Fuzûlî Mehmed oğlu Süleyman, Fuzûlî (d. Kerbela, 1480- 90? – ö.Kerbela, Bağdat,1556) Azeri asıllı Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman’dır.Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden İslami ilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Türkçe divanının önsözünde
“İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir” demektedir.
Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre’dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dâhil) en iyi mesnevilerden biridir.İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetname’yi yazmıştır. Şikâyetname Fuzuli’nin en önemli eserlerinden biridir. Şikâyetnamesinde Fuzuli şöyle der:
“Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar.”
Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:
Aşk imiş her ne var alemde / İlim bir kīl ü kāl imiş ancak.
Mende Mecnundan füzun âşıklık isti’dadı var / Âşık-ı sâdık menem Mecnunun ancak adı var
Hasılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı / Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı
Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir / Men kimem sâkī olan kimdir mey ü sahba nedir
Dest-bûsı arzusıyle ger ölsem dostlar / Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
Ya rab belâ-yı aşk ile kıl mübtelâ meni / Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ meni
Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün / Dem-be-dem saat-be-saat men senün kurbanınam.
Ger derse Fuzûlî ki “güzellerde vefâ var” / Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır
Canımı cânân eğer isterse minnet cânıma / Can nedir kim, ânı kurban etmeyem cânânıma
Başlıca eserleriHadikatü’s-Süeda (Kerbela olayını anlatan düzyazı)
Sıhhat u Maraz (tıp bilgileri)
Leyla vü Mecnun (3096 beyitlik mesnevi)
Beng ü Bade (444 beyitlik Türkçe mesnevi)
Şikâyetname(nesir türündedir)
Fuzili’nin Hayatı Hakkında Bilgiler
“Ey Allah’ ım! Ben Türk’üm, Türk diliyle yazmak istiyorum. Benden İltifâtını esirgeme!.. “
Türk dünyasının en ünlü şairi Fuzûlî’ye “acıların, ızdırapların şairi” dense yeridir. Gerçekten, bu büyük şair, hep acılar içinde yaşadı. Çektiği acıları şiir gergefinde nakış nakış işledi. Aşk onda ızdırap, aşk onda çile oldu.
“Ey Fuzûlî yâr eğer cevr etse ondan incinme; Yâr cevri âşıka dem muhabbet tazeler”
Ş iirlerine baktığımızda onu, bir karasevdâ şairi olarak görürüz, bu konuda söylentiler de vardır… Derler ki: Fuzûlî, gençliğinde Rahmetullah Efendi adlı bilgin ve yüksek mevkiîli bir kişiden ders alırken, hocasının kızına âşık olmuş… Aşkını kıza ve kızın babası olan hocasına açıklayamadığı için de, böyle yanık şiirler yazmış.
Bu söylenti ne derece doğru bilinmez. Ancak, bir gerçek var ki, bu büyük Türkmen şairi, şiirlerinde derin bir aşkı dile getirir.
“Beni candan usandırdı Cefadan yâr usanmaz mı? Şu gökler yandı ahımdan Muradım mumu yanmaz mı?
Gamın gizli tutardım ben Dediler: “Yâre kıl Ruşen” Desem, o bivafe bilmem İnanır mı inanmaz mı?”
Bu nasıl bir karasevdâ? Bir güzele duyulan derin bir aşk mı? Yoksa, bütün bu güzel söyleyişler Allah’a ulaşmak için yoğun bir sevgi ile tasavvuf yolunda doludizgin koşmak mı?
Edebiyat tarihçileri bu sorunun cevabını arayadursun, biz şairimiz Fuzûlî’yi anlatmaya dönelim.
Asıl adı Mehmet olan Fuzûlî, tahminen 1490 ilâ 1495 yılları arasında Irak Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kerkük’de doğdu. Oğuzlar’ın Bayat boyuna mensuptur.
Fuzûlî, bütün ömrünü, Bağdat ve çevresinde geçirdi. Ne gibi işlerde çalıştığını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey; hayatının yoksulluk içinde geçtiğidir. Yaşadığı en rahat dönem Kanunî Sultan Süleyman’ın Bağdat’ı fethinden sonraki dönemdir. Kanunî, bu büyük şaire, Bağdat vakıflarının gelirlerinden hisse verilmesini emretmişse de, bu ödeneğin Fuzûlî’ye sürekli olarak ödenmediğini yazdığı “Şikâyetnâme”den anlıyoruz
Şüphesiz, fikir ve sanat bakımından çok üstün bir insan olduğu halde, hayatta lâyık olduğu refâhı elde edememiş olması da Fuzûlî’yi dertli dertli söyletmiştir. Ne var ki, Fuzûlî, dertli acılı olmaktan da mutludur.
“Çok oldukça gamım derdim bu aşk yolunda hoş hâlim Fuzûlî, şad olsun şükretmeyim mi, nimetim artar.”
Aşkın acısından, ızdırabından bahseder, fakat bundan haz duyduğunu ve kurtulmak istemediğini de anlatır. O sadece, derin ve yanık bir şair değil, O, şiir sanatının doruğundadır. Birçok mısrasını devrinde geçerli olan söz ve sanat hünerleriyle işlemiştir. Şiirlerinde pırıldayan zekâ, şaka ve zerâfet ışıkları, bu büyük şairin ne denli ince fikirli, olgun bir sanatkâr olduğunun delilidir.
Fuzûlî, Türk şiirinde bir çığırdır. Hayatta iken bile ünü Anadolu ve Azerbaycan Türkleri arasında yayılmıştı. Devrinin pek çok şairi kendisine “nazire” yazmıştı. Bâki, Bağdatlı Rûhî, Celâl Çelebi, Caferî, Şâhî gibi… Nedim ve Şeyh Galip de Fuzûlî’ye nazire yazanlar arasındadır.
Hâlen, bütün Türk budunları arasında en sevilen şairler arasındadır. Şüphesiz Fuzûlî’nin üstün bir söyleyiş güzelliğiyle aşkı şiir tezgâhında dokuması ve çile deryasından seslenişi; çileli olmaktan zevk alışı, bu büyük sanatçıyı farklı kılmıştır.
Şiir, gerçekten Fuzûlî’de güzel!
“Bildim ki tehlikeyle dolu aşk yolu fakat Ben dönmezim bu yoldan ölüm olsa gayeti.Boyun helâkiyim düşebilmem ayağına Bir derde düşmüşüm ki bulunmaz nihâyeti.Ben ki seni görende gider elden ihtiyar Gelmez beyana mihnet-i aşkın şikâyeti.Şükret, Fuzûlî etme figan yâr kılsa cevr Ki, ehl-i aşka cevrdir onun inâyeti.”
Şiirlerinde tasavvufî yoğunluk vardır. Ancak bu “yoğunluk” şiir sanatı içinde gizlidir. Okuyucu, düşünerek bu tasavvufî yoğunluğu bulur. Fuzûlî’nin şiirlerinde, çok bilinen tasavvuf şairlerinde olduğu gibi, açık ifâdeler yoktur. O büyük şiir ustası, âdeta sınar, imtihan eder okuyanı.
Fuzûlî, Türkçe yanında Farsça’da yazdı. Eserleri arasında Türkçe Divânı, Leylâ ile Mecnun’u, ” Şikâyetnâme” adıyla tanınan mektubu, Hasan ile Hüseyin’in çektikleri ızdırabı anlatan Hadîkat-üs Suadâ çok tanınmıştır.
Hadîkat-üs Suadâ isimli eserinin bir diğer özelliği var ki; bu eserin de “Türk Fuzûlî” gönlünün bütün samimiyetiyle haykırır… Bu kitabın girişinde, “TÜRKÇE’yi” en güzel şekilde kullanmak istediğini, dile getirir ve bu konuda Allah’tan yardım ister:
“Ey Allah’ ım
Ben Türk’üm, Türk diliyle yazmak istiyorum. Benden İltifâtını esirgeme!..”
Türk Dünyası’nın bu ünlü şairi 1556 yılında Kerbelâ’da öldü. Onu rahmetle anıyoruz.
0 Yorumlarınız