DOĞAL AFETLER VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Ülkemiz deprem, sel ve erozyon gibi doğa olaylarının sıkça meydana geldiği bir coğrafyada bulunmaktadır. Özellikle son yıllarda yaşanan depremlerin insan ve yerleşim yerleri üzerindeki yıkıcı etkileri kamuoyunun dikkatini doğal afetlere çekmiştir. Gerçekte kamuoyunun bu ilgisinden önce ülkemizde bu konuya ilişkin akademik çalışmaların uzun süredir yapıldığı ve bilimsel yazında “afet yönetimi” olarak tanımlanan alanın son yıllarda giderek artan bir ilgi odağı haline geldiği görülmektedir.
Doğal afet, Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde, “yerel toplulukların genel yaşamını etkileyen, aksatan, bozan deprem (yer sarsıntısı), yangın, su baskını, erozyon (toprak kayması), çığ ve kaya düşmesi gibi doğa olayları”1 olarak tanımlanmaktadır. Tanıma göre bir doğa olayının doğal afet sayılabilmesi için yerel toplulukların yaşamını etkilemesi, aksatması ve bozması gerekmektedir. Bu olumsuz etkiler bütünüyle önlenemese de sınırlanabilmektedir.
Doğa olaylarının olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi, yıkım olayı öncesi bir takım önlemlerin alınması ile olasıdır. Bu önlemlerin başında kentleşmenin gelişimine ve yerleşim düzenine doğal afet riskini göz önünde bulunduracak biçimde bir yön vermek gelmektedir. Başka bir deyişle, kentleşme politikası, doğal afetin olumsuz etkilerini en aza indirecek bir kararlar ve izlenceler bütünü olarak görülebilir. Bu yazının konusunu, kentleşme politikasının doğal afetlerin olumsuz etkisini azaltan bu işlevinin, günümüze kadar meydana gelen doğal afetlerde yaşanan sorunlara bakarak ne ölçüde çözüm olacağının tartışılması oluşturmaktadır. Bunun için önce doğal afetlerle ilgili yönetim yapısı ve yönetsel sorunlar incelenmekte, daha sonra ise kentleşme ile doğal afetler arasındaki ilişki ortaya konarak, kentleşme politikasının doğal afetlerin olumsuz etkilerinin azaltılmasındakirolü tartışılmaktadır.
2. Doğal Afetlerin Olumsuz Etkilerinin Azaltılması Doğal afetler doğa olayları sonucu meydana gelmektedir. Doğa olaylarının olması, örneğin depremin meydana gelmesi, önlenemez. Ancak bu olaylar sonucu olan olumsuz etkilerin olabildiğince azaltılması sağlanabilir. Bu amaçla alınacak önlemler (1) yıkım olayı öncesi (2) yıkım olayı sonrası alınacak önlemler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yıkım olayı sonrası o yerin mülki idare amiri tarafından;
a) Haberleşme, ulaşım ve trafik güvenliğinin sağlanması,
b) Can kaybının en aza indirilmesi (kurtarma),
c) Emniyet ve asayişi sağlama,
d) Ölü ve yaralıların yıkıntı altından çıkarılması,
e) Tıbbî ilk yardım, hasta ve yaralıların hastaneye nakli,
f) Ölenlerin gömülme işlemlerinin yürütülmesi,
g) Yangınların söndürülmesi,
h) Acil ve geçici barınmanın sağlanması,
i) Hastalıkları önleyecek sağlık koşullarının sağlanması,
j) Evsiz, barksız kalan insanların yiyecek, giyecek, ısınma ve barınma ihtiyacının karşılanması,
k) Elektrik, su ve kanalizasyon düzenlerinin işler duruma getirilmesi, karantina önlemlerinin alınması,
l) Yıkıntı kaldırma ve temizlemenin yapılması ve
m) Zararların saptanmasını kapsayan önlemleri alırlar(2).
Bu yazı çerçevesinde incelenen yıkım olayı öncesi alınması gereken önlemler ise, yıkım ile oluşacak olası zararları olabildiğince azaltmayı amaçlar. Bu amaçlar, politika oluşturmanın yanısıra, bilimsel ve teknik çalışmaların yapılmasını içerir. Bu kapsamda, planlama, dayanıklı yapıyapma, önceden haber alma ve uyarma ve ilk yardım ve kurtarma hizmetleriyle ilgili planlama ve örgütlenme çalışmaları doğal afetin yaratacağı olumsuz etkileri en aza indirebilecek çalışmalar olarak sayılabilir(3).
Yıkım olayı öncesi alınması gereken önlemler, örgütlenme ve yönetim ile kentleşme politikası olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir.
Doğal afet, Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde, “yerel toplulukların genel yaşamını etkileyen, aksatan, bozan deprem (yer sarsıntısı), yangın, su baskını, erozyon (toprak kayması), çığ ve kaya düşmesi gibi doğa olayları”1 olarak tanımlanmaktadır. Tanıma göre bir doğa olayının doğal afet sayılabilmesi için yerel toplulukların yaşamını etkilemesi, aksatması ve bozması gerekmektedir. Bu olumsuz etkiler bütünüyle önlenemese de sınırlanabilmektedir.
Doğa olaylarının olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi, yıkım olayı öncesi bir takım önlemlerin alınması ile olasıdır. Bu önlemlerin başında kentleşmenin gelişimine ve yerleşim düzenine doğal afet riskini göz önünde bulunduracak biçimde bir yön vermek gelmektedir. Başka bir deyişle, kentleşme politikası, doğal afetin olumsuz etkilerini en aza indirecek bir kararlar ve izlenceler bütünü olarak görülebilir. Bu yazının konusunu, kentleşme politikasının doğal afetlerin olumsuz etkisini azaltan bu işlevinin, günümüze kadar meydana gelen doğal afetlerde yaşanan sorunlara bakarak ne ölçüde çözüm olacağının tartışılması oluşturmaktadır. Bunun için önce doğal afetlerle ilgili yönetim yapısı ve yönetsel sorunlar incelenmekte, daha sonra ise kentleşme ile doğal afetler arasındaki ilişki ortaya konarak, kentleşme politikasının doğal afetlerin olumsuz etkilerinin azaltılmasındakirolü tartışılmaktadır.
2. Doğal Afetlerin Olumsuz Etkilerinin Azaltılması Doğal afetler doğa olayları sonucu meydana gelmektedir. Doğa olaylarının olması, örneğin depremin meydana gelmesi, önlenemez. Ancak bu olaylar sonucu olan olumsuz etkilerin olabildiğince azaltılması sağlanabilir. Bu amaçla alınacak önlemler (1) yıkım olayı öncesi (2) yıkım olayı sonrası alınacak önlemler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yıkım olayı sonrası o yerin mülki idare amiri tarafından;
a) Haberleşme, ulaşım ve trafik güvenliğinin sağlanması,
b) Can kaybının en aza indirilmesi (kurtarma),
c) Emniyet ve asayişi sağlama,
d) Ölü ve yaralıların yıkıntı altından çıkarılması,
e) Tıbbî ilk yardım, hasta ve yaralıların hastaneye nakli,
f) Ölenlerin gömülme işlemlerinin yürütülmesi,
g) Yangınların söndürülmesi,
h) Acil ve geçici barınmanın sağlanması,
i) Hastalıkları önleyecek sağlık koşullarının sağlanması,
j) Evsiz, barksız kalan insanların yiyecek, giyecek, ısınma ve barınma ihtiyacının karşılanması,
k) Elektrik, su ve kanalizasyon düzenlerinin işler duruma getirilmesi, karantina önlemlerinin alınması,
l) Yıkıntı kaldırma ve temizlemenin yapılması ve
m) Zararların saptanmasını kapsayan önlemleri alırlar(2).
Bu yazı çerçevesinde incelenen yıkım olayı öncesi alınması gereken önlemler ise, yıkım ile oluşacak olası zararları olabildiğince azaltmayı amaçlar. Bu amaçlar, politika oluşturmanın yanısıra, bilimsel ve teknik çalışmaların yapılmasını içerir. Bu kapsamda, planlama, dayanıklı yapıyapma, önceden haber alma ve uyarma ve ilk yardım ve kurtarma hizmetleriyle ilgili planlama ve örgütlenme çalışmaları doğal afetin yaratacağı olumsuz etkileri en aza indirebilecek çalışmalar olarak sayılabilir(3).
Yıkım olayı öncesi alınması gereken önlemler, örgütlenme ve yönetim ile kentleşme politikası olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir.
a. Örgütlenme ve Yönetim
Kuruluş Yasasına (7116 sayılı) göre her türlü afetlerden önce ve sonra gereken önlemleri alma görevi Bayındırlık ve İskan Bakanlığına verilmiştir. Doğal afetler ile ilgili hizmetler ise Bayındırlık Teşkilat ve Görevlerine İlişkin 180 sayılı Yasa Gücünde Kararname(4) ile düzenlenmiştir. Afet hizmetlerinin görülmesi işinin Bakanlıkça görüleceğini düzenleyen Kararnamede Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri şöyle sıralanmıştır:
a) Doğal afete uğrayabilecek bölgeleri saptamak, buralarda yapılacak yapıların teknik koşullarını belirlemek, bunların uygulanmasını sağlamak.
b) Afete uğrayabilecek bölgelerde, afetlerden en az can ve mal kaybıyla kurtulmayı sağlayacak önlemleri ve esasları belirleyip uygulanmasını sağlamak.
c) Olası afet yerlerini saptamak ve bu afetlerin önlenmesi için gereken önlemleri almak.
d) Afet olduğunda, ivedi yardım uygulamasını ve eşgüdümünü sağlamak.
e) Afete uğramış bölgelerde, en kısa zamanda, yerleşme ve barınmayı sağlayıcı kısa ve uzun süreli önlemleri alıp uygulamak ve uygulatmak; ayrıca, bu bölgelere götürülmesi uygun görülen hizmetler için gerekenleri yapmak ve bu konuda DPT ve ilgili kamu kuruluşlarıyla eşgüdüm ve işbirliği sağlamak.
f) Afete uğramış ve uğrayabilecek bütün yerlerin imar ve yerleşme işlerinin hazırlık, uygulama, yönetim ve denetim işlerini yapmak ve yaptırmak.
Doğal afetler ile ilgili önemli bir başka kuruluş ise, İçişleri Bakanlığı ana hizmet birimlerinden biri olan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’dür. 3152 Sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Yasa ve 7126 Sayılı Sivil Savunma Yasasıyla düzenlenen Genel Müdürlüğün görevleri arasında, doğal afetlerde arama, kurtarma ve yardım çalışmaları yapmak da bulunmaktadır. Buradan anlaşıldığı üzere bu kuruluş -eğitim çalışmaları ayrık tutulursa(5) – afet öncesinden çok, yıkım meydana geldikten sonra alınacak önlemler ile ilgilidir.
Bunun dışında, Milli Savunma, Sağlık ve Sosyal Yardım, Ulaştırma, Çevre ve Orman, Tarım ve Köyişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Sanayi ve Ticaret Bakanlıklarının doğal afetlerle ilgili çeşitli görevleri bulunmaktadır.
Kuruluş Yasasına (7116 sayılı) göre her türlü afetlerden önce ve sonra gereken önlemleri alma görevi Bayındırlık ve İskan Bakanlığına verilmiştir. Doğal afetler ile ilgili hizmetler ise Bayındırlık Teşkilat ve Görevlerine İlişkin 180 sayılı Yasa Gücünde Kararname(4) ile düzenlenmiştir. Afet hizmetlerinin görülmesi işinin Bakanlıkça görüleceğini düzenleyen Kararnamede Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri şöyle sıralanmıştır:
a) Doğal afete uğrayabilecek bölgeleri saptamak, buralarda yapılacak yapıların teknik koşullarını belirlemek, bunların uygulanmasını sağlamak.
b) Afete uğrayabilecek bölgelerde, afetlerden en az can ve mal kaybıyla kurtulmayı sağlayacak önlemleri ve esasları belirleyip uygulanmasını sağlamak.
c) Olası afet yerlerini saptamak ve bu afetlerin önlenmesi için gereken önlemleri almak.
d) Afet olduğunda, ivedi yardım uygulamasını ve eşgüdümünü sağlamak.
e) Afete uğramış bölgelerde, en kısa zamanda, yerleşme ve barınmayı sağlayıcı kısa ve uzun süreli önlemleri alıp uygulamak ve uygulatmak; ayrıca, bu bölgelere götürülmesi uygun görülen hizmetler için gerekenleri yapmak ve bu konuda DPT ve ilgili kamu kuruluşlarıyla eşgüdüm ve işbirliği sağlamak.
f) Afete uğramış ve uğrayabilecek bütün yerlerin imar ve yerleşme işlerinin hazırlık, uygulama, yönetim ve denetim işlerini yapmak ve yaptırmak.
Doğal afetler ile ilgili önemli bir başka kuruluş ise, İçişleri Bakanlığı ana hizmet birimlerinden biri olan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’dür. 3152 Sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Yasa ve 7126 Sayılı Sivil Savunma Yasasıyla düzenlenen Genel Müdürlüğün görevleri arasında, doğal afetlerde arama, kurtarma ve yardım çalışmaları yapmak da bulunmaktadır. Buradan anlaşıldığı üzere bu kuruluş -eğitim çalışmaları ayrık tutulursa(5) – afet öncesinden çok, yıkım meydana geldikten sonra alınacak önlemler ile ilgilidir.
Bunun dışında, Milli Savunma, Sağlık ve Sosyal Yardım, Ulaştırma, Çevre ve Orman, Tarım ve Köyişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Sanayi ve Ticaret Bakanlıklarının doğal afetlerle ilgili çeşitli görevleri bulunmaktadır.
Görev ve yetkilerin çok sayıda Bakanlık ve Kuruluş arasında dağıtılmış olması uygulamada bir eşgüdüm sorunu yaratmaktadır. Bu sorun, doğal yıkım olayının meydana gelmesinde alınması gereken ivedi önlemlerin gerçekleştirilmesinde, o yerin valisini yetkili kılarak (7269 sayılı Afetler Yasasının 1. maddesi) aşılmaya çalışılmıştır.(6)
Doğal yıkım olayının meydana gelmeden önce alınması gereken önlemler ile ilgili olarak yaşanan öteki yönetsel sorunlar ise şöyle sıralanabilir:
• Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın taşra örgütleri olan Bayındırlık ve İskan Müdürlüklerinin doğal afetler alanında fiilen etkili olabilecek örgütlenme düzeyinde olmaması.
• Yapı yapmada uyulması gereken kuralları belirlemek ve uygulamaklagörevli olan yerel yönetimlerin bu görevi tam olarak yerine getirmemeleri.
• Her ne kadar doğal afetler ile ilgili çok sayıda kurum ve kuruluşun görevli olmasından kaynaklanan eşgüdüm sorunu taşrada o yerin vali ya da kaymakamı yetkili kılınarak aşılmak istense de, özellikle 1999 Marmara depreminden sonra merkezde oluşturulan dört yeni örgütle(7) eşgüdüm sorununun daha da belirginleşmesi. Böylelikle, doğal afetler ile ilgili kurumlar arasında, yetki, görev ve sorumluluklar yönünden karmaşık bir durum meydana gelmiştir.(8)
• Belediyelerin sivil savunma eğitimi ve uygulamalarını yaptırma konusundaki eksiklikleri.
• Doğal afetler konusunda yerel yönetimlerin daha etkin duruma getirilmesini sağlayacak tüzel düzenlemelerin bulunmayışı.
• Belediyelerin teknik, araç-gereç, insan gücü ve akçalı açılardan yetersiz oluşu.
• Kimi illerde (İstanbul gibi) doğal afetlerle ilgili gereğinden çok örgütlenmelere gidilmesi ve bundan kaynaklanan olumsuzluklar.(9)
Doğal yıkım olayının meydana gelmeden önce alınması gereken önlemler ile ilgili olarak yaşanan öteki yönetsel sorunlar ise şöyle sıralanabilir:
• Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın taşra örgütleri olan Bayındırlık ve İskan Müdürlüklerinin doğal afetler alanında fiilen etkili olabilecek örgütlenme düzeyinde olmaması.
• Yapı yapmada uyulması gereken kuralları belirlemek ve uygulamaklagörevli olan yerel yönetimlerin bu görevi tam olarak yerine getirmemeleri.
• Her ne kadar doğal afetler ile ilgili çok sayıda kurum ve kuruluşun görevli olmasından kaynaklanan eşgüdüm sorunu taşrada o yerin vali ya da kaymakamı yetkili kılınarak aşılmak istense de, özellikle 1999 Marmara depreminden sonra merkezde oluşturulan dört yeni örgütle(7) eşgüdüm sorununun daha da belirginleşmesi. Böylelikle, doğal afetler ile ilgili kurumlar arasında, yetki, görev ve sorumluluklar yönünden karmaşık bir durum meydana gelmiştir.(8)
• Belediyelerin sivil savunma eğitimi ve uygulamalarını yaptırma konusundaki eksiklikleri.
• Doğal afetler konusunda yerel yönetimlerin daha etkin duruma getirilmesini sağlayacak tüzel düzenlemelerin bulunmayışı.
• Belediyelerin teknik, araç-gereç, insan gücü ve akçalı açılardan yetersiz oluşu.
• Kimi illerde (İstanbul gibi) doğal afetlerle ilgili gereğinden çok örgütlenmelere gidilmesi ve bundan kaynaklanan olumsuzluklar.(9)
b. Kentleşme Politikası
Ülkemizde yapılan çalışmalar, kentleşmenin başlangıcının 1950′li yıllar olduğunu göstermektedir. 1950′lerde nüfusun % 18.5′ini oluşturan kentli nüfus, hızla artarak 1985′te nüfusun yarısını (% 50.9) aşmıştır. Günümüzde ise (2000) kentsel nüfusun toplam nüfus içindeki payı % 65′e ulaşmıştır.
1950′li yıllardan başlayarak yalnızca kentli nüfus değişmemiş, kentleşmeyi ve bununla birlikte yerleşme düzenini etkileyen politikalar da değişmiştir. 1950′li yıllara kadar iç pazarı bütünleştirmeye dönük demiryolu politikası ve devlet eliyle ithal ikameci sanayileşmeyi öngören bir politika izlenerek ve sanayi tesisleri demiryolları üzerinde kurularak dengeli bir yerleşim büyüklüğü dağılımı yeğlenirken(10), 1950 sonrasında gerek ekonomi, gerekse kentsel yerleşme düzeni politikaları bütünüyle değişmiştir. Ülkemiz bu dönemle birlikte devlet eliyle sanayileşme stratejisinden özel sektör ağırlıklı sanayileşme stratejisine geçmiş, özellikle 1980′lerden sonra dışa dönük sanayileşme politikasına geçişle birlikte dengeli yerleşme düzeninden tümüyle vazgeçilmiştir. Bunun yerine ekonomik faaliyetlerin yer seçiminin, “karşılaştırmalı üstünlükler ilkesi”ne göre yapılması benimsenmiş, bu ilkenin benimsenmesi ise sosyo-ekonomik ve mekansal çekicilikleri yüksek olan, ama aynı zamanda afet riski yüksek olan İstanbul, Adapazarı ve Kocaeli gibi kentlerin daha da büyümesine yol açmıştır(11). Başka bir deyişle bu kentlerin doğal afet riski olup olmaması izlenen politikalara etki etmemiş, doğal yıkım olaylarının yaratacağı olumsuzlukların önüne geçecek bir kentleşme politikası izlenmemiştir. Oysa kentleşme politikası; kentleşmenin yönünün belirlenmesi (nüfusun deprem riski daha az olan yerlere yönlendirilmesi), bölge ve kent planlarının doğal afet riskine göre hazırlanmasının sağlanması ve yapı denetimi gibi bir çok yolla doğal afetin olumsuz etkilerinin önceden azaltılmasını sağlayabilir. Bu bağlamda, kentleşme politikası çerçevesinde alınan önlemler şöyle sıralanabilir:
• Kent planları, yerleşim yerinin üzerinde olduğu toprağın jeolojik özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmaktadır. Kent ve kasabanın gelişme doğrultusu ve alçak ve yüksek yapı düzenleri toprağın bu özellikleri çerçevesinde belirlenmektedir. Böylece, özellikle yer sarsıntısının olduğu yerlerde olası olaylardan en az zarar görecek bir yerleşme yapısı oluşturulmaya çalışılmaktadır.(12) Ancak, bunun günümüze kadar ülkemizde tam olarak uygulandığını ileri sürmek güçtür. Bunun nedeni, planı yalnızca kent ölçeğinde ele alan “imar planlaması” yaklaşımının benimsenmesi, buna karşın doğrudan mekansal dokuyu etkileyen yoğunluğu artırıcı potansiyelleri göz önünde bulunduran “mekansal planlama” yaklaşımının yeğlenmemesi olarak görülmektedir. Bu yaklaşımın sonucu olarak, İstanbul, İzmit, Adapazarı, Gölcük ve Yalova gibi çekicilikleri öne çıkan kentlerin, ekonomik yoğunlaşma ve bunun özendirici etkisiyle oluşan nüfus baskısının yaşandığı mekanlar olmasının önüne geçilememiştir.(13) Bu yerleşimlerin ekonomik ve sosyal potansiyeli, deprem riskinin önüne geçmiş, planlamada ise bu durum göz ardı edilerek, bölgenin başta jeolojik, ekonomik ve sosyal özelliklerini göz önünde tutan bütüncül bir planlama yaklaşımı yaşama geçirilememiştir. Geçmişte Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı gibi bir takım iyi niyetli girişimler ise kağıt üstünde kalmıştır.
• Afet riski olan yerlerde yapı ve konut yapımının sınırlanması, yıkım olayı olmadan alınan önemli bir önlemdir. 7269 sayılı Afetler Yasası ve Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik(14) gereğince yapı yapmanın yasaklandığı bu yerlerdeki yasaklama hükmü, belediyeler ve köy ihtiyar kurullarınca uygulanır. Bu yasağa aykırı yapılan yapılar vali ve kaymakamlar tarafından yıktırılır. Yine 7269 sayılı Afetler Yasası gereğince, afete uğramış ya da afet riski taşıyan bölgeler, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın belirlemesi ve önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca “Afete Maruz Bölge” olarak kararlaştırılmaktadır.
• Bunların dışında, dayanıklı yapılar yapılmasının sağlanması, doğal yıkım olaylarının önceden kestirilmesine yarayan en son teknik gelişmelerin izlenmesi ve olası afetlerde alınacak önlemler için bir izlence hazırlanması gibi önlemler ile doğal afetlerin olumsuz etkileri en aza indirilmeye çalışılmaktadır.(15)
3. Sonuç ve Değerlendirme Jeolojik yapısı gereği ülkemizin özellikle deprem nedeniyle doğal afet riski yüksek olmasına karşın, olası olumsuzlukları azaltıcı önlemlerin yeterince alınmadığı görülmektedir. Soruna bütüncül bir yaklaşımla bakılmadığı gözlemlenmektedir. Oysa, öncelikle, başta ekonomi, sanayi, kentleşme, altyapı ve ulaşım politikaları olmak üzere bütün politikalarda doğal afet riskinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım, tek tek her bir alanda izlenen politikaların da bu konuda başarıya ulaşmasının temel koşulu olarak görülmektedir. Kentleşme politikası da, bu yaklaşımla, doğa olayları sonucu yaşanan olumsuzlukları azaltıcı bir araç olarak düşünülmektedir.
Bu bağlamda, ilk olarak, doğal afetlerle ilgili yönetsel karmaşaya (eşgüdüm sorununa) son verilerek, yetkinin merkezde tek elde toplanması ve merkez ile taşrada görev paylaşımının açıklığa kavuşturulması gerekli görülmektedir. Ayrıca yapı yapmada uyulması gereken kuralları belirlemek ve uygulamakla görevli olan yerel yönetimlerin bu görevini gereğince yerine getirmelerinin sağlanması gerekmektedir. Bu nedenle, yerel yönetimler; teknik, araç-gereç, insangücü ve akçalı açılardan yeterli bir duruma getirilmelidir.
İkinci olarak, kent ve bölge planları doğal afet riskine göre hazırlanabilir. Bunun için bazı teknik bilgilere ve çalışmalara sahip olunması gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki ülkemizde henüz, jeolojik çalışmalar yapılarak mikro-bölgeleme belgelerinin elde edilmesi, kentsel kusurlar araştırmaları ve kentsel risklerin belirlenmesi çalışmaları akademik çevrelerde bile fazlaca bilinmemektedir. Ayrıca, doğal afet riski göz önünde tutularak yerleşim yerlerinin, yapılaşma, altyapı, sosyal ve ekonomik varlıklarını birlikte değerlendirecek, zayıf ve kusurlu yönlerini belirleyecek çalışmaların yapılması gerekmektedir.16
Üçüncü ve son bir önemli nokta da, doğal afetlerle ilgili bilimsel ve teknik gelişmelerin sürekli izlenmesidir. Böylece, örneğin depremlerde kullanılan erken uyarı sistemlerinin kullanılmasıyla büyük ölçüde can ve mal kaybının önüne geçilebilir.
• Kent planları, yerleşim yerinin üzerinde olduğu toprağın jeolojik özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmaktadır. Kent ve kasabanın gelişme doğrultusu ve alçak ve yüksek yapı düzenleri toprağın bu özellikleri çerçevesinde belirlenmektedir. Böylece, özellikle yer sarsıntısının olduğu yerlerde olası olaylardan en az zarar görecek bir yerleşme yapısı oluşturulmaya çalışılmaktadır.(12) Ancak, bunun günümüze kadar ülkemizde tam olarak uygulandığını ileri sürmek güçtür. Bunun nedeni, planı yalnızca kent ölçeğinde ele alan “imar planlaması” yaklaşımının benimsenmesi, buna karşın doğrudan mekansal dokuyu etkileyen yoğunluğu artırıcı potansiyelleri göz önünde bulunduran “mekansal planlama” yaklaşımının yeğlenmemesi olarak görülmektedir. Bu yaklaşımın sonucu olarak, İstanbul, İzmit, Adapazarı, Gölcük ve Yalova gibi çekicilikleri öne çıkan kentlerin, ekonomik yoğunlaşma ve bunun özendirici etkisiyle oluşan nüfus baskısının yaşandığı mekanlar olmasının önüne geçilememiştir.(13) Bu yerleşimlerin ekonomik ve sosyal potansiyeli, deprem riskinin önüne geçmiş, planlamada ise bu durum göz ardı edilerek, bölgenin başta jeolojik, ekonomik ve sosyal özelliklerini göz önünde tutan bütüncül bir planlama yaklaşımı yaşama geçirilememiştir. Geçmişte Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı gibi bir takım iyi niyetli girişimler ise kağıt üstünde kalmıştır.
• Afet riski olan yerlerde yapı ve konut yapımının sınırlanması, yıkım olayı olmadan alınan önemli bir önlemdir. 7269 sayılı Afetler Yasası ve Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik(14) gereğince yapı yapmanın yasaklandığı bu yerlerdeki yasaklama hükmü, belediyeler ve köy ihtiyar kurullarınca uygulanır. Bu yasağa aykırı yapılan yapılar vali ve kaymakamlar tarafından yıktırılır. Yine 7269 sayılı Afetler Yasası gereğince, afete uğramış ya da afet riski taşıyan bölgeler, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın belirlemesi ve önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca “Afete Maruz Bölge” olarak kararlaştırılmaktadır.
• Bunların dışında, dayanıklı yapılar yapılmasının sağlanması, doğal yıkım olaylarının önceden kestirilmesine yarayan en son teknik gelişmelerin izlenmesi ve olası afetlerde alınacak önlemler için bir izlence hazırlanması gibi önlemler ile doğal afetlerin olumsuz etkileri en aza indirilmeye çalışılmaktadır.(15)
3. Sonuç ve Değerlendirme Jeolojik yapısı gereği ülkemizin özellikle deprem nedeniyle doğal afet riski yüksek olmasına karşın, olası olumsuzlukları azaltıcı önlemlerin yeterince alınmadığı görülmektedir. Soruna bütüncül bir yaklaşımla bakılmadığı gözlemlenmektedir. Oysa, öncelikle, başta ekonomi, sanayi, kentleşme, altyapı ve ulaşım politikaları olmak üzere bütün politikalarda doğal afet riskinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım, tek tek her bir alanda izlenen politikaların da bu konuda başarıya ulaşmasının temel koşulu olarak görülmektedir. Kentleşme politikası da, bu yaklaşımla, doğa olayları sonucu yaşanan olumsuzlukları azaltıcı bir araç olarak düşünülmektedir.
Bu bağlamda, ilk olarak, doğal afetlerle ilgili yönetsel karmaşaya (eşgüdüm sorununa) son verilerek, yetkinin merkezde tek elde toplanması ve merkez ile taşrada görev paylaşımının açıklığa kavuşturulması gerekli görülmektedir. Ayrıca yapı yapmada uyulması gereken kuralları belirlemek ve uygulamakla görevli olan yerel yönetimlerin bu görevini gereğince yerine getirmelerinin sağlanması gerekmektedir. Bu nedenle, yerel yönetimler; teknik, araç-gereç, insangücü ve akçalı açılardan yeterli bir duruma getirilmelidir.
İkinci olarak, kent ve bölge planları doğal afet riskine göre hazırlanabilir. Bunun için bazı teknik bilgilere ve çalışmalara sahip olunması gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki ülkemizde henüz, jeolojik çalışmalar yapılarak mikro-bölgeleme belgelerinin elde edilmesi, kentsel kusurlar araştırmaları ve kentsel risklerin belirlenmesi çalışmaları akademik çevrelerde bile fazlaca bilinmemektedir. Ayrıca, doğal afet riski göz önünde tutularak yerleşim yerlerinin, yapılaşma, altyapı, sosyal ve ekonomik varlıklarını birlikte değerlendirecek, zayıf ve kusurlu yönlerini belirleyecek çalışmaların yapılması gerekmektedir.16
Üçüncü ve son bir önemli nokta da, doğal afetlerle ilgili bilimsel ve teknik gelişmelerin sürekli izlenmesidir. Böylece, örneğin depremlerde kullanılan erken uyarı sistemlerinin kullanılmasıyla büyük ölçüde can ve mal kaybının önüne geçilebilir.