Kara-Korum çaylarından sayılan iki nehir vardı. Bunlardan
birine Toğla ve diğerlerine de Selenge adı verilir. Bu nehirler akarak Kamlancu
adlı bir yerde birleşirlerdi. Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç vardı. Bu
ağaçlardan biri fusuk ve diğeri de Farsların naj dedikleri ağaca benziyordu.
Kışın bile bunların yaprakları, servi gibi dökülmezdi. Meyvesinin tadı ve şekli
ise tıpkı çam fıstığınınkine benzerdi. Öbür ağaca da tur ağacı derlerdi. Bu iki
ağaç da iki dağın arasında yetişerek büyümüştü.
Bir gün bu iki ağacın arasına, gökten bir ışık inmişti.
Bunun üzerine, iki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Bu durumu
gören halk ise hayretler içinde kalmıştı. İçlerinde büyük bir saygı
duyarak Uygurlar oraya doğru yaklaştılar. Tam yaklaştıkları
bir sırada, kulaklarına çok tatlı ve güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı. Her
gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya
başladı. Diğer bir gün de aynı yerde, ayrı ayrı kurulmuş beş tane çadır
gördüler. Bunların her birinde, birer çocuk oturuyordu. Her çocuğun karşısında
da onları doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler asılı idi. Çadırın tabanı da
baştan aşağıya kadar gümüşle döşenmişti.
Bütün boyların reisleri ve halkları, bu garip şeyi görmek
için yerlerini bırakıp koşmuşlardı. Bu manzarayı görünce saygı ile diz çöküp
selam verdiler. Biraz sonra da çocukları alarak dışarı çıktılar.
Beslenip büyütülmeleri için de onları sütannelerine ve
dadılara verdiler. Her fırsatta onlara saygı gös-
teriyorlar ve ikramda bulunuyorlardı. Çocuklar artık süt
çocuğu olmaktan çıkıp da konuşmaya başlayınca Uygurlardan anne ve babalarını
sordular. Onlar da o iki ağacı gösterdiler. Bunun üzerine halk, çocukları alıp
ağaçların yanına gittiler. Çocuklar ağaçları görünce onlara tıpkı evlâdın
babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler. Ağaçların karşısında diz çöktüler ve
yeri öptüler. Bunun üzerine ağaçlar da dile gelip şöyle dediler:
“Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar, böyle
olurlar ve anne ile babalarına böyle saygı
gösterirler. Ömrünüz uzun, adınız ünlü ve şöhretiniz de
devamlı olsun!”
O bölgelerde yaşayan bütün kavimler, bu çocuklara hükümdar
oğullarıymış gibi saygı gösterdiler. Çocukların doğdukları yerden şehre
dönülünce onların her birine birer ad koydular. En büyüğünün
adı Sonkur - Tegin, ikincisinin adı Kotur - Tegin,
üçüncüsünün adı Tükel - Tegin, dördüncüsünün adı OrTegin ve beşincisinin adı da
Bükü - Tegin oldu. Çocukların doğuşundaki kutsal durumu görenler, bunlardan
birinin hükümdar olarak seçilmiş kanaatine vardılar. Çünkü bunlar, Tanrı
tarafından bu iş için gönderilmiş olmalıydılar.
Bu çocuklar arasında Bökü - Tegin gerek güzelliği ve
gerekse boyu posu, sabrı, iradesi, ileriyi görüşü bakımından diğerlerinden daha
ileride idi. Ayrıca bütün milletlerin dillerini ve yazılarını da biliyordu.
Herkes, onun han olarak seçilmesi üzerinde birleştiler ve büyük şenlikler
yaparak onu hanlık tahtına oturttular. O, memleketi adaletle döşedi ve zulüm
sahifelerini de kapadı. Onun etrafındaki adamlar, maiyeti, askerleri, atları ve
kulları gittikçe çoğalmaya başladı.
Anonim
Türk Mitolojisi
hzl.: Prof. Dr. Bahaeddin Ögel