Aöf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aöf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AÖF Görüşme Teknikleri 1. Ünite Ders Notları


1. Ünite – Görüşme Kavramı ve İletişim Süreci
Davranış ve sosyal bilimleri temel alan, uygulamalı bir bilim olan sosyal hizmet, mikro ve makro düzeyde tüm insanların psiko-sosyal işlevlerini yerine getirmede ve refahlarının sağlanmasında koruyucu, geliştirici ve rehabilite edici işlevleriyle önemli bir göreve sahiptir. Ülkemizin bugün içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel ortam nedeniyle sosyal hizmet uygulamalarına duyulan ihtiyaç ve bu bağlamdaki çalışmalar giderek artmaktadır.

William Schwartz’ın görüşüne göre her mesleğin toplum içinde özel bir işlevi vardır. Schwartz’a göre, sosyal hizmetin görevi, birey ile toplum arasında, her ikisinin karşılıklı doyum gereksinmelerini karşılayan süreçleri uzlaştırmaktır. Schwartz’ın modeli, birey ile toplum ilgilerinin aslında aynı olduğu sayıltısına dayalıdır. Bununla beraber, karmaşık ve değişmekte olan bir toplumda, bireyin topluma ait ve üretken bir unsur olarak katılma arzusu ile toplumun kendi üyelerini toplumla bütünleştirmek ve onları geliştirip zenginleştirmek yeteneğinde tıkanıklıklara rastlanmaktadır. Sosyal hizmetin müdahalesi bu tıkanıklara; bireyin gelişme, toplumla bütünleşme hızına ve toplumun çeşitli unsurlarını verimli ve dinamik bir bütünde toplanması için harcanan örgütlenmiş çabalara yöneliktir.

Örgütlenmiş çabalar bu tıkanıklıkları ya da sorunları ortadan kaldırmak ve görevlerini başarılı bir şekilde yerine getirebilmek için çoğunlukla görüşme tekniğinden yararlanmaktadır. Görüşme, sosyal bilimlerde en sık kullanılan bilgi toplama yöntemlerinden biridir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde pek çok sosyal bilim alanında görüşme, etkili bir veri toplama yöntemi olarak yerini almıştır. Örneğin, örgüt çalışmalarında örgüt bilimciler, örgütlerin değişik yönlerini ve özellikle de örgütlerin kültür ve sembolik boyutlarını çalışırken görüşmeyi, temel veri toplama aracı olarak kullanmışlardır

Steward ve Cash (1985) görüşmeyi, “önceden belirlenmiş ve ciddi bir amaç için yapılan, soru sorma ve yanıtlama tarzına dayalı karşılıklı ve etkileşimli bir iletişim süreci” (s.7) olarak tanımlamaktadır.

Patton’a (1987) göre görüşmenin amacı ise, bir bireyin iç dünyasına girmek ve onun bakış açısını anlamaktır. Görüşme yoluyla deneyimler, tutumlar, düşünceler, niyetler, yorumlar, zihinsel algılar ve tepkiler gibi gözlenemeyeni anlamaya çalışırız. Bu süreçte sorulan sorulara, karşı tarafın rahat, dürüst ve doğru bir şekilde tepkide bulunmasını sağlamak görüşmecinin temel görevidir. Görüşmecinin bu temel görevi etkili ve verimli bir şekilde yerine getirebilmesi ise sahip olduğu iletişim becerileri ile doğru orantılıdır. Yani görüşmecinin iletişim konusundaki bilgi ve beceri düzeyi yapacağı görüşmenin ne kadar etkili olacağını ve elde edeceği bilgilerin ne kadar doğru ve güvenilir olacağını belirler.

GÖRÜŞME VE İLETİŞİM KAVRAMI
İletişimle ilgili tanımlar
*     İletişim, bir organizmanın bir uyarıcıyla gösterdiği ayırıcı tepkidir.
*     İnsanın olduğu heryerde kişiler, gruplar ve türler arasında karşılıklı gerçekleşen, mesajların değiş-tokuşu sürecidir.
*     Duygu, düşünce, fikir, bilgi ve kültürü kapsayan anlamların semboller yardımıyla aktarıldığı bir süreçtir.
*     Anlamları itibarıyla uzlaşılmış simgeler yoluyla değişik zaman ve mekân boyutlarında gerçekleşen bilgi, düşünce ve duyguların aktarılması ve alış-verişidir

GÖRÜŞMEDE İLETİŞİMİN ÖNEMİ
Görüşme sürecini etkili hale getirmek, aslında bir iletişim süreci olarak da tanımlayabileceğimiz görüşmeyi daha anlamlı kılmak adına her insanın iletişim konuşunda temel düzeyde de olsa bilgi sahibi olması gerekmektedir

Etkili iletişim, insanların mesleki yaşamlarında sorunları çözmelerine yardımcı olurken, kişisel yaşamlarında da ilişkilerini iyileştirmelerine ve sürdürmelerine yardımcı olur. İletişim uzmanları, ilişkilerle ilgili sorunlarda, etkili iletişimin sorunların çözümünde en etkili yol olduğunu düşünmektedirler.
İletişim konusunda çalışmak aşağıda sıralanan faydaları sağlar:

1. İletişim çalışmak, kendi kendinize bakışınızı geliştirir: İnsanların kendisi hakkındaki bilgisi iletişim deneyimleri sonucu olgunlaşır
2. İletişim çalışmak, diğer insanların kişiye bakışını iyileştirir:
3. İletişim çalışmak, insanın ilişkileri hakkında bildiklerinin artmasını sağlar
4. İletişim çalışarak önemli yaşam becerileri öğrenilebilir
5. İletişim çalışmak, mesleki yaşantıda başarılı olmanın yolunu açar
6. İletişim çalışmak gittikçe farklılaşan dünyada dolaşabilmeye yardımcı olur

GÖRÜŞMEDE İLETİŞİM SÜRECİ VE ÖĞELERİ
Bir insanın günün 2/3’ü iletişim temelli etkinliklerle geçmektedir. Görüşmede de aynı diğer iletişim faaliyetlerinde olduğu üzere sözlü ve yazılı iletişimin yanında vücut hareketlerimiz, yüz ifadelerimiz, sesimizin tonu, diğer insanlarla olan etkileşimlerimizde araya koyduğumuz mesafe, giydiklerimiz, içinde bulunduğumuz mekânları düzenleme şeklimiz de, ayrıca bir iletişim aracı olarak kulanılmaktadır. İçinde bulunduğumuz duygu durumuna ilişkin sesimizin tonu, söylenilenin içeriğinden çok daha fazla ipucunu içinde barındırabilmekte ve iletinin niteliğini farklılaştırabilmektedir.

İletişim Türü (Oransal Olarak)
İletişim Türü (Saat Olarak)
Yazma % 9
Okuma % 16
Konuşma % 30
Dinleme % 45
Yazma 1,5 saat
Okuma 3 saat
Konuşma 4,5 saat
Dinleme 7 saat

İletişimi durağan değil, sürekli gelişmeleri içersinde barındıran ve bu gelişmelerin başka bir duruma dönüşmesini içeren bir süreç olarak ele almak gerekir. Süreç; bir olayın düzenli olarak ve birbirini izleyen değişmelerle gelişmesi, başka bir olaya dönüşmesidir. Hangi düzeyde gerçekleşirse gerçekleşsin, iletişiminin her düzeyinde temel olan ortaklaşma ve paylaşmadır iletişim sürecinde yer alan öğeler kaynak, ileti, kodlama-kod açma, kanal, alıcı, geri bildirim ve gürültü şeklinde sıralanabilir.




Kaynak
İletişim sürecinde mesajı gönderen ve iletişim sürecini başlatan öğedir. Kaynak, algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde ürettiği anlamlı iletileri simgeler aracılığı ile gönderendir.  İletişim sürecinin başlangıcında kaynak, iletmek istediğini, kendi ve alıcının anlayabileceği şekilde kodlar. Kaynak, iletiyi alıcıya gönderen kişi, grup ya da kurum olabilir. Kaynak konumundakiler her ortamda konuşma, yazma yoluyla aktardıkları duygu ve düşüncelerle alıcı/alıcıları belli davranışları göstermeleriiçin yönlendirmeye çalışmaktadırlar

İleti (Mesaj)
Bir kişinin diğer kişiye ya da bir grup insana iletmek istediği fikir, düşünce ya da duygunun sözlü ya da sözsüz biçimidir. İletişim sürecinde kaynaktan gönderilen bilgi, görüş ve davranışların kaynak tarafından ortak sembollere bağlı kalarak kodlanması durumu olarak da tanımlanmaktadır Mesajların dikkat çekici olması için sözel ve görsel unsurları içinde barındırması önem taşımaktadır. Görsel unsurların daha çok ilgi çektiğini söylemek mümkündür. Yapılan bir araştırmaya göre, bir mesajda sözcükler yüzde 5, ses tonu yüzde 25, sözel olmayan unsurlar ise yüzde 65 etki uyandırabilmektedir Göstergeler duyularımız yoluyla kavradığımız, kullanıcıların kabulüne bağlı, kendisinden farklı bir duruma gönderme yapmaktadır.

Erkman’a göre (1987), göstergeleri de görüntüsel göstergeler (ikon), belirtisel göstergeler ve simgeler olmak üzere üç kısımda incelemek mümkündür:
*     Görüntüsel göstergeler: Haritaları, heykelleri, karikatürleri, fotoğrafları görüntüsel göstergeler olarak sıralamak mümkündür. Tuvalet kapılarında kadını ve erkeği simgeleyen figürler sıkça görülmektedir.
*     Belirtisel göstergeler: Gerçek hayattaki nesne ile varoluşsal bağlantısı olan göstergelere işaret etmektedir

*     Nedensiz göstergeler (simge):Simge ve göstergelerin paylaşılması, kaynak ve alıcıda benzer anlamların oluşmasıyla iletişim gerçekleşmiş olur. Simge aslında görüntü ile nesne arasındaki anlamsal ya da yerleşik ilişkiyi kapsamaktadır.

Kodlama ve Kod Açma
Kodlama; bilgilerin, düşüncelerin ve duyguların alıcı tarafından anlaşılmasına olanak tanıyacak şekilde iletime uygun hazır bir mesaja dönüştürülmesidir. Kod açma ise kaynak tarafından gönderilen mesajların, alıcı tarafından anlamlandırılması; eş deyişle, iletiye yüklenen anlamın çözümlenmesi işlemidir. Kaynak tarafından gönderilen iletiler anlamsız işaretler ve sembollerden, anlamlı bir yapıya dönüşür Her insanın gerçeğe ilişkin görüşleri toplumsal ve kültürel çevresi içinde yaşadığı etkileşimler ve deneyimler ile biçimlenir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, kişinin referans çerçevesini belirleyen iki ana yapıdan söz etmek mümkündür: Bunlar kişinindenem alanı adı verilen iç etkenler ve iletişim ortamını ilgilendiren dış etkenlerdir.
*      Denem alanı, kişinin geçmiş yaşantılarını, inanç ve tutumlarını, gereksinimlerini içinde barındırmaktadır
*      İletişim ortamı ile ilgili dış etkenler olarak, kaynağın bulunduğu ortamla ilgili fizyolojik ve çevresel etkileri betimler. Işık miktarı, insan sayısı, kaynak-hedef arasındaki fiziksel mesafe gibi unsurlar bu bağlamda ele alınabilir

Kanal (Oluk)
İletinin kodlandıktan sonra, kod açma sürecinin gerçekleştiği ana kadar izlediği yol kanal olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifade ile kanalı; bilgi, duygu, düşüncelerin kaynak ve alıcı tarafından paylaşımının gerçekleşmesi sürecinde, iletilerin üzerine yüklendiği araçlar şeklinde tanımlamak mümkündür İletişimin gerçekleşebilmesi ve etkili olabilmesinde kanal seçiminin çok büyük önemi vardır. İletişimde ulaşılmak istenen amaç(lar), sosyal hizmet görüşmesinde başvuranın özellikleri, zaman ve mekân sınırlılıkları ya da olanakları kanalın seçiminde temel bir rol oynar. Örneğin; görme engelli bir başvuran için görsel kanalları kullanamayız.
Kanalın kapasitesi de iletişimin etkililiği ile ilgilidir. Gerçekten bir su oluğu gibi geniş kapsamlı bir oluk karşı tarafa daha çok suyu, bir başka ifadeyle bilgi ve sembolü aktaracaktır. Doğal olarak bu süreçte karşı tarafta bu suyu depolayacak ya da onu konumlandıracak alanın olması da gerekmektedir.

Alıcı (Hedef)
Alıcı, kaynağın gönderdiği iletilerin hedefidir. Alıcı, konum itibarıyla tek bir kişi, kişiler, kurum ya da bir örgüt olabilmektedir. Alıcı iletiyi oluşturan kodları algılayıp anlamlandırır ve kendisi de bir ileti göndererek kaynak konumuna geçer.

Geri Bildirim (Yansıma)
Alıcının algıladığı ve yorumladığı iletilere, sözlü ve/veya sözsüz tepki verme sürecidir. Kaynak ve hedef arasındaki geriye bilgi akışı olarak tanımlanabilecek geri bildirim, mesajın alıcı tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı, ne şekilde anlaşıldığı ve yorumlandığının kaynak tarafından bilinmesine olanak sağlar. Geri bildirimi iletişimde bir çeşit kontrol mekanizması olarak görmek de mümkündür.

Geri bildirim kavramı beş farklı boyutta incelenebilir. Bunlar sırasıyla, olumlu-olumsuz, kişi odaklımesaj odaklı, anında-gecikmeli, kontrollü-kontrolsüz, destekleyici-eleştirel geri bildirim şeklinde sıralanabilir. Olumlu geri bildirim kaynağın iletilerinin iyi algılandığının ve iletişimi bu şekilde sürdürebileceğinin göstergesidir. Olumsuz geri bildirim ise bazı şeylerin yanlış gittiğinin ve yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğinin göstergesidir Gülme ve alkışlama olumlu geri bildirime, oflamalar, puflamalar ve rahatsızlığı ifade eden sözsüz iletişim öğeleri de olumsuz geri bildirime örnek olarak verilebilir. Geri bildirim kişiyi ya da mesajı odak noktası yapabilir. “Ne kadar güzel gözlerin var” derken kişiyi, “telefon numarasını bir daha söyler misin” derken de mesajı merkeze alırız. Yüz yüze iletişimde kaynak, hedeften anında geri bildirim alma imkânına sahiptir. Televizyon, gazete, internet gibi kitlesel iletişim araçları yoluyla gönderilen iletilere ilişkin geri bildirimin alınması daha gecikmeli olmaktadır. Bu noktada yüzyüze iletişim, gerek sözlü gerekse sözsüz ipuçlarıyla geribildirim sağlanması açısından üstünlüklere sahiptir denebilir. Bazen geri bildirim kendiliğinden ve dürüstçe gösterilen doğal tepkiler (kontrolsüz) şeklinde olabileceği gibi bazen de belirli bir amaca hizmet etmek için dikkatlice yapılandırılır (kontrollü). Örneğin arkadaş ortamında iletilere gayet doğal ve kendiliğinden ortaya çıkan tepkiler verebilirsiniz, ancak patronunuz size işiniz hakkında ne düşündüğünüzü sorduğunda burada daha dikkatli bir şekilde tepki verirsiniz. Destekleyici geri bildirim ise kişinin kendisinin ya da söylediklerinin değerinin onayladığı geri bildirimdir. Diğer taraftan eleştirel geri bildirimde değerlendirme vardır. Eleştirel geri bildirim verilirken birinin performansı hakkında yargıda bulunulur.


Gürültü
İletinin anlaşılması ya da iletilmesini engelleyen her şey gürültü olarak değerlendirilmektedir. Gürültü, tüm iletişim sürecinin işlemesini engeller. (Kreitner, Kinicki ve Buelens, 2002, s.297). İletişim sürecinde mesajın niteliğini etkileyen; eş deyişle, doğru ve etkin bir biçimde karşı tarafa aktarılmasını engelleyen unsurların tümü gürültü kavramı altında ele alınmaktadır

İLETİŞİM İLKELERİ
İletişimi sadece tanım düzeyinde açıklamak iletişimin doğasını tam olarak anlamada yetersiz kalabilir. İletişimi daha detaylı olarak açıklayabilmek için iletişimi anlamamıza rehberlik edecek bazı ilkeleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
v  İletişim kendinizde başlar
v  İletişimin hem bir içeriği hem de ilişkili bir boyutu vardır
v  İletişim karmaşık bir süreçtir

Tüm bunlar iletişimin basit bilgi aktarımının ötesinde bir olgu olduğunu göstermektedir. İletişim mesaja ilişkin birçok farklı boyut hakkındaki seçenekleri (sözlü, sözsüz ve davranış boyutları; kullanılan iletme kanallarını çevreleyen seçenekler; konuşan kişinin karakteristik özellikleri; konuşmacı ve dinleyici arasındaki ilişki, dinleyicinin karakteristik özellikleri; iletişimin gerçekleştiği durum) içinde barındırır. Bu değişkenlerin bir tanesinde meydana gelen bir değişiklik tüm iletişim sürecini etkiler.
v  İletişimin niceliği, iletişimin niteliğini arttırmaz
v  İletişim kaçınılmazdır, geriye döndürülemez ve tekrar edilemez

İLETİŞİM BAĞLAMI
İnsanların gerçekleştirdiği tüm iletişimler bir bağlam içinde meydana gelir ve bu bağlamlar birbirleriyle etkileşim içerisindedir. Bağlam, bir şey meydana gelirken içinde bulunduğu ilişkili koşullardır. Başka bir deyişle bağlam, bir söz ya da davranışın içinde geliştiği ve ona anlam kazandıran çevre olarak da tanımlanmaktadır

İletişimin içinde geliştiği bağlam genellikle dört boyutla açıklanmaktadır. Bunlar sırasıyla fiziksel, sosyal-psikolojik, zamansal ve kültürel bağlamlardır.
  1. Fiziksel bağlam, iletişimin meydana geldiği elle tutulur, gözle görülür somut çevredir. İçinde bulunduğunuz oda, koridor, park ya da toplantı salonu fiziksel bağlama örnek olarak verilebilir
  2. Sosyal-psikolojik bağlam, katılımcılar arasındaki statü ilişkileri, roller ve insanların içinde iletişim kurdukları toplumun kültürel kuralları gibi öğeleri içerir. Ayrıca, belli bir durum içinde dostluğu ya da düşmanlığı, resmi olmayı ya da olmamayı ve ciddiyeti ya da şakacılığı da içerir
  3. Zamansal bağlam, iletişimin gerçekleştiği bir günü içerdiği kadar tarihi de içerir. Örneğin birçok insan için sabahları iletişim kurmak için uygun bir zaman değilken diğerleri için çok ideal bir zaman olabilir
  4. Kültürle ilgili her şey kültürel bağlamı oluşturur. Kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür



GÖRÜŞMEDE SÖZLÜ VE SÖZSÜZ İLETİŞİM
Görüşme ve Sözlü İletişim
Sözlü iletişim çoğunlukla aynı ortamda yüz yüze gerçekleşmektedir. Yüz yüze gerçekleşen bir iletişimde ya da görüşmede kaynağın bazı noktalara özen göstermesi gerekmektedir. Bu noktalar şöyle sıralanabilir:
*      Başkalarıyla konuşulurken sakin, sabırlı, güleryüzlü ve nazik olunmalıdır. Örneğin görüşülen kişinin isiminin yanına ‘bey’ ve ‘hanım’ eklentisi konarak konuşulabilir.
*      Karşıdaki insanın eğitimi, statüsü ve diğer görünen ve bilinen özelliklerine göre iletişim kurulmalıdır. Yüz yüze görüşmede hedef kitlenin özellikleri dikkate alınırsa amaca ulaşmak daha da kolaylaşır.
*      İletişim güvenin oluşturulduğu ortamlarda daha etkili ve verimli olur. Bu nedenle görüşülecek kişide güven oluşturacak davaranışların segilenmesi ve buna yönelik bilgilerin verilmesinde fayda vardır.

Görüşme ve Sözsüz İletişim
Sözsüz iletişim, kişiler arası iletişimde sözlü iletişimle birlikte etkin olan beden hareketleri, yüz ifadeleri, gözle kurulan iletişimi, zaman ve mekânın kullanımı, giyim-kuşam kodlarını ve dil ötesini içeren, daha çok ilişkilerin belirlenmesinde ve/veya duyguların dile getirilmesinde rol üstlenen iletişim biçimi olarak tanımlanmaktadır.

*      Beden Dili
Sözlü ve sözsüz iletişim, iletişim kuranlar arasında bir anlam yaratmak ve onu pekiştirmek amacıyla kullanılır. Sözsüz iletişim sürecinde gönderici bir mesaj gönderdiği zaman, hisleriyle, duygularıyla ve vücut hareketleriyle sözlü mesajlarını desteklerler ya da bunları yanlışlar.
Yüz yüze iletişimde beden dilinin önemli bir rolü vardır. Bu ilişkiler içerisinde hiçbir söz söylenmese de beden konuşur. Beden dili, jestler ve mimiklerle gerçekleşir. Yüz kasların bir anlam ifade eden ya da anlam oluşturmak için kullanımı, mimikleri, diğer bir değişle yüz ifadesini; baş, el, kol, ayak, bacak hareketleri ya da bedenin tümünü kullanmak jestleri oluşturur
Jest ve mimikler “esas” ve “ikincil” olarak iki ana grupta sınıflandırılırlar:

Esas jest ve mimiklerDuygu ve düşünceleri destekleyen, onları somut hale getiren hareketlerdir. Yumruğunu sıkma (saldırı), yüzüne dokunma (kuruntu), alın silme (yorgunluk) bu hareketlere örnek olarak gösterilebilir
İkincil jest ve mimiklerÇoğunluğu bedenin gereksinimleri ile ilgili esneme, hapşırma, öksürme, kaşınma gibi hareketlerdir. İletişimle ilgili olmasa da, ikincil jest ve mimikler kaynak hakkında bilgi vericidirler.

*      Göz İletişimi
İnsanlar iletişimlerinde gözlerini, görmenin ötesinde kullanırlar. Bir kişiyle ne zaman, ne kadar sıklıkla ve ne kadar uzun bir süre göz göze gelindiği, ilişki hakkında çok önemli bilgiler göndermenin, özellikle de ilişkide ne kadar samimi olunmak istendiğini göstermenin bir yoludur

*      Yüz İletişimi
Yüz ifadesi ile ilgili araştırmalar büyük ölçüde, duyguların nasıl iletildiği üzerine odaklanmıştır. Yüzde, birbirinden farklı kaç tane ifade belirtilebileceği konusu henüz açıklığa
kavuşmuş değildir, ancak temel duygular yüz kası hareketlerine ilişkindir. Yüz ifadeleri, diğer görsel göstergelere göre kültürler arasında daha az farklılık gösterir

*      Dil Ötesi (Sesin Kullanımı)
Sözsüz iletişimin ses yönünü sesin tonu, şiddeti ve konuşmanın akıcılığı oluşturur. Günlük ilişkilerde canlı, neşeli, enerjik bir ses tonu, insanlar üzerinde olumlu bir etki bırakır. En küçük bir gerginlik, ses tonuna yansır ve ortada bir gerginlik ya da sorun varsa ses tonunun yumuşak ve sakin olması çatışmayı önleyerek işbirliğini kolaylaştırır.

*      Sessizlik ve Susma
Sessizlik de bir iletişim biçimidir. İki kişinin aynı ortamda bulunması sözlü olmasa da sözsüz olarak iletişimin başlaması için yeterlidir. Örneğin, dişçinizin bekleme odasında otururken hiç kimse ile sözlü iletişime girmezsiniz ama karşı koltukta oturak kişinin giyiminden, ayaklarının duruşundan, kullandığı parfüme kadar size ilettiği mesajları alırsınız. Sessizlik, değişik koşullarda farklı anlamlara gelir. İstekli olunan ve gerekli olduğu durumlar dışında bireye çoğu kez sıkıntı ve bazen acı veren olgudur

*      Mekân Kullanımı
Mekân kullanımı, iletişimde çok kapalı biçimde etkili olduğu için öneminin ve değerinin çoğu kez farkına varılmaz. Özellikle mekân kullanımı açısından görüşme sürecinde bireyler arasında bırakılan mesafenin iyi bir şekilde ayarlanması gerekmektedir.
*      Fiziksel Görünüm ve Giyim
Read more

AÖF Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset 1. Ünite Ders Notları


Ünite 1:  Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar

Gelişmişlik kavramı ve gelişmekte olan ülkelerin genel özellikleri;
Gelişme kavramı ekonomik, siyasal ve sosyal yönleri olan çok boyutlu bir kavram niteliğindedir. Gelişmekte olan pek çok ülkenin gelişmişliğin farklı boyutları dikkate alındığında farklı gelişmişlik
düzeylerine sahip olduğu dikkat çekmektedir.

Ancak pek çok ülkenin başta yoksulluk olmak üzere enflasyon ve işsizlik gibi ekonomik; siyasal ve sivil hak ve özgürlüklerden yoksunluk gibi siyasal; eğitimsizlik ve ortalama yaşam süresinin kısalığı gibi sosyal nitelik arz eden maslında bir biriyle yakından ilişkili pek çok sorunla karşı karşıya olduğu ifade edilebilecektir.

Gelişme olgusunun siyasal, sosyal ve ekonomik tüm boyutlarıyla bütüncül bir biçimde ölçülmesi ve değerlendirilmesi kolay değildir. Çünkü her ülke az gelişmişliğin farklı bir boyutunu farklı yoğunluklarda yaşamaktadır. Bu çerçevede ekonomik olarak gelişmiş olan ülkeler siyasal gelişme bakımından gerilerde yer alabilmekte, siyasal olarak gelişmiş ülkeler ise her zaman için ekonomik olarak gelişmiş olamayabilmektedir.

Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler
Literatürde yer alan bir diğer tasnif gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımına dayanmaktadır. Özellikle 1970’lerle beraber “az gelişmiş” yerine “gelişmekte olan ülkeler” tanımlaması daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Düşük ve orta gelirli ülkeler çoğu zaman gelişmekte olan ülkeler olarak tanımlanmaktadır.

1005 dolar ile 12.276 dolar arasında gelire sahip ülkeler bu çerçevede gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırılmakta; 12.276 dolar üzerindeki ülkeler ise gelişmiş ülkeler kapsamında değerlendirilmektedir

G-7: Dünyanın gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa, Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya, ve Kanada’yı bir araya getiren uluslararası bir platformdur. Son yıllarda genişleyerek G- 20 şeklini almıştır. G-20 ülkeleri arasında G-7 ülkelerine ilave olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya, Meksika, Arjantin, Brezilya, Güney Kore, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler yer almaktadır.

Gelişmekte olan ülkelere ilişkin çeşitli sınıflandırmalar;
Dünya politikasında çok sayıda ülke ekonomik,sosyal ve siyasal anlamda dezavantajlı konumdadır. Bu anlamda “üçüncü dünya”, “güney” veya“gelişmekte olan” gibi çeşitli kategorilerin her biri aslında küresel sistemin söz konusu dezavantajlı ülkelerini bir araya toplama gayretinin bir sonucudur. Gelişmekte olan ülkelerin en önemli ortak özellikleri -hepsini kapsamamakla beraber sömürge geçmişine sahip olmaları ve/ya Batı ile kurulmuş olan ticari bağlar olduğu ifade edilmektedir. Söz konusu sınıflandırma ve sınırlamaların her biri farklı dönemlerin ve farklı ölçütlerin bir ürünü olmakla beraber genellikle benzer ülkelere işaret etmekte ve birbirleri yerine kullanılabilmektedir.

BM Kalkınma Programı (UNDP) raporuna göre, 2007 yılında dünya nüfusunun en fakir %40’lık dilimi, küresel zenginliğin ancak %5’lik bir kısmını elinde bulundururken en zengin % 20’lik dilimin %75’lik büyük bir küresel servete sahiptir. (UNDP, 2007: 25). Bu nedenle ekonomik gelişme, gelişme sorunsalının belki de en çok bilinen yönüdür. Gelişmekte olan ülkelerde GSYİH seviyesindeki düşüklük, adaletsiz bir gelir dağılımı ve kronik yoksulluk az gelişmişliğe sebep olan en temel faktörler
olarak dikkat çekmektedir.

1) Gelişmekte olan pek çok ülkede kişi başı yurt içi hâsıla gelişmiş ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça düşük düzeylerdedir. Bu ülkelerde üretim faktörlerinden emeğin bol olması ve dolayısıyla aşırı emek arzı nedeniyle ücretler düşük seviyelerde kalmaktadır.
2) Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir diğer sorun ise toplam gelirin ülkede yaşayanlar arasında adaletsiz bir şekilde dağılmış olmasıdır. Bir ülkede toplam gelirin adaletli bir şekilde dağılıp dağılmadığı, ülkedeki toplam nüfusun yüzde kaçının ülkenin toplam gelirinin yüzde kaçına sahip olduğu tespit edilerek ölçülmektedir. Toplam gelirin yüzdelik dilimlere ayrılmış her bir bölümünün toplam nüfusun yüzde kaçı tarafından elde edildiğine dair bilgi gelir adaletine yönelik ipuçları taşımaktadır ki bu ekonomi literatüründe Gini İndeksi ile ölçülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde toplam nüfusun en altta bulunan %20’lik bölümünün toplam gelirden düşük bir pay almasına karşın, en üst %20’lik dilimin toplam gelirin büyük bir kısmına sahip olduğu görülmektedir.
3) Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir diğer sorun ise yaygın yoksulluktur. Pek çok ülkede önemli kesim yoksulluk sınırının çok altında yaşamaktadır. BM raporlarında günlük 1,25$ ve 2$ altında gelir elde edenlerin toplam nüfus içindeki payı sıklıkla kullanılan bir yoksulluk ölçütü olarak yer almaktadır. Toplam nüfus içinde günlük olarak 1,25$ veya 2$ altında gelir elde edenlerin toplumda büyük bir kesimi oluşturması önemli bir az gelişmişlik göstergesidir.

Gelişmekte olan ülkelerin tarihi;
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin her birisinin kendine özgü eski medeniyetleri ve tarihleri
varsa da hepsinin ortak özellikleri modern dönemde neredeyse tamamının tarih sahnesine Asya ve Avrupa kıtalarına hükmeden eski imparatorlukların kolonilerinden biri olarak çıkmalarıdır.

Bu nedenle az gelişmiş ülkeleri anlamak her şeyden önce bu ülkelerin tarihlerini daha özelde ise emperyalizmin bu ülkeler üzerinde bıraktığı sosyo ekonomik ve siyasi etkileri anlamaktan geçmektedir.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin boyunduruk altına alınması iki dalga halinden ele alınmaktadır. Bunlar sırasıyla kökleri XV. yüzyıla uzanan birinci dalga emperyalizm ve 1870 sonrasını kapsayan ikinci dalga emperyalizmdir.

Amerika kıtası dışında yer alan pek çok eski koloninin bağımsızlığını elde etmesi II. Dünya Savaşı
sonrasında gerçekleşebilmiştir. Az gelişmişlik kuramlarını değerlendirebilecek, Farklı coğrafyalar arasında eşitsiz bir ilişki bulunduğu/kurulduğu argümanı kuşkusuz uzun yıllardır seslendirilmektedir. Ekonomik olarak yoksul, siyasal olarak otokratik, sosyal olarak ise istikrarsız olarak değerlendirilen pek çok ülkenin gelişme sorununu analiz etmeye yönelik farklı kuramlar geliştirilmiştir.

Ortaya konulan muhtelif kuramlardan özellikle ikisinin ön plana çıkmakta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır: Modernleşme ve bağımlılık kuramları. Gelişme sorununu analiz etmeye çalışan iki kuramdan, modernleşme kuramları sorunun içsel nedenlerinin altını çizerken; bağımlılık kuramları ise dışsal nedenler üzerinde durmuştur.

Modernleşme kuramlarının önde gelen isimleri arasında Walter Rostow, Daniel Lerner, Talcott Parson, Barrington Moore, Seymour Martin Lipset, Gabriel Almond ve Sidney Verba sayılabilir.
Öte yandan Bağımlılık kuramlarının önde gelen isimleri arası nda Andre Gunder Frank, Fernando Henrique Cardoso, Theotonio Dos Santos, Paul Baran, Samir Amin yer almaktadır.

Siyasal Gelişmişlik
Siyasal gelişmeye dönük analizler genellikle farklı ülkelerde siyasal kurum ve işleyişlerin mahiyetini araştırma konusu yapmaktadır. Siyasal ve sivil hakların korunmasına imkân sağlayacak çoğulcu demokrasilerin kurulması siyasal gelişmişliğe dair en önemli gösterge olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte siyasal istikrar ve siyasal bir düzenin teşkil edilmesi siyasal gelişme bağlamında önem kazanan diğer olgular olarak ortaya çıkmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde demokratikleşmenin neden başarıya ulaşmadığının nedenleri tartışmalı olsa da yapılan araştırmalarda sıklıkla aşağıdaki sorunlara dikkat çekilmektedir:
1) Siyasal meşruiyet (political legitimacy) eksikliği üçüncü dünyada sağlıklı bir siyasal sistemin oluşmasında en büyük engellerden biridir. Pek çok ülkede siyasetin/ siyasal iktidarın etnik, dinsel ve ırksal temeller çerçevesinde örgütlenmekte oluşu kitlesel bir meşruiyete izin vermemektedir.
2) Siyasal meşruiyet ile bağlantılı bir biçimde siyasal kurumlara ilişkin güven eksikliği, etkin ve işleyen bir demokratik sistemin inşasına imkân tanımamaktadır. Öyle ki, teoride yurttaşların kurumlara yönelik tutumlarıyla demokratik performans arasında güçlü bir ilişki bulunduğunun altı çizilmektedir.
3) Kan ve hemşeriliğe dayalı güçlü geleneksel bağların toplumlarda hâkim ilişki biçimini teşkil etmesi kuşkusuz siyasal alanın karakteristiklerini de etkilemektedir. Bu çerçevede -özellikle uluslararası yardımların dağıtımında karşılaşılan- yolsuzluk/ yozlaşma kültürü önemli bir sorun olarak pek çok az gelişmiş ülkenin gündemini meşgul etmektedir.
4) Toplumsal düzeyde siyasal kültürün elverişsizliği pek çok ülkede demokratik rejimlerin tesis edilmesini olumsuz etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda demokratik kültürün eksikliği önemli bir sorundur. Bu çerçevede bireylerin tutum ve inançları uzun dönemde siyasal rejimlerin geleceği açısından tayin edici olmaktadır.

Az Gelişmişliğin Tarihi: Kolonizasyon, Dekolonizayon ve Neo- Kolonyalizm
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin her birisinin kendine özgü eski medeniyetleri ve tarihleri varsa da hepsinin ortak özellikleri modern dönemde neredeyse tamamının tarih sahnesine Asya ve Avrupa kıtalarına hükmeden eski imparatorlukların kolonilerinden biri olarak çıkmalarıdır. Bu nedenle az gelişmiş ülkeleri anlamak her şeyden önce bu ülkelerin tarihlerini daha özelde ise kolonyalizmin bu ülkeler üzerinde bıraktığı sosyo ekonomik ve siyasi etkileri anlamaktan geçmektedir.Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin boyunduruk altına alınması iki dalga halinde ele alınmaktadır.

İki Dünya Savaşı Arasında Gelişmekte Olan Ülkeler
I. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte kendi kaderini tayin (self-determination) hakkı uluslararası ilişkilerin önemli bir öğesi hâlini aldı. Dönemin Amerikan başkanı Woodrow Wilson’ın ortaya koyduğu ve Wilson ilkeleri olarak adlandırılan on dört nokta arasında ulusların kendi kaderini tayin hakkı da bulunmaktaydı. İki dünya savaşı arasında oluşturulmaya çalışılan barış ortamı kolonilerin bağımsızlık umutlarını artırmıştır.
Ancak arzulananın aksine Wilson ilkeleri uluslararası politikada özellikle koloniler açısından uygulama imkânı bulamadı. Pek çok ülke ise Milletler Cemiyeti Bünyesinde Avrupalı ülkelerin mandasına bırakıldı. Böylesi bir düzenleme ile bir bakıma sömürgecilik de adeta resmî bir nitelik kazanmıştır. Bu çerçevede dağılmış olan Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kimi devletler ile eski Alman kolonileri Milletler Cemiyeti adına savaş galiplerinin gözetimine bırakılmıştır

Az Gelişmişliğin Kavramsal Araçları: Sınıflandırma ve Sıralamalar
Dünya politikasında çok sayıda ülke ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda dezavantajlı konumdadır. Asya, Afrika ve Amerika kıtası gibi farklı coğrafyalarda yer alan çok sayıda ülke gelişme/az gelişmişlik sorunuyla karşı karşıyadır. Bu anlamda “üçüncü dünya”, “güney” veya “gelişmekte olan” gibi çeşitli kategorilerin her biri aslında küresel sistemin söz konusu dezavantajlı ülkelerini bir araya toplama gayretinin bir sonucudur. Öyle ki söz konusu ülkelerin her biri farklı seviyelerde olmakla beraber
muhtelif ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlarla karşı karşıyadır.

Gelişme sorununa yönelik uluslararası girişimler;
Gelişmekte olan olarak sınıflandırılan pek çok ülke dünya politikasında belirli ölçülerde görünürlüğe sahip olmuşlardır. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğu Birleşmiş Milletler üyesidir. Ayrıca söz konusu ülkelerin kendi aralarında oluşturdukları girişimlerden ve uluslararası toplumun gelişme sorununa yönelik çeşitli faaliyetlerinden de bahsedilebilir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı, En Az gelişmiş Ülkeler Konferansı ve Latin Amerika Ekonomi Komisyonu gibi organizasyonlar gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkelere yönelik uluslararası girişimlerin bir yansıması olarak düşünülmelidir. Yine Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan Bin Yıl Kalkınma Hedefleri de pek çok uluslar arası örgüt açısından yol gösterici olmuştur.
Read more

AÖF Eğitim Psikolojisi 1. Ünite Ders Notları


1. Ünite – Eğitim ve Psikoloji ilişkisi: Eğitim Psikolojisi
BiREYiN GELİŞİMİNDE EĞiTiM SÜRECiNiN ROLÜ
Bireyler; yaşam boyunca düzenli ve sistemli bir biçimde değişmektedirler. Gelişim olarak nitelendirilen bu değişmeler ise büyüme olgunlaşma ve öğrenme süreçleri yoluyla gerçekleşmektedir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren çocukların bedensel özellikleri büyüyerek işlevsel hale gelmekte ve çocuk pek çok hareketi ve beceriyi gerçekleştirebilecek duruma gelmektedir. Ancak, gelişme sadece çocuğun büyümesi ve olgunlaşması ile gerçekleşmemektedir. Ayrıca öğrenme yaşantıları da hem çocuğun büyümesi ve olgunlaşmasında önemli bir rol oynamakta hem de çocuğun bilişsel ve psikososyal yönlerden de gelişimini sağlamaktadır.

Çocuğun öğrenme yaşantıları yoluyla gelişiminde, içinde bulunduğu çevrenin koşulları ve çevrenin çocuğa yönelik davranış ve tutumları belirleyici olmaktadır.Örneğin, bireyin yeteneklerinin belirlenmesinde kalıtımsal faktörler oldukça belirleyici olmakla birlikte bu potansiyelin nasıl ve ne kadar ortaya çıkacağını belirlemede ailenin, okulun ve toplumun özellikleri etkili olmaktadır.

Özellikle aile ve okul ortamında geçirilen eğitim yaşantıları sonucunda gerçekleşen öğrenmeler çocuğun gelişiminde önemli bir yer tutmaktadır. Her birey bir potansiyele sahiptir ve bireyler yaşam içerisinde potansiyelerini geliştirme yönünde çaba sergilerler. Ayrıca, her bireyin sahip olduğu kalıtımsal özellikler ve içinde yaşadığı çevrenin özellikleri farklılık gösterir. Bu nedenle her bireyin gelişimsel özellikleri ve bunların gelişimi de farklılık gösterir. Ailenin, okuldaki öğretmenlerin ve toplumdaki yetişkinlerin bireyler arasındaki bireysel farklılıkları dikkate almaları, bunları ortadan kaldırmaya çalışmak yerine gelişimlerini sağlamaya katkıda bulunmaları gerekir. Bu ise ancak bireyin her yönüyle tanınması ile sağlanabilir Çağdaş eğitim anlayışı öğrencilerin fiziksel, bilişsel ve psikososyal gibi tüm gelişim alanlarında bir bütün olarak gelişmelerini sağlamayı amaçlar. Bu amaç çerçevesinde öğrencilerin her yönden bir bütün olarak gelişimini sağlamakla öğrencilerin hem kendisi hem toplum için yetiştirilmesi hedeflenir.

Çağdaş eğitim anlayışında, eğitim ortamında bireyin her yönden gelişmesine yönelik hizmet alanları vardır. Geleneksel eğitim anlayışına sahip bir okul ortamında öğrencilere sadece öğretim ve yönetim hizmetleri verilirken, çağdaş anlayışa sahip okul ortamında öğretim ve yönetim hizmetlerinin yanı sıra öğrenci kişilik hizmetlerine de yer verilmektedir. Böylece, öğrenci kişilik hizmetleri kapsamında okul ortamında öğrencilere sağlık, sosyal yardım, rehberlik, özel yetiştirme hizmetleri ile sosyal ve kültürel hizmetler verilebilmektedir Öğrencilerin kişilik gelişimini sağlayıcı hizmetler, özellikle rehberlik hizmetleri, eğitim sürecinin ayrılmaz ve tamamlayıcı bir yanını oluşturmaktadır (Kepçeoğlu, 1989). Bu çerçevede, “bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik davranış değişliği meydana getirme süreci” olarak tanımlanan (Ertürk, 1972,s. 12) eğitimin, bireyin her yönden gelişimini sağlayacak davranış değişlikleri oluşturmaya çalışması gerekir. Bu durum ise öğretmenin, sadece öğretim hizmetlerinden sorumlu olmayıp aynı zamanda öğrencinin her yönden gelişimini sağlamaya çalışan, buna yönelik davranış değişiklikleri oluşturan ve uygun ortamlar hazırlayan, kısaca öğrenci kişilik hizmetleri kapsamında, özellikle rehberlik hizmetleri de verebilen eğitimci olmasını gerektirir.

EĞİTiM VE PSiKOLOJi iLiŞKiSi
Bireylerin gelişimlerini sürdürmelerinde öğrenme yaşantıları önemli bir yer tutmaktadır. Bireylerin gelişiminde öğrenme yaşantıları bebeklik yıllarında çoğunlukla aile ortamında geçirilen yaşantılar ile sınırlıdır. Ancak, ilk çocukluk yıllarından itibaren ailenin yanı sıra eğitim kurumları da öğrenme yaşantıları sunarak bireylerin gelişiminde önemli bir rol üstlenir. Çocuk, okul öncesi kurumlara devam ederek planlı ve programlı öğrenme yaşantıları geçirmeye başlar. Okul öncesi kurumlar ile başlayan bu eğitim süreci daha sonraki zamanlarda ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim biçiminde devam eder.

Eğitim ortamında öğrencide istenilen ve arzu edilen davranış değişiklikleri gerçekleştirmek temel amaçtır. Ancak her zaman istenilen davranışların kazandırılması gerçekleşmeyebilir ya da istenilen davranışlar kısmen gerçekleşebilir. Ve ya arzu edilmemesine rağmen istenilmeyen davranışlar sergilenebilir

Psikoloji, daha önceki ünitede belirtildiği üzere insan davranışını incelemektedir. İnsan davranışına ilişkin genel ilkeleri çeşitli bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak ortaya koymaktadır. Psikoloji, eğitimsel etkinliklerin gerçekleşmesinde dikkate alınması gereken faktörleri önermekle eğitimcinin bakışını genişletmektedir. James’in söylediği gibi, psikoloji bir bilimdir. Öğretim ise bir sanattır. Bilim, öğretim yönteminin uyacağı, itaat edeceği ilkeleri sağlamaktadır. Hatalı uygulamalara dikkat çekmekte ve yeni önerilerde bulunmaktadır. Bilim, öğretmenin yapılan işlemlerin sağlamlığını değerlendirmesine yardım etmektedir

EĞiTiM PSiKOLOJiSi
Bu çerçevede, psikoloji bilimi ile eğitim biliminin birbiri ile ilişkili bir biçimde insan davranışını incelemeleri sonucunda bu iki bilim alanının kesiştiği noktada eğitim psikolojisi olarak adlandırılan bir bilimsel alan veya uzmanlık alanı ortaya çıkmıştır.

EĞİTİM PSİKOLOJİSİNİN DOĞASI
Eğitim psikolojisi, psikoloji ve eğitim gibi iki ayrı çalışma alanını bileşimini içeren bir alandır. Bu nedenle, eğitim psikolojisi hem davranışın incelenmesin hem de eğitim sürecininin inclenmesini içerir (Vander Zanden ve Pace,1984). Eğitim psikolojisi eğitim ortamlarında öğretimi ve öğrenmeyi anlamada uzmanlaşan psikoloji dalıdır Geleneksel olarak, eğitim psikolojisi genel, sosyal, gelişimsel ve çocuk psikolojisi ve bireysel farklılıklara ilişkin elde edilen bulguları, sosyal, ahlaki ve akademik öğrenmeyi içeren öğrenme süreçlerini daha iyi anlamaya yardım etmek için kullanmaya çalışır. Eğitim psikolojisi, çocukların ve yetişkinlerin zihinsel, duygusal, sosyal, fiziksel davranışlarını incelemekle öğrenmenin niteliğini ve kalitesini etkileyen faktörleri keşfetmeye çalışır.

Geçmişten günümüze pek çok bilim adamı eğitim psikolojisi alanında çeşitli bilgiler ortaya koyarak eğitim sisteminin ve eğitim anlayışının gelişimine katkılarda bulunmuşlardır. Öğrenme ve öğrenme çevresine yönelik çeşitli hipotezler üreterek bunları sistematik çalışmalar ile test eder ve çözümler üretir. Eğitim psikolojisi yaklaşık doksan yıldır vardır ve onun ne olduğuna ilişkin tartışmalar vardır. Bazı insanlar eğitim psikolojisini psikolojiden elde edilen ve sınıf etkinlikleri için de kullanılan bilgi olduğuna inanırlar. Bazıları ise sınıf ve okul yaşamı üzerinde çalışmak için psikoloji yöntemlerine başvurmayı içerdiğini belirtirler. Bir bilim dalı olan eğitimpsikolojisi değişkenler arasındaki ilişkileri anlamak, açıklamak ve kontrol etmek içim bilimsel yöntemi kullanır ve öğrenme öğretme sürecini daha nitelikli hale getirmek için çeşitli araştırmalar gerçekleştirir Eğitim psikolojisi, eğitim sürecinde öğrencileringelişimsel özelliklerini dikkate alarak ve öğrenmenin temel ilkelerini ve kurallarını kullanarak nitelikli bir öğrenme öğretme süreci gerçekleştirmeyi hedefleyen ve bunun için de mevcut bilimsel bilgileri kullanan ve bilimsel bilgiler üreten bir bilim alanıdır.

EĞİTİM PSİKOLOJİSİNİN BOYUTLARI
Eğitim psikolojisi, eğitim uygulamasının pek çok yönleri hakkında içgörü sağlayabilir. Eğitim psikolojisi, öğrenmeye ilişkin önemli fikirler sunar ve ailede, işte endüstride ve toplumda öğrenme üzerindeki etkilere ilişkin içgörü sağlar. Aynı zamanda, eğitim psikolojisi eğitim yönetimi, program geliştirme, psikolojik danışma ve diğer eğitim etkinliklerine katkıda bulunur. Ancak, eğitim psikolojisi, en çok sınıftaki öğretme ve öğrenme süreçleri ile ilgilenir (Gage ve Berliner, 1988, s. 6). Eğitim psikolojisi, öğrenmenin, gelişimin, güdülenmenin, farklılıkların ve değerlendirmenin doğasını, özellikle sınıf uygulamaları ile ilişkili bir biçimde kapsar.

Eğitim psikolojisini dikkate alan ve uygulayan bir eğitimci öğrenme öğretme sürecinde öğrencilerin gelişimsel özelliklerini önemser. Örneğin, Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı, çocukların bilişsel gelişime veya düşüncenin gelişimine ilişkin bilgiler ortaya koyar. Eğitim psikolojisini dikkate alan ve uygulayan bir eğitimci, öğrenme öğretme sürecinde öğrencilerin gelişimsel özelliklerinin yanı sıra öğrenmenin koşullarını ve özelliklerini, öğrencilerin öğrenme biçimlerini, etkili öğrenmenin ilkelerini ve öğrencilerin öğrenmeye yönelik güdülenmelerini de önemser.

EĞİTİM PSİKOLOJİSİ VE ÖĞRETMEN SORUMLULUKLARI
Bir bilim olarak eğitim psikolojisinin amacı, öğretmenlerin öğretim durumlarında etkili bir biçimde kullanabileceği bilgiyi araştırarak onlara sağlamaya çalışır. Bu kapsamda, eğitim psikolojisini dikkate alan etkili öğretmenler, konuya hâkimdirler ve sağlam temel öğretim becerilerine sahiptirler. Bu öğretmenler, amacı oluşturma, öğretimsel planlama ve sınıf yönetimi yöntemleri ile desteklenen mükemmel öğretim stratejilerine sahiptirler. Öğretimsel süreç; amaçları seçme, öğrenci özelliklerini anlama, öğrenme sürecinin doğasına ilişkin fikirleri anlama ve kullanma, öğretim yöntemleri seçme ve kullanma ve öğrenci öğrenmesini değerlendirme olmak üzere beş temel görev içerir. Bu görevlerin her biri hem öğretmenlerde hem öğrencilerde problemler yaratabilir.

Eğitim psikolojisi, öğretmenler bu problemleri çözmeye çabalarken onların daha bilgili, deneyimli bir biçimde kararlar vermesine yardım edebilir Eğitim psikolojisi ortaya koyduğu bilgiler ile öğretmenlerin nitelikli bir biçimde öğrenme öğretme sürecini gerçekleştirmelerine katkıda bulunurken aynı zamanda öğrencilerin karşılaştıkları çeşitli sorunlar ile nasıl başa çıkılması ve rehberlik yapılması gerektiği konusunda da bilgiler verir. Bu kapsamda, öğretmen davranış bozukluklarının veya normal dışı davranışların dışında öğrencilerin okul ortamında karşılaştığı çeşitli problemlerle başa çıkabilmeleri veya problemlerini çözebilmeliri için öğrencilere yardım edebilir. Ya da kendisinin yetersiz kaldığı durumlarda okul rehberlik servisindeki okul psikolojik danışmanları ile iş birliği yapabilir veya öğrenciyi okul rehberlik servisine yönlendirebilir iyi öğretmen kimdir? Bu soruya öğrenciler, “En iyisini yapmaları için onları destekleyen, insan olarak onları anlama çabası ile gerçekten zaman harcayan, çok iyi organize eden, mizah anlayışına sahip, onlar bir şey öğrendiği zaman onların kendilerini iyi hissetmesini sağlayan, öğrettiği şeyler konusunda istekli, hevesli, coşkulu olan, dürüst davranan, onlara karşı sorumluluk hisseden ve onların anlayabileceği biçimde konuları aktaran, ifade eden” olarak yanıt vermektedirler (Gage ve Berliner, 1988, s. 5). Sizler de geçmişteki öğretmenlerinizden en iyi olan öğretmenlerinizi hatırlayın. Yıllar geçtikten sonra bu öğretmenlere ilişkin, onları hatırlamanızı sağlayan şey nedir? Sizin üzerinizde hangi etkileri bıraktılar? (Wool- Bu sorular, geçmişte çok sayıda öğretmenleri olmuş bireylere yöneltildiğinde öğretmenlere ilişkin şu şekilde betimlemeler yapılmıştır:

Sena anlatıyor “8. sınıfta iken Ahmet Öğretmen’in dersini hiç sevmezdim. Daha sonraki lise yıllarında da bu dersi hiç sevmedim. Çünkü Ahmet Öğretmen davranışları ile sınıftaki tüm öğrencileri dersten soğutmayı başarmıştı. Ahmet öğretmen neler yapmıştı da bizleri dersten soğutmuştu? Ahmet Öğretmen derse asık bir yüz ifadesi ile girer, daha sonra en ufak bir ses işittiğinde tüm sınıfa bağırmaya başlardı. Her ders mutlaka rastgele birkaç öğrenciyi tahtaya kaldırır sorular sorardı.

Öğrenciler soruları bilemezse onlarla dalga geçer, onlara hakaret ederdi. Bizleri küçük düşürmekten zevk alırdı. Böyle yapmakla daha çok ders çalışacağımızı zannaderdi. Bu durum karşısında sınıftaki tüm öğrenciler korkardı. Korkularının sebebi küçük düşmek ve hakarete uğramaktı. Aslında Ahmet Öğretmen son derece bilgili bir öğretmendi. Ancak bilgili bir öğretmen olmuş olsa bile ders içerisindeki bu davranışları ile öğrencileri dersten uzaklaştırmayı başarmıştı. Onun bu davranışları nedeniyle bir daha bu dersi hiç sevemedim”. Ahmet Öğretmen’in bu davranışları, eğitim psikolojisinin bulgularını dikkate almadığını ve sınıf ortamında uygulamadığını göstermektedir.
Read more