Gazlar Nelerdir? Gaz Kanunları, Gaz Basıncı ve Gazların Özellikleri


Gaz, maddenin üç halinden biridir. Bu haldeyken maddenin yoğunluğu çok az, akışkanlığı ise son derece fazladır. Gaz halindeki maddelerin belirli bir şekli ve hacmi yoktur.
Katı bir madde ısıtıldığı zaman, katı halden sıvı, sıvı halden de gaz haline geçer. Bu duruma faz (safha) değişikliği denir. Sıvıyı meydana getiren tanecikler (atom veya moleküller) birbirlerini çeker. Sıvı ısıtıldığı zaman, tanecikler arasındaki çekim kuvveti yenilir ve tanecikler sıvı fazdan (ortamdan) ayrılarak gaz haline dönüşürler. Gazı meydana getiren tanecikler her yönde hareket edebilir ve bulundukları kabın halini alırlar. Mesela hava bir gaz karışımıdır ve azot, oksijen, çok az miktarda asal gazlar ve karbondioksitten meydana gelmiştir.
Gazlar birbiriyle her oranda karışabilir.Gazların birbiri ile oluşturdukları karışımlar homojendir. Hacimleri, dolayısıyla yoğunlukları basınç ve sıcaklığa tabidir. Genellikle gazın basınç veya sıcaklığının az miktarda değişmesi, gazın hacminde çok büyük değişiklikler meydana getirir. Bütün gazların genişleme ve sıkışma katsayıları aynıdır. Fakat sıvı ve katıların böyle bir özelliği yoktur. Bu yüzdendir ki, gazlar, katı ve sıvılardan daha kolay incelenir. Hareket halindeki gaz moleküllerinin (taneciklerinin), bulunduğu kabın cidarına (duvarına) çarpması sonucu meydana gelen etkiye, gazın basıncı denir. Bir silindir içindeki gaz, piston ile sıkıştırılırsa pistonun geri itildiği, ilk haline döndürülmek istendiği görülür ki, bu yukarıdaki olayın sonucudur. Pistonu ittirmek için yapılan iş, gazın basıncına karşı yapılan iştir. İzole halde yani çevreden yalıtılmış bir gaz, sıkıştırılınca ısınır. Sıkıştırılmış gaz genişletilirse soğur, yani yine bir iş yapar ve gaz moleküllerinin ortalama hızları düşer. Böylece basınç da azalmış olur.
Gazlar hakkındaki mevcut bilgilerin ana kaynakları, hava üzerindeki ilmi çalışmalar, çeşitli gazların keşfi ve ısıyla ilgili araştırmalardır.
Torricelli, hava ile deneyler yaptı ve atmosfer basıncını keşfetti. 1643′te ilk cıva barometresini yaptı. Pascal ise, yüksek yerlerdeki hava basıncının deniz seviyesindekinden daha düşük olduğunu gösterdi. Otto von Guericke de, birbiri ile birleştirilmiş ve içindeki havası boşaltılmış (vakum) iki yarım kürenin birbirinden ayrılması ile ilgili deneyi yaptı. Bu deneyde yarım küreleri birbirinden ayırmak için sekizerden 16 tane at kullanıldı.
GAZLAR
Gazların Özellikleri:Gazların davranışının anlaşılması aynı zamanda modern kimyanın da temel konularından biridir. Avagadro ilkesine göre bir gazın hacmini ölçmek,bu hacimde bulunan molekülleri saymak demektir ki böyle ölçmelerin önemini ne kadar belirtsek azdır. Üstelik endüstride kullanılan element ve bileşiklerin çoğu kullanılma şartlarında gaz halindedir. Gazların pratik ve tarihsel önemi yanında, bunlar üzerinde bu kadar durmamızın bir başka nedeni de vardır. Kimyacının işi yığın halinde bulunan madde ile bunun molekülleri arasında bir bağıntı kurmaktır. Gazların kinetik teorisi, makroskobik olayların , moleküllerin davranışı cinsinden açıklanmasına en güzel örneklerden birini teşkil eder. Gazların,içinde bulundukların kabın çeperlerine çarpan büyük sayıda taneciklerden yapılmış olduğu düşünülerek, matematik işlemlerle Boyle kanunu çıkarılabilir ve sıcaklık kavramı daha iyi anlaşılabilir. Gazların Boyle kanununa niçin tam anlamıyla uymadıklarını, araştırırken, moleküllerin büyüklükleri ve bunların birbiri üzerine etkiyen kuvvetleri konusunda pek çok şey öğrenebiliriz. Böylece maddenin en basit halini incelemek bizi fiziksel bilimlerin en evrensel bazı kavramları ile karşı karşıya bırakır.
Gaz Kanunları
Genel olarak katı,sıvı ya da gaz, herhangi bir maddenin hacmi, sıcaklığına ve üzerine etkiyen basınca bağlıdır. Belli bir miktarda maddenin hacmi ile basınç ve sıcaklık değerleri arasında matematik bir bağıntı vardır; bu matematik bağıntıya hal denklemi denir ve sembolik olarak
V=V(T,P,n)
Şeklinde gösterilir. Bunun anlamı şudur:V sıcaklık, basınç ve maddenin mol sayısının bir fonksiyonudur. Sıvı ve katılar için hal denklemi çok karmaşık bir matematik ifade olabildiği gibi maddeden maddeye de değişebilir. Fakat gazların hal denklemleri, gaz halindeki her çeşit madde için hemen hemen aynı kalır. İleride bu basitliğin gaz moleküllerinin aslında birbirinden bağımsız hareket etmesinden ileri geldiğini, bunun bir sonucu olarak da moleküllerin ayrıntılı yapısının, bir bütün olarak gaz davranışına büyük ölçüde etki etmediğini göreceğiz. Fakat biz şimdilik gazların hal denklemini saptamağa ve ifade etmeğe çalışalım.
Gazlar için bir denklemin saptanması ister istenmez bir gazın içinde bulunduğu kabın çeperlerine yaptığı basıncın, yani yüzey birimine uyguladığı kuvvetin ölçülmesini içerir. Genellikle gaz basıncı, birim yüzeye uygulanan kuvvet cinsinden değil de, atmosfer ya da milimetre cıva birimleriyle ifade edilir. Daha temel bir birim olan yüzey birimine uygulanan kuvvetle atmosfer ve milimetre birimleri arasında bir bağıntı kurabilmek için yalnızca basıncın denel olarak nasıl ölçüldüğünü bilmeliyiz.
Boyle Kanunu
Belirli sıcaklıkta, belirli bir miktar gazın basıncı ile hacmi arasındaki matematiksel bağıntı 1662 de Robert Boyle tarafından bulunmuştu. Boyle, belirli bir miktar gazın hacmi ile basıncının çarpımının yaklaşık olarak sabit kaldığını buldu. Bundan başka basınç sabitken gaz ısıtıldığında hacminin genişlediğinin de farkına vardı; fakat,belki de o zamanlar sıcaklığın henüz kesin bir tanımı yapılmamış olduğundan,bu olayın üzerinde fazla durmadı. Boyle’un sıcaklığın bir gaz üzerindeki nitel etkisi konusundaki gözlemi süphesiz önemliydi,zira basınç-hacim bağıntısıyla ilgili tayinlerin anlamlı olabilmesi için,deney sırasında çevre sıcaklığının sabit tutulması gerektiğini gösteriyor.
Charles ve Gay-Lussac Kanunu
Sabit basınçta bir gazın hacmi ile sıcaklığı arasındaki matematiksel bağıntı Charles, Gay-Lussac Kanunu olarak bilinir ve
V=V0(1+&t)
şeklinde yazılır. Burada ve V sabit basınçta belli miktardaki gazın hacmi, V0 aynı gazın aynı basınç ve 0 C(santigrad) da işgal ettiği hacim, & bütün gazlar için değeri yaklaşık 1/273 olan bir sabit,t ise santigrad cinsinden sıcaklıktır. Bu eşitlik bize bir gazın hacminin,sıcaklığı ile doğrusal olarak arttığını söylemektedir. Bunu denel bir gerçek olarak ifade edebilmek için her şeyden önce sıcaklığın ölçülebileceği bilmemiz gerekir.
Sorular
S: Ozon gazı ne zaman oluşur?
C: Alüminyum kaynağında moleküler oksijeni parçalayan arktan gelen UV ışınları ile yalnız alüminyum oksit değil ayrıca ozon gazı da oluşur. Ozon ayrıca TIG ile yapılan paslanmaz çelik kaynağında da oluşur. Son olarak ozon gazı oksijene dönüştürülür. Bu süreç ozon katalizör işlevi gören sert bir yüzey ile temas ettiğinde hızlanır. Ozon filtrelenemez ancak oksijene dönüştürülebilir.
Düşük ozon konsantrasyonunda partikül filtreli Adflo maske sisteminin kullanılması kaynakçıya ulaşan ozon miktarını azaltır. Şöyle ki partikül filtresi (geniş yüzeyi nedeniyle) ve kaynak başlığına giden solunum tüpü ozonun tekrar oksijene dönüşümünü kolaylaştırır. Daha yüksek konsantrasyonda Adflo maske gaz filtresi ile kullanılırsa ilave edilen geniş karbon granül yüzeyi sayesinde ozon miktarı daha da düşer.
S: Nitrojen gazları nelerdir?
C: Nitrojen dioksit ve nitrik oksit, yüksek elektrik akımı ve yüksek ısıda kaynak yapıldığında oluşan nitrojen gazlarına örnektir. Azotlu gazlar nitrojen ve oksijenin havada tepkimeye uğraması sonucu oluşur; yüksek konsantrasyonda solunması çok tehlikelidir. Örneğin kapalı, havalandırması yetersiz alanda yapılan kaynak. Bu durumda Temiz hava C maskesi kullanılmasını öneririz
****************
GAZLAR
01. Gazların Özellikleri:
Gazlar moleküller arası çekim kuvvetleri en az olan maddelerdir. Gaz molekülleri birbirinden bağımsız hareket ederler. Aralarındaki çekim kuvveti ancak ve sadece London çekim kuvvetidir. Büyük basınç ve düşük sıcaklıklarda sıvılaştırılabilirler. Gaz molekülleri bulundukları yeri her tarafına eşit oranda yayılarak doldururlar. Sonsuz oranda genişleyebilirler. Basınç altında yüksek oranda sıkıştırılabilirler. Yüksek basınçtan alçak basınca doğru çabucak akarlar. Sıcaklık ile basınç doğru orantılıdır. Düşük yoğunlukları vardır.
Gazların fiziksel davranışlarını dört özellik belirler. Bunlar; Basınç (P), sıcaklık (T) ve hacim (V) gazların durumunu değiştirebilen etkenlerdir. Gazlar genellikle kokusuz ve renksizdirler. Bazılarının kokusu, rengi ve zehirliliği en belirgin özelliğidir. Br2 kahverengimsi kırmızı, I2 mor renkli, NO2 ve N2O3 kahve renkli, F2 ve C12 yeşilimsi sarı, NH3 keskin kokulu, oksijen, azot ve asal gazlar dışındakiler zehirlidirler.
Basınç: Basınç, bir yüzeye uygulanan kuvvetin, o yüzeyin alanına bölünmesiyle bulunur.
P(Pa) = F(N)/ A(m2)
Atmosfer basıncı barometre ile ölçülür. Bir barometredeki civa yüksekliğine barometre basıncı denir. Atmosfer koşulları ve yükseklikle değişir. Standart atmosfer (atm), civa civa yoğunluğu 13,5951 g/cm3 (0 oC ) ve yerçekimi ivmesi g = 9,80665 ms-2 olduğu durumda, 760 mm yükseklikteki bir civa sütununun oluşturduğu basınç olarak tanımlanabilir.
1 atm = 760 mm Hg
1 atm= 760 torr
1 atm = 101,325 N/ m2
1 atm = 101,325 Pa
1 atm = 1,01325 bar
02. Basit Gaz Yasaları
Boyle Yasası: Sabit sıcaklıkta, sabit miktardaki gazın hacmi, basıncı ile ters orantılıdır.
P a 1/V yada PV = a (a sabit )
Orantı işareti (a) yerine eşitlik ve orantı sabitini koyarsak, sabit bir sıcaklık ve miktardaki gazın basınç ve hacim çarpımı bir sabite eşittir. Bu sabit değerde gazın miktarı ve sıcaklığına bağlıdır.
Örnek : 30 litre bir gazın, basıncı 6 atmosferden 3 atmosfere düşürüldüğünde hacmi ne olur?
Çözüm: Gazın sadece bir P1, V1 hali belli olması PxV sabitini bulmaya yeterlidir.
P1 = 6 atm, V1 = 30 L
P1.V1 = P2V2
6 (atm) x 30 (L) = 3 atm x V2
V2 = 180 L atm / 3 (atm)
V2 = 60 L bulunur.
Charles Yasası: Sabit basınçtaki, gazın hacmi sıcaklıkla doğru orantılıdır.
V a T veya V = bT (b Sabit) T (K) = t (oC) + 273,15
Örnek:. 25°C de 50 cm3 gaz 0°C ye soğutulursa hacmi ne olur?
Çözüm: Sıcaklık mutlaka mutlak sıcaklık cinsine çevrilmelidir:
bağıntısı kullanılarak
bağıntısı kullanılarak ve V1 = 50 cm3, T1 = 25°C + 273 = 298 K, T2 = 0°C + 273 K alınarak
50/293 =V2 (cm3) / 273 V2 = 46,6 cm3 elde edilir.
Normal (ideal ) Basınç ve sıcaklık : Gazların özellik olarak sıcaklık ve basınca bağlı olması nedeniyle, normal sıcaklık ve basınç kavramları kullanılır. Gazlar için normal sıcaklık 0oC =273.15 K ve normal basınç 1 atm =760 mmHg dır.
Avagadro Yasası: Sabit sıcaklık ve basınçta, bir gazın hacmi miktarı ile doğru orantılıdır.
Bu kuram iki farklı şekilde ifade edilir.
1. Aynı basınç ve sıcaklıkta, farklı gazların eşit hacimleri aynı sayıda molekül içerir.
2. Aynı basınç ve sıcaklıkta, farklı gazların aynı sayıdaki molekülleri eşit hacim kaplar.
V a n veya V = c.n
Normal koşullarda bir gazın 22.414 L’si 6,02×1023 molekül ya da 1 mol gaz bulunur.
1mol gaz = 22.4 L gaz (normal koşullarda)
Birleşen Hacimler Yasası: Sıcaklık ve basıncın sabit olduğu tepkimelerde gazlar tamsayılarla ifade edilen basit hacim oranlarıyla birleşirler.
2 CO (g) + O2 (g) 2CO2 (g)
2L CO (g) + 1L O2 (g) 2 L CO2 (g)
03. İdeal Gaz denklemi
Basit gaz yasalarından yararlanarak, hacim, basınç, sıcaklık ve gaz miktarı gibi dört gaz değişkenini içeren tek bir denklemde birleştirilerek ideal gaz denklemi elde edilir.
1. Boyle yasası, Basıncın etkisini tanımlar, P a 1/V
2. Charles yasası, Sıcaklık etkisini tanımlar, V a T
3. Avagadro Yasası, gaz miktarının etkisini tanımlar, V a n
Bu gaz yasalarına göre, bir gazın hacmi, miktar ve sıcaklık ile doğru orantılı, basınç ile ters orantılıdır. Yani V a nT/P ve V= RnT/P
Pv = nRT
İdeal gaz denklemine uyan bir gaza idael veya mükemmel gaz ismi verilir.
İdeal gaz denkleminde gaz sabitinin değeri ideal şartlardaki birimlerden yararlanarak bulunur.
R = PV/ nT = 1 atm x 22,4140 L / 1 mol x 273,15K = 0,082057 L atm/mol K = 0,082057 L atm mol-1 K-1 elde edilir.
SI sistemine göre
R = PV/ nT = 101,325 Pa x 2,24140.10-2 m3 / 1 mol x 273,15K = 8.3145 m3 Pa mol –1 K-1
R = 8,3145 J mol-1 K-1
Örnek: 800 ml bir kapta 275 oC de 0.2 mol O2 nin oluşturduğu basınç ne kadardır ?
PV = nRT
P x 0,800 L = 0,2 x 0,082 L atm mol-1 K-1 x (273 + 275) K
P = 11,2 atm
Genel Gaz Denklemi:
Bazı durumlarda gazlar iki farklı koşulda tanımlanır. Bu durumda ideal gaz denklemi, başlangıç ve son durum olmak üzere iki kere uygulanır.
PiVi = ni R Ti R = PiVi / ni Ti
PsVs = ns R Ts R = PsVs / ns Ts
PiVi / ni Ti = PsVs / ns Ts bağıntısına genel gaz denklemi denir.
Mol kütlesi tayini :
Bir gazın sabit sıcaklık ve basınçta kapladığı hacim bilinirse, gaz miktarı (n), mol cinsinden, ideal gaz denklemiyle bulunur. Gazın mol sayısı, gaz kütlesinin (m) molekül ağırlığına (M) bölümüne eşit olduğundan, gaz kütlesi bilinirse n = m / M den yararlanarak mol kütlesi bulunabilir.
PV = mRT/M
Gaz Yoğunlukları:
Bir gazın yoğunluğu bulunurken d = m/V yoğunluk denkleminden yaralanılır. İdeal gaz denkleminde n/V yerine P/RT konulur.
d = m/V = MP/ RT
Sıvı ve katı yoğunlukları arasında belirli farklar vardır.
a. Bir gazın yoğunluğu mol kütlesi ile doğru orantılıdır. Katı ve sıvıların ise yoğunlukları ve mol kütleleri arasında kayda değer bir ilişki yoktur.
b. Gaz yoğunlukları basınç ve sıcaklığa bağlıdır. Basınç ile doğru orantılı, sıcaklık ile ters orantılıdır. Katı ve sıvıların yoğunlukları ile mol
kütleleri arasında kayda değer bir bir ilişki olmakla beraber, basınca çok az bağlıdır.
04. Gaz Karışımları:
Bir gaz karışımında gazlardan her birinin kendi yaptığı basınca kısmi basınç ismi verilir. Dalton’un kısmi basınçlar yasasına göre bir gaz karışımının toplam basıncı karışımın bileşenlerinin kısmi basınçlarının toplamına eşittir.
PT = PA + PB
nA/nT = PA / PT = VA / VT = XA
Burada nA / nT terimine A’ nın mol kesri XA ile gösterilir.
Örnek: Bir su buharı-neon gaz karışımının toplam basıncı 0.593 atm dir Su buharının o sıcaklıktaki kısmi basıncı suyun o sıcaklıktaki buhar basıncına eşittir ve 29.3 Torr dur. Neonun kısmi basıncını bulunuz.
Çözüm: P toplam = 0.593 atm = 0.593 atm x 760 Torr / atm = 450,68 Torr
Psu buharı = 29.3 Torr
Ptoplam = P su buharı + P neon
450,68 Torr = 29.3 Torr + Pneon
Pneon = 450,68 – 29.3 = 421,38 Torr
Pneon = 421,38 Torr / 760 Torr.atm-1 = 0.55 atm
05. Kinetik- Molekül Kuramı:
Gaz moleküllerinin aralarında çok büyük boşluklar bulunması onların büyük oranda sıkıştırılabilmesini sağlar. Sıvılarda ve katılarda moleküller birbirine çok sıkışık durumdadırlar. Büyük basınçlarda bile çok az bir hacim değişmesi gözlenebilir, pratikçe sıkıştırılamazlar. moleküllerinin yere düşmeden havada asılı kalmaları onların birbirleri ile devamlı çarpışma halinde olmaları ile açıklanır. Gaz moleküllerin devamlı hareket halinde olmaları gazların kinetik teorisi ile açıklanır. Gazların kinetik teorisi aşağıdaki bilgileri ortaya koyar.
1. Gaz molekülleri arasındaki boşluklar o kadar büyüktür ki bu büyük boşluklar yanında gaz moleküllerinin hacimleri ihmal edilecek kadar küçük boyuttadır.
2. Gaz molekülleri neden havada asılı kalıyor yere düşmüyor sorusuna da bir cevap olarak gaz molekülleri devamlı hareket halinde ve birbirleri ile çarpışmaktadırlar. Bir gazın bir molekülü 25°C de l atmosferde bir saniyede yaklaşık 10 9 çarpışma yapar. Gaz moleküllerinin çeperlere çarpması ise gaz basıncını oluşturur.
3. Gaz molekülleri hareketli olduğundan dolayı sahip oldukları kinetik enerjileri sıcaklıkla orantılıdır. Bir cismin hızı arttıkça kinetik enerjisi de artar.Moleküllerin hızları farklı olmasından dolayı ortalama hız alınır. Sabit sıcaklıkta tüm farklı gaz moleküllerinin eşit kinetik enerjiye sahip olacağı düşünülürse yüksek molekül ağırlıklı bir gaz molekülünün, düşük molekül ağırlıklı gaz molekülüne göre daha düşük hızlı olacağı bulunur.
4. Gaz moleküllerinin kabın duvarları veya birbirleri ile çarpışmaları mükemmel elastiktir. Çarpışan moleküller arasında enerji alışverişi olabilir. Fakat çarpışan moleküllerin toplam enerjisi öncekinin aynısıdır.
06. Graham’ın Gazların Yayılma Kanunu:
Yayılma (difüzyon), rastgele molekül hareketi sonucu moleküllerin göç etmesidir. İki yada daha fazla gazın yayılması, moleküllerin karışıp bulunduğu yerde homojen bir karşım oluşturması ile sonuçlanır. Dışa yayılma (efüzyon) gaz moleküllerinin bulundukları kaptaki bir delikten dışa doğru kaçmasıdır. İki değişik gazın dışa yayılma hızları mol kütlelerinin kare kökü ile ters orantılıdır.
A nın dışa yayılma hızı /B nin dışa yayılma hızı = (ums)A / ( ums)B = ((3RT/MA) / (3RT/MB))1/2 = (MB/MA) 1/2
Graham yasası ancak bazı koşullarda uygulanabilir. Dışa yayılma için gerekli gaz basıncı moleküllerin bağımsız olarak kaçışına olanak sağlayacak şekilde yani fışkırmayacak biçimde çok küçük olmalıdır. Delikler moleküller geçerken çarpışma olamayacak şekilde küçük olmalıdır.
Örnek: Bir delikten yayılan gaz miktarlarının karşılaştırılması. 2.2 x 10-4 mol N2(g) küçük bie delikten 105 saniye dışa yayılmaktadır. Aynı delikten 105 saniyede ne kadar H2(g) dışa yayılır?
H2 molekülleri N2 den daha az kütleye sahiptir. Gazlar aynı sıcaklıkta karşılaştırıldığında H2 molekülleri daha büyük hıza sahiptir.
x mol H2 / 2.2×10-4 mol N2 = (MN2 /MH2) 1/2 = ( 28.014 / 2.016) 1/2 =3.728
x mol H2 = 3.728 x 2.2×10-4 = 8.2 x 10-4 mol H2
Örnek: Dışa yayılma zamanlarının mol kütleler ile ilişkisi. Küçük bir delikten bir Kr(g) örneği 87.3 s de kaçar ve aynı koşullarda bilinmeyen bir gaz için bu süre 42.9 s dir. Bilinmeyen gazın mol kütlesi nedir?
bilinmeyen dışa yayılma zamanı / Kr nin dışa yayılma zamanı = 42.9 s / 87.3 s = (Mx / MKr ) 1/2 = 0.491
Mx = ( 0.491)2 x MKr = (0.491)2 x 83.80 = 20.2 g/mol
07. Gerçek ( İdeal olmayan) Gazlar
İdeal gaz bağıntısı tanıtılırken gerçek gazlarında uygun koşullarda ideal gaz yasasına uyduğu belirtilmişti. Bir gazın ideal gaz koşulundan ne kadar saptığının ölçüsü sıkıştırılabilirlik faktörü olarak belirlenir. Bir gazın sıkıştırılabilirlik faktörü PV/nRT oranıdır. İdeal gaz bağıntısından (PV = nRT ) bir ideal gaz için bu oranın PV / nRT =1 olduğunu biliyoruz. Gerçek bir gaz için deneysel olarak belirlenen PV /nRT oranının 1′e yakınlığı gazın ne kadar ideal davrandığının ölçüsüdür. Bütün gazlar yeterince düşük basınçlarda ( 1atm den düşük) ideal davranırlar. Fakat artan basınçlarda saparlar. Çok yüksek basınçlarda ise sıkıştırılabilirlik faktörü daima 1 den büyüktür.
* Gerçek gazlar yüksek sıcaklık ve düşük basınçlarda idealliğe yaklaşırlar.
* Gerçek gazlar düşük sıcaklık ve yüksek basınçlarda ideallikten uzaklaşırlar.
Van der Waals denklemi
Gerçek gazlar için bir kaç denklem çıkarılmıştır. Bunlar ideal gaz denkleminden çok daha geniş bir sıcaklık ve basınç aralığında kullanılabilirler.
( P + n2a/V2) ( V-nb) = nRT
Örnek: 1.00 mol Cl2 (g) 273 K de 2.00 L lik bir hazcim kaplıyor. Basıncı van der Waals denklemini kullanarak hesaplayınız. a= 6.49 L2 atm mol-2 ve b= 0.0562 L mol -1
P = nRT/ ( V-nb) – n2a/V2
n = 1.00 mol V = 2.00 L T = 273K R =0.08206 L atm mol-1 K-1
n2 a = ( 1.00)2 mol 2 x 6.49 L2atm/mol2 = 6.49 L2 atm
nb = 1.00 mol x 0.0562 L mol -1 = 0.0562 L
P = 1.00 mol x 0.08206 L atm mol -1 K -1 x 273 K /( 2.00 -0.0562)L – 6.49 L2 atm / (2.00)2 L2
P = 11.5 atm – 1.62 atm = 9.9 atm
********************
GAZLAR
Not-Not:
GAZLAR
Maddeler tabiatta katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç halde bulunurlar.
• Gaz hali genel olarak molekül ve atomların birbirinden uzak olduğu ve çok hızlı hareket ettiği bir haldir.
• Gaz molekülleri birbirine uzak olduğu için aralarında etkileşim yok denecek kadar azdır. Bu sebeple gaz molekülleri birbirinden bagımsız hareket ederler.
• Gazların hacim ve şekilleri işgal ettikleri kaba göre değişir. Bulundukları kabı doldururlar.
• Gazlar kolaylıkla sıkıştırılabilirler.
• Gazlar birbiriyle her oranda karışarak birinin yalnız başına işgal ettiği hacmi bu sefer beraberce doldururlar.
• Gazlar hızlı hareket ettiklerinden bulundukları kabın çeperine çarparlar ve bu çarpma neticesi kaba basınç uygularlar.
• Bulundukları kap içerisinde bütün yönlerde aynı basıncı uygularlar.
• Yoğunlukları katı ve sıvıya göre çok küçüktür.
• Isıtıldıklarında bütün gazlar sıcaklık değişimi karşısında aynı oranda genleşirler.
• Kolaylıkla bir ortamda yayılırlar.
• Gazların taneciklerinin oluşturduğu hacim, moleküller arasındaki boşluk yanında ihmal edilebilecek kadar küçüktür.
• Gaz molekülleri sabit bir hızla hareket ederken birbiriyle ya da bulundukları kabın duvarlarıyla çarpışırlar. Bu çarpışmalarda taneciklerin hızı ve doğrultusu değişebilir. Fakat çarpışmalar esnek olduğundan kinetik enerjide bir değişme olmaz.
• Gaz taneciklerinin sıcaklık değişimi ile hızları değişeceğinden ortalama kinetik enerjileri de değişir.
• Sıcaklıkları aynı olan bütün gazların ortalama kinetik enerjileri birbirine eşittir.
• Gaz molekülleri yüksek basınç düşük sıcaklıklarda sıvılaştırılabilirler.
İDEAL GAZ
Öz hacmi olmayan, moleküller arasında hiçbir itme ve çekme kuvveti bulunmayan ve gaz moleküllerinin birbiriyle çarpışmasında hiçbir kinetik enerji kaybı olmayan bir hayali gaz örneğine ideal gaz denir.
Tabiattaki gazlar gerçek gazlardır. Gerçek gazlar yüksek sıcaklık ve düşük basınçta ideale yaklaşırlar.
Farklı gazların ideal olmaları karşılaştırmasında ise;
Yoğunlaşma noktası düşük olan, molekül ağırlığı küçük olan gazlar diğerlerine göre daha idealdir, yorumu yapılabilir.
GAZLARIN ÇÖZÜNÜRLÜĞÜ
Bir gazın herhangi bir sıvıdaki çözünürlüğü;
a. Gazın cinsine bağlıdır.
b. Sıcaklık arttıkça azalır.
c. Basınç arttıkça artar.
GAZ BASINCININ ÖLÇÜLMESİ
Gaz basıncını ölçmeye yarayan aletlere manometre denir.
Toriçelli deniz seviyesinde civa kullanarak yapmış olduğu deney sonucu açık hava basıncını hesaplamıştır.
Sıvılar, basıncı her tarafa eşit olarak iletirler. Sıvı basıncı sıvının yüksekliğine ve yoğunluğuna bağlıdır. Cıvanın yoğunlugu 13,6 g/cm3, suyun yoğunluğu 1 g/cm3 tür.
Yukarıdaki deney civa yerine su kullanarak yapılsaydı,
Borudaki su yüksekliği: 76.13,6 = 1033,6 cm olurdu.
76 cm Hg = 760 mm Hg = 1 atm
1. Kapalı Manometre
2. Açık Manometre
a.
Cıva seviyelerinin eşit olması X gazının basıncının açık hava basıncına eşit olduğunu ifade eder.
b.
X gazının basıncı açık hava basıncından h cm daha fazladır.
c.
X(g) nın basıncının açık hava basıncından daha küçük olduğu görülmektedir.
İDEAL GAZ DENKLEMİ
P.V=n.R.T
P: Basınç (atm),
76 cm Hg = 760 mm Hg = 1 atm eşitliği unutulmamalıdır.
V: Hacim (ℓt)
n: Mol sayısı
R: Raydberg gaz sabiti olup bütün gazlar için
litre.atm/mol.°K
T: Sıcaklık birimi olarak daima kelvin kullanılır.
Kelvin = °C + 273 eşitliği vardır.
Örnek – 1
2 mol H2 gazının 5,6 lt’lik bir kapta 8 atm. basınç yapması için sıcaklığı kaç °C olmalıdır?
Çözüm:
P.V = n.R.T denkleminden;
T= 273 °K çıkmalıdır.
Kaç °C olduğu sorulduğundan °K = °C + 273 eşitliğinden gazın sıcaklığı 0°C olacaktır.
GAZLARIN YOĞUNLUĞU 
Gazların yoğunluğu basınç ve sıcaklık değişimi ile değişir.
P . V = n . R . T denkleminde;
Mol sayısını gram cinsinden yazarsak,
gazın mol sayısı; gaz kütlesinin, gazın mol ağırlığına oranına eşittir.
p.MA = d.R.t formülü çıkarılabilir.
Yoğunlukla ilgili sorularda bu eşitlik kullanılmalıdır.
Örnek – 2
N2 gazının normal koşullarda yoğunluğu 1,25 g/lt dir.
N2 gazının 0,2 atmosfer 273 °C’deki yoğunluğu kaçtır? (N : 14)
Çözüm :
P.MA = d.R.T denklemindeki sabit olan
Şartlar değişsede R değişmeyeceğinden,
Aynı gaz olduğu için MA’lar sadeleşir. Verilenler yerine yazılırsa
GAZLARIN KARŞILAŞTIRILMASI
Farklı gazlar birbiriyle karşılaştırıldığında ya da herhangi bir gazın farklı ortamlardaki halleri birbiriyle kıyaslandığında;
Buradan genel olarak aşağıdaki formül çıkarılır.
Formül karşılaştırma sorularında kullanılacaktır.
Örnek – 3
2 litre hacimli kapta mutlak sıcaklığı T olan m gram CH4 gazı, 3 litre hacimli kapta mutlak sıcaklığı 2T olan 2m gram SO2 gazları vardır.
SO2 gazının basıncının CH4 gazı basıncına oranı kaçtır?
(H : 1, C : 12, O : 16, S : 32)
Çözüm
CH4 gazı için basınç : , hacim 2 litre, sıcaklık T dir.
SO2 gazı için basınç : , hacim 3 litre sıcaklık 2T dir.
Örnek – 4
Aşagıdaki grafiklerden hangisi yanlış çizilmiştir?
Çözüm:
P.V = n.R.T denklemi esas alınarak yorumlanırsa A, B, C, E şıklarında çizilmiş olan grafikler doğru çizilmiştir. D şıkkında ise basınç, °C grafiği, gazın sıcaklığı 0 °C iken
273°K’dır. Basıncı sıfır olamaz. Yani grafik sıfır noktasından başlayamaz.
Cevap D
GAZLARIN KARIŞTIRILMASI
Farklı kaplarda bulunan gazların yeni bir kapta karıştırılması ya da musluklarla birbirine bağlı olan kapların musluğunun açılması ile gazların birbirine karıştırılması şeklindeki soru tipleri bu başlıkta incelenecektir. Karıştırılan gazlar birbiriyle reaksiyon verebilir ya da vermeyebilir.
Gazlar sabit sıcaklıkta karıştırılıyorsa;
P.V = n.R.T denklemine göre;
T sabit ise, P.V değeri, mol sayısı (n) ile doğru orantılıdır.
Gazlar karıştırıldığında;
Pson.Vson =P1.V1.+P2.V2+……………Pn.Vn
formülünden yararlanarak işlemler yapılır.
KISMİ BASINÇ
Kısmi basınçtan bahsedilebilmesi için aynı kap içerisinde birden fazla gazın bulunması gerekir. Kapta bulunan bütün gazlar için hacim (V) ve sıcaklık (T) aynı olacağından, basınç mol sayısıyla doğru orantılı olacaktır.
PA : A gazının kısmi basıncı
nA : A gazının mol sayısı
nT : Toplam mol sayısı
PT : Toplam basınç
Kısmi basıncı, karışımdaki herbir gazın tek başına o kabı doldurduğunda yapacağı basınç olarak da tarif edebiliriz. Herbir gazın yapmış olduğu kısmi basınçların toplamına ise toplam basınç denir.
Örnek- 5
4 mol H2, 3 mol CO2 ve 2 mol He gazının bulunduğu kabın toplam basıncı 1,8 atm.’dir.
Buna görenin kısmi basıncı nedir?
Çözüm:
Kısmi basınç sorularında aynı kapta birden fazla gazın bulunması söz konusudur. Dolayısıyla herbir gaz için hacim (V) ve sıcaklık (T) aynıdır.
GAZLARIN KİNETİĞİ VE DİFÜZYON HIZI
Gazlar uzayda birbirinden oldukça uzak mesafelerde hareket eden moleküller topluluğu olup, gaz taneciklerinin öz hacmi gazın kapladığı toplam hacim yanında yok denecek kadar azdır.
Gaz molekülleri sabit bir hızla hareket ederler ve bu hareketleri sırasında birbirleriyle ve içinde bulundukları kabın çeperiyle çarpışırlar. Bu çarpışmalar esnek olup çarpışma sırasında kinetik enerji değişmez.
Gaz molekülleri ısı enerjisini kinetik enerjiye dönüştürürler. Sabit sıcaklıkta bütün gazların ortalama kinetik enerjileri aynıdır.
Yani kinetik enerji yalnızca sıcaklığa bağlıdır.
Difüzyon hızı için;
Aynı basınç ve sıcaklık altında X ve Y gazlarını özdeş bir kaba koyalım. Bu iki gazın ortalama kinetik enerjileri birbirine eşittir.
Molekül ağırlığı küçük olan gazlar hızlı, büyük olan gazlar yavaş hareket ederler.
Aynı formülden hız ile yoğunluk arasında; eşitliği de çıkarılabilir.
Kinetik enerjisinin sıcaklık ile ilişkisi şeklindedir.
İki denklem birleştirilirse,
eşitliğide çıkarılır. Yani mutlak sıcaklık 4 katına çıkarıldığında hız 2 katına çıkar.
SIVI-BUHAR BASINCI 
Sıvıların her sıcaklıkta buharlaşabildiklerinden sıvı buharlasının bu sıcaklıklarda yapmış olduğu basınca sıvı-buhar basıncı denir.
a. Sıvı – buhar basıncı, sıvının cinsine ve sıcaklığına baglıdır. Sıvı miktarına bağlı değildir.
b. Sıvı – buhar basıncı, açık hava basıncına eşit olduğunda sıvı kaynamaya başlar.
c. Sıvı – buhar basıncı büyük olan sıvıların kaynama noktaları düşüktür.
d. Sıvı – buhar dengesinde iken sıvı buharları sıkıştırılırsa ya da genleştirilirse basıncı değişmez.
e. Uçucu sıvıların sıvı – buhar basınçları daha yüksektir ve bu sıvılar daha düşük sıcaklıkta kaynar.
f. Bir sıvı içinde herhangi bir katı madde çözülürse, sıvı – buhar basıncı düşer dolayısıyla kaynama noktası yükselir.
g. Sıcaklık arttıkça sıvı – buhar basıncı artar.

Read more

Modern Mimari Akımları Nelerdir? Ekspresyonizm, Fütürizm, Neo Plastsizm Örnekleri


MODERN MİMARİ
-20.Yüzyılın Modern Mimarlık Akımları:
1897 yılında J.J. Thomson elektronu buldu. Artık atom Grek asıllı adından sanıldığı gibi bölünmez değildi ve böylelikle yeni bir çağ açılmış ve beraberinde modern fiziğin temelleri atılmış oluyordu. Sanat tarihçiler modern sanatla modern fiziğin aynı zamanda doğduğunu çünkü ikisinin de aynı düşünceden başladığını savunurlar. Mimari akımların her birinin de yaşandığı dönemde görülen sanat akımlarıyla bağlantıları vardır.

1-FÜTÜRİZM: (1909)
20.yüzyılın ilk on yılı içinde gelişen sanat ve mimarlık dünyasının en ilerici , en yenilikçi , özgün ve ileri hareketidir. 20 şubat 1909 ‘da yayınlanan 1.fütürist manifestosu (bildirgesi) onların estetik anlayışlarını şöyle ifade eder. “Biz tehlike , enerji ve yalınlığın şarkısını söyleyeceğiz ve açıklıyoruz ki dünya yeni bir güzellikle zenginleşmektedir. Hızın güzelliğiyle, yılankavi egzos borularından çıkan patlayıcı nefesiyle bir yarış otomobili kükreyerek giderken makinalı tüfek gibi sesler çıkaran bir otomobil antik güzelliğin simgesi olan Yunan heykellerinden kat kat güzeldir. “ Mimari alanda Antonio Santella ve Mario Chiattone fütürizmin anlayışına uygun eserler ortaya koymağa çalışırlar. Santella projelerini hazırladığı Citta Nuova ‘da göktırmalıyanlar, metrolar, asansörler, farklı boyuttaki trafik şeritleri gibi ilginç ve yeni fikirler kullanmıştır ve konuyla ilgili olarak “Modern kentlerimizi muazzam bir tershane gibi yaratıp yeniden inşa etmeliyiz. Her yer hareketli ve dinamik, modern binalar ise dev bir makine gibi olmalıdır.” Ancak onun bu radikal ve ilerici görüşleri 50 yıl sonra Paris’teki Pompidou iş merkeziyle bir ölçüde gerçekleşecektir. Ona göre mimarlık sadece fayda ve pratikliğin kuru bir birleşimi olmayıp bir sanattır. Buda sentez ve ifade demektir. Santella geçmişin klasik ve statik estetiğine karşı çıkmakta ve taraftarlarıyla beraber “ Mimari Dinamizm “ dediği değişim ve hızdan kaynaklanan canlı bir estetiğe ulaşmaya çalışmaktadır. Yine ona göre eğik ve eliptik çizgiler öz tabiatlarından dolayı dinamik olup dik ve yatay çizgilere göre bin kat fazla duygusal güce sahiptir ve dinamik bir mimari onlarsız düşünülemez.

2- NEO-PLASTİSİZM : ( De Stil ) (1917)
20. yüzyılın anti-natüralist soyut sanat anlayaşındaki topluluklardan biride Hollanda’da Piet Mondrian gibi ressamlar, Gerrit Rietveld gibi mimarlar, heykeltraş Vantangerlo, Hugo Ball, Jean Arp gibi şairlerin başını çektiği grup 1917 yılında çıkardıkları De Stil dergisinde görüşlerini ifade ederler. Topluluk elemanlarından Doesburg ve Mondrian yeni hareketin teorik ilkelerini ortaya koyma ve bu ilkeler doğrultusunda eserler vermekte grubun önde gelen kişileri olmuşlardır.
Mondrian’ın tüm resimlerinde aynı espri hakimdi. Beyaz bir fon üzerinde nötr biçimler olarak adlandırdığı kareler, dikdörtgenlerden oluşan kompozisyonlar yapıyor, daima dik açılı düzende çalışıyor ve bunları kırmızı, mavi, sarı renklerle boyuyordu. Ara çizgilerde siyah, beyaz veya griden oluşuyordu. Mondrian’ın bu ısrarlı tutumunu daha da uç noktalara götüren Kasimir bütün tual üzerine tek bir kare koyarak total rasyonalizme ulaşmıştır.
De Stil’ in etkileri mimarlık alanında önemli olmuş ve onun değerleri ön plana alınarak Bauhaus ekolüne kadar ulaşmıştır. 1920’lerde Le Corbusier tarafından savunulan Punizm, Mies Van der Rohe tarafından daha da ileri götürülmüş ve Mondrian-Kasimir etkileşiminde olduğu gibi Le Corbusier – Van der Rohe etkileşiminde I.T.T. mimarlık okulu binasında total bir mekana yani tüm binanın bir dikdörtgen prizma mekan şeklindeki ifadesine ulaşılmıştır. Yani saf, yalın, soyut, geometrik, dik açılı, biçimlerle kompozisyon yaratmak.
Doesburg mimarilerini karşıt-kübik olarak niteleyerek şöyle açıklar : Buda fonksiyonel mekan hücrelerini kapalı bir küp içinde dondurmaya çalışmaktan kaçınmak demektir. Bunun yerine taşan düzlemlerden balkonlarda olduğu gibi fonksiyonel mekan hücrelerini küp yada yapı merkezinden dışarı doğru merkezkaç kuvvetin etkisiyle fırlatır ve böylece yükseklik, genişlik, derinlik ve zaman yaklaşımlarıyla yeni plastik ifadeler elde edilir. Böylece mimaride aşağı –yukarı uçan bir görünüm kazanır ki buda doğanın yer çekim yasalarına karşı gelmektir, harekettir. Doesburg bu ifadesiyle bilinen geometrik formlara karşı çıkmaktadır.
Amerikalı Frank Lloyd Wright , Doesburgun teorisini geliştirmiş ve onu “kutunun parçalanması” diye adlandırmıştır. Ayrıca Wright ünlü Şelale Evini de bu teorinin ışığında tasarlamıştır. Teoriyle ilgili olarak Doesburg “önceden kararlaştırılmış tip” form anlayışına diğer deyişle tümdengelim yaklaşımına karşı çıkmakta ve “dıştan” kaynaklanan geleneksel estetik ağırlıklı mimari tasarım yöntemini reddetmektedir. ona Göre mimar yaratacağı binasının bitmiş formunu önceden tayin etmemelidir. Çünkü bu durum tümdengelim bir davranış olup bazı estetik formülleri peşinen kabul etmek demektir. Doesburg mimarın pratik yaşam isteklerinden yola çıkmasını ister. Böylece içten dışa gelişen mantıksal adımlarla problemi parçalara bölerek çözüm arama yöntemi gelişir ki bu işlevci ve tümevarımcı bir yaklaşımdır. Bu yöntem sonucunda mimari forma ulaşılır. Bu nedenle tümdengelim yönteminde form verme söz konusu iken, tümevarımda ise form bulma söz konusudur. Ancak mimarlık hem fonksiyona hem de estetiğe cevap vermek üzere çift amaçlıdır. Dolayısıyla mimari bir eserin başarılı sayılabilmesi için işlevsellik ve güzellik kriterlerini bir arada bulundurmalıdır. Ancak yinede De Stilcilerin yönteminde bile tasarım aşamasının sonunda inşaat aşamasına geçmeden form belirlenmiştir.
Fran Lloyd Wright’ın 1936’da Pennysylvania’ da gerçekleştirdiği Şelale Evinde Doesburg’un teorisinde belirttiği gibi fonksiyonel mekan birimleri küpün yada yapının merkezinden dışarı doğru fırlamış ve mimari eser uçan bir görünüm kazanmıştır.
Tarih boyunca geleneksel şekilde toprağa bağlanmış tüm kütlesiyle yere oturmuş binalar bu kütlelerde olduğu gibi topraktan kurtulma çabasında olup tıpkı bir ağaçta olduğu gibi toprağa minimum temas eden ve yukarı doğru genişleyen bir biçim kazanmaktadır. Betonarme, çelik gibi çağdaş malzeme ve teknolojilerle bu yeni fikirler hayata geçirilmeye başlanmıştır.
Portoghesi ve Vittoria Gigliotti’nin StMarinella’daki apartmanı ve Mashe Safdie’nin Montreal’deki toplu konut yapılarında önceden belirlenen bir form anlayışı yoktur. Ana kitleden fırlayan fonksiyonel mekan birimleri bütüne yada mimari forma dinamizm kazandırmaktadır. Önceden belirlenmemiş bu tasarım yöntemiyle varolacak sonuçta bir defaya özgü orijinal bir form olacaktır.
Bazı mimarlarda bina cephelerini bir Mondrian ve Doesburg resmi gibi ele almışlardır. Gerrit rietveld’in Hollanda Utrecht’teki Schröder evi, De Stil grubunun mimari ölçekte iki boyutlu ifadesi vardır. Dikdörtgen ve karelerle yapılan dik açılıcephe kompozisyonunda, renklerde aynı espri çerçevesinde kullanılmıştır. Sarı, kırmızı, mavi. Bu tutumun aşırı bir örneği olarak bina cephesini adeta soyut bir Mondrian resmi gibi ifade eden Paul Rudolph’un tasarladığı evi gösterebiliriz. Binaya dıştan bir eklenti niteliğinde olan ve iç fonksiyondan kaynaklanmayan bu tür biçimci bir tutumun mimari başarı kriterleri arasında yer alması kuşkuludur.

3- FONKSİYONALİZM:
İşlevsellik çağdaş mimarinin dayandığı temel tasarım ilkelerinin en önemlilerinden olup Amerikalı mimar Louis Sullivan tarafından mimarlıkta kullanılan “biçim işlevi izler” sloganına dayanır. Gerçektende pratik işlevlere çözüm arayarak yola çıkan bir tasarımcı işlevsel yöntemle bir biçime ulaşır. Ve bu biçim yada form mimarlığın ana kriterlerinden ilki olan işlevselliği yerine getirir. Eğer bu biçim sağlam inşa edilmişse rüzgar, zelzele gibi güçlere dayanabiliyorsa işlevsel bir form yani bir bina yaratılmış demektir. Ancak bu yapının estetik değerlerinin büyüklüğü onun mimari değerlerinin de ölçütü olacaktır. Bu değer yüksek düzeydeyse mimarlıkta yüksek, orta ise mimarlıkta ortadır. Eğer bu değer olumsuz ise mimarlıkta olumsuzdur. Dolayısıyla ortada güzel olmayan mimarlıktan uzak bir yapı vardır.

4- PURİZM:
Bu akım Le Corbusier ve Amedeé Ozenfant tarafından yaratılan bir hareket olup ikili düşüncelerini 1918’de beraber yayınladıkları Aprés Le Cubism (kübizmin sonrası) adlı kitapta açıklamışlardır. Bu kitap Volter’in bir ifadesi ile başlar; ”Gerileyiş işin kolayına kaçmanın , iyi yapmaktaki tembelliğin, güzele olan ilgisizliğin ve acayip zevklerin bir ürünü olarak ortaya çıkar.” Kitabın son cümlesi ise puristlerin konuya yaklaşımını verir. Bir sanat eseri “Rastlantısal, seri dışı, izlenimci, tepkici ve pitoresk(sevimli) olmamalı ama bunlara karşın genelleşmiş , statik ve değişmezliğin bir ifadesi olmalıdır.” Açıkça belirtildiği üzere bu ikili sanatta evrenselliği, durağanlığı savunmakta, kişiselliğe ve dinamik davranışlara sırt çevirmektedir. Bu kitapta ilginç bir değerlendirme vardır. “Bana Amerika’dan getirdiği fotoğrafları gösterdi –buğday siloları- bunlar sanatçılar tarafından değil ama tanınmamış mühendisler tarafından tasarlanmıştı. Onların üstün güzelliği beni çarptı. Zaten az olan süslemelerini boya ile örtünce purist bir tasarım meydana geldi. Purizmin ideolojisi içinde güzellik; saf, yalın birincil formlarda bulunmuştu. Küpler, koniler, silindirler, piramitler en güzel formlardır.” Corbusierin güzellik anlayışının kökleri antikiteye kadar gider. Sümerlerden, eski Mısır, eski Yunan’dan gelen Rönesans’ta tekrar ortaya çıkan ve genelde klasik olarak adlandırılabilen bu anlayış 20 yüzyıl sanatında Corbusierin öncülüğünde Purizmadı altında devam etmektedir. “Yalınlık yoksunluk demek değildir; amacı saflıktır, arındırmaktır.”
Puristler için form birincil ve ikincil olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin bir küp herkes için aynı plastik anlamı taşır. Oysa spiral bir form bazıları için yılanı ve bazıları içinde bir girdabı anımsatabilir. Bu tür formlarda ikincil formlardır. Birincil formlar purist yapıların esası olarak kabul edilir. Corbusier 1911’de İstanbul’a geldiğinde camilerin bir analizini yapmıştır. “kütlelerinde geometrinin disiplini vardır:kare-küp-küre, planda ise tek eksene göre dikdörtgenvari bir kompleks. Dolayısıyla Corbusier’in Osmanlı Mimarisinde purizm ilkelerini bulduğunu söyleyebiliriz. Purizmin formları kişisel formlar olmayıp anonim, evrensel, genel-geçer, rasyonel formlardır ve bunlarla yapılan sanat eserleri ve kompozisyonlarda evrensel olacaktır. Böylece purizm rasyonalizme yol açıyor ve giderek “uluslar arası mimarlık akımı” doğuyordu.
LE CORBUSİER:Corbusier’in purist-rasyonalist karakterde verdiği eserler 1920-1950 arası onun klasik dönemini içerir. Bu eserler arasında Citrohan Evi(1920), Centro Soyuz(Moskova-1928) ve göreceğimiz eserler sayılabilir.
VİLLA SAVOYE: (1929-1931)-Poissy
Ev yerden yükseltilmiş bir kutudur ve çepeçevre şerit şeklinde olan sürekli pencereleri vardır. Le Corbusier yapıda U biçiminde olan 1.kat planını bir kareye tamamlamış böylece oluşan kübün pencereleme şeklini de yatay bantlar şeklinde ifade etmiştir. Diğer bir deyişle binaya dıştan baktığımızda üstü açık balkon bölümünü göremeyiz. Çünkü bu bölümün cepheleri de salon pencereleri gibi gösterilmiştir. Kübün 4 cephesinde kesintisiz dönen yatay pencere bantlarının arkasında farklı hacim ve işlevler yer almıştır. Küp formu yalnızca çatı katındaki güneşlenme yerini çevreleyen silindirik duvarlarla bozulmakta ve statik değişmez kütle bir ölçüde hareket(dinamizm) kazanmaktadır. Bina geometrik oranlarıyla geçmişe bağlanırken geleneksel yapılarda olduğunun tersine yere bağlanmamış yerden koparılıp ince kolonlar üzerine alınarak adeta uzayda-boşlukta durması sağlanmıştır. Renk olarak beyazın seçilmesi doğanın ve gökyüzünün değişen renkleriyle bir tezat oluşturması ve yapının uzaklardan fark edilmesini sağlamıştır.
Corbusier’in bu yapısı çağdaş mimari ve teknolojiyle , çağdaş konstrüksiyon arasında 5 noktada bağlantı kurmuştur:
1-Kolonlar bütün yükleri alarak taşırlar ve duvarları taşıyıcı olmaktan kurtarırlar.
2-Yapının taşıyıcı iskeleti ve duvarları fonksiyonel yönden birbirinden bağımsızdır.
3-Bağımsız plan:Betonarme iskelet sadece bir teknik özellik olarak değil aynı zamanda estetik bir öğe olarak kullanılmıştır. Bölme duvarları ise iç mekanı tanımlayıcı öğelerdir ve bu tarz yapıların çok katlı örneklerinde kat planlarının her katta değişik olarak düzenlenebilmesi mümkün olmaktadır.
4-Bağımsız cephe.
5-Çatı bahçesi:Bu yapıyla düz çatılar kullanılabilir hale gelmiştir. Ayrıca çatıda binanın zeminde kapladığı kadar bir alanda bahçe yapma imkanı doğmuştur.

Corbusier Paris’teki İsviçre talebe yurdu binasının da saf dikdörtgen prizmatik kütleyi güçlü kolonlar üzerinde yükselterek zemini boş bırakmıştır. Bu binada merdiven, asansör, tuvalet gibi ikincil işlev elemanları(servis mekanları) ikincil formlarla ayrı bir parça olarak ana kitleye bağlanmıştır. Böylece “saf prizma” etkisi ikincil formlarla zenginleştirilirken tasarım yöntemi de tümevarım yönünde ağırlık kazanmıştır.

Corbusierin Marsilya’da gerçekleştirdiği toplu konut binası da önceki yapılarla aynı ilkelere dayanır. Saf prizma, sağlam kolonlar üzerinde yükseltilerek zeminden koparılmıştır. Prizmanın dış örtüsü ise balkonlar ve güneş kırıcılar dolayısıyla üç boyutlu olup bu cephelere gölge ışık etkisinin hareketliliğini kazandırmıştır.
LUDWİG MİES VAN DER ROHE:
FARNSWORTH EVİ:
Bu yapı Corbusier’in yapılarında olduğu gibi geleneksel şekilde temel duvarlarıyla yere bağlı olmayıp çelik kolonlar üzerinde topraktan ayrılmış camdan, saf, yalın, dikdörtgen bir prizmadır. Sanatçı bütün eserlerini en ince noktasına kadar düşünmüş ve tasarladığı “cam kutular” usta bir kuyumcunun yonttuğu kristaller gibi değerlendirilmiştir.
Van der Rohe’un eserlerini iki şekilde inceleriz:
1-1937yılına kadar süren Avrupa’daki çalışmaları:
Berlin (1919-1921) : 2cam gökdelen projesi
Stuttgart (1927) : Weissenhof Sitesi
Krefeld (1928) : Lange evi
Barcelona (1929) : Almanya Pavyonu
Çekoslavakya (1930) : Tugerdhat Evi
“ (1931-1938) : Avlulu Ev Projeleri
2-1937 yılında politik baskılar sonucu Almanya’yı terk edip ABD’ye yerleşir ve çalışmalarını burada sürdürür.
İllinois Teknoloji Enstitüsü
Chicago Konutlar (1948-1951-1957)
Farnsworth Evi (1950)
Almanya (1953) : Mannheim Tiyatro Binası
Chicago (1954) : Kongre Salonu Projesi
Küba (1959) : Bacardi Bürosu
Newyork : Citrohan
Berlin (1968) : Milli Galeri

Rohe tüm bu eserlerde daima dikdörtgen prizmatik formları yalın ve saf biçimde kullanmış ve düşüncesini şöyle açıklamıştır “Biz formel problemlerle uğraşmayı kabul ediyoruz.” Böylece mimari formu en baştan kabul eden sanatçı için formel problemler gerçekten söz konusu değildir. Sanatçı yaptığı işi “ilginç olmak istemiyorum, iyi olmak istiyorum” sözleri ile özetler. Oysa dönemin ünlü bir eleştirmeni sanat eserini şöyle tanımlar:” sanat eseri dinamik olmalıdır seyircinin dikkatini çekmeli, heyecanlandırmalı, belli bir duyguyu hayata geçirmelidir.”
WALTER GROPİUS:
Fogus ayakkabı Fabrikası: (Alfeld) : Sanatçının ilk önemli eseridir. Adolf Mayerle birlikte tasarladıkları yapıya esas itibariyle cam ve metalden oluşan bir perde cephe giydirilerek yalın, saf, net bir çözüm elde edilmiştir. Simetri, statik denge gibi ilkeler kompozisyona hakimdir.

Bauhaus Binası : (1926) : Burada ise bu kez birden fazla yalın dikdörtgen prizmayı birbirine ekleyerek daha dinamik bir kompozisyon elde etmiş ve kendi deyişiyle simetrinin yapmacık anlamsızlığı yerini serbest asimetrik gruplaşmanın canlı ve ritmik dengesine terk etmiştir

5- Ekspresyonizm: (1918) (Dışavurumculuk)
20. yüzyılın başlarında özellikle Almanya’da gelişen ve kubizm, putirzm, neoplastitizm gibi bir sanat akımı olarak karşımıza çıkar. Ekspresyonistlere göre sanat eserlerinin tümünde ifade vardır. Cümleyi ters çevirirsek ifade sanat eserinde olması gereken bir niteliktir ve ifadesiz bir sanat eseri olamaz. Bir sanat eserinin ortaya konmasında farklı aşamalardan geçilir. İlk aşamada doğadan alınan izlenimlerin etkisi görülür. İkinci aşamada orijinal tinsel bir sentez söz konusudur. Üçüncü aşamada bu özgün ifadeye bir haz duygusu katılır. Son aşamada sanatçı yarattığı bu alt yapıyı ses, taş, beton gibi fiziksel elemanları kullanarak somut hale sokarak sanat eserini yaratır. Bu aşamalardan geçen ,orijinal ifade gücü yüksek mimari eserlerde üstün estetik değerlere sahip olarak nitelenir. Bu türden bir yapının sahip olması gereken kriterleri Naun Gabo “mutlak form” olarak adlandırır. Ona göre kendi hayatı olan, kendi dilini konuşan, kendine özgü duygusal bir etkisi olan, duygusal gücü tek,ani, dayanılmaz ve evrensel olan sadece akıl ile anlaşılmayan formlar mutlak formlardır.
Ekspresyonist mimarlar modern mimarlığın gelişme aşamalarından geçmişler modern mimarlığın 1920-1930’larda klasikleşen kuralları çerçevesinde eserler verdikten sonra kendi kişiliklerini yansıtan özgün ifadeli eserlere girişmişlerdir.
Modern mimarlığın klasik devresinin olumsuz bir klişe haline gelerek uluslar arası uslup adı altında kişilikten yoksun monoton gelişmesi sonucu bölgesel ve kültürel farkları yok eden bu mimariyi Frank Lloyd Wright “telefonla nakledebilinecek mimari” diyerek hafife alıyordu. Ana çizgileri ile incelemeye çalıştığımız ekspresyonist mimari yönelimlerin hepsi rasyonel mimarlığın katı geometriciliği şematizmi ile kesin bir çatışma halinde olup irrasyonel bir tutum içerir. Ekspresyonist yapılar rasyonel, uluslar arası üsluba tezat oluştururken mimariye getirdiği özgünlük, atılganlık, canlılık, dinamizm ve tek defalılık kentlerin monoton görünümünü değiştirdiği gibi onları röper noktası konumuna da getirecektir. Örneğin Sdney Opera Binası, Eyfel Kulesi, yalnızca bulundukları şehirlerin değil bulundukları ülkelerinde simgesi durumundadırlar.

ERICH MENDELSOHNN:
*Einstein Kulesi: Potsdam – Almanya (1920)
Mendelsohnn’un erken dönem yapıları ekspresyonizmin güçlü örneklerini içerir. İrrasyonel bir biçim gösteren yapı tek bir kütleden oyularak yaratılmış özgün bir heykeli andırır. Mimarı da yapı için Einstein’ın izafiyet teorisinin araştırması için inşaa edilmiş yapı aynı zamanda onun anısına dikilmiş bir anıttır. Dolayısıyla yalnızca bir mimari eser olmayıp bir heykeldir de
FRANK LLOYD WRİGHT:
*Guggenheim Müzesi: (1943-1959)
Biçimsel analizi yapıldığında yatay bir platform üzerinde yükselen müzeyi oluşturan ters bir kesik koni ile idare kısmından oluşan bir yapı olduğu görülür. Müze mekanı zeminden helezonik şekilde yükselen bir rampa ile ortasındaki boşluktan ibarettir.bu iç mekan ve helezonik hareket dış yapıya da aynen yansımıştır. Yani iç mekan ve dış kütle özdeştir, birdir. Ters kesik koni geometrik bir formdur. Spiral ince pencere bandları içerlek olup formun bütününü bozmaz. Bu form antik ve geleneksel yığma inşaat teknolojisine yani zeminden düşey yükselen form anlayışına terstir. Aşağıda dar fakat yukarıya doğru genişleyen bir form. Çağdaş teknoloji ile geliştirilebilen bu form yeni özgün ve heyecan vericidir. Tüm yapı tek bir malzemeden beyazımsı bej betonite ile kaplanmış. Brüt betondan yapılma pürüzsüz yüzeylerden oluşturulmuştur. Tıpkı heykeltraşın külden yaptığı bir heykel gibi. Yapı eleştirmenler tarafından “Wright’ın kente vurduğu son tokat” olarak tanımlanır.
LE CORBUSİER:
*Ronchamp Tapınağı: (1950-1953)
Yeşil bir tepe üzerine inşaa edilen yapı duvarlarının beyaz rengi, çevresindeki yeşil örtü ve gökyüzünün değişen renkleriyle tezat yaratarak binayı belirgin hale getirmektedir. 1944’te yıkılan eskinin yerine yapılan bu kilise yalnızca 200 kişiliktir. Ancak önemli açık hava dini törenlerinde kullanılmak üzere doğu cephesinde bir apsis ve vaaz yeri bulunmaktadır. Yapı içinde kuleleri aracılığıyla tepeden aydınlatılan 3 küçük şapel vardır. Eserin en çarpıcı yanı dik açıyla alakası olmayan eğrisel yüzeylerle kavranan bir iç mekandan oluşan formudur. İrrasyonel form kişiyle doğada oluşmuş masif bir kaya etkisi uyandırır. Yapı duvarları topraktan fışkırmış masif görünümler içerir ve bu duvar üzerinde boşluk oranı %3’ü geçmeyen farklı boyutlarda çok sayıda pencere açılmıştır. Yapının duvarları kesin kanıtı olmasa da Akdeniz mimarisinden esinlenmiş görülür. Ancak masif duvar görüntüsüne karşı duvarların yığma olmadığı çelik bir iskelet üzerine taş örülerek yapıldığını bilmekteyiz ki bu durum mimarinin 1920’lerden beri özellikle Villa Savoy’da uyguladığı yapı iskeleti ve duvarların görevsel olarak birbirinden bağımsız olma ilkesi ile çelişir. Ayrıca Villa Savoy2un zeminden koparılmış görüntüsüne karşın burada doğa ile bütünleşmiş bir yapı ilkelerle çelişmektedir. Yapının çatı örtüsü mimarın anlatımıyla 1946’da Newyork yakınındaki Long Island’da bulduğu bir yengeç kabuğundan esinlenerek tasarlanmıştır. Kalın salt betondan yapılmış görünen bu çatı örtüsü aldatıcı bir görünüm içerir. Gerçekte çatı birbirinden 2.26. mesafede 6cm. kalınlığındaki betondan mamul yapılmış çift cidardan oluşmaktadır ve her iki tabaka arasındaki bağlantı kirişlerle sağlanmıştır. Corbusier 1920’lerde getirdiği purizmin ilkeleriyle nasıl rasyonel mimarlığın öncülerinden olmuşsa mimarlığı statikten dinamiğe yönelten Ronchamp Tapınağı ile ekspresyonizmin öncülerinden olmuştur. Le Corbusier’in bu yapısı bir heykel gibi nitelenebilir ve bu başarısının sırrını mimarlığının yanı sıra ressam ve heykeltraş olmasında aramak gerekir. Yapıda geleneksel klasik simetri ve statik denge anlayışı yerine dinamik bir denge görülür.
JOHN UTZON:

*Sdney Opera Binası: (1956-1973)
Sanatçı bu eseri ile mimarlık dünyasını sarsmıştır. Utzon seçimini baştan yaparak irrasyonel duygusal yönü seçmiştir. Yapı için düşünülen yer denize uzanan küçük bir çıkıntıdır. Bu alanda yapılacak bina için mimarının yaratı ve hayal gücü ona rüzgarda yelkenleri şişmiş bir gemi görünümü veren eskizleri çizdirmiştir. Yapının görünen imajının esas hareket noktası budur. Mimarına göre “yapıda çatının önemi büyüktür. Çünkü bu bina yukarıdan da görülecek bir yapıdır. Bu nedenle ben kare bir heykel tasarladım. Kabuk çatı örtülerinin beyaz yelken gibi biçimlerinin limanla olan ilişkileri yatların yelkenleri gibi doğaldır ve bu yarım adada daha güzel bir siluet düşünmek güçtür.”
HANS SCHARUN:

*Berlin Flarmoni Binası: (1963)
Projenin esas çıkış noktası geleneksel konser salonlarında görülen sahnenin yerinin değiştirilmesi sahnenin ortaya alınarak dinleyici sıralarının onu dairesel biçimde kuşatması esas alınmıştır. Mimar biçimi önceden kararlaştırılmış bu yapıda irrasyonel karşıt geometrik anlayışla içten dışa doğru gelişen bir tasarımla yapının kitlesini oluşturmuş. İki katlı yatay bir platform üzerinde yükselen amorf irrasyonel formuyla doğadan kendiliğinden oluşmuş masif bir kaya yada buzdağı görünümündeki yapının insanların alışageldiği geometrik formlarla hiçbir ilgisi yoktur. Yapıda anti-simetrik ve dinamik denge anlayışı başta gelen özelliktir.
EERO SAARIEN:

*Twa Binası: Newyork (1956-1961)
Yapının hareket noktası mimarın 1956’da bir restoranda yemek yerken menü kartına çizmiş olduğu krokilerdir. İrrasyonel anlayışla yapılan çizimlerde yapının formu kanatlarını simetrik olarak açmış iki ayağı üzerinde henüz yere konmuş büyük bir kuş görünümündedir. Ancak yapı bir kuşa benzediği için değil Gabo kriterlerini yerine getirdiği için estetik değeri yüksek mimari bir eser sayılacaktır. Yapı tasarım safhasında “esin’in” önemini vurgulayan bir örnektir.

6- POST MODERNİZM:
Post modernizm (1972) özgün bir mimarlık akışı olmayıp modern klasik devrin uluslar arası üslubuna bireysel ölçekte tepki gösteren mimarların oluşturduğu bir harekettir. Ancak birbirinden habersiz bu mimarlar arasındaki tek ortak nokta uluslar arası üsluba karşı çıkmak tepki göstermektir. Dolayısıyla yaklaşımın özgün bir felsefesi teorisi olmayıp yalnızca tepkisel niteliktedir. Ancak haklı tepkilerine karşı tuttukları yol yanlıştır. Philip Johnson, Mies Van Der Rohe’un öğrencisidir ve ustası için “Mies bir dahidir ama artık yaşlandım ve sıkıldım benim yönüm bellidir. Eklektik gelenek tarih boyunca sevdiğim şeyleri seçmeye çalışıyorum tarihi bilmezlikten gelemeyiz” der. Son yapılardan olan A.T.T. Bina’sının ön cephesi çatıda Barok çizgilere sahipken büro pencereleri aşamasında purizmin kübik kütlesini zemin kattaki lobi girişinde ise rönesansın ünlü yapılarından Pazzy Şapelinin ( Brunaccellhi) cephesinden izler görülür. Bu eklektik anlayış kuşkusuz geriye dönük bir çabanın olumsuz ürünüdür. İnsanoğlu ileri dönük, yaratıcı, yenilikçi çabalarıyla mağaralarda yaşamaktan bugüne gelmiştir ve artık geriye dönemez. Philip Johnson ve Michel Graves ve beraberindeki mimarlar tüm çaba ve eskizlerinde eskinin cephe anlayışlarını taklit etmişlerdir.

7- KONSTRÜKTİVİZM:
Bu akım ikisi de heykeltraş olan Naum Gabo ve Antoine Pewsner tarafından geliştirilmiş olup ilkeleri 1920’de yayınlanan “realist manipeshto” adı altında açıklanmıştır. Gabo bir heykelin geleneksel şekilde bir kütleyi yontarak meydana getirebileceğimiz gibi çeşitli elemanların birbirine bağlanması yöntemiyle de konstrüktiv bir şekilde gerçekleştirilebileceğini söylüyordu. Konstrüktivizm estetik açıdan “mekanik bir estetik” ön plandadır ve bu akımın mimarlığı çağdaş teknolojiyle dayanır. ressam heykeltraş ve mimar Vilademir Tatlin, ressam Kasimir, ressam ve mimar Lissitzky bu akımın önde gelen sanatçılarıdır. Lissitzky ileri teknoloji olanaklarının potansiyelini geniş, cesur, konsol kirişlerle ifade eden binalar öneriyordu.
Gabo’nun konstrüktiv heykelleri heykel sanatında bir devrim yaratırken bu tür bir yaklaşım mimarlık için normal bir olgudur. Ancak burda yeni olan konstrüktif elemanların estetik ögeler olarak değerlendirilmesidir. Yoksa strüktür elemanlarının açıkça gösterildiği mimarileri biz daha önce gotik mimaride görmüştük.

Read more