özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11.Sınıf Dil ve Anlatım Sorular ve Cevaplar Sayfa 103-105-107


SAYFA 103-104-105-106-107 ETKİNLİKLERİ
8-Metne akıcı doğal ve içtenlik ve mizahi özellik kazandırır.
9-Emredici anlatım var. "HAKŞKAT NEDEN ACIDIR" metninde söyleşmeye bağlı ,açıklayıcı ve emredici anlatımlar kullanılmıştır

SAYFA 104
10-siz cevaplayınız
11-dil göndergesel ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılmış
12-Söyleşinin belirleyici özellikleri nelerdir?
SOHBETİN (SÖYLEŞİNİN) ÖZELLİKLERİ
1.Herkesi ilgilendiren konular seçilir.
2. Düşünsel plânla yazılır.
3. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir.
4. Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir.
5. İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir.
6. Yazar anlattıklarının doğruluğuna, okuyucusu ile olan bağına güvenmeli, anlattıklarını günlük konuşma havasıyla, fakat mantık çerçevesinden ayrılmadan anlatabilmelidir.
7. Kolay okunabilir bir üslup yakalayabilmelidir. .


SAYFA 104 ANLAMA VE YORUMLAMA CEVAPLARI>
1-Bu kelimlerin çıkarılması anlatımı daraltır. ve anlatımın akıcılığını bozar.
2-Kendi fikirlerinizi belritin.
3-Cümleleri sırayla yazıyorum
1.cümle>>hakikat kişileştirilmiştir
2.cümle>>hayal e tme geröçeği abartılmıştır
3.cümle>>haya kırıklığı abartılmış,hakikat kişileştirilmiş
4-internette örnekleri var.
5-kullanılan kelimeler ve sesler kendi anlamlarına yakın başka anlamlarda kullanılarak cümlelerin anlam örgüsünü oluşturmuştur

6-Sırayla koyu kelimleri yzıyorum:
rast geliyor>>cümlenin yargısını belirtir
olmamız lazım>>cümlenin yargısını belirtir
ayırma ve bahis mevzusu oluyor>>ayırma yan cümlecik oluşturur,diğeri ise cümlenin yargısını oluşturur
biraz içimiz rahat ediyor.....>>cümlenin içinde bir ayn cümle görevindedir

7-Grup işi dediğine göre siz yaparsınız
8-siz yaparsınız
9-siz yapınız.

SAYFA 107 ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME CEVABI>>
Test sorularında 3.soruda ben yazım yanlışı bulamadım. siz bulursanız buraya yazın. soru yanlış olabilir.


C) 1- Gereksiz konuşmalardan kaçınmak ve gereksiz yere uzatmamak
• Gerekmedikçe kendimizden sıkça söz etmemek
• Konuşurken ses tonunu iyi ayarlamak
• Jest ve mimik hareketlerinde aşırıya kaçmamak
• Dinleyiciye sık sık anlıyor musun? Tamam mı? Bilmem anlatabildim mi? gibi sorular sormamak
• Toplulukta konuşurken bu, şu, o kişi gibi sözcükler kullanmamak
• Dinleyiciye soru sorma ve konuşma fırsatı vermek
• Dinleyicinin anlayacağı bir dil kullanmak
• Konuşma konusu ile ilgili gerekirse hazırlık yapmak
• Konuşan kişilerin sözlerini kesmemek
• Konuşmaları dinleyicinin yüzüne bakarak yapmak
• Konuşulan sözcükleri doğru telafuz etmek
• Zamana riayet etmek
• Konuşmalarda hitap şekillerine önem vermek
• Konuşurken sık sık saate bakmamak
• Konuşma sırasında sert ve asık suratlı olmamak

2-•Konunun özelliğine uygun düşünceyi geliştirme yollarını kullanır.
•Konuşma konusu hakkında araştırma yapar.
•Konuşma metni hazırlar.
•Konuşmasını belirlenen sürede ve teşekkür cümleleriyle sona erdirir.
•Konuşmasında dikkati dağıtacak ayrıntılara girmekten kaçınır.
•Konuşma öncesinde konuyla ilgili açıklamalar yapar.
•Konuşma yöntem ve tekniklerini kullanır.
•Konuşma sırasında sorulan sorulara açık, yeterli ve doğru cevaplar verir.
•Konuşmasını sunarken görsel, işitsel materyalleri ve farklı iletişim araçlarını kullanır.
•Metnin yazarı veya şairi hakkında bilgi edinir.

3-İnsanlar konuşarak birbirlerini daha iyi anlarlar. Çünkü konuşma, anlaşma yollarının başında gelir. İnsanlar duygu ve düşüncelerini konuşarak karşı tarafa aktarırlar, tartışırlar ve birbirlerini tanımaya çalışırlar.
Tatlı dille, uygun sözcüklerle söylenen sözlerin gücü büyük olur. Konuşma, tartışma dururken katı, sert yollara başvurmak, zora koşmak, problemleri çözeceği yerde daha da çıkmaza götürür.Bu özelliğimizden yararlanarak birbirimizle konuşarak anlaşma yoluna gitmeli, bunu yaparken de “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” sözünü aklımızdan çıkarmayarak kırıcı olmamalıyız.



kaynak; http://soruvecevap.blogcu.com/sayfa-103-105-107-11-sinif-dil-ve-anlatim/13181136
Read more

Aliterasyon Sanatı Nedir? Asonans Hakkında Kısa Bilgi


Aliterasyon bir edebi sanat türüdür.Şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla ünsüzlerin tekrarıdır.Bir mısra ve beyitte, ahenk oluşturacak şekilde, aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasına aliterasyon denir.
Örneğin:

  • Seherlerde seyre koyuldum semayı, deryayı. Tevfik Fikret
  • Karşı yatan karlı kara dağlar karayıptır, otu bitmez. Dede Korkut
  • Dest busi arzusuyla ölürsem dostlar/Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su (Fuzûlî)

Asonans

Asonans, şiirdeki benzer ünlü harflerin tekrar edilmesidir.

Örnekler 
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gâib eyleyen kuş gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar
Ey kulübün sürûd -ı şeydâsı
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdası
Kapladı bir derin sükûta yerikarlar
Cenap Şahabettin

Yukarıdaki şiirde (â), (e), (û) gibi ünlü sesler tekrarlanarak şiirde bir ahengin oluşması sağlanıyor.


Read more

Yunus Emrenin Fikri ve Edebi Yönü Nedir?


Yunus Emre Allahı övmek ona duyulan sevgiyi dile getirmek için yazılan ilahilerin öncüsüdür yani dinle ilgili eserler verir.Dini Tasavvufi şiirin en büyük temsilcisidir. Eserlerinde de Allah aşkını, insan sevgisini dile getirirMutasavvıf şairlerimizdendir. Edebi yönüne baktığımızda en çok göze çarpan kullandığı sudan duru Türkçe’dir. Yüzyıllar önce yazmasına rağmen bugün bile çok rahat anlayabileceğimiz bir dili vardır Yunus’un.
Şiirlerinin tamamından Allah ve Peygamber aşkını anlatmakta, insanları İslamiyet konusunda bilgilendirmeye çalışmaktadır.
YUNUS EMRE’NİN HÜMANİZMASI
Türk şiir ve düşünce tarihinin ilk ulu kişilerinden biri – belki de birincisi – olan Yunus Emre’nin sanatı, kendi çağında üç boyutuyla doruğa ulaşmış, sonraki yedi yüzyıl boyunca yine aynı üç boyutuyla dipdiri kalmıştır:
1. Duru söyleyişlerden duygu coşkunluğuna kadar değişen bir lirzmle dile getirilmiş sevgi, inanç, kaygı şiirleri…
2. Yaşayan Türkçeyi, halkın öz dili olanca kıvraklığı, derinliği ve rengiyle kullanışı…
3. İnsanlık değerlerine inanan, yobazlığı kınayan, Tanrı ve insan sevgisine dayanan hümanizması…
Bu üç boyut, duygu – dil – değer zenginliği olarak da tanımlanabilir. Yunus Emre’nin çağlar boyu büyüklüğü, kendisinin ve ulusal kültürünün düşünce ve değer niteliklerini bir bütün olarak alıp geliştirmesinden ve gerek şiirsel söyleyişte, gerek felsefede evrensel olmasından doğmuştur.

Türk şiirinin uzun tarihi boyunca, halk şiirinde Yunus çapında bir ozan yetişmiş değildir. Tasavvuf şiirinde, Yunus’tan ancak iki yüz elli yıl sonra Fuzuli, hemen hemen beş yüzyıl sonra da Şeyh Galip, aynı doruğa varabilmiştir, ama yine de Yunus – Arapça ve Farsça sözlere çok daha az yer verdiği ve tertemiz bir Türkçe kullandığı için – bize Fuzuli ve Galip’ten daha özgüdür. Hümanizma da ise Yunus Emre’nin çapında 19. yüzlılın sonlarında Tevfik Fikret’in açtığı çığırla ve 20. yüzyılda gelişen “insanlık anlayışı” ile varılabilmiştir.
Denilebilir ki, Türk şiirinde en geniş ve en başarılı sentezi Yunus Emre yapmıştır. Yunus’un sanatı, halk şiirinin niteliklerini ve temalarını bütünüyle kapsamış, Türk tasavvufunun en özlü örneklerinden birçoğunu vermiş, Anadolu Türkçesine yeni bir ruh ve estetik getirerek diri kalmasına yardım etmiş, Türk boylarının İslamiyeti benimsemesinden çok daha önce başlamış olan Türk hümanizmasını, İslamiyetin ahlak kavramlarıyla ve insan değerleriyle geliştirerek güçlendirmiş ve yaşatmıştır.
http://www.karamankultur.gov.tr/kulturMd/sayfalar/sayfa303/050%20-%20Yunus%20Emre.jpgHayatı duygu dünyası, tasavvuf yönü, dili ve üslübu bakımından geniş ilgi toplayan ve derinlemesinde değerlendirilen Yunus Emre’nin sanatındaki en önemli ve en güçlü unsurlardan biri – hümanist düşünce – şimdiye kadar ihmale uğramıştır. 1971 Eylülünde Akbank’ın düzenlediği “Uluslararası Yunus Emre Semineri” bu boşluğu gidermiştir. Yunus Emre’nin düşüncesindeki “insan değeri” ve “insanlık” kavramları, hem Türk hümanizmasının temelidir, hem de dil, din, ırk, mezhep bölüntülerine karşı çıkan evrensel bir nitelik taşımaktadır. Yunus’un hümanist şiirleri bir araya gelince, hem Türk kültür tarihinin en sağlam barışlarından biri, hem de çağımızdan yedi yüzyıl önce yaşamış bir hal ozanımızın önce Rönesans hümanizmasını, sonra da Batıda 18. yüzyıldan beri gelişen modern hümanizmayı müjdelemiş, hatta onların hala erişemediği bir düşünce olduğuna ve şiirli söyleyiş gücüne ulaşmış olduğu görülüyor.

İnsanı dünyanın ölçüsü kabul eden ve yer yüzündeki varlığında değer ve önem bulan hümanist düşüncenin kökleri, elbette Yunus Emre’den çok önce başlamıştı. Milattan önce 5. yüzlılda Protagoras, insanın var olan ve olmayan her şeyin öncüsü olduğunu belirtmişti. Doğuda Konfüçyüz ve Buda inançları, tanrısal ve insancıl değerleri bağdaştırıyordu. Sokrates, insanın kendisini tanıması üzerinde dururken hümanist düşüncenin temellerinden birini kurmuştu. Hıristiyanlık ve İslamlık da, dinsel hümanizmanın bellibaşlı kavramlarını getirdi, ama her iki dinin sonraki bağnaz ve yobaz yorumcuları, hümanist değerleri çiğnemeye kalkıştılar. Bu dinsel yozlaşmaya Orta Doğu’da çeşitli mezhepler – özellikle sufi tarikatlar – karşı gelmeye başladı. Yunus Emre’ye en yakın ve hümanizması üzerinde en etkili olan mutasavvıf, Mevlana Celalüddin-i Rumi idi. Yunus, Mevlana’dan tasavvufi hümanizmanın birçok unsurlarını Anadolu’nun başka bir manevi aydınlığı olan Tapuk Emre’den ise insancılığın heyecanını aldı.
Yunus Emre’nin hümanizması, yeni ve etkisiz doğmuş bir felsefi sistem değildir, Doğunun ve Batının yüzyıllar boyunca geliştirdiği hümanist düşüncelerin bir sentezidir. Yunus’un şaheseri olan bu sentezi, önceki hiçbir peygamberde, düşünürde, sanatçıda, şairde bulmak mümkün değil… Türk ozanı, eski Yunandan ve Roma’dan, Doğu dinlerinden, eski Türklerin insancı düşüncesinden, İslamiyetin öz değerlerinden, içinde yaşadığı bölgedeki sufilerden aldığı hümanist kavramları birleştirerek bir Türk hümanizması yaratmış ve onu Anadolu’nun yaşayan Türkçesiyle ve şiirsel boyutlarla işleyerek Türk toplumuna ve Türk kültürüne sürekli ve etkili bir ahlak olarak armağan etmiştir. Yunus’un sentezi kendisine ve Türk duyarlığına özgüdür. Yunus’taki hümanizma kapsamına Batı kültürü ancak Yunus’tan yüzyıl sonra ulaşabilmiştir. Aynı kapsamı, Rönesans’ta kolektif bir çaba ile gerçekleştirmek mümkün olmuştur; oysa bizim Yunusumuzun eseri, tek bir ozanın dehasından doğmuştur. Dünyanın hümanizma tarihinde Yunus’un önemi, bunun içinde de üstündür.
Yunus Emre, hümanizma sentezini sadece Batıdaki uyanıştan önce yapmış olmakla değil, insanlar arasında düşmanlıkların ve bölününtülerin kol gezdiği bir çağda yaratılmasıyla da hayranlığımızı kazanmıştır. Yunus, insanlık sevgisini ve yeryüzü birliği anlayışını Moğolların yaptığı akınları ve üstüste kaç Haçlı seferinin allak bullak ettiği bir bölgede, İslam – Hıristiyan düşmanlıklıkları ve İslamiyet içinde korkunç mezhep kavgaları sürüp giderken dile getirmişti. Yıkıntı, kan, öç ve kin çağında, Yunus insanlar arasında kardeşliğin ve yeryüzünde barışın, birleşmenin, dayanışmanın değerlerini belirtiyordu.
Yunus’un hümanizması, insanın yeryüzündeki en önemli gerçek olduğu ve Tanrıyı kendi içinde taşıdığı kavramdan başlayarak manevi yaşantının kalıplaşmış dine üstün olduğu, sevginin ve barışın en güçlü ahlakı yarattığı, insan değerine ve haysiyetine bel bağlamak gerektiği, bütün dinleri ve bütün ulusları bir tutmak ve bağdaştırmak ülküsünün en dürüst ilke olduğu gibi temel hümanist düşünceleri yoğun ve ahenkli şiirlerle yaymıştır.
Türk ozanı, Allah’a inanan ve İslamiyetin yobazlar elinde yozlaşan yorumlarını reddedip öz değerlerini benimseyen gerçek bir “mümin” dir. Hümanizması Tanrıyla başlar, Tanrıyla biter. Türk şiirinde ilk defa Tanrıyı insanlaştıran ve insanı Tanrılaştıran ozan, Yunus Emre olmuştur. Bugünün Türkçesiyle yazılmış gibi duru ve akıcı bir şiirinde, Yunus Tanrıyı uzun uzun aradıktan sonra insanın canevinde bulduğunu anlatmıştır:
Bu tılsımı söyleyen
Türlü dilde söyleyen
Sığmış bu can içinde
Çok aradım özledim
Yeri göğü aradım
Çok aradım bulamadım
Buldum insan içinde
Tanrıyı “insan” da, “can içinde” bulan Yunus, insanı Tanrı gibi ya da Tanrıyı insan gibi konuşturmuştur:
Evvel benim ahir benim canlara can olan benim
Bu tanrı – insan ilişkisi, Yunus’ta insana inanç ve sevgi olarak kendini gösterir:
Yaratılmışı severiz
Yaratandan ötürü
Yunus’un hümanizmasında, inancın manevi yaşantısıdır önemli olan:
Ararsan Mevlanayı kalbinde ara
Kudüste Mekkeden Hacda değildir
Yunus Emre der Hoca
Gerekse var bin hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir
Yüz Kabeden yeğrektir
Bin gönül ziyareti
İnsan değerlerine ve haysiyetine inanan hümanist, güçlünün zayıfı hırpalamasını, zenginin yoksulu sömürmesini, imtiyazlının bahtsızı ezmesini kınar:
Gitti beyler mürüveti
Binmişler birer atı
Yediği yoksul eti
İçtiği kan olusar
“Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyen Yunus Emre’nin hümanizması, Tanrıyı, insan değerini, var olmanın sevincini kutlar ve insan haysiyetine saygı, manevi yaşantıya inanç, dinlerin çerçevesini aşan bir Tanrı anlayışına bağlılık, insanın kardeşliğine güvenç ve her zaman, her yerde sevgi ilkelerine dayanan bir düşünce ve ahlaktır. Bu üstün ahlakın özünü Yunus üç satırda vermiştir:
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize

kaynak; sevgiadasi.com

Read more

9.Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları ( İletişim Dil ve Kültür )


ÜNİTE I İLETİŞİM DİL VE KÜLTÜR
1. İLETİŞİM
Hiçbir şey yazmadan, okumadan ya da herhangi bir şey yapmadan bir süre bekleyiniz. Bu hâle ne kadar katlanabilirsiniz?
Kuşkusuz sosyal bir çevre içerisinde yaşayan insan çevresindeki varlıklarla iletişim kurmak zorundadır. İnsan çevresindeki insanlarla konuşmak, onlardan bir bilgi almak, bilgi vermek ihtiyacı duyar ve bunun için de iletişim kurar.
Peki iletişim nedir?
Duygu, düşünce ve isteklerin yazı, konuşma ve görsel işitsel araçlarla iletilmesine iletişim denir.
İletişim, ilk çağlardan günümüze gelinceye kadar pek çok aşamalardan geçmiştir. İlkel insanlar birtakım sesler çıkararak, işaretleşerek iletişim kurmuşlardır. Hatta ilkel kabilelerin ateş yakarak, duman çıkartarak kendi aralarında iletişim kurdukları bilinir.Günümüzde ise trafik işaretleri ile parti, dernek vakıfların vb. kullandıkları flama, amblem, sembol gibi işaretler birer iletişim aracıdır. Ancak bu araçlar sınırlı sayıdaki bireyler arasında iletişim sağlar. Radyo, televizyon telefon, faks, gazete, dergi vb. araçların hepsi birer iletişim aracıdır. Ancak iletişimin en güçlü olanı dil ile yapılanıdır. Dille gerçekleştirilen iletişim resim, şekil, işaret ve vücut diliyle yapılan iletişimden daha güçlüdür. Bu bakımdan duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. İletişimin kurulmasında dört temel öge kullanılır. Duygu düşünce ve isteğin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti), iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim aracı (ortamı) vardır. Bu kaynak, alıcı, ileti ve iletişim aracı (ortamdan) oluşan düzeneğe iletişim sistemi ya da bağlam adı verilir.
2. İNSAN, İLETİŞİM VE DİL
İletişim aracı olan dilin bir geniş, bir de dar anlamı vardır. Geniş anlamıyla dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir takım işaretleri (flama, bayrak, amblemden jest mimik, beden dili, müzik dili, raks dili ile trafik dili vb.) kapsayan bir sistemdir.Dar anlamda ise dil, insanların duygu, düşünce ve isteklerini karşısındakine aktarmak için kullandığı bir iletişim aracıdır. Bu bakımdan iletişim araçları içerisinde en etkili ve güçlü olanı dildir.Geniş anlamlı dilin görülen, koklanan, işitilen bir dış yönü; bir de o nesnenin anlamı olan iç yönü vardır. Geniş anlamlı dilde dış yön ile iç yön birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.Dar anlamıyla kullanılan iletişim aracı olan dilin de bir ses ya da seslerin görülen işaretleri; bir de o ses ve sesleri oluşturan işaretlerden çıkan anlam yönü vardır.Ağaç sözcüğünde, a-ğ-a-ç seslerinin oluşturduğu bir dış yön; bir de bir nesnenin karşılığı olan, bir varlığı tanımlayan (ağacı tanımlayan) anlam yönü bulunmaktadır.Ağaç denildiği zaman gözümüzün önüne elma, armut, çam, kavak vb. ağaçlardan biri gelir. Bu bakımdan dilin görme, koklama, tat alma organlarıyla sıkı bir bağlantısı bulunmaktadır.Dil insanlara özgü bir iletişim aracıdır. Çevremizde gördüğümüz canlı varlıklar birtakım sesler çıkartırlar. Örneğin köpekler havlayarak, koklayarak, kediler miyavlayarak, atlar kişneyerek kendi aralarında anlaşırlar. İnsanlar ise kendi aralarında konuşarak, yazarak iletişim kurarlar. İnsan beyni, duyu organları yoluyla çevresinden edindiği izlenimleri kendi içerisinde yoğurarak sese ve birtakım kavramlara dönüştürecek yapıya sahiptir. Gerektiğinde çevreden edindiği izlenimleri ses ya da yazı ile çevresine aktarabilir.
Örneğin çiçek dediğimiz zaman ilk önce gözümüzün önüne birtakım çiçek türleri gelir. Gül, papatya, karanfil, leylak vb. Beyin bunlar arasında bir ayırma ve çözümleme yapar. Bu ayırma ve çözümlemeden sonra duygu, düşünce ve isteğini karşısındakine
konuşarak ya da yazarak anlatır.
3. DİL- KÜLTÜR İLİŞKİSİ
Kültürün çeşitli tanımları yapılmaktadır. En genel anlamıyla kültür bir toplumun maddi ve manevi alanda ortaya koyduğu tüm eserlerdir. Toplumların yaşam biçimleri, gelenek-görenekleri kullandıkları araç gereçleri, inançları, dili, sanat anlayışı vb. kültürü oluşturur. Toplumlar yüzyıllar boyu maddi ve manevi alanda çok değerli eserler üretmişlerdir. Bu eserler gelecek kuşaklara dil sayesinde aktarılır. Örneğin İslâmiyet’ten önceki döneme ait destan, koşuk, sağu, savlar, Orhun Yazıtları, Dede Korkut Hikâyeleri, Yunus Emre’nin şiirleri dil sayesinde günümüze dek yaşamışlardır. Günümüz gençleri o eserleri okuyarak o dönemle ilgili bilgi sahibi olabilirler. Bu bilgilenme dil sayesinde olmaktadır. Bu bakımdan dil önemli bir kültür taşıyıcısıdır. Dilin kültürle olan ilişkisini Mehmet Kaplan şöyle açıklamaktadır:
DİL VE KÜLTÜR
Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar. O, bu görüşünde haklıdır. Zira dil, duygu ve düşüncenin âdeta kabıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesile aktarılır. Yazı, dilin sesini kaybeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir millet arasına yayılır. Dil, kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavr***** girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, çarşıda, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker biçer. Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının sebebi, günlük hayata çok yakın olmasıdır.Aslında dili yaratan hayat, daha doğrusu sosyal hayattır. Anne çocuğuna bir oyuncak verir. “Bak sana otomobil getirdim.” der. Böylece çocuk, oyuncak otomobil ile beraber “otomobil” kelimesini öğrenir. Fakat dil her zaman böyle bir eşya gösterilerek öğrenilmez. Bebek etrafında manasını anlamadığı birtakım sesler duyar. Zamanla onların bir şeye tekabül ettiğini öğrenir.Dil deyince, konuşulan ve yazılan bütün kelime ve cümleleri anlamak lazımdır. Halk günlük hayatında kelimeleri menşelerine göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, kelimelerin manası, işe yaramasıdır. Bir bakkal dükkanında on dakika oturup halkı dinleyerek hangi kelimeleri kullandığını tespit edebilirsiniz.
Bir ülke sınırları içerisinde dil farklı biçimlerde kullanılabilir. Bu farklılığın başında konuşma dili ile yazı dili gelir. Konuşma dili: Günlük yaşamda, evde, sokakta, çarşı pazarda kullanılan dile konuşma dili denir. Konuşma dilinde el, yüz ve vücut hareketlerine, ses tonuna, vurguya ve tonlamaya dikkat edilir. Yani bu öğeler konuşmada sözün anlatım gücünü etkiler. Konuşma dili işitme duyumuza hitap eder. Konuşma dili kişilerin kültür düzeylerine ve bölgeden bölgeye farklılıklar gösterir. Okuma yazma oranı düştükçe dili kullanmada yöresel özellikler çoğalır. Böylece konuşmada ağız, şive ve lehçe farklılıkları görülür. Bu farklılaşmada yöresel konuşma biçimlerinden biri yazı dili olarak kabul edilir. Bugün Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dili olarak kullanılmaktadır. Çünkü İstanbul yüzyıllardan beri Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış bir kentimizdir. İnsanlar yüzyıllardan beri imparatorluğun pek çok yöresinden buraya göç etmişler ve işleyip geliştirerek bir dil oluşturmuşlardır. Dillerde coğrafya ve toplumsal ayrılıklar nedeniyle farklılaşmalar olur. Sözcükler, bölgeden bölgeye farklı biçimlerde söylenir. Bu farklılaşmadan lehçeler meydana gelir: Çağatay lehçesi, Azeri lehçesi, Anadolu lehçesi gibi. Bir lehçeye bağlı kentler,
ilçeler ve hatta köyler arasında dahi söyleyiş farklılıkları görülür. Bu farklılıklardan şiveler, ağızlar oluşur. 
Yazı dili: Yazı dili resmî yazışmalarda, gazete ve dergi yazılarında kullanılan dildir. Yazı dili görme duyusuna hitap eden bir dildir. Yazı dilinde noktalama işaretlerine ve yazım kurallarına dikkat edilir. Konuşma diline göre uzun cümleler kullanılır.
ÖZET
Duygu, düşünce ve isteklerin anlaşılması için yazı, konuşma, görsel ve işitsel araçlarla iletilmesine iletişim denir. İletişimin kurulmasında dört temel öge kullanılır. Sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen söz (mesaj, ileti), sözü alan bir alıcı ve iletişimin kurulduğu ortam vardır. İletişimin en güçlü olanı dille yapılan iletişimdir. Dil; duygu, düşünce ve istekleri karşımızdaki kişiye aktarmak için kullandığımız bir iletişim aracıdır. Dil insanlara özgü bir iletişim aracıdır. Doğadaki canlılar birtakım sesler çıkartarak anlaşırlar. İnsanlar da kendi aralarında konuşarak yazarak iletişim kurarlar. Dilin kültürle güçlü bir ilişkisi vardır. Bir toplumun maddi ve manevi alanda ortaya koyduğu eserlerin tümüne kültür denir. Kültürel varlıklar dil sayesinde aktarılır. Bir ülke sınırları içerisinde dil farklı biçimlerde kullanılabilir. Bu farklılık konuşma dili ile yazı dilinde görülür. Konuşma dili de lehçe, şive ve ağız gibi bölümlere ayrılır.

Read more

12. Sınıf Edebiyat Etkinlikleri Sayfa 18-19-20


Sayfa 18
 
4)Günümüz eserlerinde batıya yönelme devam ediyor.
 
5)Metnin teması:Batılılaşma
 
Cumhuriyet dönemine ait sosyal hayat unsurları : Batının örnek alınması gerektiği ve buna göre hareket etmemiz gerekir.
 
Çıkarımlarımız: Batıyı anlamak için batının gereklerini bilmemiz gerekir.Batının bilim dallarındaki yeniliklerini almamız gerekir.
 
——————–
 
Sayfa 19
 
6)(sosyal-siyasi) batılılaşma akımı etrafında ele alınmıştır.
 
7)Açıktır.
 
durudur.
 
akıcıdır.
 
tutarlıdır.
 
süslü(sanatlı)değildir.
 
Objektif değildir.Subjektifdir.
 
—————————–
 
sayfa 20
 
1. paragraf:öğretici
 
2.paragraf:mizahi
 
3.paragraf:duygusal
 
diğer paragraflar öğretici
 
öğretici anlatım türü ağır basmaktadır.
 
nesir geleneğine(deneme) aittir.
 
12-işlemezdi.Çünkü yazar öznel bir bakış açısıyla temayı ele almıştır.Bir başka yazar batının doğuyu örnek alması gerektiğini savunabilirdi.
 
Batının teknik olarak gelişmesine rağmen bazı değerlerini kaybettiğini, bu değerler bakımından bize özendiğini dile getirebilirdi.örneğin aile kavramının batıda yokolduğunu,batılıların rahat yaşama uğruna çocuk yapmak istemediklerini, bu yüzden avrupa nüfusunun hızla azaldığını dile getirebilirlerdi.

Read more

10.sınıf Edebiyat İskendernâme Sayfa 108-114


1. “İskendernâme”den alınan, kitabınızda okuduğunuz bölümün olay örgüsünü, aşağıdaki şema üzerindeki boş bırakılan yerlere kısaca yazınız.
1. İskender ve ordusu karanlık içinde yol devam ederler ve karanlık olduğu için birbirlerini bulamazlar ve kaybolurlar. İskender geri dönmek istemez ama ordusunun durumunu görünce mecburen geri dönmek zorunda kalır. Geri dönünce Hızır’ı göremez. Kendi ordusu karanlık kurtulur ve İskender Hızır’ı merak eder. Fakat Hızır da ab-ı hayat suyunun yanındadır. İskender de bir çöle gelir ve burda herkesin yattığı sırada bir ağaç İskender’e seslenir. Çok mal yığdın, servetin çok oldu. Neden halen yürüyorsun der. Bunun için buruk bir şekilde yoluna devam eder. Daha sonra vardığı yerde bir burun kanaması geçirir ve hastalanır. Doktorlara haber yollanırsa İskender, kendisine ecelin geldiğini anlar ve hiçbir şeyin fayda etmeyeceğini düşünür. Sonunda da eceline yenilir.

2. Metnin yapısını oluşturan öğeleri aşağıya yazınız.
Kişiler: İskender, Hızır,
Mekân: Belirli bir mekan olmamakla birlikte karanlık, gün doğusu ve batısı için kullanılan yerler var.
Zaman : Belirli bir zaman yok.

3. Sınıfta dört gruba ayrılınız. Grup sözcünüzü belirleyerek aşağıdaki konulardan birini seçiniz. İnceleme sonuçlarınızı grup sözcüleriniz aracılığıyla aktarınız.
a. Metindeki kişileri, olay örgüsündeki önem sırasına göre tahtaya yazınız. Daha sonra bu kişilerin kişilik özelliklerini ve olay örgüsündeki işlevlerini yazınız.
a. İskender en önemli karakter Hızı ise daha sonraki önem sahiptir. Olay örgüsü mutlaka anlatmaya bağlı mutlaka bir karakter etrafında şekillenmesi gerekmektedir.

b. Metindeki mekânın, olayların oluşumundaki işlevini ve nasıl anlatıldığını belirtiniz.
b. Mekan, olayların anlatılmasında olayın belli bir mekanda geçmesi gerektiği düşünüldüğü için verilmiştir. Fakat belirli bir mekan isimleri verilmemiştir.

c. Metindeki olaylar, belli bir zaman dilimi içinde mi anlatılıyor? Zamanın nasıl anlatıldığını söyleyiniz.
c. Zaman belirgin değil. Olaylar ise belirsiz bir zaman diliminde geçmektedir. Mesela İskender, karanlıktan ne kadar zamanda çıktığı belirtilmemiştir.

ç. Metindeki kişilerle, zaman ve mekânın ilişkisini açıklayınız.
ç. Mekan, kişiler ve zaman bir uyum içerisinde olay örgüsü etrafında şekillenmiştir ki bize anlamsız ve garip gelen bir yanı yoktur. Olay örgüsünü şekillendirmek için verilmiştir.

4. Metnin temasını söyleyiniz. Temanın, XIV. yüzyılda Türk edebiyatının etkilendiği İslami edebiyatın etkisini de düşünerek dönemle ilişkisini belirtiniz.
4. İskender’in hayatıdır teması. 14 yüzyılda İslamiyet etkisi ile şekillendiği doğrudur çünkü İskender, dini bir karakterdir ve Kuran’da Zulkarneyn diye geçen kişidir.

5. a. Daha önceden hakkında bilgi edindiğiniz İskendernâme’nin konusunu özetleyerek anlatınız.
a. Makedonyalı İskender’in doğu ve batıya yapmış olduğu seferleri ele alarak alegorik olarak hayatını anlatır.

b. “İskendernâme”nin temasının evrensel olup olmadığını açıklayınız.
b. Tema evrenseldir. Tarihteki bu karakteri herkes her devir ele alabilir.

6. Sınıfta arkadaşlarınızla grup oluşturarak İskendernâme’nin bir bölümünü canlandırınız. Daha sonra metinde anlatılan olayların yaşanabilir gerçekler olup olmadığını ve bunların olay örgüsünde nasıl anlatıldığını tartışınız. Sonuçları sıralayınız.
6. Cevabı size kalmış…
7. Metindeki olayları, olay örgüsü içindeki kişilerden biri mi, yoksa dışarıdan gözlem yapan, her şeyi bilen biri mi anlatıyor? Anlatıcının bakış açısıyla ilgili çıkarımlarınızı açıklayınız.
7. İlahi anlatıcı kullanılmış olup anlatıcı her şeyi bilen biridir.

8. a. Mesnevinin orijinalinden alınan aşağıdaki beyitleri okuyunuz.
Gitdiler zulmet içinde bir zaman Karanlık içinde bir zaman yürüdüler,
Bir gice bir ebr kopdı nâ-gehân Bir gece ansızın bir bulut çıktı.
Leşker ü şeh işlerini yazdılar Asker ve şah ne yapacaklarını şaşırdılar,
Yürür-iken birbirinden azdılar Yürürken şaşkınlıktan birbirinden ayrılarak dağıldılar.
Çünki görmezlerdi birbirin ayan Birbirlerini karanlıkta göremedikleri için
Azdılar biri birinden bî-gümân Şüphesiz birbirinden ayrılarak dağıldılar.
Beyitlerde geçen aşağıdaki kelimelerin günümüzdeki karşılıklarını inceleyiniz.
Farklılıkları belirtiniz.
gitdiler —–> gittiler t- d değişmesi
kopdı —-> koptu t- d değişmesi
gice>gece i-e değişmesi

b. Metnin orijinalinden günümüzde de aynen kullanılan kelimeleri tespit ediniz.
b. zulmet, içinde, zaman, bir, işlerini , yazdılar, azdılar gibi kelimeler günümüzde de kullanılmaktadır.

c. “zulmet, nâ-gehân, ayan, bî-gümân, leşker, şeh” kelimelerinin anlamını bilip bilmediğinizi belirtiniz. Metinde anlamını bilmediğiniz kelimelerin çoğunlukta olup olmadığını söyleyiniz.
c. Bu kelimelerin bazılarını anlamlarını bilsek de çoğunluk olarak anlamını bilmediğimiz kelimeler çoktur.

ç. Metinle ilgili incelemenizden ve mesnevinin tamamının anlatımından hareketle eserin dili hakkındaki düşüncelerinizi aşağıya yazınız.
ç. Arapça ve Farsça kelimelerin fazla olduğu düşünülürse bize göre daha ağır bir dili vardır diyebiliriz. Anlaşılması zor metindir.

9. “İskender’in Ordusu ile Karanlığa Varışı” adlı bölümde tasvir yapılan beyitleri bulup tekrar okuyunuz. Belirtilen bölümde tasvirin nasıl yapıldığını açıklayınız. Beyitleri okurken bu tavsirin sizi nasıl etkilediğini belirtiniz.
9. Tasvirler kısa cümlelerle dile getirilmiş olup sadece olayların daha iyi anlaşılması için verilmiştir.

10. a. İskender ve Zülkarneyn hakkında edindiğiniz bilgileri arkadaşlarınızla paylaşınız.
a. Her ikisi de aynı kişi olduğu rivayet edilmektedir. Zülkarneyn, Kuran’da ismi geçen ve Yecüc ve Mecüc kabilesine sed çeken kişi olarak geçmektedir ki tarih bize bunun Makedonyalı İskender olduğunu rivayet etmektedir.

b. Nihad Sami Banarlı’nın, “İskendernâme”yle ilgili değerlendirme yazısından alınan aşağıdaki bölümü okuyunuz.
“İskendernâme isminden de anlaşılacağı gibi büyük İskender’in hayatına, idealine, aşklarına ve fetihlerine dair, tarihlerden, rivayetlerden, destanlardan derlenmiş bilgilerle meydana getirilmiş, büyük bir manzum hikâyedir. İskendernâme mevzuu, Türk edebiyatından önce İran edebiyatında işlenmiş ve İskender’in hayatı, İran romanının klasik mevzuları arasında yer almıştır. İskendernâme, Firdevsî’ye de mevzu olmakla beraber, büyük müstakil bir eser olarak İran edebiyatında bilhassa Genceli Nizamî tarafından yazılmıştır.
Ahmedî, İskendernâme’nin mevzuunu İran edebiyatından almış fakat onu kendi bilgisi, kendi sanatı ve kendi buluşlarıyla süsleyip genişleterek klasik terbiye ve klasik anane içinde, orijinal bir eser hâline koymuştur. Bu bakımdan Ahmedî’nin eseri İran örneklerine nispetle daha ciddi, tarihî hakikatlere daha yakın bir kitaptır.
O kadar ki İskendernâme, ihtiva ettiği bilgilerin çeşitliliği ve zenginliği dolayısıyla âdeta o devir ilminin bir ansiklopedisi mahiyetini almıştır.
8200′den fazla beyitle söylenen İskendernâme, lisan bakımından da sade ve sevimli bir XIV. asır Türkçesiyle yazılmıştır. Onun içindir ki İskendernâme bugün, sanat değerinden veya verdiği tarih bilgilerinden ziyade dil ve umumi kültür bakımından ehemmiyetli bir eserdir.
Ahmedî, bütün bu bilgileri kendi zamanında Şark ilminin bilebildiği en zengin ve yine o zaman için en doğru sayılan bir şekilde yazmıştır. Ancak eserini bir vakalar ve maceralar şeridi hâlinde bırakmamış, ona fikrî, ahlaki ve terbiyevi bir hüviyet de vermiştir.
Mesela Ahmedî’ye göre âb-ı hayat, ilimdir ancak onu bulanlar ölmez. Aristo, akıl’dır. İskender, ruh’tur. Dârâ, ihtiras’tır ve ruh ancak ihtirası yendiği zaman dünyaya hâkim olur.”

c. Okuduğunuz yazıdan ve eserle ilgili edindiğiniz bilgilerden yola çıkarak “İskendernâme”yi kendinden önceki metinlerle ve daha önce okuduğunuz günümüz yazarlarından birine ait hikâye ile karşılaştırınız. Farklılıkları sıralayınız.
c.
 FarklılıklarBenzerlikler
İskendernameTemaları farklı

Olağanüstülükler var
İnsana ait gerçeklik az
İslami etki var.
Kurmaca

Olay çevresinde gelişen edebi metinler
Olay, yer, zaman, kişi etrafında şekillenmiştir.
Memduh Şevket Esendal Dülger Balığının ÖlümüTemaları farklı

Olağanüstülükler yok
İnsana ait gerçeklikle dile getirilmiş
Modern etkiyle yazılmış

ç. “İskendernâme”nin XIV. yüzyılın gerçekliğiyle ilişkisini açıklayınız.
Ç. Dini yani İslami etki olduğunu düşünecek olursak döneminin gerçekliğine uygun düşmektedir. Çünkü İskender dini karakterdir.

11.Kitabınızdaki eserlerden hareketle XIII – XIV. yüzyıllarda Anadolu’da, olay çevresinde oluşan edebî metinlerin oluşmasını sağlayan zihniyet (ait oldukları dönem; dönemin siyasi, dinî, kültürel, toplumsal yönden özellikleri) hakkında bilgi veriniz.
11. 13. ve 14. yüzyıl Anadolu’da yeni bir medeniyetin inşası vardır. Osmanlı yeni kurulmaya başlamıştır ve Osmanlı din etrafında şekillenmiştir. Osmanlı kurulurken de din eksenli bir devlet olarak yani hutbe okutarak kurulmuştur. Din olarak insanlar yeni yeni bu hayatı kabullenmeye başlamış ve Anadolu’nun müslümanlaşmasının devam ettiği bir dönemdir.

12. a. Ahmedî hakkında edindiğiniz bilgileri arkadaşlarınıza aktarınız.
a. Bursa ve Edime sarayları çevresinde rahat bir yaşam sürmüştür. Aşk, eğlence, tarih ve tabiat temalı şiirler yazmıştır. Tasavvufu çok iyi bilmesine rağmen, şiirlerinde tasavvufa az yer vermiştir. Türkçeyi iyi kullanan, şiir tekniğine hâkim kudretli bir şairdir. Gazel ve kasidelerinde İran şiirinin özelliklerini gösterdiği gibi, Türk ruhunun inceliklerini ve Türkçenin gücünü de aksettirmiştir. İran şiirinin konu ve biçim özelliklerini şiirimize kazandırmaya çalışmıştır. “İskendername” ve “Cemşid ü Hurşid” adlı mesnevileri önemli yapıtlarıdır.

Ahmedî Eserleri:
  • Divan
    İskendername: Büyük İskender’in yaşamının ve savaşlarının anlatıldığı mesnevidir. Yapıtta ayrıca; astronomi, fen, matematik ve toplumbilim ile ilgili bilgiler yer almaktadır.
  • Cemşid ü Hurşid: Çin hükümdarı Cemşid’in Rum kayserinin kızı Hurşid’e aşkını anlatan yapıt, Farsçadan çevrilerek mesnevi biçiminde yazılmıştır.
    Tervihü’l Ervah: Manzum bir tıp kitabı.
    Mirkatü’l Edeb: Arapça-Farsça manzum sözlük

b. “İskendernâme”de olayların ardından ahlaki ve fikrî düşünceler yansıtılmaktadır. Eserin genelini de düşünerek şairin fikrî ve edebî yönü hakkındaki düşüncelerinizi aşağıya yazınız.
b.

13. Şairin hayatını, eğitim düzeyini göz önünde bulundurarak yazar ve eser arasındaki ilişkiyi aşağıya yazınız.
13. Eser ile yazarı arasında sıkı bir ilişki vardır. Yazdığı diğer eserlerden de bu durum rahatça görülmektedir.

YORUMLAMA – GÜNCELLEME
1. XII. yüzyılda, Malatya bölgesinde Danişmendliler çevresinde oluştuğu kabul edilen “Battal Gazi Hikâyesi”nde kahramana “Seyyid” unvanının verilmesinin o dönem için önemini açıklayınız.
1. Seyyid, verilmesi dini bir niteliği taşıdığı için önemlidir.

2. Dirse Han’ın, çocukları olmadığı için eşine söylediği sözlerine karşılık, hatunun öğütlerini hemen yerine getirmesini, Oğuzlardaki kadına bakış açısı yönünden değerlendiriniz.
2. Kadına verilen önemi göstermektedir.

3. Dirse Han’ın oğlu on beş yaşındayken bir boğayı yendiği için Dede Korkut tarafından ona “Boğaç Han” adı verilir. Dede Korkut, Boğaç Han’a adını koyduktan sonra babası Dirse Han’a ona beylik vermesini söyler. Bu âdet, günümüzde aile içinde nasıl devam ettiriliyor? Açıklayınız.
3. Türkler isim çocuk büyüyüp bir kahramanlık yaptıktan sonra verilirmiş. Bu da onlardaki kahramanlık duygusunu hızlandırmaktadır, hareketlendirmektedir, bir şeyler yapma ihtiyacı duyar. Günümüzde bu gelenek yoktur.

4.
Çeşme-i Hayvânun içinde ecel

Kişiyi bulur nedür bunca emel

Zehr olur irdükd’ecel Âb-ı Hayât
Vây ana k’ardıncadur anun memat
Bu kadar arzu nedendir, ecel insanı ölmezlik suyunun içinde de bulur.

Ölümden yakasını kurtaramayan insanın vay hâline ki ecel onu yakaladığında ölmezlik suyu bile ona zehir olur.

Yukarıdaki beyitlerde Zülkarneyn, ölmezlik suyunu arayan İskender’e neden bu öğütleri vermektedir? İskender’in bu suyu bulma amacı nedir? Siz bu sudan içmek ister miydiniz? Nedenlerini açıklayınız.

5. Ölmezlik suyunu içen Hızır, efsaneye göre sıkıntıya düşen insanlara yardıma koşmaya başlamıştır. Günümüzde, zor durumda kalan birinin işine son anda çare olan kişiler için “Hızır gibi yetişti.” ya da “Hızır yetişti.” denilmesinin bu efsaneyle ilgisini açıklayınız.
5. Bu efsane il ilgisi vardır. Ölümsüz oluğuna inanılır ve insanlara yardım eder.

6. “Dânişmentnâme ile Battalnâme” arasındaki tarihî bağlantıyı açıklayınız.
6. Birbirinin devamı niteliğinde olan destanlardandır. Tarihsel olarak da bağlantı vardır.

DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdaki noktalı yerlere uygun sözcükleri yazarak cümleleri tamamlayınız.
  • XIII ve XIV. yüzyılda anlatmaya bağlı metinler DESTAN ve hikâyeler olmak üzere iki grupta incelenir.
  • XIII ve XIV. yüzyılda halk arasında anlatılan kahramanlık hikâyeleri, fetih veKAHRAMANLIK temalarını işlemesi sayesinde daha çok ilgi görmüştür.
  • DANİŞMENTNAME, Seyyid Battal Gazi Hikâyesi’nin ikinci halkası olmuştur.
2. Aşağıdaki cümlelerin başına yargı doğru ise “D”, yanlış ise “Y” yazınız.
( D ) XIII ve XIV yüzyılda destani hikâyeler Anadolu’da oluşmuştur.
( D ) Battalnâme’de İslamiyet öncesi destanların etkisi görülmemektedir.
( D ) XIII ve XIV yüzyılda destani hikâyeler, yaşanmış bazı tarihî gerçekleri dile getirmektedir.

3. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanları işaretleyiniz.
XXX“İskendernâme” tarihî gerçekliklerden yararlanılarak yazılmış bir eserdir.
XXXHalk hikâyeleri ve Dede Korkut Hikâyeleri’nin söyleyenleri belli değildir.
 “Battalnâme”, Battal’ın ağzından anlatılan bir halk hikâyesidir.
XXXXIII ve XIV yüzyıldaki eserlerin kaynağı, destanlar ve İslami dönemde oluşan hikâyelerdir.
XXXXIII ve XIV yüzyıl eserlerinde İslami dönemin etkisiyle Arapça ve Farsça kelimeler kullanılmaya başlanmıştır.
XXX”Dede Korkut Hikâyeleri”, Türk edebiyatında, destandan öyküye geçiş aşamasının en özgün ürünlerindendir. Ancak destan özellikleri daha belirgindir.
XXXAhmedî, XIV yüzyıl divan şiirinin en ünlü şairlerindendir.
XXX”İskendernâme ve Cemşid ü Hurşit” Ahmedî’nin mesnevi tarzında yazdığı eserleridir.

4. Dede Korkut Hikayeleriyle ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?
A. Dede Korkut Hikâyelerinde hikayecinin ağzından söylenen yerler düz yazıyla belirtilmiştir.
B. Olaylar sırasında kişilerin karşılıklı konuşmaları da düz yazıyla verilmiştir.
C. Dede Korkut, kahramanlara ad koyan, Oğuzların ona akıl danıştıkları bilge kişidir.
D. Dede Korkut Hikâyelerinde, Müslüman Oğuzların iç ve dış güçlerle savaşları anlatılmaktadır.
E. Dede Korkut Hikâyelerinde olağanüstü özelliklere rastlanılmamaktadır.
CEVAP: E
Read more

10. Sınıf Edebiyat Öğretici Metinler Sayfa 115-119


1. Hayır, yazılı metinler her zaman öğretici nitelikte olmayabilir. Estetik zevk veren duygusal metinler de yazılı olarak yazılabilir.
2. Çevrenizde, olaylar karşısında zekice fikirler ortaya atan, sorulara düşündürücü cevaplar veren insanlar var mıdır? Bu insanların gözlemlediğiniz diğer özelliklerini sıralayınız.
2.

1. metin
TASAVVUFİ METİNLER MAKÂLÂT
BÂB-I EVVEL
Hakk Sûbhanehû ve Taâlâ Hazretleri, Hz. Adem’i dört türlü nesneden yarattı ve dört türlü bölüğe ayırdı. Bu dört türlü bölüğün de dört türlü taatları, dört türlü arzuları ve dört türlü hâlleri vardır.
Pes imdi bu dört türlü nesne nedir ve bunlardan ne yaratıldı?
Bu dört türlü nesnenin birincisi Toprak, ikincisi Su, üçüncüsü Ateş ve dördüncüsü de Yel (Hava) dir.
Ve dahi Cenabıhakk’ın yarattığı dört bölük insana gelince:
Birinci bölük âbidlerdir: Bunlar Şeriat Kavmidir ve aslı (hava)dır. Hava ise insanlar için, hem şifa hem de kuvvettir. Zira bunlar (âbidler) gece-gündüz Hakk’ın taatından ayrılmazlar. Nasıl yel esmeyince dane-ler (ekinler) samanından ayrılmazsa ve yine yel esmeyince bütün âlemin kokudan helak olacağı malum­dur.
Öyle ki dünyada ne ki var ise helal, haram, temiz ve pis hepsi şeriat ile malum olur. Çünkü şeriat kapısı ulu kapıdır. Çünkü Cenabıhak, her çeşit nesnenin varlığını Kur’an içinde yâd (haber) etti.
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır, onları ondan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; onun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır (En’am suresi, 59. ayet).
Öyle ise aziz kardeşim! Hakk Taâlâ’nın emirlerine sıkı sıkıya bağlı kalmak; yapın dediklerini yapmak, yapmayın dediklerinden de sakınmak, uzak kalmak gerekmektedir. Bunun için de insan olanlar, kendi­lerini tez Ulu bileler ve Hakk Taâlâ Hazretlerinin yasakladıklarından sakınanlar. İnşallahu Taâlâ, bu gibi insanların amel ve hâllerinin nasıl olduğunun Marifet vasıtasıyla mahşerde (canı diri kıldığı yerde) hatır­larız.
Amma âbidlerin taatları: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, vatanı tehlikede olunca harbe iştirak etmek, gusl abdesti alıp temizlenmek ve nefsî arzularından uzak durup dünyayı terk edip ahireti sevmektir.
Bunlar Avam-Halk taifesidir ve işi gücü birbirlerini incitmektir. Öyle ki bunlarda; kibir, haset, buğuz, cimrilik ve düşmanlık her zaman görülür ve bu taifenin marifeti bu yolda gözükmektedir.
Ama ikinci bölük Zahidlerdir. Bunların aslı afeştendir ve bunlar tarikat kavmidir. Bu sebeple bunlar, ateş gibi gece gündüz yanmaları ve kendilerini yakmaları gerekir. Öyle ki her kim bu dünyada kendisini yakarsa yarın ahirette türlü azaplardan kurtulacaktır. Şunu iyi biliniz ki bir kez yanan başka vakit yanmaz (ki bu husus için Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetlere telmih de bulunmaktadır:).
“(Kur’an’a nazire yazmayı) Eğer bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır (Bakara suresi, 24. ayet).
- Ey iman edenler: Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildik/erini yapan melekler vardır (Tahrim suresi, 6. ayet).
Hacı Bektaş-ı Velî
Makâlât
hzl.: Abdurrahman GÜZEL

1. Metinde anlatılanları özetleyerek metnin ana düşüncesini belirtiniz.
1. Metinler Allah’ın Adem’i yarattığı dört nesnenin ne olduğu ve bu dört nesnenin ikisinin özelliklerinden bahsediyor.

2. a. Okuduğunuz metnin özgün diliyle verilen aşağıdaki bölümü okuyunuz. Metni bu haliyle okuduğunuzda dilini anlayıp anlamadığınızı belirtiniz.
“Pes imdi her – ne kim bu dünyede vardur; halâl ve haram ve mısmıl ve murdar kamusı Şarî’at birle malûm olur; zire kim Şarî’at kapusı ulu kapudur. Nitekim Çalap – celle celâluh cümle dürlü nesnenün varlığını Kur’ân içinde yâd kıldı.”
a. Metin bu haliyle anlaşılması oldukça zor bir metindir.
b. Metinde söz sanatlarından yararlanılıp yararlanılmadığını söyleyiniz.
b. Metinde söz sanatları kullanılmamıştır. Metin öğretici metin olduğu için çok fazla kulanılmaz.
c. Özgün metinden örnek cümleleri tahtaya yazarak uzunluk kısalık yönünden inceleyiniz.
c. halâl >uzun ünlü var â
haram >uzun ünlü yok
Şarî’at>uzun ünlü var â
Kur’ân>uzun ünlü var â
kapusı >uzun ünlü yok
kapudur>uzun ünlü yok

ç. Aşağıdaki kelimelerin günümüzdeki yazımlarını da inceleyerek metnin dil özelliklerini boş bırakılan yere yazınız.
ma’lûm -» malum birle -» ile
dürlü -» türlü kapu -» kapı
ç. Metnin dil özellikleri bakımından yabancı sözcükler –Arapça ve Farsça etkisi- var. Türkçe olan sözcüklerde sözcük başı düşmesi, t>d değişmesi sözcük içinde u>ı değişmesi olmaktadır.

3. Metindeki birimlerin adını belirtiniz. Bu birimlerde anlatılanlar, metnin iletisini destekliyor mu? Açıklayınız.
3.

4. Metinde Kur’an-ı Kerim’in surelerinden örnekler verilmiştir. “Hak, şeriat, Çalab” kelimelerini de dikkate alarak metnin hangi gelenekle yazıldığını belirleyiniz.
4. Hak, şeriat, Çalab gibi kelimeler İslam kültürünün etkisiyle oluşmuştur.

5. Aşağıdaki şemayı inceleyerek Makâlât’ın yazılış amacını belirleyiniz.
5.
Düzyazıyla yazılan öğretici metinler
Yol gösterici
Aydınlatıcı
Telkin edici, Düşündürmek
Bilgi verici, Uyarmak
Kanıları değiştirici
Tanıtmak, Yönlendirmek


6. a. XIV. yüzyılda Rabguzî tarafından yazılmış, “Kısas-el-Enbiya (peygamberlerin hikâyeleri)”dan alınan aşağıdaki bölümü okuyunuz.
HACER İLE İSMAİL
Yarındası Hacer’ga aydı:
— Bir aziz dostum bar, bu ogulnı tileyü-turur, “keltürgil köreyin” tib. İmdi İsmail’nin başını, saçını yugıl, anda ileteyin, tidi.
Hacer, İsmail’ni yudı, saçını taradı, arıg tonlar kezdürdi irse, İsmail yavlak körüklendi. Anası İsmail’nin yüzinge bakdı, aydı:
— Ay teg yüzin, kün teg körkin, kalem teg közin, ok teg kirpükin, nar teg yanakların, akik teg irinlerin, yincü teg tişlerin, beste teg ağzın.
Boynın koçub öpüb aydı:
Beyit
Ey könül avunçası ugrab yırakga barmagıl
Yarlıka, yalguz anan bağrını sen öldürmegil.
tib inreyü közyaşı, könül köynüki birle İsmail’ni köndürü çıkdı.

Günümüz Türkçesiyle
Ertesi gün Hacer’e dedi:
— Bir değerli dostum var, bu oğlanı isteyip duruyor, “Getir göreyim.” diyor. Şimdi İsmail’in başını, saçını yıka, oraya götüreyim, dedi. Hacer, İsmail’i yıkadı, saçını taradı, temiz giysiler giydirdi, İsmail çok güzelleşti. Anası İsmail’in yüzüne baktı, dedi:
— Ay gibi yüzün, gün gibi güzelliğin, kalem gibi gözün, ok gibi kirpiğin, nar gibi yanakların, akik dudakların, inci gibi dişlerin, yumulmuş gibi ağzın.
Boynuna sarılıp öpüp dedi:
Beyit
Ey gönül avunçası! Fırlayıp uzağa gitme
Yalnız ananın bağrını öldürme, (ona) acı;
deyip inliyerek gözyaşı, gönül yanığı ile İsmail’i gönderdi.

b. “Kısas-el-Enbiyâ ve Makâlâf’tan okuduğunuz metinlerden hareketle öğretici metinleri birbirinden ayıran özellikleri belirtiniz. Daha sonra aşağıdaki yargıda boşluk bırakılan yerlere uygun kelimeleri yazınız.
b. Her öğretici metin farklı amaçlarla yazılabilir. Kimileri bilgi vermek amacıyla yazılırken kimiler telkinde bulundurmak kimileri düşündürmek ve kimileri kanıları değiştirmek amacıyla yazılabilir.

  • XIV. yüzyılda öğretici metinler din, TARİH, tıp, tabiat ve PEYGAMBER menkıbeleri konularında yazılır.

2. metin
NASRETTİN HOCA FIKRALARI
Bir gün Hoca bir bostana girüb havuç ve şalgam, ne ki buldu ise çuvala ve koynuna toldururken bostancı bunu tutup “Bunda ne ararsın?” dedikte Hoca şaşırub “Geçen bir şedid rüzgâr esti, beni buraya attı.” cevabını virmiş ise de Bostancı, “Yahu bunları kim yoldu?” diyince “Rüzgâr şedid olduğundan, beni oradan oraya attı. Neye yapıştım ise elimde kaldı.” dedikte bostancı, “Ya bunları çuvala kim toldurdu?” diyince cevabında “Ben de anı tefekkür iderdim (düşünürdüm.).” dimiş.
Letaif-i Rivayat-ı Nasrettin Hoca
hzl.: Fikret TÜRKMEN

3. metin
RÜZGÂRIN ATTIĞI ADAM
Hoca bir gün boş bir bostana dalar;
Yolar, temizler, bostanda ne varsa.
Marullar, patlıcanlar, salatalar;
Doldurur bir çuvala tıka basa.
Tam yükü yükleneceği sırada
Çam yarması bir adam peyda olur.
— “Herif! der, ne arıyorsun burada?”
Hoca bir düşünür, cevabı bulur;
Der ki : — “Dün bir rüzgâr çıkmıştı hani,
işte odur atan buraya beni.”
— “Demek seni buraya atan, rüzgâr.
Peki, ya bu patlıcanlar, marullar?
Onları da hep rüzgâr mı kopardı?”
— “Evet! Biraz fazlaca esiyordu;
Beni öteye beriye savurdu;
Neye uğradığımı bilemedim;
Bari şunlara tutunayım, dedim;
Neye tutundumsa elimde kaldı.”
Bunun üzerine bostancı kızar:
— “Peki, çuvala koyan da mı rüzgâr?
Söyle, kim doldurdu çuvala bunu?”
Hoca tatlı tatlı kaşır burnunu:
Sonra döner, der ki: — “İlahi oğlum,
işte ben de onu düşünüyordum.”

Orhan Veli KANIK
Nasrettin Hoca Hikâyeleri

1. a. Okuduğunuz ikinci ve üçüncü metni aşağıdaki ölçütler doğrultusunda inceleyiniz. Her iki metnin ortak ve farklı yönlerini tablonun ilgili bölümüne yazınız.
Ölçütlerİkinci MetinÜçüncü Metin (Rüzgârın Attığı Adam)
TemaNasreddin Hocaİnsanın 4 maddeden yaratılışı
Anlatım BirimiMizahi anlatımÖğretici, didaktik ve açıklayıcı anlatım
Yazılış AmacıGüldürmekÖğretmek, bilgi vermek
imgeler——————–—————
UyaklarUyak varUyak yok
b. Yaptığınız incelemeden hareketle öğretici metinleri anlatım biçimleri bakımından gruplandırınız.
Öğretici metinler
Düz yazıyla yazılanlar
Manzum yazılanlar

c. Aşağıda verilen Nasrettin Hoca fıkrasını Orhan Veli’nin yazdığı gibi manzum şekilde yazınız. Yazdığınız metni sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
Bir gece rüyasında Hoca’ya tokuz akçe virmişler.Hoca hele on akçe olsun dirken uyanıb baktı ki elinde bir şey yok. Gözlerini kapayup elini uzatub “Getür bari, tokuz akçe olsun.” dimiş.

2. “Bir gece rüyasında Hoca’ya tokuz akçe virmişler.” “Düzgâr (rüzgâr) şedid (şiddetli) olduğundan, beni oradan oraya attı.” cümlelerindeki yabancı kelimeleri ve cümlelerin yapısını inceleyiniz, “girüb, dedikte, toldurdu” kelimelerini günümüzdeki kullanımlarıyla karşılaştırınız. Farklılıkların nedenini belirterek metnin dil özelliklerini sıralayınız.
2. “girüb, dedikte, toldurdu” kelimeler günümüzde girip, dediğinde, doldurdu şeklinde değişerek gelmiştir. Bu farklılaşma 14 yüzyıl Anadolu’da kullanılan Eski Anadolu Türkçesi’nin özelliklerinden kaynaklanmaktadır. O dönemde sesli harflerin bazılarının yuvarlak eğilimli olduğunu görmekteyiz.

3. Metindeki anlamlı en küçük birimleri belirtiniz. Bunların, metnin ana düşüncesini destekleyip desteklemediğini söyleyiniz.
3.
4. Metnin ana düşüncesini belirtiniz.
4. Nasreddin Hoca’nın yaptıkları

5. Metindeki yabancı kelimeler ve metnin anlatımından yola çıkarak okuduğunuz eserlerde hangi geleneğin izlerinin görüldüğünü belirtiniz.
5. İslami geleneğinin izlerinin sürdüğünü görebilmekteyiz.

6. Kitabınızdaki metinlerden hareketle, XIII – XIV. yüzyıl öğretici metinlerinin oluşmasında etkili olan zihniyet hakkında bilgi veriniz.
6. Dönem itibariyle öğretici metinlerin çokça yazıldığı bir dönem birlikte insanlara bilgi vermek için yazılan metinleri görmekteyiz. Osmanlı yeni kurulmuş ve Yükselme dönemine girilerek yeni bir dünya kurulacağı gözlenmiştir. Bu da bize insanların bilgi ihtiyaçları olduğunu göstermektedir.

7. Okuduğunuz metnin ana düşüncesi ve XIV. yüzyıldaki düzyazıların yazılış amacından hareketle Nasrettin Hoca fıkralarının kaleme alınma nedenlerini söyleyiniz.
7. Kalıcılığını sağlamak ve var olan Nasreddin Hoca gibi bir değeri bir sonraki kuşağa taşımak amacıyla yazılmıştır.

8. Nasrettin Hoca fıkrasında ve “Makâlât’ta kullanılan yeni kelimeler hangi kültürün izini taşımaktadır? Bu kelimeler, nesir diline bir zenginlik katmış mıdır? Düşüncelerinizi belirttikten sonra XIV yüzyıl nesrinin özelliklerini sıralayınız.
8. İslam kültürünün izleri görülmüştür ve bu kültürde şiirde olduğu gibi nesir alanında bir zenginlik katmıştır.
14 yüzyıl nesir dini ve din dışı olmak üzere iki koldan gelişir. Dini olanların konuları genel olarak dini savaşlar, dinde önemli yeri olan şahısların hayatları, Hz. Peygamberin hayatı, dört halife, tasavvuftur.
Dilin ağır olan metinler olduğu gibi sade dille yazılanlar da vardır.

YORUMLAMA – GÜNCELLEME
1. Hacı Bektaş-ı Velî, “Makâlât’ta “avam halk taifesi” diye tanımlanan kesimle kimleri kastediyor? Onları hangi yönlerden eleştiriyor? Yazarın düşüncesine katılıp katılmadığınızı açıklayınız.
1. Halk tabakasını kastetmiştir. Kibir, hased, buğuz gibi özelliklere sahip olmakla suçlamaktadır.

2. Kitabınızda okuduğunuz Nasrettin Hoca fıkralarından birini sınıfta arkadaşlarınızla canlandırınız.
2.
3. Sınıfınızda bir “Nasrettin Hoca Fıkraları Anlatma Yarışması” düzenleyiniz. Belirleyeceğiniz ölçütlere göre en güzel fıkra anlatan arkadaşınızı seçiniz.
3.

DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdaki noktalı yerlere uygun sözcükleri yazarak cümleleri tamamlayınız.
  • XIV yüzyıl öğretici metinleri MANZUM ve MENSUR olarak ikiye ayrılır.
  • XIV yüzyıl öğretici metinleri İSLAM medeniyetinin tesiriyle kaleme alınmış eserlerdir.

2. Aşağıdaki bilgilerden hangisi XIV yüzyıl öğretici metinlerinin dil özelliklerinden değildir?
A. Cümleler genellikle kısadır.
B. Cümleler açık, anlaşılır özelliktedir.
C Metinlerde az da olsa sanatlı anlatıma rastlanır.
D. İslam medeniyetinin etkisi yeni kavram ve kelimelerin kullanılmasını sağlamıştır.
E. Kelimelerde t -» d ses değişimine rastlanır.
CEVAP: B

3. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanları işaretleyiniz.
XXÖğretici metinler aydınlatıcı, yol gösterici ve telkin edici eserlerdir.
XXÖğretici metinlerde din, tasavvuf, İslam menkıbeleri, tıp, tabiat konuları işlenmiştir.
XXÖğretici metinlerde dil genellikle Arapça, Farsça kelimelerle yüklüdür.

4. Nasrettin Hoca fıkralarının özelliklerini sıralayınız.
4.
Nesir diliyle anlatılan bu ürünler bir tez ve karşı tezden oluşur. Başlangıç, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
Sorunlar karşılıklı konuşmalar ve tartışmalarla sonuca bağlanır. Sonuç bölümünde hisse vardır. Her fıkrada mutlaka yer alan bu hisse bölümü hüküm ifadesi taşır. Gülme, hiciv ve hikmetli sözler taşıyan çatışma bölümü fıkranın estetiğini oluşturan temel unsurdur. Mantığı zorlamayan bir karakterde olan Türk fıkraları kıssadan hisse (anlatılanlardan pay, sonuç çıkarma) amacıyla söylenmiştir.
Nasrettin Hoca fıkra tipi, Anadolu halkının yarattığı, genelde Anadolu insanını simgeleyen bir tiptir. Ezenler, ezilenler, sömürenler, sömürülenler, devlet ileri gelenleri (sultanlar, hakanlar, beyler, kadılar, müderrisler, hocalar…), halktan insanlar, kadınlar, gençler, çocuklar, değişik mesleklerden insanlar bu tiplerden bazılarıdır. Bir de çevresindeki eşyalar, nesneler, hayvanlar (özellikle de Hoca’nın eşeği)…
Nasrettin Hoca fıkraları, sözlü gelenekte yaşamış, ancak ölümünden birkaç yüzyıl sonra yazılı ürünlerde görülmeye başlanmıştır. Bu nedenle Nasrettin Hoca fıkralarının kaynaklarını tam olarak bulup ortaya koymak pek kolay değildir.
 
Read more