Bileşikler ve Formüllerinin Yazılışları ve Okunuşları


BİLEŞİKLER VE FORMÜLLERİNİN YAZILIŞI–OKUNUŞU
Birden fazla atomun belirli oranlarda kimyasal reaksiyon sonucu bir araya gelmesiyle oluşan yeni, saf maddeye bileşik denir.
Bileşiklerin en küçük yapı taşları moleküldür.
Bileşiklerin özellikleri
Saf ve homojen maddelerdir.
Kimyasal yollarla bileşenlerine ayrıştırılabilir.
Erime ve kaynama noktaları, öz kütleleri sabittir
Bileşiği oluşturan elementler sabit kütle oranlarında birleşir.
Bileşikler formüllerle gösterilir.
Bileşiğin kimyasal özellikleri kendisini oluşturan elementlerin kimyasal özelliklerinden farklıdır.
Öncelikle iyon,anyon ve katyon kavramlarını açıklamamız gerekiyor.Yüklü atom veya atom gruplarınaiyon denir.(+) yüklü iyonlara katyon,(-) yüklü iyonlara da anyon denir.Katyonlar +1 , +2 , +3 ve +4 yüklü olabilir. Anyonlar da -1 , -2 ve -3 yüklü olabilir.

Bileşik formülleri yazılırken,önce (+) yüklü iyon, sonrada (-) yüklü iyon yazılır.
Örnek: Al+3 ve O-2 iyonlarından oluşan bileşiğin formülü yazılırken üstteki sayılar çapraz bir şekilde diğerinin altına getirilir. Al+3 O-2 Al2O3 şeklinde yazılır.
Katyonun adı + Anyonun adı = Bileşiğin adı Al2O3 (Alüminyum oksit)
Bileşikler içlerindeki elementlerin türlerine göre;

Metal-Metal bileşikleri ve Ametal -ametal bileşikleri olarak ikiye ayrılır. Adlandırmaları da birbirinden farklı olur. Örneğin yukarıdaki Al2O3 bileşiği metal-ametal bileşiklerine bir örnektir.
Bir bileşiğin moleküllerindeki atomlar ve bunların sayıları farklı şekilde gösterilebilir.Molekül şekil olarak modellerle gösterilebileceği gibi açık, yarı açık ve kapalı formüllerle de gösterilebilir.<şekil 1,2>Açık formüllere yarı formülde denir.Bunlara atomların birbiriyle yaptıkları bağlar da belirtilebilmektedir.

Fakat reaksiyon kimyasında daha çok kapalı formül kullanılır.AlCl3 yazılışında atomların ad ve sayıları belirtilmiştir.AlCl3molokülü bir alüminyum ve 3adet klor atomundan oluşur.Kaba formülle molekül formülü arasındaki farkın anlaşılmasında yarar vardır.Kaba formül sadece, bileşiği oluşturan elementlerin bileşikteki bağıl atom sayıları arasındaki oranı gösterir.

Fakat gerçekte bileşiğin moleküllerinde kaçar atom bulunduğunu ifade etmez. Molekül formülü ise bileşiğin molekülündeki atomların gerçek sayısını gösterir.Gerçek formül veya kimyasal formül diye de adlandırılır.
madde molekül formülü kaba formülü
asetilenin C2H2 CH
glikoz C6H12O6 CH2O
Bir bileşiğin tam formülü bilinirse moleküllerinde hangi atomdan kaçar tane olduğu anlaşılacağı gibi bağ yapısı hakkında da fikir yürütülebilirNH3 kovalent bağlı NaCl iyonik  bağlıdır.

Yoğunluk,sertlik,erime ve kaynama noktası gibi fiziksel özelilikler yalnız molekül formülünün bilinmesi ile anlaşılamaz.Molekül formülü ve yapısındaki elementlerin atom ağırlıkları bilinen bir bileşiğin molekül ağırlığı ve elementlerin ağırlıkça yüzdeleri hesaplanabilir.
Bileşik Formüllerinin Yazılması
Bileşik formüllerini yazabilmek için bazı elementlerin bileşik halinde bulunurken değerlikleri ve önemli kökleri bilmek lazım.
Alüminyum ile oksijen yaptığı bileşiğin formülünü yazarken öncelikle alüminyumun bileşiklerinde +3 değerlikli, oksijen -2 değerlikli olduğunu hatırlamak gereklidir. AL+3 ve O-2 iyonlarından oluşan alınan ve verilen elektronun eşit kılınması için iki tane alüminyumun verdiği 6 elektronun,üç tane oksijen tarafından alınması gerekir.

Dolayısıyla bileşiğin formülü AL2O3olacaktır.Zaten bir bileşikte yüklerin cebirsel toplamı sıfır olmalıdır.Veya değerlikler çaprazlanarak formül bulunabilir Ca ve Elementlerinin yaptığı bileşiğin formülü yazılırken çaprazlama yapılmaz.Çünkü CaS yazılışında yüklerin toplamı sıfırdır.
Bileşiklerin İsimlendirilmesi
İsimlendirmeyi iyonik bağlı ve kovalent bağlı için ayrı ele alacağız;
a)İyonik bağlı bileşiklerin isimlendirilmesi:Yapısında katyon ve anyon bulunduran bileşikler iyonik yapılıdır.4durumda incelenir.

1Mtal-Ametal=Metalin adı+Ametalin adı+ür. NaCl (sodyum klorür)
2Metal-kök=Metal adı+kök adı NaOH(sodyum hidroksit)
3Kök -Ametal=Kök adı+Ametalin adı +ür(NH4 Amonyum iyodür.
4Kök-kök=Katyon kök adı+Anyon kök adı(NH4NO2Amonyumnitrit)

b)Kovalent bağlı bileşiklerin isimlendirilmesi:Ametal atomlarının kendi aralarında oluşturdukları bağ çeşidine kovalent bağ denir.Kovalent bağlı bileşiklerin isimlendirilmesinde atomların sayısı mono,di, tri, tetra, penta gibi Latince kelimelerle ifade edilir.İlk yazılan atom bir tane ise mono yazılmaz.Sonraki atomun sayısı her halukarda söylenir.
CO:Karbon mono oksit
NCl3:Azot tri klorür
NO:Azot mono oksit
BİLEŞİKTEKİ ELEMENTLERİN DEĞERLİĞİNİN BULUNMASI

Bileşik formülü doğru verilipte, değerliği az bilinen elementlerden herhangi biri sorulduğunda bileşiğin yüklerinin sıfır olma şartından hareket edilerek çözüm yapılır. Mesela KMnO4 bileşiğindeki K +1 O -2 değerlikli olduğu bilindiğinden, yüklerin toplamının sıfır olması için Mn +7 değerlikli olmalıdır. Ayrıca bazı köklerin değerliğinin bilinmesi gerekir. Değerlik konusunda unutulmaması gereken önemli bir nokta; tek başına bulunan elementler nötür haldedir.Aynı şekilde bileşikte nötürdür, fakat bileşiği oluşturan elementler nötür değildir.
BİLEŞİKLERİN SINIFLANDIRILMASI
Asitler
Suda çözündüğünde ortama H+iyonu verebilen bileşiklerdir. Diğer bir tarifle OH+iyonuyla reaksiyona giren maddelerdir. HCl, HBr, HI gibi asitler kuvvetli asitlerdir.Kuvvetli asitler tam olarak iyonlaşarak çözünürler.Tam olarak iyonlaşamayan asitlere zayıf asitler denir.Genel özellikleri şunlardır;suda iyonlaşarak çözünürler,çözeltileri elektirigi iletir,turnusol kağıdını kırmızıya boyarlar,tatları ekşidir,soy metaller dışında bütün metallerle reaksiyona girerek tuz ve H oluştururlar,bazlarla nötürleşerek tuz ve su oluştururlar.
Bazlar
Suda çözündüğünde OH+iyonu verebilen bileşiklerdir. 1A gurubu metali hidroksitleri LiOH, NaOH…kuvvetli bazlardır. Diğer bütün metallerin hidroksitleri suda kötü çözündükleri için zayıf bazlardır. Bazların genel özellikleri; suda iyi çözünürler,çözeltileri elektirigi iyi iletir,turnusol kağıdını maviye boyarlar,tatları acıdır,çözeltileri ele kayganlık verir,sadece anfoter metallerle reaksiyon verirler,asitlerle tuz ve su oluştururlar.
Oksitler
O2 dışında oksijenin,iki cins atom bulunduran bütün bileşiklerine oksit denir.Oksitler kendi aralarında sınıflandırılabilir;1Asidik oksitler,oksijence zengin bileşiklerdir çogu ametal oksitidir.önemli özellikleri;asidik karektedir,bazlarla vebazik karakterli bileşiklerle reaksiyon verirler,su ile reaksiyonu sonucu asitleri oluştururlar.2Bazik oksitler;Metaller bazik karakterli oldukları gibi metal oksitleride bazik karakterlidir.ZnO,Al2O3 gibi anfoter oksitler hem bazik hemde asidik özellik gösterirler./Anfoter metal;Hembazlarla hemde asitlerle reaksiyon veren metaller./Diyer metaller bazik oksit sınıfındadır. MgO,CaO,MnO,NiO gibi.Önemli özellikleri;Bazik karakterlidir,asitlerle veasidik karakterli bileşiklerle reaksiyon verirler,su ile reaksiyona girerek bazları oluştururlar.3 Nötür oksitler;Ametallerin oksijence fakir bileşikleridir.Oksijen sayısı diyer ametalin sayısından azsa veya eşitse bileşik nötür oksittir. NO,CO,N2Ogibi.Önemli özellikleri;Asidik ve bazik özellik göstermezler.Asitlerle,bazlarl a vesuile reaksiyona girmez.4Anfoter oksitler;Hem asidik hemde bazik özellik gösterirler.Aside karşı baz baza karşı asit gibi davranırlar.ZnO,Al2O3SnO gibi.Önemli özellikleri;Hem asitlerle hem bazlarla reaksiyona girerler.Su ile reaksiyona girmezler.5 Peroksitler;İki taneoksijen atomunun toplam -2 degerlikli oldugu durumlarda bileşik peroksit adını alır.Mesela Na2O2(sodyum peroksit) bileşiginde her sodyum +1,iki tanesi +2 oldugu için ,iki tane oksijen -2 degerliklidir.Bu iki oksijenden biri -2 degerlikli,digeri nört oksijen atomudur.6Bileşik oksit;Yapısında aynı elementin degişik oksitleri bir arada bulunduran bileşiklerdir.Bileşik oksitler için Fe3O4 ve Pb3O4 örneklerini verebiliriz.
Tuzlar

Asit ve bazların nötürleşme ürünüdür.İyonik baglı bileşiklerdir.Hemen hemen hepsi katı fazdadır.Çeşitli geometrik şekillere sahip kristal yapılı bileşiklerdir.Katyonu H+ olan bileşiklere asit,anyonu OH- olan bileşiklere baz dendigini söylemiştik.Anyon O- ise bileşik,oksit sınıfından denilmişti.Bu üç durum dışında bütün katyon-anyon bileşikleri tuz sınıfındadır.Tuzlarda kendi aralarında sınıflandırılırlar. 1ASidik tuz;Asidik karekterlidirler.Kuvvetli asit ile,zayıf bir bazın reaksiyonundan oluşurlar.CaCl2,NH4Cl bileşiklerini bu sınıfa örnek verebiliriz. 2Bazik tuzlar;Bazik karakterlidirler.Kuvvetli bir bazla zayıf bir asidin reaksiyonundan oluşurlar.NaCN,K2 bileşikleri örnek olarak verilebilir.3Nört tuz;Asidik veya bzik özellik göstermeyen tuzlardır.Kuvvetli asitle kuvvetli bir bazın nötürleşmesi sonucu oluşurlar.NaCl,LiBr bileşikleri bu sınıftadır.4Çİft tuz;Aynı asit köküne sahip iki tuzun meydana getirdikleri ortak iyon kıristalleridir.MgCL2,KClgibi. Bazen yapılarında su molokülleride bulundururlar.Çözündüklerinde bütün iyonlarına ayrışırlar.5Kompleks tuz;Asit kökleri aynı iki tuzun yaptıgı bileşiklerdir.Anyon katyonlardan biriyle kompleksmiş durumdadır.Çözündüklerinde kopleks yapı kendini korur.Fe3(Fe(CN)<SUB6< sub>)2 gibi.
Read more

Nefronun Yapısı Ve Görevleri Nelerdir?

Böbreklerdeki boşaltım birimi nefrondur. Nefronun Yapısı Nefron; malpigi cisimciği (glomerulus + bowman kapsülü), proksimal tüp, kıvrımlı kanallar, henle kanalı, distaltüp ve idrar toplama kanalından oluşur. Böbreklerde idrar oluşumu süzülme, geri emilim ve salgılama (aktif taşıma) olayları sonucunda olur. Süzülme malpigi cisimciğinde olur. Glomerulustan bowman kapsülüne kan plazmasının bir kısmı, su, tuzlar, glikoz, aminoasit, üre, ürik asit, vitamin, keratin gibi maddeler geçer. Kan basıncı arttıkça süzme hızı da artar. Geri emilim henle kanalında olur. Suyun büyük bir kısmı glikoz, aminoasit, madensel tuzlar vitamin, üre ve ürik asitin bir kısmı henle kanalını saran kılcallar tarafında emilerek kana verilir. Su, madenler tuzlar, kerantin, surfat, NH3, üre ve ürik asiti diğer kısmı nefroda kalarak idrarı oluşturur. Su dışındaki maddelerin geri emilimi aktif taşıma ile olur. Suyun geri emilimin de hipofizin salgıladığı entidiüretik hormon etkilidir. Na ve K atılımı ve geri emilimi böbrek üstü bezinden salgılanan aldosteron hormonu tarafından düzenlenir
Read more

Metre Nedir ? Metre Nasıl Bulunmuştur?


Metre Nedir ? Metre Nasıl Bulunmuştur? -Metre Nerelerde Kullanılır?-Metrenin Tarihçesi

Metre bir uzunluk birimidir. Genellikle kısaltması olan m harfi ile gösterilir.
Metre değeri ışığın, vakumu alınmış boşlukta 1/299,792,458 saniye aralığında aldığı yol ölçülerek bulunmuştur.
Read more

Haberleşme ve Basın Hürriyeti, Bilgi Alma Hakkı Soruları


1- Haberleşme hürriyetinin anayasal güvence altına alınması toplumumuza ne gibi faydalar sağlamıştır?

2- Anayasa'mızın 28.maddesi ile doğru bilgi alma hakkı arasında ne gibi bir ilişki vardır?

3-Özgür basın ne demektir?


Cevapları Bilen Arkadaşlar Yorum Olarak Yazsın Ve Bizlere Yardımcı Olsun.
Read more

Felsefenin Dalları Nelerdir?

Felsefe kelimesi Yunanca´da fhilo(sev-gi) ve sophia (bilgelik) kelimelerinin yan yana gelmesinden oluşuyor... fhilosophia (bilgelik sev-gisi). Yunanlı düşünürler için "Bilgiyi sevmek, bilginin peşinden koşmak" anlamını taşır... 
Yani Felsefe sadece bilgiyi sevmek mi oluyor? 
Bu konuyu bir örnekle anlatayım, sen hiç dünyanın neden 365 gün ve altı saatte bir tur tamamladığını yani bir yıl diye niye bu hareketi tanımladığımızı merak ettin mi?, etmişsindir mutlaka. İşte bunun gibi bilmediğin, öğrenmek istediğin bir sürü konu var. Aslında filozoflarda böyle şeyler düşünüyorlar. Bunların nasıl olabileceğini, nelerin bunlara yol açtığını öğrenmeye çalışıyorlar... Öylesine derin düşünüyorlar ki bu konuları, anlamaya, yorumlamaya ve yaşamı anlamlandırmaya çalışıyorlar... Belli anlamlar bulduklarına inandıklarında da "Felsefe Sistemleri"ni oluşturmuş oluyorlar... 

O halde felsefe, yaşamı bir şekilde anlamlandırabilme çabası mı oluyor? 
Evet, yaşamı ve yaşamda varolan her şeyi... Filozof, soru sorar, merak eder ve öğrenmeye çalışır... Bilgi onun için ulaşılması gereken bir şeydir ve ona ulaşmak için habire koşar... Tam ulaştığını sandığı anda da yeni sorularla karşılaşır... Bak Ünlü filozoflardan Platon´un bir sözü var: "Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır." diyor. Yalnız, burada ortaya çıkan sadece yeni bilgiler değildir, filozofun ürünü, bir ahlak anlayışını, yaşama biçimini doğurur... Örneğin, dünyayı idealardan oluşmuş, (yani sadece düşüncelerden, ve bu düşüncelerin görünüşlerinden) bir yapı olarak algılayan bir felsefe öğretisi, yaşama ilişkin tüm yargılarını da ona göre oluşturur. 

Filozoflar Felsefe İçin Ne Demiş 

Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir." 

Karl JASPERS 

"Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir." 
SOKRATES 

"Doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır." 
PLATON 

"İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe." 
ARİSTOTELES 

"Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir." 
EPİKUROS 

"İnanılanı anlamaya çalışmaktır." 
ANSELMUS 

"İnanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır." 
ABAELARDUS 

"Eleştiridir." 
CAMPENELLA 

"Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir." 
F. BACON 

"Felsefe yapmak doğru düşünmektir." 
T. HOBBES 

"Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için." 
DESCARTES 

Sonuç olarak; 
Felsefe yaş**** ta kendisidir!..

Felsefe Sözcüğü ve Felsefenin Doğuşu

Felsefe sözcüğü ilk kez Antik Ege'de Samos'lu matematikçi düşünür, Pythagoras (Pisagor İ.Ö. 6.yy) tarafından kullanılmıştır. Pythagoras; dost ve bilgi anlamlarındaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek kendisini ifade etmiştir. Çünkü ona göre eksiksiz bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrılara yakışır. İnsan ise sofia'nın yalnızca dostu olabilir. Yani felsefe bilginin dostu anlamı taşımaktadır. 

İ.Ö. 4. yüzyılda Atina'lı düşünür Platon bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayırdıktan sonra; bu bilgilerin ardına düşen farklı iki anlayışta insan tanımı yapar. Bu dünyanın aldatıcı bilgileri peşinde koşan filodox ve gerçek bilgiyi arayan filozof... 

Platon'un bu tanımı yaygın kabul görür. Ortaçağa, öğrencisi Aristoteles ile birlikte damgasını vuran Platon'un görüşleri; İslam kültüründe de en az batıdaki kadar etkilidir. Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adı Eflatun'a bile çıkar. Sufi, sofu ve feylesof sözcükleri Filosofia sözcüğüne karşılık gelmektedir. 
Bu sözcükler, İslamiyet'in kabulünden sonra Türkçe'ye de girerek günümüzde kullandığımız biçimi almıştır. Platon'un adı dilimizde çoğu zaman Eflatun olarak kullanılır. 

Felsefenin Doğuşu 

İnsan, ilk dönemde tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğada hazır bulduklarını toplayarak ya da avlanarak yaş****ı sürdürür. Ama insan, hayvanlardan farklı olarak, bunu yaparken alet yapar ve yaptığı aletleri kullanır. Bu özelliği sayesinde doğaya her gün biraz daha fazla egemen olurken; kendisini de her defasında yeniden yaratmıştır. 

İlkel Kominal dönemde yaptığı aletlerle doğayı hızla tüketen insan, her defasında yeni bir doğal bölgeye göç ederek yaş****ı sürdürmeye çalışmıştır. Ancak bu süreç zaman içinde doğanın yeniden üretilmesi ile sonuçlanmıştır. İnsan, artık, doğayı doğrudan tüketmenin yanı sıra, doğayı sayısal olarak üreterek yeni bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Doğanın sayısal olarak üretilmesi iki farklı alanda uzmanlaşmış farklı iki toplum yaratmıştır. Bu toplumlardan ilki, bitki tarımı yapan ve bu nedenle de toprağa bağlı yaşayan köyler, yani uygar toplumlardır. İkincisi, hayvanları evcilleştirip üreterek yaş****ı sürdüren, topraktan belli ölçüde bağımsız göçer barbar toplumlardır. 

İlkel Kominal dönemde toplumların üretim ve tüketim etkinlikleri ve bunun sonucu oluşturdukları kültür de birbirine çok benzemektedir. Oysa doğanın sayısal olarak üretilmesindeki iki farklı etkinlik birbirine benzemeyen iki ayrı toplum biçimi yaratmıştır. 
Toplumlar arasındaki; doğal kaynakların, toprakların veya ürünlerin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlıkların güç kullanılarak çözümlenmesinde; barbarlar genellikle uygarlardan daha kazançlı çıkmışlardır. Bu nedenledir ki barbar sözcüğü kaba kuvvetle eş anlamda kullanılagelmiştir. 
İki farklı kültür, günümüzden 5000 yıl önce, Mezopotamya'da ortak bir üretim süreci oluşturmuşlardır. Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım, başka bir deyişle karasaban devrimi, insanın tükettiğinden fazla üretmesine neden olmuştur. Bu durum toplumun yeniden organizasyonu ile sonuçlanmış ve devlet kurumu doğmuştur. 
Devletle birlikte toplumsal düzeni sağlayan yaygın yaptırım güçleri; gelenek, örf, adet ve töre, yerini, devletin koyduğu daha net ve kesin yaptırım gücü olan hukuka bırakmıştır. Hukuk; devletin toplumsal düzeni belirleyerek denetlediği, yazılı kurallar sistemidir. Yani artık insan yazmaktadır. İnsanın ilk yazılarında yalnızca yasalar değil aynı zamanda mitolojik öyküleri de vardır. Bu dönemin yazılarının en genel özelliği imzasız yani anonim olmalarıdır. 
Bu dönemde doğa olayları ve gök cisimleri sıkı bir gözlemle bilinebilir hale gelmiştir. Ancak bu tür bilgiler rahipler sınıfının dışına hiçbir şekilde sızdırılmamıştır. 
İ.Ö. 1000 yıllarında, bu kez Ege, ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi ile insanlık için yeni bir kilometre taşı oluşturmuştur. Gelişen tarımsal üretim pazarı büyütürken, yeni bir değişim aracının doğmasına neden olmuştur: para. Para, bir yandan değişimi kolaylaştırırken, diğer yandan da zenginliğin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu sayede Ege kentlerinde yeni varlıklı sınıfın doğmuştur. 
Bu varlıklı sınıf, ekonomik güçlerini toplumsal yönetime ortak olma doğrultusunda kullanarak, tarihte ilk kez daha yaygın bir egemenliğin yaşanmasına, yani sınıfsal özellik de taşısa ilk demokrasinin doğmasına neden olmuştur. 
Demokrasi yetişmiş insana gereksinim duyduğundan, bu dönemde bilgi değer kazanarak yaygınlaşmıştır. Bilim ruhban sınıfın tekelinden kurtulmuş ve yaygınlaşmıştır. Örgütlü olmasa da eğitim yaygınlaşarak; akıl dogmaların yerini almaya başlamıştır. Çok tanrılı dinlerin de etkisi ile dini bir hoş görü yaygınlaşmıştır. 
İ.Ö. 8. yüzyıla gelindiğinde, yazı gelişerek bireyselleşmiş, hukuk ve mitlerin dışında bireysel duygular ve bilim, yazının konuları içine girmiştir. Hatta ilk kez kişisel hukuk denemeleri ve krallığın dayattığının ötesinde tarih yazılmıştır. 
İ.Ö. 6. yüzyıldaysa Miletli Thales (Tales) insan aklını binlerce yıldır kurcalayan "Evren nedir?" sorusuna ilk kez dinlerin dışında bir yanıt aramıştır. İşte bu felsefenin başlangıcıdır. Bu başlangıçta: 

1. Gelişen ekonomik koşullarla zenginleşen toplum 
2. Yaygınlaşan yönetim erki yani demokrasi 
3. Dogmaların koşullanmalarını aşacak ölçüde hoşgörülü laik anlayış etkili olmuştur. 


Thales'in felsefe tarihindeki önemi; evrenin nasıl oluştuğuna ait görüşleri değil, ama bu konuyu ele alış biçimidir. Çünkü o ve dönemin Anadolulu filozoflarının hareket noktaları; "hiçten bir şey olmaz" düşüncesidir. Bu, dine karşı maddeci bir yaklaşımın ifadesidir. Anadolu düşünürleri evrenin bir ilk olandan (arkhé), değişerek, oluştuğu düşüncesindedirler. Her biri ayrı arkhéler öne sürmüşlerdir. Ancak ortak yanları evrenin yaratılmamış olduğu düşüncesidir. 
Ege'nin öbür tarafında, Atina'da, ise farklı bir dünya görüşü ağır ve emin adımlarla gelmektedir. Sokrates, Platon ve Aristoteles evrenin oluşumunun temelinde düşünceyi esas almaktadırlar. Her ne kadar Atina tanrıları ile araları hoş değilse de; çok daha farklı ve soyut bir tanrı fikrinin doğmasına katkıda bulunmaktaydılar. Aralarında öğrenci-öğretmen bağı olan bu üç düşünür idealizmin ilk kaleleridir. 
Ege'nin iki yakasında farklı yaklaşımlar gelişerek taraftar toplarken adalı düşünürler bu iki kampa aynı mesafede uzak kalmışlar ve kuşkucu bir yaklaşımın ilk temsilcileri olmuşlardır. 
Bu üç farklı -ve neredeyse uzlaşmaz görünen- yaklaşım, günümüz felsefe akımlarının da bir biçimde içinde yer aldıkları, idealizm-materyalizm-septisizm'den başkası değildir. 
Kaynaklar 
Şevki YEŞİLPINAR 

FELSEFENİN TARİHÇESİ.... 

Bilginin ve insan eyleminin kaynağını ve ilkelerini inceleyen düşünceler bütünü. Yunanca «philosophia» («philos», dost, «sophia», bilgelik) sözcüğünden Arapça'ya, oradan da Türkçe'ye «felsefe» olarak geçmiştir. 

Felsefeciler (filozoflar), genellikle saygın, ağırbaşlı, kolay kolay heyecanlanmayan, hiç bir şeye kızmayan kimseler olarak düşünülür. Oysa Eflatun, filozofun başlıca özelliğinin hayret etmek olduğunu söylerdi. Böyle olunca, ister bilgin, ister cahil, ister çocuk, ister büyük olsun, herkes filozof demektir, çünkü herkes, hayat üzerine, ölüm üzerine, düşünmek etkinliği, ya da duyduğu sevgi veya başka herhangi bir etkinlik konusunda kendi kendine sorular sorar. Ama, sözcüğün dar anlamıyla filozof, düşünce yoluyla dünyayı yorumlamağa, yani dünyaya bir anlam vermeğe çalışan kimsedir. 

Yunanistan Doğumlu 

Batı felsefesi, Yunanistan'da, tarihin hem zengin, hem karışık bir döneminde doğdu. Felsefenin gerçek kurucusu, Eflatun'dur (428348). Ustası Sokrates gibi o da, insanların gerektiği gibi yaşamadıklarına inanmıştı: ama haksızlığın, bilgisizliğin, ahlâksızlığın çaresi nerede bulunacaktı? 

Eflatun'a göre herkes, yapılması gerekeni bildiğini sanıyordu: «Bizler, tıpkı bir mağaranın ta dibinde zincire vurulmuş tutsaklar gibiyiz; içimizden biri kendini kurtarıp da başını aydınlığa çevirmeyi başarabilirse, o zaman, doğru bildiği her şeyin yanlış olduğunu anlayacak, böylelikle, bilgiye ulaşmak için, aklın kendi üzerinde çaba harcamasının gerekli olduğunu görecektir». Aristoteles ise, Eflatun'un bu düşüncelerini fazlasıyla idealist buldu ve daha çok, bir sistem halinde örgütlemeğe çalıştığı özel bilgiler (doğal bilimler, fizik, politika) üzerinde durdu. 

M.Ö. III. yy.dan itibaren, Yunan sitelerinin gerilemesiyle, felsefe okullarının sayısı da çoğaldı ve her biri öncelikle şu soruya karşılık aramağa çabalar oldu: insan mutluluğa nasıl erişebilir? Stoacılar düşmanlığa son vermek için, ruh sağlamlığına güvendiler, Epikürcüler dostluk ve düşünce zevklerine öncelik tanıdılar, septikler (kuşkucular) ise her şeyden kuşkulanma duygusuna sığındılar. 

Din Bilginleri 

Kilise, yüzyıllar boyu düşünce tarihini egemenliğine aldı. Özellikle, Thomas d'Aquin (1225-1274) gibi Ortaçağ filozoflarının hemen hepsi tanrı ve insan sorunuyla uğraşan din adamları ve din bilginleriydi. 

Sonra, hümanist (insancı) uğraşıların merkezi, insan oldu. Fransa'da Montaigne, İtalya'da Giordano Bruno (1548-1600), İngiltere'de Francis Bacon (1561-1626), düşüncenin gelişimine katkıda bulundular. 

Klasik Dönem 

Kopernik ile Galilei'nin dünyanın dönüşü üzerine kuramları, geleneksel düşünceleri altüst etmiştir. Ondan sonra bilimsel ilerleme, felsefi düşünceyle birlikte gidecektir. XVII. yy.ın bütün büyük filozofları, aynı zamanda bilgindiler. Onları ilgilendiren, bilim üzerine düşünmek, bilimin nasıl mümkün olacağını göstermekti. Bu anlayış, özellikle Descartes'da, Spinoza'da (1632-1677) ve Leibniz'de (1646-1716) belirgindir. 

XVIII. yy.da bir yandan doğal bilimler gelişirken (doğa bilgini Lamarck'ın çalışmaları), bir yandan da Montesquieu (1689-1755) ve J.J. Rousseau gibi filozoflar da toplumsal ve siyasal fenomenlere (insan bilimlerinin doğuşu) yönelmişlerdi. İngiltere'de David Hume (1711-1776), deneyin bilginin kökeni olduğunu öne sürerken (ampirist [görgücü] kuram), XVIII. yy. sonunda Emmanuel Kant (1724-1804) eleştirisel idealizm kuramıyla «aydınlık çağ felsefesinin» doruğunu belirtiyordu. 

Tarihin Anlamı 

Fransız Devrimi, felsefenin evriminde bir dönüm noktası olmuştur: artık, tarih üzerine düşünceler, özellikle Alman filozoflarında ön plana geçecektir. Friedrich Hegel (1770-1831), tarihin ne saçma, ne de rastlantılara bağlı olduğu düşüncesindedir: ona göre tarihin bir anlamı var dır, bu da insan bilincinin ve insan aklının gelişmesidir. Hegel'in eseri, Kari Marx'ı çok etkilemiştir; Marx için tarihin, iktisat yasalarına bağlı yasaları vardır. Şair ve filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) için ise, dünyanın değişimi, bireyin değişiminden geçer. 

Çağdaş Düşünce 

XX. yy. başlangıcı felsefesine gelince, burada da iki büyük akım ayırt edilebilir: özellikle bilimde görülen büyük değişimleri (Einstein kuramları) inceleyen birincisinin ilerigelen temsilcileri Edmund Husserl (1859-1938) ve Gaston Bachelard'dır (1884-1962); daha çok insanla ve insan yaş****ın anlamıyla ilgilenen ikinci akımın öncüsü ise Henri Bergson'dur (1859-1941). 

İki dünya savaşıyla sarsılan XX. yy., psikanaliz .(Freud'un çalışmaları) araştırmalarına paralel olarak, insan üzerinde yeni bir düşünce biçiminin doğuşuna sahne olmuştur. Danimarkalı Kierkegaard'ın (1863-1855) öncülüğünü yaptığı varoluşçuluk (egzistansiyalizm), Martin Heidegger (doğ. 1889) ile Almanya'da ve Jean-Paul Sartre (doğ. 1905) ile Fransa'da gelişmiştir ve «her insan, kendini kendi seçer, öz seçimleriyle, öz davranışlarıyla kendini yaratır» kuramıyla belirlenmiştir. 

Bugün filozoflar artık, sistemler kurmağa çalışmıyorlar; Sartre bile siyasal eyleme yönelmiştir. Bugün düşüncelerin gelişiminde en çok etkisi olan kişiler, birer insan bilimleri disiplini olan psikanaliz (Lacan) ve etnoloji (Levi-Strauss) üzerinde çalışan insan bilimleri uzmanlarıdır. 

Raffaello'nun, Eflatun ile Aristo'nun çevresinde toplanmış Eskiçağ düşünürlerini tasvir eden «Atina Okulu» adlı freskinden bir bölüm. Yunan filozofları, büyücülük uygulamaları karsısında mantığı ve akıllı düşünmeyi zafere ulaştırmağa çalıştılar. Vatikan, Roma. 

Alman filozofu ve matematikçisi Leibniz (1646-1716). Parlak zekâsı ve üstün bilgisiyle Leibniz, hukuk, siyaset, din, tarih, dilbilimi, jeoloji ve mekanik alanlarında da önemli çalışmalar yaptı. «Dünyamızın olması mümkün dünyaların en iyisi olduğu»nu savundu. 

(Sağda) Alman filozofu Emmanuel Kant (1724-1804). Hayatını inceleme, ders verme ve düşünmeğe adadı. Günlük programını bir kere, o da Fransız Devrimi'nin başladığını öğrendiği gün aksattı. Kant'a göre akıl, deneme sınırlarını aşınca hezeyana düşer; bilgimizin temeli insanın zihnidir; akıl, bilimsel ve deneye dayalı olarak kullanılmalıdır; insan yaş----- yön veren ahlâk yasası, özgürlüğü, ruhun ölümsüzlüğünü ve Tanrı'nın varlığını gerektirir. Portre, Hans Kurth'un eseri. 

Doğu Felsefesi 

Hindistan düşünürlerine göre, felsefe ile din birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Brahmanizm geleneği evrenin ruhu olan birliği öğrenmeğe çalışır. Bu ruh, her insanın ta derinliğindedir. ölümün bile söndüremediği hayat ilkesidir. Buna karşılık 'Buda için her şey görünüşten ibarettir; sağduyu, her şeyin gerçek dişiliği üzerine düşünmek ve kendinden vazgeçip özünü dünyadan da kurtarmak demektir. 

Geleneksel Bölümler 

Felsefe birkaç bölümü içerir: mantık, akıl yürütme, düşünme bilimidir; epistemoloji, bilimler üzerinde düşünmektir; etik {veya ahlak), ahlâk bilimi, iyilik ve kötülük kuramıdır; estetik, güzellik bilimidir. Metafizik ile teoloji (dinbilim) ise, doğrunun ilkelerini arar ve dine ilişkin sorunları inceler. 

Diogenes 

İlkçağ filozoflarının çoğunluğu, çok ince mantıkçıklardı. Ama bazıları da sadece aydınları küçümsüyor ve toplumsal kuramlardan uzak, sade ve doğal bir yaşantıyı arıyorlardı. Böylece her mevsim yalınayak gezen Diogenes'in tek bir pelerini vardı ve genellikle bir fıçıda yaşıyordu. Büyük İskender ona bir arzusu olup olmadığını sorunca da: «Evet, gölge etme, başka ihsan istemem» karşılığını vermişti

Hellenistik Felsefe 

Kent devletinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen ad. 

Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik okul, Epikürosçu ve Stoacı okuldur. Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döne­me çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak Epiküros’un varlık görüşüyle karşıtlık içindedir. 

Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felse­feye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidoinos Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır. 

GENEL ÖZELLİKLERİ 

Hellenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür. Nitekim, bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılar yapmışlardır. Aynı şekilde, fizik de arka planda kalıp, yalnızca etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir. Bu bağlamda, Stoalıların Herakleitos’un fiziği­ni Epiküros’un ise Demokritosun atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır. 

Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır. 

Böylesi bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden bek­lediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir. Bu dönemde, felsefenin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye güven ve bilgelik kazandırarak, onun yaşadığı yabancılaşma ve yolunu kaybetmişlik duygusunu aşmasını sağlamaktır. İşte bundan dolayı, Hellenistik dönemin en. büyük ve en önemli iki sistemi olan Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlar, siyasi ya da toplumsal düzenle ilgili problemlere pek az önem vermişlerdir. Bir tinsel bağımsızlık ve kendi kendine yetme idealini ön plana çıkartan iki akımın da ahlâkı, fiziklerinin katkısız materyalizmini yansıtacak şekilde doğalcı ve ‘bu dünyacı’, yani içinde yaşadı­ğımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır. 

Döneme Damga Vuran İsimler: Stoalılar, Epiküros, Akademi, Septikler, Philon, Plotinos.

VARLIK FELSEFESİ 

Varlığı konu olarak ele alan felsefe, genel bir varlık kavramı üzerinde durur. Varlık, evrende varolan herşeyin ortak adıdır. Buna göre varlık, insan bilincinin dışında ondan bağımsız olabileceği gibi, zihne bağımlı olarak da bulunabilir. Örneğin, ağaç, kalem, ev gibi nesneler insan zihninden bağımsız olarak varolan gerçek varlıklardır. Bu tür (gerçek) varlıklar zamana ve mekana bağlı olarak değişir, gelişir ve yok olabilirler. 
Sayılar, geometrik şekiller, p (pi) sayısı gibi insan bilincinde ve ona bağımlı olarak varolan düşünsel (ideal) varlıklar da vardır. Bu varlıklar zaman ve mekan dışı olup, zihnimizde olduğunu kabul ettiğimiz varlıklardır. 
Felsefe, düşünsel ve ideal varlığı biraraya getirip genel bir varlık kavramı üzerinde dururken, 
“Varlık nedir?”, 
“Varlık var mıdır?”, 
“Varlığın ilk maddesi nedir?” 
gibi sorular sorar. Felsefe, varlıkla ilgili çeşitli soruları problem olarak ayrı ayrı inceleyip tartışma konusu yapar. 
Varlık, felsefenin konusu olduğu gibi bilimin de konusunu oluşturur. 
Ancak felsefe ile bilimin varlığı algılayışları ve yaklaşımları arasında farklılık vardır. Felsefe açısından varlık, bir yönüyle değil, genel olarak ele alınır. Varlığın var olup olmadığı sorgulanır. Felsefede varlık, akıl yoluyla, saf düşünce etkinliğiyle yorumlanır. 
Buna karşılık bilime göre varlık; her durumda var olarak kabul edilir. (Felsefedeki gibi var olup olmadığı sorgulanmaz.) 
Ayrıca her bilim, varlığın bir yönünü konu alır. Biyoloji canlı varlığı, psikoloji insanın psişik yönünü, coğrafya yerküreyi konu edinir. 

Metafizik Açısından Varlık 
İlk sebeplerin ve nesnelerin ilkelerinin bilgisidir. Bu yüzden o, bilimin ele almadığı kimi konuları inceleyen, onları açıklamaya çalışan bir bilgi dalıdır. 
Tanrı ve Tanrı’nın varlığının kanıtlanması, dünyanın varlığı, ruh ve ruhun ölümsüzlüğü metafiziktir. 
Metafiziğin bu konularına hiçbir zaman tartışmasız kabul edilen açıklamalar getirilememiştir. Metafizik, varlığın özel alanlarını konu alan tek tek bilimler gibi kesin bir bilgi olamaz. Ama insan genel olarak bu konular üzerine soru sorma yeteneğini kaybetmediği ve bilimlerin çalışma alanlarında yeni sorular oluştuğu sürece metafizik, bir tür bilme etkinliği olarak varlığını ve önemini koruyacaktır. 
Kant, “İnsan aklı, bilgisinin belli bir türünde özel bir kaderle karşı karşıyadır. İnsan aklı bu bilgisinde öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları ne yadsıyabiliyor, ne de yanıtlayabiliyor” demektedir. İşte bu alan, metafiziktir. 

Ontoloji Açısından Varlık 
Varlığı ele alan, irdeleyen bilgi dalı ontoloji, varlığı iki temel problem açısından ele alır: 
– Varlığın var olup olmadığı sorunu 
– Varlık varsa, bunun ne olduğu sorunu 
“Varlık var mıdır?” sorusuna verilen birbirine karşıt yanıt vardır. 
Nihilizm: Bilginin mümkün olduğu görüşünü reddeden, kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını öne süren ve maddi gerçekliğin varlığını yadsıyan bir öğretidir. Bunun nedeni “varlığın varolup olmadığını bilmenin imkânsız görülmesinde yatar. “Varlık var mıdır?” sorusunu olumsuz karşılar ve “yoktur” diye cevaplar. 
Bu yaklaşımı, Gorgias, “Hiçbirşey yoktur, olsa bile bilinemez, bilinse bile başkasına aktarılamaz” sözüyle vurgulamıştır. 
Realizm: Varlığı, var olarak kabul eder. İnsan bilincinden bağımsız olarak varlığın mevcut olduğunu iddia eder. 
Realizme göre, biz varlığı ya doğrudan duyularımızla algılarız ve algıladığımız evren bizim kavradığımız gibidir; ya da zihnin imkânları aracılığıyla onun varlığını biliriz. Ancak, varlığın varolduğu kabul edildikten sonra, zihne kaçınılmaz olarak “Varlığın ne türden bir varlık olduğu” sorusu belirir. Filozoflar bu soruya farklı şekillerde cevap vermişlerdir. 

Varlığın Ne Olduğu Problemi 
a. Varlığı “Oluş” Olarak Kabul Edenler 
Varlıkta sürekli bir değişme ve oluşun gerçekleştiğini savunan yaklaşımdır. Bu anlayış, varlığın statik bir açıdan ele alınamayacağını, onun bir değişme ve oluş süreci olarak görülmesi gerektiğini savunur. O halde evren mekanik bir varlık değil, canlı bir oluştur. 
Her şeyin oluş (değişme) halinde olduğunu savunan Herakleitos, bu düşüncesini “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözüyle dile getirmiştir. Oluşun başlangıcı ve sonu yoktur. Hayat da, bu sürekli varoluş ve yok oluşun ard arda gelişinden ibarettir. 

Varlığı “idea” Olarak Kabul Edenler 
Varlığın idea (düşünce)dan oluştuğunu savunan, varolan herşeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan yaklaşımdır. 
İdealistler, maddenin gerçek olmadığını, gerçeğin zihnimizde yer alan ide’lerden oluştuğunu savunurlar. Örneğin güzellik idesi, güzel diye algılanan bütün varlıklardan daha gerçektir. Bunun gibi, ağaç idesi de şu ağaçtan daha fazla bir şey ifade eder. Çünkü ikinciler varlıklarını birincilerden almışlardır. Güzel diye algılanan bir çiçek yok olur, unutulur ama çiçek fikrinin kendisi yok olmaz. 
Platon: Platon’a göre gerçek varlıklar idealardır. Duyusal dünyadaki varlıklar idealardan pay almak suretiyle var olurlar ve bunlar ideaların, yalnızca görünüşleridir. 
Aristoteles: Aristoteles, idea olarak belirttiği formu varlığın içinde görmüştür. İdealar tek tek nesnelerin özüdür. Madde, bu form sayesinde biçim kazanır ve gerçek olur. Örneğin bir heykelin ideası, sanatçının ona verdiği form, yani biçimdir. 
Hegel: Asıl ve gerçek varlık, insan zihninden bağımsız olarak var olan Mutlak akıl (Geist)dır. Bu Mutlak akıl, evrensel ve manevi bir varlıktır. Bu görüşün idealist olarak değerlendirilmesinin nedeni, Hegel’in varlığı temelde tinsel bir töz olarak belirlemesidir. 

Varlığı “Madde” Olarak Kabul Edenler 
Varlığı madde olarak ele alan görüşe materyalizm denir. 
Materyalizm, evrendeki tek cevherin madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak varolduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri sürer. 
Bilinç, ruh gibi tinsel varlık da dahil, bütün varlığı madde olarak anlar ve maddenin dışında başka bir varlık olduğunu kabul etmez. Düşünme, hayal gibi olayları da maddenin kuvvet ve hareketleriyle açıklar. 
Demokritos: Var olan her şeyi sonsuz sayıda atoma ayırmıştır. Her şey atomların birbirlerine çarpması sonucunda, mekanik bir zorunlulukla oluşur. Atomlar belli bir sıra ile birleşerek veya ayrılarak varlıkları oluşturur. 
Hobbes: Gerçekte var olanın, cisim veya madde olduğuna inanır. Ona göre dünya mekanik hareket kanunları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. Bütün gerçeklikler yalnızca maddi olarak düşünülebilir. 
Marks: Evrendeki hareket ve değişme maddeden başka bir şey değildir. Ona göre madde biçim değiştirir. Tüm değişmelerin temelinde karşıtlık ve çatışma vardır. Düşünce, maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır. 

Varlığı Hem “Düşünce” Hem “Madde” Kabul Edenler 
Varlığın düşünce ve madde gibi iki cevherden meydana geldiğini savunan anlayışa dualist anlayış denir. Dualizm, varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul eder. 
Descartes: Varlıkta iki töz vardır: Biri “ruh”, öteki de “madde”. Ruh, düşünen, madde ise yer kaplayan bir tözdür. Bunlar arasında hiçbir birleşme noktası yoktur; yalnızca insanda bir araya gelirler. 

Varlığı “Fenomen” Olarak Kabul Edenler 
İnsan zihninden tam anlamıyla bağımsız olmayan bir varlık alanı vardır; insan bu varlık alanını bilebilir. İnsanın bilinci tarafından belirlenen bu varlığa “fenomen” denilmektedir. Fenomen, insana göründüğü şekliyle varlıktır. Fenomene, Husserl’in “özü görme” denilen yöntemiyle ulaşılabilir. 
Husserl: Var olanın yalnızca fenomenler olduğunu söyler. Bu fenomenin insan bilinci tarafından bilinebileceğini savunur. İnsan onların özünün bilgisini edinebilir. 
Ona göre varlığın bilinçten bağımsız bir var olma durumu yoktur; varlıklar bilincimizin bilgi nesneleri olarak vardırlar. Yani bizim zihnimizin olanakları çerçevesinde var olurlar.
Read more

Kalıtsal Hastalıklar Nelerdir, Özellikleri ve Çeşitleri

Genetik hastalıklar aile bireylerinin birbirlerini genlerle aktardıkları hastalıklardır. Gen bilimindeki gelişmeler sayesinde genetik hastalıkları daha rahat tespit edilmekte ve gerektiğinde genlerden bu hastalıklar ayıklanmaktadır.

Tek Gen Hastalıkları

Tek bir gende meydana gelen bozukluk sonucu (mutasyon) ortaya çikan tedavisi hemen hemen imkansız kalıtsal hastalıklar grubudur. Günümüzde toplumda sık görülen Akdeniz Anemisi hemofili gibi kan hastalıklarının; Kistik Fibrozis fenilketonüri gibi metabolik hastalıkların; Duchenne Müsküler Distrofi gibi kas hastalıklarının; Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) doğumsal işitme kaybı gibi spesifik hastalıkların taşiyıcı taramaları ve doğumöncesi tanıları yapılabilmektedir

Kromozomal Hastalıklar

Kromozomlardaki sayısal (Down Sendromu Trizomi 18 ve Trizomi 13 ) ve yapısal (delesyonlar ya da duplikasyonlar) değişiklikler sonucu ortaya çikan genetik hastalıklardır. Genellikle sporadik olarak görülürler. Pek küçük bir bölümü ailevi özellik gösterir. Herhangi bir yapısal kromozom anomalisini dengeli olarak taşiyan kişinin çocuklarinda kromozomal düzensizliğe bağlı ağır sendromlar görülebilir. Bu ailelere genetik danışma verilmesi uygun genetik analizlerin yapılması sağlıklı çocuk sahibi olabilmelerini sağlar.

Multifaktöryel Hastalıklar

Bir çok küçük etkili genin çevreyle etkileşmeleri sonucu yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çikan hastalıklardır. Bu gruptaki hastalıklar toplumda yaygın.olarak görülür. Bu hastalıklar arasında yarık damak ve dudak gibi doğuştan olan ya da diabet ve şizofreni gibi sonradan ortaya çikan hastalıklar yer alır.

Edinsel Somatik Genetik Hastalıklar

Somatik hücrelerde yaşamın ileri dönemlerinde gerçekleşen mutasyonlar sonucu ortaya çikan ve kalıtsal olmayan hastalıklar yer alırlar. Bu hastalıkların en yaygın olanı kalıtsal olmayan kanserlerdir.
Read more

1920-1922 Yılları Arasında Meydana Gelen Önemli Olaylar Nelerdir?


1.İnönü Savaşı (9-11 Ocak 1921)
İsmet İnönü komutasındaki birliklerin Bilecik-Eskişehir istikametinde Yunan kuvvetleriyle girdikleri çatışmaların adı. Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar.
Çerkez Ethem Vakası (24 Ocak 1921)
Kurtuluş Savaşı esnasında yöresel dağınık birliklerin başında çeşitli kişiler vardı. Bunların en ünlüsü ve etkilisi de Çerkes Ethem'di. Kendisi "Umum Kuvayı Seyyare ve Kütahya Havalisi Komutanı" sıfatı kullanıyordu. Ancak zamanla direnişi merkezileştirmek ve kızışan savaşta düzenli orduya geçmek zarureti doğduğunda Çerkez Ethem buna direndi. Elindeki kuvvetlerle TBMM emrindeki düzenli orduyla çatışmaya girdi. Ancak Çerkez Ethem kuvvetleri daha fazla dayanamayarak, Simav yönü Demirci kasabasına doğru çekildiler. Teslim olunması istendiğinde Çerkez Ethem elindeki birliklerle birlikte Yunanlılara teslim oldular. 
Mustafa Suphi'nin katli (28-29 Ocak 1921)
TKP önde gelenleri başta Mustafa Suphi olmak üzere Türkiye'ye Kurtuluş Savaşına destek için geldiler. Ne var ki, 28-29 Ocak gecesi Karadeniz'de bindikleri motor Teşkilat-ı Mahsusacı ***** Kaptan tarafından basılacak, Suphi ve arkadaşları Karadeniz'de boğularak öldürüleceklerdir. Emri kimin verdiği bugün dahi tartışma konusudur.
İstiklal Marşı (1 Mart 1921)
Kurtuluş Savaşı esnasında başlayan milli marş arayışı önce bir güfte yarışmasıyla neticelendi. Mehmed Akif Ersoy'un güftesi büyük bir heyecanla kabul edildi. Daha sonra açılan beste yarışmasını Ali Rıfat Bey'in (Çağatay) bestesi kazandı ve 1930'a kadar gündemde kaldı. 1930'dan bugüne kadar kullandığımız beste ise Osman Zeki Bey'e (Üngör) aittir.
Koçgiri Ayaklanması (6 Mart 1921-17 Haziran 1921)
Sivas, Erzincan ve Tunceli yöresinde, adını ayaklanan Koçgiri aşiretinden alan, 3,5 ay süren ayrılıkçı ayaklanma. Türk ordusu tarafından bastırılmıştır.
Talat Paşa Öldürüldü (15 Mart 1921)
İttihat Terakki'nin önde gelen liderlerinden Talat Paşa bir Ermeni komitacı tarafından öldürüldü.
2.İnönü Savaşı (23 Mart 1921)
İkinci dalga Yunan saldırısına karşı yapılan direnme savaşı. Göğüs göğüse, süngü süngüye çarpışılmıştır. Atatürk bu savaşla ilgili İsmet İnönü'ye çektiği telgrafta; "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz." demiştir.
Ankara Anlaşması (20 Ekim 1921)
İlk defa Misak-ı Milli itilaf devletlerinden biri olan Fransa'ya kabul ettirilmiş oldu.
Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1921)
Osmanlı Devleti'ninFransa'nın Sevres kentinde imzaladığı ve işgal koşullarını kalıcı kılan ve topraklarının paylaşımına izin veren teslimiyet anlaşması. Bu anlaşma ile işgal devletleri Osmanlı topraklarını paylaşıyor, Doğu Anadolu'da bağımsız bir Kürdistan ile bağımsız bir Ermenistan kurulması öngörülüyordu. Ancak anlaşma hukuken ve fiilen uygulanamadı ve Ankara Hükümeti bu anlaşmayı imzalayanları "Vatan Haini" ilan etti.
Kemal Film (1922)
İlk özel Türk film şirketi olan Kemal Film kuruldu.
İstiklal Mahkemeleri (31 Ocak 1922)
Cumhuriyetin kuruluş aşamasında adından en çok söz ettiren kurumlar arasında gelmektedir. Aslında kuruluşu cumhuriyetin ilanından önceye denk gelse de, cumhuriyetin "olağanüstü" kurumları arasında sayılmaktadır.Ülkenin muhtelif yerlerinde olağanüstü yetkilerle donatılan bu mahkemelerde birçok asker kaçağı, casus, suikastçi, isyancı ve rejim muhalifi yargılanmış ve aralarında idamlar da olmak üzere muhtelif ağır cezalara çarptırılmışlardır. Bu mahkemelerdeki savcı ve üyelerinin çoğunun adının "Ali" olmasından dolayı "Dört Aliler Mahkemesi" olarak da anılmıştır. (Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Necip Ali Küçüka, Rize Milletvekili Ali) İstiklal mahkemeleri bugün dahi tartışılan ve en bilinen devrimci Cumhuriyet kurumları arasındadır.
Cemal Paşa öldürüldü (22 Temmuz 1922)
İttihat Terakki önderlerinden Cemal Paşa bir Ermeni komitacı tarafından öldürüldü.
Başkomutanlık Meydan Savaşı (26-30 Ağustos 1922)
Bizzat Mustafa Kemal'in komutanlığında yapılan, "Dumlupınar Meydan Savaşı" olarak da bilinen savaş. Türk kuvvetleri general Trikopis'in emrindeki Yunan kuvvetlerini perişan etmişti.
İzmir'in kurtuluşu (9 Eylül 1922)
Dumlupınar'dan sonra Ege'ye doğru hızla ilerleyen Türk Kuvvetleri İzmir'e girdiler. Böylelikle İzmir Yunan işgalinden kurtarılmış oluyordu.
Mudanya Müterakesi (11 Ekim 1922)
Türk-Yunan savaşını sona erdiren ve Mudanya'da imzalanan anlaşma. Bu anlaşma aynı zamanda fiilen Kurtuluş Savaşı'nın sonu anlamına da geliyordu.
Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922 )
Milli irade tümüyle TBMM'nin eline geçmiş, padişah Vahidettin İngilizler'in elinde kukla bir padişaha dönüşmüştü. Bunun sonucunda artık son bağın da kesilip atılması gerekiyordu. Bu nedenle TBMM aldığı bir kararla Saltanatın kaldırıldığını bildirdi.
Vahidettin İstanbul'dan ayrıldı (17 Kasım 1922)
Son Osmanlı padişahı Vahidettin, Malaya isimli İngiliz zırhlısına binerek İstanbul'dan ayrılıp, Malta'ya gitti.
Read more