Marcel Proust’un En Güzel Sözleri Nelerdir?


Sevdiğimiz kişiye bakışımızdaki arayış, kaygı ve talep, ertesi gün için bir randevu umudunu bize verecek veya öldürecek sözü bekleyişimiz, bu söz söyleninceye kadar, aynı anda olmasa bile birbirini takip eden sevinç ve umutsuzluk hayallerimiz , bütün bunlar sevilen varlık karşısındaki dikkatimizi fazlasıyla titrek bir hale getirdiği için, sevdiğimizin net bir suretini elde edemeyiz.
Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki; bir bütün olarak içimize sığmaz. Sevdiğimiz insana doğru karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey; kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür. Bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebi ise, kendimizden çıktığını fark edemeyişimizdir
Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerlestirdiğimiz mekanlar alemine ait değillerdir sadece. O zamanlarki hayatımızı olusturan, birbirine bitisik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görütünün hatırasi, belirli bir anın özleminden ibarettir; ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi ucup giderler.

“sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını farketmeyişimizdir.”
“alışkanlık! zihnimizin haftalar boyunca geçici bir düzende azap çekmesine göz yuman alışkanlık, ama o olmasa, kendi imkanlarıyla sınırlı kalan zihnimizin, bize içinde yaşanabilecek bir barınak sunamayacağı için, herşeye rağmen bulduğu zaman sevindiği, o becerikli ama ağırkanlı düzenleyici!”
“hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından bakıldığında bile, insan, herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir şartnameyi ya da vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği, maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz, başkalarının düşüncesinin yarattığı bir şeydir.”
“ne kadar önemsiz olursa olsun, kendisinin sahip olmadığı bir üstünlüğü bir başkasında gördüğünde, bunun bir üstünlük değil, bir dert olduğuna kendini inandırır ve o kişiye gıpta etmek durumunda kalmamak için, acırdı.”
“ne faziletler var ki tanrım, bizi nefret ettirdin! ne kadar güzel!”
“geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. geçmiş, zihnin hakimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin ( bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir. bu nesneye ölmeden önce rastlayıp ratlamamamız ise, tesadüfe bağlıdır.”
“uzan bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.”
“peki hayatı önemsemeyeceksek, neyi önemseyeceğiz? hayat yüce tanrının asla iki kere bağışlamadığı tek nimettir.”
“gönül vermişsen bir köpeğin kıçına
sanırsın sanki kıç değil, benzer gülistana.”
“nasıl ki zeki bir insan, bir başka zeki insana aptal görünmekten korkmazsa, seçkin bir adam da, seçkinliğinin, büyük bir soylu tarafından değil, kaba saba bir köylü tarafından anlaşılmamasından korkar. dünya kurulduğundan beri insanların göze aldığı zihinsel çabaların ve bol keseden savurdukları kibirli yalanların dörtte üçü, kendilerinden daha aşağı seviyede bulunan kişiler uğruna harcanmıştır ve aslında kendilerini küçültmekten başka işe de yaramamıştır.”
“swaan, birlikte vakit geçirdiği kadınları güzel bulmaya çalışmaz, güzel bulduğu kadınlarla birlikte vakit geçirmeye gayret ederdi.”
“gençlikte, aşık olduğumuz kadının kalbine sahip olmayı hayal ederiz; daha ileri yaşlarda, bir kadının kalbine sahip olduğumuzu hissetmek, ona aşık olmamıza yetebilir.”
“iki sevgiliden birinin aşırı derecedeki sevgisini göstermesi, diğerini, yeterince sevmekten temelli bağışık tutar.”
“zihnini asla yaklaştırmadığı bir alan, düşüncelerini, önünden geçmesinler diye, gerekirse uzun, dolambaçlı bir mantık çizdirerek uzaklaştırdığı bir bölge vardı: mutlu günlerin anılarının bulunduğu bölge.”
“açık vermek istemediği insanların yanında hep erdemli görünen ahlaksız kişi, boyutlarındaki sürekli artışı kendisinin fark edemediği ahlaksızlıklarının, giderek kendisini normal yaşayışların ne kadar dışına çıkardığını kestirecek ölçüden yoksundur.”
“hayatımın onca yılını hasrettiğim, uğruna ölmek istediğim, en büyük aşkımı yaşadığım kadın, aslında hoşuma gitmeyen, tipim bile olmayan bir kadınmış meğer!”
“bizi hep üzmüş olan bir insanın davranışlarının samimi olmamasını arzu etsek de, bu davranışların geleceğe tuttuğu ışık karşısında arzumuzun eli kolu bağlanır ve söz konusu insanın gelecekteki davranışlarının ne olacağını arzumuza değil, bu ışığa sormamız gerekir.”
bir saati parçalarına ayırınca ne görürüz? aslında bir saatin ruhunu parçalarına ayırmanın mümkün olmadığını görürüz. evet küçük parçalar, birlikte çalışmak için zorunlu olarak biribirlerine ihtiyaç duyan bütün o parçalar sadece manevi bir dünyaya gitmek için bir durak, bir nesneler yumağından başka bir şey değiller. önce bir el düşünmeliyiz. kimin elidir bu görünmeyen? fani bir insanın eli. bir ölümlü. doğmuş, sevmiş, okumuş, ağlamış, gülmüş, darılmış, uyumuş, uyanmış, kirlenmiş ve arınmış. nihayetinde o kadar kısa bir süre yaşayacak ki, çoğu insan onun farkında bile olmayacak, karanlıkta bir alev gibi parlayıp sönecek. binlerce harfin içinde bir harf, binlerce, milyonlarca kum tanesi içinde bir kum tanesi. bir şiirin bir dizesi bile değil: “keşke yalnız bunu için sevseydim seni
Load disqus comments

0 Yorumlarınız