İskender Pala’nın Od’u Anadolu Özeti

Yunus’un yaşadığı dönem bir alt üst oluş dönemi… Anadolu’daki bu alt üst oluş öyle kanlı, öyle acılar, açlıklar dönemi ki insanları hallaç pamuğu gibi atıyordu o dönem… Kaos dönemi demek lazım aslında bu döneme…

Bir yandan Türkmenlerin kurmaya çalıştığı Selçuklu devleti yerleşmeye çalışıyor… Onun iktidarına ortak olmaya çalışan Hasan Sabbah’ın çılgın gücü ortalığı kasıp kavuruyor… Bizans’ın Anadolu’daki küçümsenemeyecek gücü hala insanların ensesinde… Haçlı seferleri önüne gelen herkesi kılıçtan geçiriyor, her şeyi yağmalıyor… Bunlara ek olarak da her gücün kendi koruyup kolladığı eşkıya çeteleri var… Ve tarihin gördüğü en zalim istila olan Moğol istilası da bu dönemde… Yazar öyle bir anlatıyor ki, bu olayın vahimliğini gözler önüne seriyor… ‘’Yetmiş bin yürüyen çadırın arkasından çekirgeler bile aç kalıyordu günlerce’’ ya da buna benzer örnekler…

Yazar geniş tarih bilgisi ile Anadolu’yu ve insanını öyle bir gözler önüne seriyor ki; her isteyen her istediğini bulabilir romanda/belgeselde… Fakat bu kaos ortamının bu yaşam ve düşünce şekline etkisine her an hissettim ben… Elbette yazar hissettirdi…

Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Tabduk Emre, Yunus ve daha niceleri işte bu kaos ortamının ürünleri… Zaten yazar bunu bir şekilde vurguluyor kitapta… İnsanların maddi hayatı eksildikçe ruhani yanları çoğaldı diye… Çünkü bu kaos ortamı Anadolu’da azaldıkça bu yaşam tarzı gittikçe azaldı… Yunus yaşamının yarısından çoğunu çelişkilerini yenmek için

kendisiyle kavga ederek geçiriyor… Bu çelişkilerde bu kaos’un getirdikleri… Ancak yaşamı sessiz filme çekilse, hiçte bu günkü anlaşılan Yunus çıkmazdı ortaya… Neyse bu konulara girmeyeyim, çünkü birçok kişi bulundukları ortamdan soyutlayıp bu kişileri mitleştirmeyi iş edinmiş kendisine… Oysa bu işleri bilenler çok iyi bilir ki, inancı epey zorlamaktır, şeyhlere kayıtsız şartsız teslim olmak… Bu bir yoldur… Yolu bu mudur bilmem? Ancak Yunus’un ulaştığına o kadar çok kişi ulaşamamış ki…

Bu kaos ortamında kadın ve çocuklar ganimet olarak değerlendiriliyordu. Erkeklerin kendilerini doyurmaları, barınmaları ve de güven içinde yaşayabilmeleri için daha çok işlevi vardı bu dergahların… Buralar aynı zamanda dönemin üniversiteleri gibi çalışmışlar… İslam ahlakı, tasavvuf ve musikisi, hatta Türkçe buralarda daha bir gelişmiş, başka filizler vermişler… Günümüzü bile etkileyen o dönemdeki filizler şimdi dev çınarlara dönmüş durumda…

Anadolu’yu bilmek isteyen, bu insanları anlamak isteyen kişilere tavsiye edebileceğim bir kitap… İskender Pala’nın akıcı dili kitabın okunmasını oldukça kolaylaştırıyor…



Roman yazarken eğer yazar zihninde kurguladığı olmasını istediği, tasavvur ettiği ve de esere yansıttığı olay veya şahsiyetleri anlatırken tarihi kişilikleri kullanacaksa eğer biraz daha rikkat, merhamet, ince düşünüş vasıfları akla bilhassa kalbe nakşedilmelidir ki birtakım abes ve ifrata varacak kurgularla okuyucunun zihni bu abesliklerle alt üst olmasın. İskender palanın hangi kitabında olursa olsun sıklıkla üstünde durduğu aşk hikâyeleri yunus ermeyi anlatan odda da yavuz sultan selim ve şah İsmail’in zikredildiği kitapta da kitabın merkezine oturmayı başarabiliyor. Odda yunus ermenin ilahi aşka vasıl olması için bir maddi aşk sürecinden geçmesi gerekliliği düşüncesi hakim. Bu düşünce öyle derin tafsilatlı aksettirilmiş ki nerdeyse Yunus Emre’nin dervişliği bırakıp yoksul bir köyde alelade hayat süreceğine kani oluyoruz. Yaşadığı gelgitler. Vesveseler yunus ermenin peşini hiç bırakmamakta. Derviş yunus ilahi bir arayış yolunda maddi aşktan da nasibini alırken oğlu İsmail de pembe dizilerde babasına düşman olan ve yıllarca ondan intikam almak ateşiyle yanıp tutuşan dejenere bir tipten farksız. Sanki tanrı aşkına ulaşma yolunda yunus ermenin sarfiyatı oğlu İsmail’in itikadını yitirmesine çanak tutmuş Oysa oğul İsmail de derviş yunus da her türlü vesveseden arındırılmış bir vaziyette munis bir baba oğul ilişkisi içinde sunulabilirdi. Yazarın tefekküründeki fanteziler kâfir cellât ve intikam hırsıyla dolmuş bir İsmail profili çizerken ifratın alasını sergilemiş, bunu da bir merak unsuru olarak romanın dokusuna yerleştirmiştir. Ancak aslan sahibine göre kükrer derler ya okuyucunun pembe dizilere olan merakını tarihi bir romana da sirayet ettirip aynı hazzı ve şevki tatmak için bu tür arayışlar içerisine girmesi yazarı da gayri ihtiyari bu tür yollara ittirecektir. Yine efsane romanında Alcala ve Beatrixsin dillere destan aşkı hayrettin paşayı çokça gölgede bırakmış adeta romanın merkezine oturmuştur. Tıpkı savaştan anlaşmalardan devlet işlerinden tecrit edilmiş
Load disqus comments

0 Yorumlarınız