
Read more

9.Sınıf Edebiyat Sorular ve Cevapları Sayfa 105-112 Fırat Yayıncılık


Anlatmaya Bağlı Edebî Metinleri İnceleme Yöntemi
3. metin
AKSOYLU TİMSAHA KARŞI
Aisopos (Ezop)

4. metin
KOCA DUHA OĞLU DELİ DUMRUL’UN HİKÂYESİ
Anonim

b. “Aksoylu Timsaha Karşı” ve “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” adlı metinlerin ortak yönlerini aşağıya yazınız.
b. Olağanüstü özellikler vardır.
İnsan dışındaki varlıklar eserlerde kişi olarak kullanılmıştır.
Olay örgüsü, yer, zaman ve kişi unsurundan oluşmuştur.
Edebi metin özellikleri gösterirler.
Kullanılan kelimeler mecaz ve yan anlamlıdır.
Bir anlatıcısı vardır.

c. Bu metinlerin anlam ve birimlerini belirleyiniz. Anlam birimlerini belirlerken olay, kişi, mekân unsurlarının metinde nasıl kullanıldıklarından hareket ediniz.
c. Kişi, mekan ve zaman unsurları birleşerek metin olay örgüsünü oluşturmuştur.

ç. Bu metinlerin anlam birimlerini belirlerken metnin hangi unsurlarının bir arada bulunması gerektiğini belirtiniz.
Ç. Olay örgüsü, yer, zaman, kişi…

d. Metnin anlam birimleri arasında nasıl bir ilişki vardır? Belirtiniz.
d. Bu anlam birimleri arasında en önemlisi olay örgüsüdür. Zaten bu metinlerin diğer ismi olay çevresinde gelişen edebi metinlerdir. Olay örgüsü;  yer, zaman ve kişinin birleşiminde oluşur.

e. Bu metinlerin olaylarını tespit edip metinlerin kaçar olay içerdiğini belirtiniz.
e. Birden fazla iç içe geçmiş durumdadır.

7. “Adaya Vapur” adlı metni okuyunuz. Metnin kenarlarında boş bırakılan yerlere paragraflardaki olayları yazınız.
7.İstanbul’da Adalara giden bir adamın vapur içindeki düştüğü durumu anlatır. Memur olmaya giden roman kahramanımız gittiği yerde nerde kalacağınız ve neler yapacağınız düşünürken bir güzel kız gelir ve ona gemini Adalar’a gidip gitmediğini sorar. O da bilemez, kızarır, utanır ve gemideki diğer insanlar komik duruma düşer.

8. Sınıfınızda dört gruba ayrılınız. “Adaya Vapur” metnindeki olayların nedenini ve bu olayların sonucunu bularak olay örgüsünü çıkarınız ve şemalaştırınız. Grup sözcüleri, gruplarının hazırladığı olay örgüsü şemasını tahtaya çizsin. Çizilen şemalardaki benzerlik ve farklılıkları bulunuz.
8.
  • Çocuğun memur olarak atanması
  • Gemiyle Adalar’a gitmesi
  • Yol boyunca nerde kalacağını  ve akrabalarıyla ilgili durumları düşünmesi
  • Kendisini bekleyen bütün belirsizliklere rağmen neşesini ve mutluluğunu koruması
  • Şehirli güzel bir kızın buna bu gemi Adalar’a gidiyor mu diye soru sorması
  • Cevap veremeyen kahramanımız utanması ve komik duruma düşmesi

9. “Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” ve “Adaya Vapur” adlı metinlerin yazarları gördükleri, duydukları vb. olayları konu olarak işlerken ne gibi değişikliklerle vermişlerdir? Metinlerden örneklerle açıklayınız.
9. “Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” ve “Adaya Vapur” yazarlar kendi hayatlarında gördükleri konuları eserlerine alırlarken olduğu gibi anlatmazlar. Onları kendi içlerinde değiştirerek kurgulayarak anlatırlar. Olduğu gibi anlatmak bilimsel ya da öğretici metinlerin  işi olarak göze çarpar. Ama yazarlar kurmaca gerçekliği kullanmak zorundadır.

10. “Adaya Vapur” adlı metindeki karşılaşma yaşanmamış olsaydı hikâyenin sonu aynı şekilde mi biterdi? Yazar kendi istediği gibi bir son oluşturabilmek için mi olay örgüsünü böyle düzenlemiştir? Tartışınız. Tartışmanız sonucunda hikâyelerde olay örgüsünün hangi amaçla düzenlendiğini belirtiniz.
10. Aynı şekilde yaşanmazdı. Çünkü yazar olayın sonucu bu karşılaşmaya bağlamıştır. Buna göre düzenlenmiştir. Hikayedeki olayların düzenlenme elbette ki bir şeyler öğretmek değil, olayları, durumları ve düşünceleri anlatıp estetik zevk vermek için yazılmıştır.

11. “Aksoylu Timsaha Karşı” adlı metinde olduğu gibi tilki ve timsahın soylarıyla, geçmişleriyle övünmeleri mümkün müdür? Bu metinde yazar, insanlarla ilgili hayal, tasarı ve izlenimlerini nasıl dile getirmiştir? İnsana özgü gerçekliğin bu metinde verilirken değiştirilip değiştirilmediğini tartışınız. Tartışmanız sonucu oluşan fikri tahtaya yazınız.
11.Mümkün değildir. Anlatılmak istenenin hayvanlar üzerinden alegori yapmıştır. İnsana özgü gerçeklik kişileştirme yoluyla ele alınmıştır.

12. “Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” ve “Adaya Vapur” adlı metinlerdeki olayların benzeri olaylar çevrenizde yaşanıyor mu? Bu olayları yaşayan insanlara benzer kişiler çevrenizde yaşıyor mu? Normal hayatta yaşanan gerçeklikle edebî metinlerde anlatılan gerçekliğin benzerlik ve farklılıklarını aşağıya yazınız.
12. “Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi”  metinlerinde olay çevremizde rastlanmazken “Adaya Vapur” metnindeki olayın benzerine çevremizde rastlayabiliriz. Adaya Vapur metnindeki kişilere  var ama diğerlerini göremeyiz. Normal hayatın gerçekliği ile edebi metinlerin gerçekliği aynı olmaz. Normal hayattaki gerçeklik net ve nesnelken edebi metinlerdeki gerçeklik kurmaca olup göreceli yani özneldir. Yoruma açıktır.

13. Aşağıdaki tipler, “Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” ve “Adaya Vapur” adlı metinlerin hangisinde vardır? Karşısına yazınız.
13.
Yalan söyleyen, övünen : Aksoylu Timsaha Karşı
Dobra konuşan : Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi
Sonunu hesaplamadan konuşan, cahil : Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi
Geleceğe ilişkin hayalleri olan ama bazı insanlar yüzünden hayallerinden vazgeçen : Adaya Vapur

14. “Adaya Vapur” adlı metindeki gencin arkadaşı, olayların içinde hangi özelliğiyle yer almıştır? Buna göre “arkadaş”a tip mi karakter mi diyebilirsiniz? Nedenleriyle açıklayınız.
14. Olayların akışına yardımcı olmak amacıyla figüratif kadro olarak yer almaktadır. Burada arkadaş tip’tir. Çünkü bütün özelliği ile benzer nitelikteki insanlara tip denir. Yani buradaki insana benzer çok sayıda kişiyi görebilmekteyiz.

15. Aşağıdaki metinlerdeki olayların geçtiği mekânları aşağıya yazınız.
15.
Aksoylu Timsaha Karşı : Su boyunda
Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi : Kuru bir çay  üzeri, ev gibi mekanlar…
Adaya Vapur :Gemi

Yazdığınız bu mekânların hangisini haritadan gösterebilirsiniz? Bu mekân metinde ayrıntılı olarak anlatılmış mıdır? Mekân bir binada mı, bir sokakta mıdır? Ayrıntılı olarak tasvir edilmiş midir? Niçin?
“Aksoylu Timsaha Karşı”, “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi”ndeki yerleri gösteremeyiz ama Adaya Vapur metninde izah edilen gösterebiliriz. Yine Adaya Vapur metninde ayrıntılı olarak anlatılmışken bu mekanlar diğer iki mekan tasvirler çok verilmemiş. (Olayların nerde geçtiği sorusuna yukarıda cevap verilmiştir.)

16. “Aksoylu Timsaha Karşı” adlı metindeki tilki ile timsahın su boyunda buluştuğu ve ikinci metindeki Deli Dumrul’un çayın üstüne köprü yaptırdığı zamanı gün, ay ve yıl olarak belirtiniz. Metinlerdeki zaman gerçek yaşamdaki zaman gibi niçin tarihe, saate dayanmıyor? Görüşlerinizi belirtiniz.
16. Hangi zaman diliminde olduğunu bilemiyoruz. Zaman kavramları saat, tarih olarak verilmemiştir.

17. “Koca Duha Oğlu Deli Dumrul’un Hikâyesi” adlı metnin kişileri, zamanı ve mekânı hakkındaki düşüncelerinizi yazılı olarak anlatınız, yazdığınız metni sınıfta okuyunuz.
17. Deli Dumrul, hikayenin gerçek kahramanıdır ve bütün olaylar onun etrafında şekillenir. Diğer karakterler ise asıl kahramanımıza yardımcı niteliğe sahip kişilerdir. Mekan kuru bir çayın üzerinde ve evde geçmektedir. Zaman ise net olarak bilinmemektedir.

18. “Adaya Vapur” adlı metindeki memur ile bir gündüz vakti İstanbul arasında bir bütünlük var mıdır? “Aksoylu Timsaha Karşı” adlı metindeki tilki niçin memur olma hayali kuramıyor? Açıklayınız.
18. Aksoylu Timsaha Karşı metnindeki insana ait gerçeklik insan dışındaki varlıklarla ifade edildiği için onlar memur olma hayali kuramazlar. Adaya Vapur metnindeki kişilerse günümüzdeki insanlarla uyum sağlamaktadır.

19. Aşağıdaki şemayı “Adaya Vapur” adlı metne göre doldurunuz.
OlayMemur olma hayali bir gencin birilerinin yapmış olduğu davranışlar yüzünden hayallarin vaz geçip vaz geçmeme durumunda bir gencin hikayesi
Kişi / KişilerGenç, güzel kız, teyze, vapurdaki diğer insanlar, gencin arkadaşı
ZamanYaz mevsimi
Mekânİstanbul , Adalar, Gemi ,Sirkeci

Şemaya yazdığınız ögeler olmasaydı hikâyedeki iletide ne gibi eksiklikler olurdu? Açıklayınız.
Kişi, yer, zaman birleşip olay örgüsünü meydan getirir. Bu üç özellikten bir eksik olursa olay örgüsü eksik kalır ve üç özellikten biri değişirse  olay örgüsü de kendiliğinden değişir.
Read more

İslamiyet Öncesi ve Sonrası Türk Edebiyat Tarihi, Destanlar


TÜRK EDEBİYATI TARİHİ
Türk edebiyatı tarihi, Türklerin kültür değişimlerine göre üç ana grupta incelenir:

İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı
İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı
Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı
Elbette bu üç grubu kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü İslam etkisine girince eski edebiyat tamamen yok olmadığı gibi Batı etkisine girince de İslami edebiyat bitmemiştir. Ancak genel tercihin değişmesi, bu ayrımı ortaya koyar.
Bu ana grubun içinde de değişik anlayışların oluşturduğu ayrılmalar görülür. Bunları bir şema halinde gösterelim.


Şimdi bu dönemleri ayrıntılarıyla görelim;
İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI
Tarihin karanlık devirlerinden, İslamiyetin kabul edildiği 8. – 10. yüzyıla kadar sürer . Bu edebiyatı kendi içinde iki gruba ayırabiliriz.
1. Sözlü Edebiyat
Henüz yazı yokken , Türk toplumlarında ozan denen saz şairleri bulunurdu. Bunlar, dini törenlerde ve bütün sosyal etkinliklerde şiir söyler, destan okurlardı. Böylece dilden dile dolaşan bir şiir geleneği oluşmuş, tarih boyunca tüm kültür değişmelerine rağmen yok olmayan bu gelenek günümüze kadar sürmüştür.
Bu edebiyatın genel özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz:
• Asıl ürününü doğal destanlar dediğimiz tür oluşturur.
• Sığır (av törenleri), şölen (dini ayinler), yuğ (ölen kişinin ardından yapılan törenler) adı verilen toplantılardan doğmuştur.
• Ozan, baksı, kam denen kişilerce, saz eşliğinde söylenir.
• Şiirlerde hece ölçüsü kullanılmış, bunların yedili sekizli ve on ikili olanları tercih edilmiştir.
• Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır.
• Daha çok yarım kafiye ve redif kullanılmıştır. Bazı şiirlerde kafiye, dize başlarında görülmekle birlikte, sonlarda kullanılması daha yaygındır.
• Nazım şekli olarak, sav, sagu ve koşuklar görülür. Sav, atasözü özelliği gösteren şiirlerdir. Şiir şeklinde olmayan savlar da vardır. Sagu ölen kişinin ardından söylenen ağıtlardır. Koşuk; aşk, hasret, doğa güzelliği hakkındaki şiirlerdir.
• Dil yabancı tesirlerden uzak, saf bir Türkçedir./span>
Sözlü edebiyatın en önemli kaynağı destanlardır. Dünya edebiyatları içinde destanlar yönüyle en zengin edebiyat Türk edebiyatıdır. Diğer milletlerin bir veya iki destanı varken Türklerin bunlardan kat kat fazla destanı vardır.
Destan, milletin hayatını derinden etkileyen büyük savaşlar, göçler, istilalar sonucunda oluşur. Eğer tarihin karanlık devirlerinde, halk arasında oluşmuş ve sonradan bir şair ya da yazar tarafından yazıya geçirilmişse doğal destan adını alır. Millet hayatında önemi olan bir olayı bir şair ya da yazar kendisi destanlaştırmışsa buna da yapma destan denir.
Elbette bir milletin tarih zenginliğini doğal destanlar ortaya koyar. Bu yönüyle Türk destanları bir hayli önemlidir.
Türk destanları iki gruba ayrılır: İslamiyetten önceki destanlar ve İslamiyetten sonraki destanlar.

İslamiyetten Önceki Destanlar
Alp Er Tunga Destanı
M.Ö. VII. asırda Türk – İran savaşlarında ün kazanmış, İran ordularını defalarca mağlup etmiş bir Türk hükümdarını anlatır. Daha sonra İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür. Onun İran destanındaki adı Afrasyab’dır. Alp Er Tunga’nın ölümünde söylenmiş bir sagu Divan-ı Lügat’it Türk’te bulunmuştur. Ancak bununla ilgili asıl bilgi Şehname adlı İran destanında vardır.
Şu Destanı
Şu adındaki bir hükümdarın Büyük İskender’in Türk illerine yürüyüşü sırasında onunla yaptığı savaşları anlatır. Sonunda Şu, İskender’le anlaşır ve Balasagun yöresine yerleşir. Bazı Türk boylarının adlarının nereden geldiğinin izahı yönüyle önemlidir. Eski Saka devletinde hükümdarlara Şu adı verilmesi dolayısıyla, bu destan Saka destanı olarak da bilinir.
Hun – Oğuz Destanları
Eski Türk devletlerinden tarihini en iyi bildiğimiz büyük devlet Hunlardır. İki destanları vardır. Doğu Hunları temsil eden Oğuz Kağan ve Batı Hunları temsil eden Attila destanlarıdır.
Oğuz Kağan Destanı
Oğuz Kağan adlı bir hükümdarın savaşlarının anlatıldığı en önemli Türk destanlarındandır. M.Ö. II. asırda doğmuştur. Birçok değişikliğe uğramış, birçok katkılarla değişmiştir. Destanda Türklerin bazı boylarının isimlerinin nereden geldiği anlatılır. Oğuz Kağan’ın halkına değişik hedefler göstermesi de dikkate değer bir husustur.
Attila Destanı
Batı Hun Hükümdarı Attila’nın fetihleri etrafında oluşmuştur. M.S. V. asırda Avrupa’ya korkulu yıllar yaşatan Attila, Rusya’dan Fransa’ya kadar bütün Avrupa’yı almış, Roma’ya kadar uzanmıştır. Evlendiği gece çok içtiğinden burun kanamasıyla ölmüştür. Destanda onun ölümüyle ilgili söylenen ağıtta bir ölüm feryadı değil, kahramanlıklar anlatılmıştır.
Gök – Türk Destanları
Tarihte kurdukları devlete Türk adını veren ilk Türkler; Gök-Türkler’dir. M.S. V. asırdan VIII. asra kadar Ortaasya’yı ellerinde tutmuşlardır. Gök-Türklerin devlet kurmadan önceki yaşayış ve inançlarını anlatan iki destanları vardır: Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı.
Bozkurt Destanı
Destanın esası yok olma felaketine uğrayan Gök-Türk soyunun yeniden dirilip çoğalmasında bir Bozkurt’un Anne Kurt olarak etkili olmasıdır.
Ergenekon Destanı
Düşmanları tarafından yenilen Türkler, yok olma aşamasına gelmişti. Düşmanın elinden kaçabilen iki aile, yolu izi olmayan Ergenekon’a gelmiş orada dört yüz yıl büyüyüp çoğalmış ve demir dağı eritip Ergenekon’dan çıkmışlar; atalarının düşmanlarını yenip Gök-Türk devletini kurmuşlardır. Destanın en önemli özelliği tarihle benzerlik göstermesidir. Türklerin demiri işleyen ilk kavim olduğunu anlatması da önemlidir.
Dokuz Oğuz – On Uygur Destanları
Dokuz Oğuz boyuyla On Uygur boyu birleşip tek bir boy haline gelmişlerdir. İki destanları vardır: Türeyiş Destanı ve Göç Destanı.
Türeyiş Destanı
Destana göre eski Hun hükümdarının iki kızı vardı. Hükümdar, kızlarının tanrılarla evlenmelerini istiyordu.
Bu yüzden onları insanlardan uzak bir yere bıraktı.
Tanrı nihayet Bozkurt şeklinde geldi ve kızlarla evlendi. Bu evlenmeden bozkurt ruhu taşıyan Dokuz Oğuz – On Uygur çocukları doğdu.
Göç Destanı
Uygurların hükümdarının Çinlilerle savaşmamak için Çin prensesiyle evlenmek istemesi ve Çinlilerin bu prenses karşılığında Türklerce kutsal sayılan bir taşı almalarını anlatır. Taş gidince Uygur ülkesine felaket çöker. Uygur halkı Beş Balıg denilen yere yerleşir. Destanın en önemli özelliği değersiz bir kaya parçasının bile hiçbir şey uğruna düşmana verilmeyeceği inancını anlatmasıdır.
İslamiyetten sonraki destanları Halk edebiyatında anlatacağız.
Türklerden başka milletlerin de tarihi destanları vardır: Bunlar doğal destanlardır.Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

Sponsorlu Baglantilar
-->
Almanların Nibelungen
Finlilerin Kalevala
Fransızların Chanson de Roland
İngilizlerin Robin Hood
Yunanlıların İlyada ve Odysse
Rusların İgor
Hintlilerin Mahabarata ve Ramayana
İranlıların Şehname
Japonların Şinto
2. Yazılı Edebiyat
Türklerin yazılı eserler ortaya koymasıyla başlar. Yazılı Türk edebiyatının, bugün elimizde sağlam vesikaları bulunan başlangıcı M.S. VIII. asra aittir. Bu vesikalar ilk ulusal alfabemiz olan Gök-Türk yazısıyla yazılmış Gök-Türk yazıtlarıdır. Yazıtlardaki alfabenin işlenmişliğine bakılırsa bu yazı dilinin çok eski çağlarda da kullanılmış olması muhtemeldir. Nitekim V. asırda yazıldığı söylenen ve Kırgızlara ait olduğu bilinen Yenisey Yazıtlarında da aynı alfabenin kullanıldığı görülmektedir.
Gök-Türk Yazıtları (Orhun Abideleri)
Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri, taşlar üzerine yazılarak bırakılmış eserlerdir. Bunlar üç taş halindedir. Bunlardan birincisi 720 yılında Tonyukuk tarafından diktirilen ve yine Tonyukuk tarafından yazdırılan taştır. Diğer iki kitabeden birisi 732 yılında Kültigin adına, diğeri 735 yılında Bilge Kağan adına dikilmiştir.
Yazıtlarda kullanılan dil, yabancı tesirlerden uzak, sade bir dildir. Yer yer realist bir tarih dili, yer yer milli ve sosyal eleştiri cümleleri, yer yer kudretli bir hitabet dili ile yazılmıştır.
Yazıtlarda Türk milletinin benliğini unutmaması gerektiği, düşmanın tatlı sözlerine, hediyelerine aldanmayıp vatanın birlik ve beraberliği için çalışılması gerektiği anlatılmıştır. Yazıtlar aynı zamanda Türk boylarının isimlerini içeren yazılı bir belgedir.
Yazıtlardan XIII. yüzyılda Cüveyni, “Tarih-i Cihangüşa” adlı eserinde söz etmiş ancak bu pek ilgi görmemiştir. Yazıtları Avrupa ilmine ilk kez Strahlenberg isimli bir İsveç subayı tanıtmıştır. Yazılar ise 1893′te Danimarkalı Prof. Thomsen tarafından çözülmüştür. 1922′de tamamı okunarak yayınlanmıştır.
Türklerin İslamiyetten önce kullandıkları bir diğer alfabe de Uygur alfabesidir. Bu, Uygurların oluşturduğu bir alfabe olmayıp Mani dinine mensup Soğdak yazısıdır. Uygurlar Mani dinini kabul edince o dinin alfabesini de kabullenmişlerdir. Bu alfabeyle yazılan Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek adlı eserler Budizm’i anlatan dini metinlerdir.
İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı
İslamiyetin Kabulü, Türklerde büyük değişiklikler yaptı. Yaşayışları, kültürleri yeni dinle şekillendi ve dolayısıyla bu, sanatlarında da oldukça geniş bir değişiklik yaptı. Bu sırada İslamı yerinde öğrenmek için birçok Türk aydını Arap ve Fars diyarlarına gitti. Burada Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenen aydınları, bu dillerin son derece gelişmiş ince edebiyatları büyük ölçüde etkiledi. Bu edebiyatı Türkçe’ye uygulamak istediler ve böylece yeni bir edebiyatın başlamasını sağladılar. Sonuçta Batıyla tanışana kadar sürecek yaklaşık on asırlık bir edebiyat başlamış oldu.
İlk Sanatçılar ve İlk Eserler
İslamiyetle VIII. yüzyılda tanışmasına rağmen Türklerin elimizde bulunan ilk İslami eserleri XI. yüzyılda yazılmıştır. Ancak bunlara ilk İslami eser demek de zordur. Çünkü eserlerdeki üslup, onlardan önce bu tarz eserlerin olduğu izlenimi vermektedir. Ancak bunlar tarih içinde kaybolmuştur. Belki tarihi araştırmalar ileride daha eski örnekleri ortaya çıkarır.
Şimdi elimizde bulunan ilk İslami eserleri inceleyelim.
Kutadgu Bilig
Yusuf Has Hacib tarafından yazılan bu eser elimizdeki en eski İslami eserdir.
Kutluluk bilgisi, saadet bilgisi, devlet olma bilgisi anlamındadır. Kitap gerek fert olarak gerekse toplum halinde yaşayan insanların, iyi bir siyasetle idare edilip, dünyada ve ahirette mesut olabilmeleri için tutulacak yolları gösterir. Bu yönüyle bu kitaba bir “siyasetname” denebilir. Eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olup 6645 beyittir. Aruz ölçüsüyle yazılan beyitler dışında, Türk şiirine has dörtlükler, cinaslar da görülür.
Hakaniye lehçesiyle yazılmış olan eserde kelimelerin çoğu Türkçe olmasına rağmen özellikle dini terimlerin Arapça olduğu görülür. Az da olsa Farsça sözcüklere rastlamak da mümkündür. Eserde dört şahıs konuşturulur. Aslında bunlar sembolik şahıslardır. Bunlardan Güntoğdu adlı hükümdar, adaleti; Aytoldı adlı vezir, saadeti; Öğdülmüş adlı vezirin oğlu aklı; Odgurmuş adlı bir dindar da kanaat etmeyi temsil eder.
Eser 1070 yılında Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur.
Divan-ı Lügat’it Türk
Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eser Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır. Ancak hazırlanışı ve içindekiler bakımından devrinin dili, tarihi, coğrafyası ve sosyolojisi hakkında değerli bilgilerle zengin bir milli kültür hazinesidir.
Eser, Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla yazılmış, bu nedenle Arap diliyle kaleme alınmıştır. Arapça olmakla beraber içinde o devir için çok sayıda Türkçe kelime ile Türk Halk edebiyatından ve halk dilinden alınmış çok sayıda şiir örnekleri, Türkçe deyimler ve atasözleri vardır. Türkçe kelimelerin sayısı 7500′den fazladır.
Divan-ı Lügat’it Türk’teki Türkçe örnekler, Gök-Türk yazıtlarından bu yana bize kadar ulaşan en eski Türk edebiyatı hatıralarıdır. Bunlar arasında koşuklar, sagular, destan parçaları vardır.
Atabet’ül Hakayık
Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan bu eser Kutadgu Bilig’den yarım asır sonra gelir. Kitabın adı “Hakikatlar eşiği” anlamına gelir. Eser Sipehsalar Mehmet Bey adlı birine sunulmuştur.
Bütünü, gazel şeklinde söylenmiş 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşur. Aruz ölçüsüyle ve Kutadgu Bilig’in kalıbıyla yazılmıştır.
Eserin konusu tamamen dini ve ahlakidir. Yazar, bu eserle didaktik bir vaaz ve nasihat kitabı yazmak istemiştir. Eserde dindarlığın faziletlerinden, ilmin mutluluğa götüren yol olduğundan söz edilir.
XI. asırda yazılan bu üç eserle, Türk edebiyatına yeni bir kapı açılmıştır. Artık Türk aydınının önünde Arap ve Fars edebiyatları gibi iki klasik edebiyat vardı.
• • •
Ancak aydınların bu tercihinin, halkın tümüne yayıldığını söylemek zordur. Halk arasında ozan denilen saz şairleri etkisini hiç kaybetmemiş, özellikle göçebe boylar arasında aynı işlevini sürdürmüştür. Ancak müslüman olan ozanların şiirlerini, destan ve koşuklarını İslami motifle süslememeleri beklenemezdi. Bunun açık tesirini İslamiyetten sonra oluşan Türk destanlarında görüyoruz. Bunlardan önemlileri şunlardır.
Satuk Buğra Han Destanı
Müslüman olan ilk Türk devletini kuran Satuk Buğra Han’ı anlatan destan, birtakım olayları ve coğrafi mekanları doğru vermesine rağmen tarih kabul edilemeyecek kadar destansı ve hayali motiflerle süslüdür. 9. ve 10. asırda oluşmuştur. Eski Türk destanlarındaki motifler İslami anlayışla değiştirilmiş ve müslümanlarla kafirlerin savaşı haline dönüşmüştür.
Manas Destanı
Kırgız Türkleri arasında 11. ve 12. asırlarda oluşmaya başlamış, kısa zamanda büyük bir Türk destanı halini almıştır. Destanda Manas adlı bir kahramanın kafirlerle savaşları anlatılır. Elbette halk kültüründe oluştuğundan eski destanlardan motifler de alınmıştır. Destan Kırgız Türkçesiyle yazılmıştır.
Cengiz Destanı
Ortaasya’da 13. asırda oluşan ve Moğol hükümdarı Cengiz’in hayatını ve savaşlarını anlatan destandır.
• • •
İslamiyetin kabulünden sonra Ortaasya’da görülen bir diğer edebiyat da Tasavvuf edebiyatıdır.
Tasavvuf, İslamiyeti yaymak için kurulan tekke ve tarikatların oluşturduğu bir akımdır. Tek amacı Allah’ı tanıtmak, sevdirmek, hissettirmektir. Bu amaçla ilk tarikat Ortaasya’da 12.yüzyılda görülür. Bu tarikatı kuran ve hemen yaşadığı asırdan başlayarak binlerce Türk insanı üzerinde asırlar boyu, derin tesir bırakan ilk büyük mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Hoca Ahmet Yesevi
Yesevi çok sevilen tarikatıyla, Ortaasya Türkleri arasında İslamın yerleşip genişlemesini sağlamıştır. İslamla ilgili sözlerini Divan-ı Hikmet adını verdiği kitapta toplamıştır.
Bu eserdeki şiirler dil, ölçü, şekil gibi dış unsurları bakımından halk şiirine yakındır. Sade bir Türkçeyle 7′li ve 12′li hece kalıplarıyla söylenen bu şiirler dörtlükler halindedir. Ancak çok az da olsa aruzla söylenen dörtlükler de vardır.
Divan-ı Hikmet bu dönemde ele geçen diğer eserler gibi Hakaniye Lehçesiyle yazılmıştır. Eserde Allah aşkına, peygamber sevgisine, ibadete, cennet ve cehenneme, Allah’tan başkasına duyulan sevginin gönülden çıkarılmasına dair birçok manzume sıralanmıştır.
Yesevi’nin tarikatında eğitilmiş birçok mürit göç eden boylarla beraber Anadolu’ya gelmiş, tarikatın öğretilerini burada yayarak yeni tarikatlerin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
• • •
1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklere Anadolu’nun kapıları tamamen açılmış ve Türk boyları akın akın Anadolu’ya göç etmiştir. Özellikle 12. yüzyılda yoğun bir göç dalgası Anadolu’nun tümüne yayılmış, müslüman Türk nüfusu bir hayli artmıştır. Elbette bu nüfusla beraber büyük bir kültür ve medeniyet de gelmiş, Ortaasya Türk kültürü yeni bir koldan gelişmeye başlamıştır. Yaklaşık iki yüz yıl Anadolu’ya yerleşmeye çalışan Türkler bundan sonra yeni eserler vermeye başlamış ve böylece “Anadolu Türk Edebiyatı” başlamıştır.
Read more

11.Sınıf Dil ve Anlatım Sorular ve Cevaplar Sayfa 103-105-107


SAYFA 103-104-105-106-107 ETKİNLİKLERİ
8-Metne akıcı doğal ve içtenlik ve mizahi özellik kazandırır.
9-Emredici anlatım var. "HAKŞKAT NEDEN ACIDIR" metninde söyleşmeye bağlı ,açıklayıcı ve emredici anlatımlar kullanılmıştır

SAYFA 104
10-siz cevaplayınız
11-dil göndergesel ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılmış
12-Söyleşinin belirleyici özellikleri nelerdir?
SOHBETİN (SÖYLEŞİNİN) ÖZELLİKLERİ
1.Herkesi ilgilendiren konular seçilir.
2. Düşünsel plânla yazılır.
3. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir.
4. Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir.
5. İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir.
6. Yazar anlattıklarının doğruluğuna, okuyucusu ile olan bağına güvenmeli, anlattıklarını günlük konuşma havasıyla, fakat mantık çerçevesinden ayrılmadan anlatabilmelidir.
7. Kolay okunabilir bir üslup yakalayabilmelidir. .


SAYFA 104 ANLAMA VE YORUMLAMA CEVAPLARI>
1-Bu kelimlerin çıkarılması anlatımı daraltır. ve anlatımın akıcılığını bozar.
2-Kendi fikirlerinizi belritin.
3-Cümleleri sırayla yazıyorum
1.cümle>>hakikat kişileştirilmiştir
2.cümle>>hayal e tme geröçeği abartılmıştır
3.cümle>>haya kırıklığı abartılmış,hakikat kişileştirilmiş
4-internette örnekleri var.
5-kullanılan kelimeler ve sesler kendi anlamlarına yakın başka anlamlarda kullanılarak cümlelerin anlam örgüsünü oluşturmuştur

6-Sırayla koyu kelimleri yzıyorum:
rast geliyor>>cümlenin yargısını belirtir
olmamız lazım>>cümlenin yargısını belirtir
ayırma ve bahis mevzusu oluyor>>ayırma yan cümlecik oluşturur,diğeri ise cümlenin yargısını oluşturur
biraz içimiz rahat ediyor.....>>cümlenin içinde bir ayn cümle görevindedir

7-Grup işi dediğine göre siz yaparsınız
8-siz yaparsınız
9-siz yapınız.

SAYFA 107 ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME CEVABI>>
Test sorularında 3.soruda ben yazım yanlışı bulamadım. siz bulursanız buraya yazın. soru yanlış olabilir.


C) 1- Gereksiz konuşmalardan kaçınmak ve gereksiz yere uzatmamak
• Gerekmedikçe kendimizden sıkça söz etmemek
• Konuşurken ses tonunu iyi ayarlamak
• Jest ve mimik hareketlerinde aşırıya kaçmamak
• Dinleyiciye sık sık anlıyor musun? Tamam mı? Bilmem anlatabildim mi? gibi sorular sormamak
• Toplulukta konuşurken bu, şu, o kişi gibi sözcükler kullanmamak
• Dinleyiciye soru sorma ve konuşma fırsatı vermek
• Dinleyicinin anlayacağı bir dil kullanmak
• Konuşma konusu ile ilgili gerekirse hazırlık yapmak
• Konuşan kişilerin sözlerini kesmemek
• Konuşmaları dinleyicinin yüzüne bakarak yapmak
• Konuşulan sözcükleri doğru telafuz etmek
• Zamana riayet etmek
• Konuşmalarda hitap şekillerine önem vermek
• Konuşurken sık sık saate bakmamak
• Konuşma sırasında sert ve asık suratlı olmamak

2-•Konunun özelliğine uygun düşünceyi geliştirme yollarını kullanır.
•Konuşma konusu hakkında araştırma yapar.
•Konuşma metni hazırlar.
•Konuşmasını belirlenen sürede ve teşekkür cümleleriyle sona erdirir.
•Konuşmasında dikkati dağıtacak ayrıntılara girmekten kaçınır.
•Konuşma öncesinde konuyla ilgili açıklamalar yapar.
•Konuşma yöntem ve tekniklerini kullanır.
•Konuşma sırasında sorulan sorulara açık, yeterli ve doğru cevaplar verir.
•Konuşmasını sunarken görsel, işitsel materyalleri ve farklı iletişim araçlarını kullanır.
•Metnin yazarı veya şairi hakkında bilgi edinir.

3-İnsanlar konuşarak birbirlerini daha iyi anlarlar. Çünkü konuşma, anlaşma yollarının başında gelir. İnsanlar duygu ve düşüncelerini konuşarak karşı tarafa aktarırlar, tartışırlar ve birbirlerini tanımaya çalışırlar.
Tatlı dille, uygun sözcüklerle söylenen sözlerin gücü büyük olur. Konuşma, tartışma dururken katı, sert yollara başvurmak, zora koşmak, problemleri çözeceği yerde daha da çıkmaza götürür.Bu özelliğimizden yararlanarak birbirimizle konuşarak anlaşma yoluna gitmeli, bunu yaparken de “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” sözünü aklımızdan çıkarmayarak kırıcı olmamalıyız.



kaynak; http://soruvecevap.blogcu.com/sayfa-103-105-107-11-sinif-dil-ve-anlatim/13181136
Read more

Aliterasyon Sanatı Nedir? Asonans Hakkında Kısa Bilgi


Aliterasyon bir edebi sanat türüdür.Şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla ünsüzlerin tekrarıdır.Bir mısra ve beyitte, ahenk oluşturacak şekilde, aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasına aliterasyon denir.
Örneğin:

  • Seherlerde seyre koyuldum semayı, deryayı. Tevfik Fikret
  • Karşı yatan karlı kara dağlar karayıptır, otu bitmez. Dede Korkut
  • Dest busi arzusuyla ölürsem dostlar/Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su (Fuzûlî)

Asonans

Asonans, şiirdeki benzer ünlü harflerin tekrar edilmesidir.

Örnekler 
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gâib eyleyen kuş gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar
Ey kulübün sürûd -ı şeydâsı
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdası
Kapladı bir derin sükûta yerikarlar
Cenap Şahabettin

Yukarıdaki şiirde (â), (e), (û) gibi ünlü sesler tekrarlanarak şiirde bir ahengin oluşması sağlanıyor.


Read more

Yunus Emrenin Fikri ve Edebi Yönü Nedir?


Yunus Emre Allahı övmek ona duyulan sevgiyi dile getirmek için yazılan ilahilerin öncüsüdür yani dinle ilgili eserler verir.Dini Tasavvufi şiirin en büyük temsilcisidir. Eserlerinde de Allah aşkını, insan sevgisini dile getirirMutasavvıf şairlerimizdendir. Edebi yönüne baktığımızda en çok göze çarpan kullandığı sudan duru Türkçe’dir. Yüzyıllar önce yazmasına rağmen bugün bile çok rahat anlayabileceğimiz bir dili vardır Yunus’un.
Şiirlerinin tamamından Allah ve Peygamber aşkını anlatmakta, insanları İslamiyet konusunda bilgilendirmeye çalışmaktadır.
YUNUS EMRE’NİN HÜMANİZMASI
Türk şiir ve düşünce tarihinin ilk ulu kişilerinden biri – belki de birincisi – olan Yunus Emre’nin sanatı, kendi çağında üç boyutuyla doruğa ulaşmış, sonraki yedi yüzyıl boyunca yine aynı üç boyutuyla dipdiri kalmıştır:
1. Duru söyleyişlerden duygu coşkunluğuna kadar değişen bir lirzmle dile getirilmiş sevgi, inanç, kaygı şiirleri…
2. Yaşayan Türkçeyi, halkın öz dili olanca kıvraklığı, derinliği ve rengiyle kullanışı…
3. İnsanlık değerlerine inanan, yobazlığı kınayan, Tanrı ve insan sevgisine dayanan hümanizması…
Bu üç boyut, duygu – dil – değer zenginliği olarak da tanımlanabilir. Yunus Emre’nin çağlar boyu büyüklüğü, kendisinin ve ulusal kültürünün düşünce ve değer niteliklerini bir bütün olarak alıp geliştirmesinden ve gerek şiirsel söyleyişte, gerek felsefede evrensel olmasından doğmuştur.

Türk şiirinin uzun tarihi boyunca, halk şiirinde Yunus çapında bir ozan yetişmiş değildir. Tasavvuf şiirinde, Yunus’tan ancak iki yüz elli yıl sonra Fuzuli, hemen hemen beş yüzyıl sonra da Şeyh Galip, aynı doruğa varabilmiştir, ama yine de Yunus – Arapça ve Farsça sözlere çok daha az yer verdiği ve tertemiz bir Türkçe kullandığı için – bize Fuzuli ve Galip’ten daha özgüdür. Hümanizma da ise Yunus Emre’nin çapında 19. yüzlılın sonlarında Tevfik Fikret’in açtığı çığırla ve 20. yüzyılda gelişen “insanlık anlayışı” ile varılabilmiştir.
Denilebilir ki, Türk şiirinde en geniş ve en başarılı sentezi Yunus Emre yapmıştır. Yunus’un sanatı, halk şiirinin niteliklerini ve temalarını bütünüyle kapsamış, Türk tasavvufunun en özlü örneklerinden birçoğunu vermiş, Anadolu Türkçesine yeni bir ruh ve estetik getirerek diri kalmasına yardım etmiş, Türk boylarının İslamiyeti benimsemesinden çok daha önce başlamış olan Türk hümanizmasını, İslamiyetin ahlak kavramlarıyla ve insan değerleriyle geliştirerek güçlendirmiş ve yaşatmıştır.
http://www.karamankultur.gov.tr/kulturMd/sayfalar/sayfa303/050%20-%20Yunus%20Emre.jpgHayatı duygu dünyası, tasavvuf yönü, dili ve üslübu bakımından geniş ilgi toplayan ve derinlemesinde değerlendirilen Yunus Emre’nin sanatındaki en önemli ve en güçlü unsurlardan biri – hümanist düşünce – şimdiye kadar ihmale uğramıştır. 1971 Eylülünde Akbank’ın düzenlediği “Uluslararası Yunus Emre Semineri” bu boşluğu gidermiştir. Yunus Emre’nin düşüncesindeki “insan değeri” ve “insanlık” kavramları, hem Türk hümanizmasının temelidir, hem de dil, din, ırk, mezhep bölüntülerine karşı çıkan evrensel bir nitelik taşımaktadır. Yunus’un hümanist şiirleri bir araya gelince, hem Türk kültür tarihinin en sağlam barışlarından biri, hem de çağımızdan yedi yüzyıl önce yaşamış bir hal ozanımızın önce Rönesans hümanizmasını, sonra da Batıda 18. yüzyıldan beri gelişen modern hümanizmayı müjdelemiş, hatta onların hala erişemediği bir düşünce olduğuna ve şiirli söyleyiş gücüne ulaşmış olduğu görülüyor.

İnsanı dünyanın ölçüsü kabul eden ve yer yüzündeki varlığında değer ve önem bulan hümanist düşüncenin kökleri, elbette Yunus Emre’den çok önce başlamıştı. Milattan önce 5. yüzlılda Protagoras, insanın var olan ve olmayan her şeyin öncüsü olduğunu belirtmişti. Doğuda Konfüçyüz ve Buda inançları, tanrısal ve insancıl değerleri bağdaştırıyordu. Sokrates, insanın kendisini tanıması üzerinde dururken hümanist düşüncenin temellerinden birini kurmuştu. Hıristiyanlık ve İslamlık da, dinsel hümanizmanın bellibaşlı kavramlarını getirdi, ama her iki dinin sonraki bağnaz ve yobaz yorumcuları, hümanist değerleri çiğnemeye kalkıştılar. Bu dinsel yozlaşmaya Orta Doğu’da çeşitli mezhepler – özellikle sufi tarikatlar – karşı gelmeye başladı. Yunus Emre’ye en yakın ve hümanizması üzerinde en etkili olan mutasavvıf, Mevlana Celalüddin-i Rumi idi. Yunus, Mevlana’dan tasavvufi hümanizmanın birçok unsurlarını Anadolu’nun başka bir manevi aydınlığı olan Tapuk Emre’den ise insancılığın heyecanını aldı.
Yunus Emre’nin hümanizması, yeni ve etkisiz doğmuş bir felsefi sistem değildir, Doğunun ve Batının yüzyıllar boyunca geliştirdiği hümanist düşüncelerin bir sentezidir. Yunus’un şaheseri olan bu sentezi, önceki hiçbir peygamberde, düşünürde, sanatçıda, şairde bulmak mümkün değil… Türk ozanı, eski Yunandan ve Roma’dan, Doğu dinlerinden, eski Türklerin insancı düşüncesinden, İslamiyetin öz değerlerinden, içinde yaşadığı bölgedeki sufilerden aldığı hümanist kavramları birleştirerek bir Türk hümanizması yaratmış ve onu Anadolu’nun yaşayan Türkçesiyle ve şiirsel boyutlarla işleyerek Türk toplumuna ve Türk kültürüne sürekli ve etkili bir ahlak olarak armağan etmiştir. Yunus’un sentezi kendisine ve Türk duyarlığına özgüdür. Yunus’taki hümanizma kapsamına Batı kültürü ancak Yunus’tan yüzyıl sonra ulaşabilmiştir. Aynı kapsamı, Rönesans’ta kolektif bir çaba ile gerçekleştirmek mümkün olmuştur; oysa bizim Yunusumuzun eseri, tek bir ozanın dehasından doğmuştur. Dünyanın hümanizma tarihinde Yunus’un önemi, bunun içinde de üstündür.
Yunus Emre, hümanizma sentezini sadece Batıdaki uyanıştan önce yapmış olmakla değil, insanlar arasında düşmanlıkların ve bölününtülerin kol gezdiği bir çağda yaratılmasıyla da hayranlığımızı kazanmıştır. Yunus, insanlık sevgisini ve yeryüzü birliği anlayışını Moğolların yaptığı akınları ve üstüste kaç Haçlı seferinin allak bullak ettiği bir bölgede, İslam – Hıristiyan düşmanlıklıkları ve İslamiyet içinde korkunç mezhep kavgaları sürüp giderken dile getirmişti. Yıkıntı, kan, öç ve kin çağında, Yunus insanlar arasında kardeşliğin ve yeryüzünde barışın, birleşmenin, dayanışmanın değerlerini belirtiyordu.
Yunus’un hümanizması, insanın yeryüzündeki en önemli gerçek olduğu ve Tanrıyı kendi içinde taşıdığı kavramdan başlayarak manevi yaşantının kalıplaşmış dine üstün olduğu, sevginin ve barışın en güçlü ahlakı yarattığı, insan değerine ve haysiyetine bel bağlamak gerektiği, bütün dinleri ve bütün ulusları bir tutmak ve bağdaştırmak ülküsünün en dürüst ilke olduğu gibi temel hümanist düşünceleri yoğun ve ahenkli şiirlerle yaymıştır.
Türk ozanı, Allah’a inanan ve İslamiyetin yobazlar elinde yozlaşan yorumlarını reddedip öz değerlerini benimseyen gerçek bir “mümin” dir. Hümanizması Tanrıyla başlar, Tanrıyla biter. Türk şiirinde ilk defa Tanrıyı insanlaştıran ve insanı Tanrılaştıran ozan, Yunus Emre olmuştur. Bugünün Türkçesiyle yazılmış gibi duru ve akıcı bir şiirinde, Yunus Tanrıyı uzun uzun aradıktan sonra insanın canevinde bulduğunu anlatmıştır:
Bu tılsımı söyleyen
Türlü dilde söyleyen
Sığmış bu can içinde
Çok aradım özledim
Yeri göğü aradım
Çok aradım bulamadım
Buldum insan içinde
Tanrıyı “insan” da, “can içinde” bulan Yunus, insanı Tanrı gibi ya da Tanrıyı insan gibi konuşturmuştur:
Evvel benim ahir benim canlara can olan benim
Bu tanrı – insan ilişkisi, Yunus’ta insana inanç ve sevgi olarak kendini gösterir:
Yaratılmışı severiz
Yaratandan ötürü
Yunus’un hümanizmasında, inancın manevi yaşantısıdır önemli olan:
Ararsan Mevlanayı kalbinde ara
Kudüste Mekkeden Hacda değildir
Yunus Emre der Hoca
Gerekse var bin hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir
Yüz Kabeden yeğrektir
Bin gönül ziyareti
İnsan değerlerine ve haysiyetine inanan hümanist, güçlünün zayıfı hırpalamasını, zenginin yoksulu sömürmesini, imtiyazlının bahtsızı ezmesini kınar:
Gitti beyler mürüveti
Binmişler birer atı
Yediği yoksul eti
İçtiği kan olusar
“Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyen Yunus Emre’nin hümanizması, Tanrıyı, insan değerini, var olmanın sevincini kutlar ve insan haysiyetine saygı, manevi yaşantıya inanç, dinlerin çerçevesini aşan bir Tanrı anlayışına bağlılık, insanın kardeşliğine güvenç ve her zaman, her yerde sevgi ilkelerine dayanan bir düşünce ve ahlaktır. Bu üstün ahlakın özünü Yunus üç satırda vermiştir:
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize

kaynak; sevgiadasi.com

Read more