genel bilgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
genel bilgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Panik Atak Neden Olur? Nasıl Tedavisi Vardır?



Kişi aniden başlayan ve çok yoğun olarak çarpıntı, titreme,
nefes darlığı,
baş dönmesi, ölecekmiş ya da kontrolünü kaybedecekmiş korkusu yaşıyorsa bu durum psikiyatrik bir rahatsızlık olan "panik bozukluğu"na işaret eder. Kişi
kalp krizi ya da
beyin kanaması geçireceği, felç olacağı, aklını kaybedeceği korkusuyla sık sık acil servislere başvurur, tetkikler yaptırır. Aynı korkuyla yalnız kalmaktan, kalabalık yerlere girmekten, araba kullanmaktan kaçınması, kişinin yaşam kalitesini ileri derecede bozabilir. Panik bozukluğunun, belli bir oranda, uzun süreli "psiko-sosyal stres" sonrasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Panik hastalığında beyin kimyası bozulur. Klinikde biyoelektriksel beyin haritalaması ile beynin stresli ve dezorganize alanları belirlenir. İlaç tedavisinin yanında etkin bir şekilde uyguladığımız psikoterapi ve "Neuro-Biofeedback" tekniği ile hastalık belirtileri önemli ölçüde azaltılmaktadır.

Öncelikli olarak psikiyatrik bir tablo olmakla birlikte, özellikle kalple ilgili yakınmaların ön planda oluşu nedeniyle hem hastada hem de hekimde bir kalp rahatsızlığı karşısında bulunduğu izlenimi uyandıran ve halen ilk başvurunun sıklıkla kalp hastalıkları uzmanlarına yapıldığı bir hastalık... Ani olarak ortaya çıkan ve panik kavramına yakışan yoğun bir sıkıntı (anksiyete) yaşantısı... Ölüm korkusu, delirme korkusu ve kontrolünü kaybedeceği kaygısı... Acil başvurular arasında önemli bir oranı oluşturan ve toplum içinde gittikçe artan bir sıklıkta görülen bir hastalık...

Yukarda tanımlanan bu tablo, psikiyatri dilinde Panik Bozukluğu olarak adlandırılır.. Panik atağı ise bu hastalığın temel klinik görünümüdür.

Panik Bozukluğu ilaç tedavisine oldukça iyi yanıt verir, ancak ilaçla sağlanan iyileşmenin psikoterapiyle de pekiştirilmesi gerekmektedir. Böylece panik atağı konusunda bilgilenmek, panik atağı sırasında görülen aşırı soluk alıp vermeyi kontrol edebilmek gevşeme ve üzerine gitme alıştırmaları ile rahatlamak mümkün olabilecektir.

Panik ataklarınız mı var? Hastalığınız konusunda bilgilenmek ve panik atağınızın üstesinden gelmek mi istiyorsunuz? O halde aşağıdaki yazıları dikkatle okuyunuz ve tedaviniz için size önerilen uygulamaları, hekiminizle sıkı bir işbirliği içinde yürütünüz.
ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
İnsanların yaşamlarını devam ettirmeleri, tehlikeli durumlardan korunmaları açısından anksiyete ve stres oldukça önemlidir. Anksiyete kısaca kaygı veya bunaltı olarak tarif edilebilir. Anksiyeteli kişi sıkıntılı ve heyecanlıdır, aniden kötü bir haber alacak veya kötü bir şey olacakmış gibi hissedebilir. Bu ruhsal belirtilere çarpıntı, nefes darlığı, terleme, titreme gibi bedensel belirtiler de eşlik edebilir.

Anksiyete normalde tehlikeli durumlarda kişinin kendisini korumasına yardımcıdır ve belirli hedeflere ulaşmak için zorlayıcı olmaktadır. Tehlikenin algılanması ile döğüş ya da kaç ilkesi uygulanır. Örneğin ısırmak amacıyla üzerine koşarak gelen bir köpeği gören kişide ilk tepki köpekten kaçmaktır. Köpeğin saldırısı tehlikelidir, bu saldırıya duyarsız kalmak kişinin yaralanmasına sebep olur. Bu tehlikeyi sezerek korkmak kişinin kendisini koruma mekanizmalarını harekete geçirmek açısından önemlidir. Benzer şekilde sınava girme kaygısı sayesinde sınavlara daha iyi hazırlanılır. İşinde başarısız olma kaygısı olan kişiler işini daha dikkatli yaparlar.

Sağlıklı kişilerde korku ve kaygının nedeni bellidir. Hastalık durumunda ise nedensiz korku ve kaygı duyulur. Hastalık düzeyinde kaygı tek başına olabilir ve bu anksiyete bozukluğu olarak adlandırılır veya depresyon, alkol-madde bağımlılığı, tiroid bezi hastalıkları gibi çeşitli bedensel ve ruhsal hastalıklara eşlik edebilir.

Kişinin yaşamı boyunca anksiyete bozukluğu geçirme oranı % 25 dolayındadır. Çoğu kişi bu hastalığı doktora başvurmadan kendi başına atlatmaya çalıştığı için psikiyatriye başvuranların sayısı oldukça düşüktür.

Ansiyete bozuklukları çeşitlidir:

1. Panik bozukluğu
2. Yaygın anksiyete bozukluğu

3. Sosyal fobi ve diğer fobiler

4. Obsesif kompulsif bozukluk

5. Travma sonrası stres bozukluğu

1.PANİK BOZUKLUĞU (PANİK ATAK)
Anksiyete belirtileri ataklar halinde gelir. Ataklar genelde 15-30 dakika kadar sürer. Atakların sıklığı ve şiddeti tanı açısından önemlidir. Panik atağın ne zaman geleceği bilinmez ve bu da kişilerin kaygısını artıran sosyal uyumunu bozan en önemli etmenlerden biridir.

Genelde gençlik döneminde ortaya çıkar. Gerçek nedeni bilinememektedir, ancak sıklıkla stres yaratan önemli yaşam olayları ile ilişkisi vardır (okulu bitirmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, yeni bir işe başlamak, yakınını kaybetmek, ağır hastalık geçirmek gibi).

Panik atağı sırasında aşağıdaki belirtilerden en az dördü bir arada bulunmalıdır:

Çarpıntı
Terleme
Nefes darlığı, boğuluyormuş gibi hissetme
Titreme
Baş dönmesi
Bulantı
Yaşadıklarının gerçek olmadığı hissi
Ateş basması veya üşüme hissi
Bedeni uyuşuyormuş gibi hissetme
Göğüs ağrısı
Ölüm korkusu
Aklını yitirme veya çıldırma korkusu

Panik ataklarda yukarıdaki belirtiler yanında aşağıdaki özellikler de önemlidir:

Ataklar genelde aniden ortaya çıkar, atak ortaya çıktığında bunu durduracak bir yol yoktur.
Kaygının şiddeti ile yaşanılan durum arasında genelde bağlantı yoktur.
Atak genelde birkaç dakikada geçer, ancak bazen daha uzun süre devam eden ataklar olabilir.

Atakların sıklığı kişiye göre değişir, ayda bir iki tane olabileceği gibi bazılarında hemen her gün görülebilir veya sık tekrarlayan ataklardan sonra uzun bir süre atak görülmeyebilir. Panik ataklarının ortaya çıkışı belli bir nedene bağlı olabilir veya nedensiz olarak kendiliğinden ortaya çıkabilir. Sadece baş dönmesi ve çarpıntı belirtileri ortaya çıkıyorsa sınırlı belirtileri olan ataktan bahsedilir. Sınırlı belirtileri olan ataklar iyileşme sürecinde olabileceği gibi ağır atakların öncü belirtileri de olabilir. Panik ataklar panik bozukluğunda görülmesinin yanında fobiler ve travma sonrası stres bozukluğunda olduğu gibi diğer anksiyete bozukluklarında da görülebilir.

Ruhsal belirtilere bedensel belirtilerde eşlik ettiği için hastalar genelde bedensel sorun olduğunu düşünür ve öncelikle başka branştan hekimlere başvururlar. Yaşadıklarının ruhsal bir sorun olabileceğini akıllarına getirmezler veya kabul etmek istemezler.

Panik atakları genelde tehlikeli değildir, ancak kişi kontrolünü yitirdiği duygusuna kapıldığı için tedirgindir. Tedavi edilmediği taktirde ciddi sonuçlar doğurabilir. Panik atağı geçirmiş kişilerin en büyük korkusu aynı şeyi tekrar yaşamaktır. Bu nedenle panik yaratan durumdan uzak durmaya çalışırlar sonuçta fobiler ortaya çıkabilir. Bunların içinde en önemlisi agorafobidir (açık alan korkusu). Kişiler dışarıya çıktığında panik yaşayacağı korkusu ile evde kalmayı tercih eder ve bir süre sonra hiç sokağa çıkamaz olabilir. Bu durumda yaşam kalitesi düşer, sosyal aktiviteler ve hobiler için harcanan zaman azalır, kişi kendisini hasta ve diğer kişilere bağımlı hissetmeye başlar, yalnız başına evde duramaz veya sokağa çıkamaz, çalışamaz veya işine gidemez duruma gelebilir. Hastalar panik ataklar sırasında sıklıkla acil servislere başvururlar. Zamanla depresyon, alkol-madde bağımlılığı ve intihar görülebilir.

Aslında bütün bunların olmaması için bir an önce doktora başvurmak önemlidir. Sonuçta panik bozukluğu uygun ilaç tedavisi ile kolayca tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.
PANİK ATAKLARI NEDEN OLUR?
Gerçek neden bilinememektedir. Neden olan faktörler kısaca biyopsikososyal olarak ifade edilebilir. Bu konuda çeşitli teoriler vardır. Bazı araştırmacılar beynin temporal lobunun işlev bozukluğu veya hastalığın öğrenme yolu ile geliştirilmiş olduğunu ileri sürmektedir. Bazı araştırmalarda ise beyinde nörotransmitter (haberci) dediğimiz maddelerin düzenlenmesi ve işlevlerinde bozukluk olduğu öne sürülmektedir.

Stresli yaşam olayları panik atakların ortaya çıkışını tetiklemektedir. Yakın dönemde kayıp yaşamış veya yakınlarından, işinden veya bulunduğu çevreden ayrılmış kişilerde yaşamlarındaki bu değişikliklerle panik ataklarının başlangıcı arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Araştırmacılara göre stresli yaşam olayı kişinin direncini düşürmekte ve bu dönem hastalığın ortaya çıkışını kolaylaştırmaktadır.

Ailesel yatkınlık vardır. Panik hastalarının yakınlarında panik ataklar ve depresyon gibi başka ruhsal bozukluklar sıktır. Hastalık genelde 25 yaşından önce başlar. Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazladır. Çocuklarda da görülebilmektedir.

Kafeinli gıdalar ve kokain gibi uyarıcılar atağı ortaya çıkarmaktadır.

Panik ataklar panik bozukluğunda olduğu gibi tek başına ortaya çıkabildiği gibi kalp hastalıkları, solunum yolu ve endokrin hastalıklar gibi çeşitli bedensel hastalıklara da eşlik edebilir veya alkol madde bağımlılığı ile birlikte görülebilir.
PANİK BOZUKLUĞU VE PANİK ATAKLAR NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Yapılan araştırmalar panik atak geçiren kişilerin psikiyatriye başvurmadan önce ortalama 10 ayrı doktora başvurduğunu göstermiştir. Bu hastaların panik atağı geçirdiği genelde anlaşılamamakta ve bu nedenle yanlış tanı ve tedavi sık olmaktadır. Panik ataklar sıklıkla kalp krizi ile karıştırılmaktadır. Bu hastalar atak sırasında sıklıkla “kalp krizi geçiriyorum” kaygısı ile acil servise başvururlar. Aynı şekilde ataklar kalp hastalığı ile karıştırılıp buna yönelik tedavi başlanabilmektedir.

Bu nedenle doğru tanı konması önemlidir. Doğru tanı koyabilmek için ayrıntılı fizik muayene, ruhsal muayene yapılmalı, nörolojik, endokrin, kalp ve solunum sistemi hastalıkları araştırılmalıdır. Bedensel bir hastalığın ortaya çıkması panik atak olmadığını göstermez. Bazı bedensel hastalıklara panik ataklar da eşlik ediyor olabilir. Bu durumda yine panik atakları önlemeye yönelik tedavi başlanmalıdır.

Panik bozukluğunun en uygun tedavisi ilaç kullanımının yanında bilişsel ve davranışçı terapi tekniklerinin kullanılmasıdır. Gevşeme egzersizlerinin de hastaya öğretilmesi faydalı olabilir. Panik atakları sırasında ilaç kullanımının pek faydası olmaz. Uygun doz ve uygun süre ilaç kullanımı ile atakların tekrarlaması önlenir. Yine diğer terapi yöntemlerinde amaç atakların tekrarını önlemektir.

Panik atağını uyaran gıdalardan uzak durulması, uyku ve yeme alışkanlıklarının düzenlenmesi atakları önlemeye yardımcıdır
Read more

C Programlama Dili , Genel Bilgi



C programlama dili (C), 1970'lerin başında Ken Thompson ve Dennis Ritchie tarafından
UNIX işletim sistemi için geliştirilmiş bir programlama dilidir. C, günümüzde neredeyse tüm işletim sistemlerinde kullanılan, dünyanın en çok kullanılan sistem programlama dilidir. Ancak, uygulama programları yazmak için de çok sık kullanılır. Yine çok kullanılan programlama dillerinden olan C++ da C'den türemiş bir dildir.
Özellikleri
C oldukça minimalist bir dildir ve diğer pek çok programlama dilinden daha düşük düzeylidir. Çoğu zaman, C'nin düşük düzeyli bir dil olduğu ya da bir yüksek seviye assembler olduğu söylenir. Her ne kadar bazan bir yüksek düzeyli dil olduğu söylense de, gerçekte C, yalnızca assembly dillerinden daha yüksek düzeylidir.

C'nin assembly'ye göre iki önemli avantajı vardır: İlk olarak, C kaynak kodunu okuması daha kolaydır, ve özellikle uzun programlar için, yazması da çok daha zahmetsizdir. İkinci olarak, bir assembly programı genellikle yalnızca tek bir makina çeşidi üzerinde çalışabilirken, C programları (bir C derleyicisi ve gerekli kütüphaneler varsa) başka sistemlerde de çalışmak için derlenebilirler. Öte yandan, bir C programının performansı derleyicinin makina kodunu eniyileme başarısına bağlıdır, ki bu da programcının denetimi dışındadır. Assembly programlarının performansı ise doğrudan programcı tarafından belirlenir, çünkü bir assembly programı aslında bir
makina dilinin insanlar tarafından daha kolay okunabilir biçimidir. Bu yüzden, bazı programların (örneğin işletim sistemlerinin) yüksek performans gerektiren bölümleri assembly ile yazılırlar. Yine de, özellikle modern mimariye sahip işlemciler için, C derleyicilerinin eniyileyerek ürettiği assembly, elle yazılmış assembly'den hızlıdır.

Benzer avantajlar ve dezavantajlar C'yi yüksek düzeyli dillerden ayırır: bir C programının verimliliği daha iyi kontrol edilebilir, ancak C programlarını yazmak ve okumak daha zordur.
Yine de dikkat edilmelidir ki, C en az yüksek düzeyli diller kadar
taşınabilirdir, çünkü günümüzde çoğu bilgisayar sisteminde bir C derleyicisi vardır; aslında, yüksek düzeyli dillerin pek çoğunun derleyicileri, kütüphaneleri ve yorumlayıcıları C ile yazılmışlardır.

C'nin önemli özelliklerinden biri de bilgisayar belleğinin kullanımının programcı tarafından ayarlanmasıdır. Standart C otomatik bellek kullanımını sağlamak için hiçbir araç içermez, ve dizi sınırları (İng. array bounds) kontrol edilmez. Ancak, C'den türemiş olan
Java ve C# gibi diller otomatik bellek yönetimine izin verirler. Her ne kadar C'nin bellek yönetimini programcıya vermesi programın performansının ayarlanmasında programcıya daha çok olanak verse de, bu, programcılık hatalarının artmasına da neden olur. Bu tür hatalar, bilgisayar güvenliğini düşürmeleri ile ün kazanmışlardır. Bu bellek yönetimi hatalarının önüne geçilebilmesi için pek çok araç üretilmiştir (örneğin dizi limitlerini kontrol eden ve otomatik çöp toplama garbage collection yapan kütüphaneler, lint gibi otomatik kaynak kodu kontrolü yapan programlar).

C'nin bazı özellikleri aşağıda sıralanmıştır:

Çok basit bir temel dil (çekirdek dil). Elzem olmayan işlevler bir standart kütüphaneler kümesi tarafından sağlanır.
Prosedürel programlamaya verilen özel önem. Yapısal programlama da kolaylaştırılmıştır.
C önişlemcisi: Makro tanımlamak ve kaynak kodu dosyalarını birleştirmek için kullanılır.


İşaretçiler aracılığı ile bilgisayar belleğine doğrudan erişim (anlamsal açıdan yanlış işlemler derleyici tarafından engellenmezler)
Parametreler fonksiyonlara referansları ile değil, değerleri ile geçirilirler


Lexical variable scoping
Dilin Tarihi
Dilin erken tarihi
C'nin ilk gelişme safhaları 1969 ile 1973 arasında AT&T Bell Laboratuvarları'nda gerçekleşti. Ritchie'ye göre, en yaratıcı devre 1972 idi. Dilin pek çok özelliği "B" adlı bir dilden türediği için, yeni dile "C" adı verildi. "B" adının kökeni konusunda ise söylentiler değişik: Ken Thompson B'nin BCPL programlama dilinden türediğini söylemektedir, ancak Thompson eşi Bonnie'nin onuruna adını Bon koyduğu bir programlama dili de geliştirmiştir.

1973'e kadar C yeterince güçlü bir hale gelmiş ve ilk başta PDP-11/20 assembly dili ile yazılan UNIX'in çekirdeğinin büyük kısmı C ile yeniden yazılmıştı. Böylece UNIX, çekirdeği bir assembly dili ile yazılmayan ilk işletim sistemlerinden biri olmuştu.
K&R C
1978'de Ritchie ve Brian Kernighan The C Programming Language (C Programlama Dili) kitabının ilk baskısını yaptılar. C programcıları tarafından "K&R" olarak bilinen bu kitap, C dilinin gayriresmi standardı olarak kullanıldı. C'nin bu versiyonu bugün "K&R C" olarak adlandırılır. Bu kitabın ikinci baskısı ise aşağıda anlatılan ANSI C standardını içerir.

K&R dilde şu değişiklikleri yaptı:

struct veri tipleri eklendi
long int veri tipi eklendi
unsigned int veri tipi eklendi
=+ operatörü += olarak değiştirildi (çünkü =+ C'nin leksikal ayrıştırıcısının kafasını karıştırıyordu)

K&R C genellikle tüm C derleyicilerinin desteklemek zorunda olduğu dilin en temel kısmı olarak kabul edilir. Uzun yıllar boyunca, ANSI C'nin kabul edilişinden sonra bile, yüksek taşınabilirlik (portability) istendiğinde, K&R C, C programcıları tarafından "ortak payda" olarak kabul edilmiştir çünkü bazı derleyiciler henüz ASCI C'yi desteklemek üzere güncellenmemişlerdi ve zaten iyi yazılmış bir K&R C programı aynı zamanda ASCI C'yi de destekler.

K&R C'nin yayımlanmasını izleyen yıllar içine dile AT&T'nin derleyicilerinin ve bazı başka bilgisayar üreticileri tarafından desteklenen kimi "gayriresmi" özellikler eklendi. Bunların içinde aşağıdaki özellikler de vardı:

void fonksiyonlar ve void
veri tipi
struct ya da union veri tipi döndüren fonksiyonlar
her bir struct'ın alan adları için ayrı bir ad alanı
struct veri tipleri için atama
bir nesneyi yazmaya karşı korumalı yapmak için const anahtar sözcüğü
standart bir C kütüphanesi
enumeration'lar
single-precision float tipi
ANSI C ve ISO C
1970'lerin sonunda C, en çok kullanılan mikrobilgisayar dili olarak BASIC'in önüne geçmeye başladı. 1980'lerde ise, IBM PC ile kullanılmak üzere benimsenmesiyle birlikte popülaritesi iyice artmaya başladı. Aynı zamanda, Bell Laboratuvarları'nda Bjarne Stroustrup ve iş arkadaşları C'ye nesneye yönelim eklemek üzere çalışmaya başlamışlardı. C bugün UNIX dünyasında en çok kullanılan dil olarak kalırken, Stroustrup'un geliştirip C++ adını verdiği dil Microsoft Windows işletim sisteminde en önemli dil oldu.

1983'te Amerikan Ulusal Standartlar Enstitüsü (ANSI) bir C standardı oluşturmak için bir kurul oluşturdu. Uzun ve yorucu bir çalışmadan sonra, bu kurul standardı 1989'da tamamladı ve standart ANSI X3.159-1989 "Programming Language C (C Programlama Dili)" olarak yayımlandı. Dilin bu versiyonu genellikle ANSI C olarak adlandırılır. 1990'da bu standart, küçük değişikliklerle Uluslararası Standartlar Örgütü (ISO) tarafından da benimsenip ISO/IEC 9899:1990 olarak yayımlandı.

ANSI C'yi oluşturmanın amaçlarıdan biri K&R C'yi içeren ve dile sonradan katılan "gayriresmi" özellikleri de dile katan bir standart oluşturmaktı. Standart kurulu ayrıca dile (C++'tan alınan) fonksiyon prototiplerini ve daha yetenekli bir önişlemciyi de standarda ekledi.

Bugün artık ANSI C neredeyse tüm derleyiciler tarafından desteklenmektedir. Günümüzde yazılmakta olan C programlarının çoğunluğu ANSI C stardarına uygun olarak yazılmaktadır. Yalnızca standart C kullanılarak yazılmış bir program, standarda uyumlu her derleyici ile doğru bir biçimde derlenip çalıştırılabilir. Ancak, standart olmayan kütüphaneler kullanılarak yazılmış programlar belli bir platform ya da derleyici gerektirebilirler.
C99
ANSI standartlaştırma işleminden sonra C dili uzun bir süre oldukça sabit kaldı, ancak C++ gelişmeyi sürdürdü. Buna bağlı olarak, 1990'ların sonunda ISO standardı güncellendi ve 1999'da ISO 9899:1999 olarak yayımlandı. 2000 yılının Mart'ında ise, "C99" olarak bilinen bu standart ANSI tarafından da benimsendi.

C99'un yeni özellikleri şöyle özetlenebilir:

inline fonksiyonlar
C++'da olduğu gibi artık değişkenler programın herhangi bir yerinde tanımlanabilirler
long long int, boolean, complex gibi yeni veri tipleri
değişken uzunluğa sahip diziler
C++'dan alınan, // ile başlayan tek satırlık program içi açıklamalar
snprintf() gibi yeni kütüphane fonksiyonları
stdint.h gibi yeni başlık dosyaları

C99'u bugün GCC ve bazı başka derleyiciler desteklemekteyken, Microsoft ve Borland derleyicilerine C99 desteği eklemekte isteksiz davranmaktadırlar.
C'de "Merhaba dünya!" programı
Aşağıdaki basit program, standart çıktıya "Merhaba dünya!" sözcüklerini yazar. Bu programın bir versiyonu ilk kez K&R'de basılmıştır.


int main( void )

{

printf( "Merhaba dünya!\n" );

return 0;

}
Read more

İktisat Nedir ? Genel Giriş



Para
Çeşitli ülkelerin banknot ve metal para örnekleri
İktisat, EKONOMİ olarak da bilinir, servetin üretimini, bölüşümünü ve tüketimini konu alan toplumsal bilim.

Ekonomi bazı ana bölümlere ayrılabilir. Mikro iktisat
tüketiciler,
şirketler,
tüccarlar ve
çiftçiler gibi ekonomik birimlerin tekil davranışlarını ele alır.
Makro iktisat ise bir ekonomideki gelir düzeyi, toplam çalışan sayısı ve toplam yatırım miktarı gibi büyüklükler üzerinde durur. İktisadın bir başka dah olan kalkınma iktisadında, iktisadi etkinliğin zaman içindeki değişimi ve belli bir dönemdeki örgütlenmesi ele alınır, iktisadi gelişmeyi sürekli kılacak kurumlar incelenir. Bu bölümlerin içinde kamu maliyesi,



para ve
bankacılık, uluslararası ticaret,
emek, sanayi örgütlenmesi, tarımsal iktisat gibi iktisadın özel ilgi alanları yer alır. iktisadın araştırma alanları öbür toplumsal bilimlerin, özellikle de siyaset biliminin ilgi alanıyla kesişir, ama iktisat temelde malların üretimi, değişimi ve tüketimiyle ilgili sorunlar üzerinde yoğunlaşır.

Genellikle iktisadın, İskoçyalı düşünür
Adam Smith'in An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations (
1776; Ulusların Zenginliği,
1985) adlı yapıtını yayımlamasından sonra ayrı bilim haline geldiği kabul edilir. Bununla birlikte iktisadi olgular Smith'den önce de tartışma konusu olmuş.
Eski Yunanlılar ve


ortaçağ skolastik düşünürleri bu konuda önemli katkılarda bulunmuşlardır.
15. yüzyıl
18. yüzyıllar arasında, bugün
merkantilizm olarak bilinen ve ekonomik milliyetçiliği temel alan öğreti yaygınlık kazandı. 18. yüzyılda Fransız fizyokratları oldukça ileri düzeyde bir iktisadi model geliştirdiler. Ama iktisat üzerine ilk kapsamlı incelemeyi kaleme alan ve sonraki kuşakların klasik iktisat okulu olarak adlandıracakları öğretiyi geliştiren A. Smith oldu. Smith, Ulusların Zenginliği adlı yapıtında, iktisadi gelişmeyi hızlandıran ya da engelleyen etkenleri ele alarak merkantilistlerin görüşlerine karşı serbest ticareti savunmuş, özgür girişim sisteminin işleyişini incelemiştir. Ona göre rekabetçi bir piyasada bireylerin fiyatlar üzerinde son derece küçük bir etkisi vardır; fiyatları veri olarak almak zorunda olduğundan yalnızca bu fiyatlarla alacağı ya da satacağı malların miktarlarını değiştirebilir. Ama tek tek bireylerin eylemlerinin toplamı fiyatı belirler. A. Smith'in sıkça kullandığı deyimle piyasanın "görünmez eli", bireylerin amaçlarından bağımsız bir toplumsal sonuca yol açarak piyasada dengeyi sağlar. A. Smith'in yapıtında basit düzeyde ele alınan değer (ya da fiyat), bölüşüm, uluslararası ticaret ve para kuramları, bütün eksikliklerine karşın, klasik ve modern iktisadın temel taşlarını oluşturur.


David Ricardo'nun Principles of Political Economy and Taxation (
1817; Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri) adlı yapıtı, bir yönüyle Ulusların Zenginliği üzerine basit bir eleştirel yorum olmakla birlikte, başka bir açıdan, gelişmekte olan siyasal iktisat bilimine önemli katkılarda bulundu. Ricardo'nun geliştirdiği sistemin temelinde, sınırlı topraklar üzerinde yetiştirilen tarımsal ürünlerin maliyetlerinin sürekli artmasından dolayı iktisadi büyümenin er geç duracağı düşüncesi yatar. Bu düşüncenin önemli bir öğesini,
Thomas Robert Malthus'un Essay on Population (
1798; Nüfus Üzerine Deneme) adlı yapıtında açıkladığı nüfus kuramı oluşturur. Ricardo'ya göre, işgücü arttıkça, büyüyen nüfusu beslemek için gerekli tarımsal ürünler, ancak daha verimsiz topraklar işlenerek ya da ekilmekte olan topraklarda daha fazla sermaye ve emek kullanılarak elde edilebiliri Ücretlerin düşük tutulmasına karşın, rantların sürekli olarak yükselmesinden dolayı, kârlar aynı oranda artmaz. Ekonomik gelişmeden yarar sağlayanlar toprak sahipleridir. Ricardo bu soruna çözüm olarak
İngiltere'nin başka ülkelerden ucuz buğday ithal etmesini önermiş, belirli bir sanayi dalında uzmanlaşıp ihracata yönelmesinin İngiltere'ye yarar sağlayacağını kanıtlamak amacıyla "karşılaştırmalı maliyetler yasası"nı geliştirmiştir. Ona göre, ticaretten sağlanan yaran ülkeler arasındaki maliyet farkları değil, her ülkenin ekonomisinin farklı dalları arasındaki maliyet farkları belirler. Göreli olarak daha ucuz üretebildiği malların üretiminde uzmanlaşan ve öbür mallan ithal eden bir ülke bundan yarar sağlar. Böylece, örneğin,
Hindistan oldukça ucuz bir biçimde üretebildiği dokumacılıkta uzmanlaşmalı ve İngiltere'den sermaye mallan ithal etmelidir. Ricardo'nun bu yasası 19. yüzyılın
serbest ticaret öğretisinin temelini oluşturmuştur.

19. yüzyılın ortalannda
KarlMarx kapitalist sistemin çelişkileri üzerinde durarak rekabetçi piyasa kuramlanna köklü eleştiriler yöneltti. Oluşturduğu bilimsel
sosyalizm öğretisinin bir parçası olarak
Marksist iktisat kuramını geliştirdi. Ona göre, siyasal iktisadın temel konusunu, üretim sırasında insanlar arasında kurulan ve üretim ilişkileri denen toplumsal ilişkiler oluşturur. Değer ise, mallar arasındaki niceliksel bir ilişki değil, tarihsel koşulların, biçimlendirdiği toplumsal bir kategoridir. İktisadi anlamda değerin tek yaratıcısı insan emeğidir, dolayısıyla kapitalist düzende kâhn kaynağını, işçilerin yarattıktan değerle kendilerine ödenen ücret arasındaki fark olan artı değer oluşturur. Marx, kapitalizmin temel yasası olarak adlandırdığı bu kurama dayanarak işçilerin kapitalistlerce sömürüldüğünü savunmuştur. Marx'a göre bu yasa aynı zamanda sermaye birikimi ve üretimin genişlemesinin kaynağıdır. Bu yasanın işlemesiyle üretici güçler gelişecek ve kapitalizmin çelişkileri büyüyecektir. Ayrıca
Das Kapital (Kapital,
1936, 1. cilt 3. bas.
1986, 3. cilt 2. bas.
1990) adlı yapıtında belirttiği gibi
kapitalist düzenin iç dinamikleri sonucu işçi sınıfı giderek yoksullaşacak, kâr oranı düşecek ve iktisadi dalgalanmalar sıklaşacaktır. Ona göre, bu dinamikler nedeniyle kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalist bir toplumun kurulması kaçınılmazdır.


1870'lerden sonra birçok iktisatçı tam rekabet koşullarında kaynak dağılımı sorununu incelemeye başladı. Aralannda İngiliz iktisatçı Stanley Jevons, Avusturyalı iktisatçı
Karl Menger ve Fransız iktisatçı Leon Mvalras'ın bulunduğu ve marjinalistler olarak adlandırılan bu iktisatçılar emek değer kuramının yerine marjinal fayda kuramını geliştirdiler. Bir malın değerini sağladığı faydaya dayandırarak, fiyatlann oluşumunu, mal ve hizmetlerin artan büyüklükleri arasında seçim yapan tüketici davranışına indirgediler. Bu yaklaşım, klasik kuramla modern iktisat arasındaki aynmı oluşturdu. Klasik iktisatçılar, araştırmalannı emek ve sermaye miktanndaki değişmenin ülke ekonomisi üzerindeki etkisi konusunda yoğun-laştınrlarken, marjinal fayda yaklaşımını benimsemiş olanlar üretim faktörlerinin, tüketicilerin tatminini en yüksek düzeye çıkaracak biçimde dağılımı konusuyla ilgilendiler. Avusturya iktisat okulu değerin belirlenmesinde son tüketici açısından sağlanan faydanın önemini vurgulayarak klasik iktisadın tümüyle geçersiz olduğunu öne sürdü. Alfred Marshall'ın önderliğindeki İngiliz iktisat okuluysa klasik iktisatçıların öğretileriyle bir uzlaşma arayışına girdi. Marshall'a göre klasik iktisatçılar çabalannı arz üzerinde yoğunlaştınrlarken, marjinal fayda kuramı talep üzerinde durmuştu; ama fiyatlar hem talep, hem de arz tarafından belirlendiğinden her iki kuram da yetersiz kalıyordu. Marshall, geliştirdiği "kısmi denge analizini" belirli piyasalara ve sanayilere uygulamaya çalıştı. Fransız iktisat okulunun önde gelen ismi Leon Walras ise iktisadi sistemi genel matematiksel formüllerle açıklayarak marjinal yaklaşımı en uç noktasına götürdü. Walras'a göre her malın, kendi fiyatına, başka malların fiyatlarına, tüketicilerin gelirine ve zevklerine bağlı olarak değişen bir "talep fonksiyonu" ile üretim maliyetlerine, üretici hizmetlerin fiyatlarına ve teknik bilgi düzeyine bağlı olarak değişen bir "arz fonksiyonu" vardır. Piyasada her mal için hem tüketicileri, hem de üreticileri tatmin edecek bir "denge" fiyatı oluşur. Modern bir ekonomide milyonlarca piyasa olduğundan "genel denge" her piyasadaki kısmı dengenin eşanlı belirlenmesini içerecektir.

Marshall'ın Principles of Economics ( 1890; İktisadın İlkeleri) adlı yapıtının yayımlanmasından 1929'daki Büyük Bunalım'a kadar geçen dönemde, marjinal fayda kuramını savunan değişik okulların kaynaşmasıyla neo-klasik iktisat okulu oluştu. Fayda kuramı, tüketici davranışını gelir ya da fiyat gibi değişkenlere bağlı olarak ele alan aksiyomatik bir sisteme indirgendi. Marjinal kavramının üretime de uygulanması "marjinal verimlilik" düşüncesini doğurdu. Böylece ücretlerin, kârların, faizin ve rantlann düzeyini, üretim faktörlerinin marjinal verimliliğine dayandıran yeni bir bölüşüm kuramı geliştirildi. Marshall'ın "dışsal ekonomiler" kavramını geliştiren öğrencisi Arthur Pigou kişisel maliyetlerle toplumsal maliyetler arasında ayrım yaparak iktisadın ayn bir dalı olan refah kuramının temelini attı. Özellikle İsveçli iktisatçı Knut Wicksell'in katkılarıyla da tek tek mallann fiyatlannın belirlenmesinden ayrı olarak genel fiyat düzeyinin belirlenmesi sürecini açıklayan para kuramı geliştirildi.

1930'ların iki yeniliğini ise tekelci (ya da eksik) rekabet kuramıyla Keynesçi iktisat oluşturdu. Tekelci rekabet kuramı, bir malın tüm piyasasını tek bir satıcının denetlediği "saf tekel" ile tek bir standart mal ve çok sayıda satıcıyla nitelenen "saf rekabet" arasında kalan bir dizi farklı piyasa yapısını ele alır. Gelişmiş ülkelerin çoğunda az sayıda büyük şirket piyasaya egemen durumdadır. Bu şirketler tam rekabet koşullarında uygulamak zorunda kalacakları fiyattan daha yüksek bir fiyatı dayatma gücüne sahiptir. Eksik rekabet kuramı, fiyat kuramı üzerinde, tartışması günümüze değin uzanan etkiler yaratmıştır. İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes ise firma dengesi ya da kaynak-lann dağılımı yerine ulusal gelir ve istihdam düzeyini ele aldı. Sorun gene bir arz ve talep sorunu olmakla birlikte, Keynes talebi ekonomideki toplam efektif talep düzeyi, arzı da ülkenin üretim kapasitesi olarak tanımlıyordu. Efektif talep üretim kapasitesinin altında kalırsa işsizlik ve durgunluk, üzerine çıkarsa enflasyon doğuyordu. Keynesçi iktisadın temel ilgi alanı efektif talebin Öğeleri olan tüketim, yatınm ve kamu harcamalarıyla ilgili çözümlemelerdir. Çalışmalannı toplam tüketim ve toplam yatınm harcamaları gibi makro ekonomik büyüklükler üzerinde yoğunlaştıran Keynes, bu iktisadi değişkenler arasındaki ilişkileri bilinçli olarak basitleştirerek bir dizi pratik soruna uygulanabilecek etkili bir model geliştirmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrasında iktisatta önemli bazı değişiklikler ortaya çıktı. Önceleri diferansiyel ve integral hesabı dışında matematikten hemen hiç yararlanılmazken, savaştan sonra matematik iktisadi araştırmaların temelini oluşturmaya başladı. Girdî-çıktı analizinin gelişmesiyle birlikte matris cebiri önem kazandı. İktisatçıları ilk kez kesin denklemler yerine eşitsizlikler matematiğiyle yüz yüze bırakan ve birçok işletme sorununa sayısal çözümler getiren doğrusal programlama gibi teknikler geliştirildi. Matematiksel iktisadın pratik sorunlara uygulanmasıyla birlikte matematiksel modeller ve ekonometri gelişti. Savaş sonrası yıllarda azgelişmiş ülkelere olan ilginin artması sonucunda kalkınma iktisadı iktisat kuramının önemli bir bölümünü oluşturdu. Ayrıca bölgesel iktisat, kentsel iktisat, sağlık iktisadı, eğitim iktisadı gibi yeni dallar ortaya çıktı. 1960'ların sonları Batı'da iktisadın niteliğiyle ilgili eleştirilerin yoğunlaştığı yıllar oldu. Bu eleştirileri yöneltenler, iktisadın insan hakları, açlık, emperyalizm ve nükleer savaş gibi günün büyük sorunlannı da ele alması gerektiğini öne sürdüler.
Read more